Eski Türklerde Çocuk Eğitimi

Bozkır kültürü denilen belirli coğrafi mekânda hareketli hayat tarzı, eski Türk eğitim-öğretim sisteminin en belirleyici unsurudur. Sürati, hürriyeti ve hâkimiyeti sembolize eden At ile teknolojiyi ifade eden demir üzerine kurulu eski Türk cemiyetinde hayatın gereği olarak doğuştan ölüme kadar eğitim, kendini yenilemek, zinde ve diri tutmak zaruri hal almıştır. Askerî ve sivil hayatın iç içe geçtiği eski Türklerde aile ve ordu iki temel gücü idi. Bu nedenle aileden başlayarak devlete kadar Türk toplum yapısında eğitim-öğretimin temel niteliği; ahlaklı, şahsiyetli, kökünü ve kimliğini bilmek gibi değerler başta olmak üzere töre ile ifade edilen unsurlarla donanmış kalifiye nesiller yetiştirmektir. Bu nedenledir ki eski Türklerde eğitim ve öğretim teoriden çok hayatın bir parçası olarak pratik hal almıştır. Eğitim-öğretimde özellikle iyi ve donanımlı insan vurgusunun yapılmasındaki asıl faktör; her şeyden önce gerek hayvancılıkla geçinen ailenin gerekse dinamik, her an sefere hazır olmak mecburiyetinde olan askerî sistemin ve Boy hayatının gereği ahlaklı, mesleki açıdan da vasıflı insan yetiştirme zaruretidir. Bu durum, güçlü iş birliği içerisinde maddi, manevi manada üzerine düşeni yapabilecek vasıfta insanlardan oluşan cemiyet hayatını doğurmuştur.

At ile hemhal olma sonucu Bozkırlı Türk insanında oluşan üstünlük yani ‘beylik gururu’ duygusu, devlet idaresinde ve eğitim-öğretim metodunda üniversal bir anlayışı doğurmuştur. Cihan şümul devlet felsefesi gereği eğitim sisteminde insan sevgisi, idare altına alınıp birlikte yaşanılanlara karşı koruyuculuk, adalet, hürriyet, eşitlik gibi değerlerin daha çocukluktan itibaren kademe kademe öğretilmesi önemli yer tutmuştur. Beylik duygusu + insan sevgisi + gerçekçilik şeklinde formülüze edilecek bu Türk düşüncesi aynı zamanda ahlak prensipleri olarak eğitimin ana gayesi haline getirilmiştir. Eski Türk toplumu kendi ahlak anlayışını hayatının düsturu edinmiş kişiye ‘yiğit insan’ manasına gelen Alp, erkek anlamı haricinde cesur olanlara ise Er demiştir. Bu ad verme geleneğine de yansımıştır. Bu bağlamda ahlakı ön plana çıkaran eğitimin temel hedeflerinin başında Alp ile Er’liği birleştirip debdebe, gösteriş, mala-mülke fazla değer vermeyen, dürüst insanlar yetiştirmek gelmiştir. Eski Türk eğitim dili Türkçe idi ve sistemin hareket noktası da Türkçenin anlaşma vasıtası olmaktan öte ait olduğu medeniyeti anlayacak, ifade edecek derecede çocukluktan itibaren doğru olarak öğretilmesiydi.

Eski Türklerde çocuğun eğitim ve öğretiminde, gelişiminde aile yanında Boy, cemiyet hayatı içerisinde Dede Korkut/Aksakal isimleriyle sembolleştirilen ve gerçek manada öğretmen olan şahıslar önemli rol oynamışlardır. Akrabalardan başta olmak üzere içerisinde yaşanılan toplum ise denetim rolünü üstlenmiştir. Anne çocuğa toplum içerisinde bulunmanın gereği olan adab-ı muaşeret kurallarını öğreterek hayata hazırlarken, Baba daha çok teknik yani mesleki bilgileri aktarırdı. Nitekim ailede alınan eğitimin önemine dair Dede Korkut’ta şöyle denilmiştir: “Kız anadan görmeyince öğüt almaz, oğul atadan görmeyinçe sufra çekmez. Oğul atanun yeteridür, iki gözinün biridür. Devletli oğul kopsa ocagınun közi dür”. Bu sistem içerisinde çocuk hayata, yeni şartlara ve geleceğe bilgi ve edep açısında hazırlanıp ihtiyaç duyacağı bilgiler, beceriler öğretilmeye çalışılırken aynı zamanda bir şuur olarak mazi yani tarih nakledilirdi. Bu durum çocuğa kim olduğunu ne olması gerektiğini öğretirken müthiş bir şekilde kültür, tarih, medeniyet, dil, inanç ve coğrafya bağlamında bir aidiyet duygusu oluştururdu. Müesseseleşmiş okulların somut olarak varlığı bilinmese de, eski boy yaşantısında belirli alanların eğitim ve öğretime tahsis edildiği rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca gerek Göktürkler gerekse Uygurlardan kalma ülkenin meskun birçok noktasına dikilmiş yazıt bulunması, varlığı bilinen takvimin Göktürkler döneminde ıslah edilerek geliştirilmesi gibi unsurlar eski Türk toplumunda yazının genel kullanımına ve hatırı sayılır entelektüel zümrenin varlığı ile okuryazar oranının ciddi manada yüksekliğine delalet addedilmiştir. Tarih şuurunu ortaya koyan bu kitabeler aynı zamanda değişik konuları ihtiva eden ders kitapları niteliğinde idiler.

Eski Türklerde çocuk eğitiminin başlangıç noktası ad vermek idi. Doğar doğmaz ana babanın bebeğe verdiği ad gerçek ad olmayıp geçici ad idi. Çocuk, büyüdükçe kabiliyetine veya toplum içerisinde gösterdiği yararlılığa göre kalıcı ad alırdı. Ait oldukları boyun beyi veya din adamı tarafından verilen bu gerçek ad sayesinde adı alan boyun da üyesi kabul edilirdi. Dede Korkut destanlarında, gösterdikleri yararlılıktan ötürü kahramanlara asıl adları Korkut Ata tarafından verilirdi. Dirse Han’ın oğlu, karşısına çıkan bir boğayla dövüşüp onu öldürdükten sonra “Boğaç” adını almıştır. Bay Büre Bey’in oğluna bezirgânların malını soygunculardan kurtarması üzerine Bamsı Beyrek adı verilmiştir. Beyrek’in “Bamsı” adının kahramanlıkla bir ilgisi yoktur, babası oğlunu “Bamsam” diye okşadığı için bu ad konulmuştur. Toplumda genelde kahramanların ad almaları 15-16 yaşlarına girdikten sonra olurdu. Nitekim Kazan Bey hayıflanarak oğlu Uruz’a 16 yaşına girdiği halde “henüz yay çekmedün, ok atmadun, baş kesmedün, kan dökmedin, Kalın Oğuz içinde çuldu almadun” der.

Destanlarda ve anlayışlarda oluşan ad verme geleneğinde hep kahramanlık figürü ön plana çıksa da, aslında gerçek adın daha sonraki yaşlara bırakılması eğitim ve öğretim açısından büyük önem taşımıştır. Bu durum esasında çocuğun gelişimini gözlemleyerek, modern eğitim sistemini andırır şekilde becerilerine göre bir mesleğe bir alana yönelmesini sağlamak içindi. Bu anlayışın yansımasını Oğuz Kağan Destanı’nda da görmek mümkündür. Anlatılanlara göre Oğuz ordusuyla sefere giderken ırmakla karşılaştığında Uluğ Ordu adlı bir er, ağaçlardan kestiği dal ve yapraklarla sal yapar. Su bu salla geçilir ve Oğuz bu becerikli ere Kıpçak Bey adını verir. Yine Çürçek Kağan’la yapılan savaşta o kadar çok ganimet alınır ki, ganimetleri taşımaya öküzler yetmez. Askerler arasından akıllı ve tecrübeli bir er bir araba yapar. Böylece canlı ve de cansız ganimetler taşınır. Oğuz bu arabayı icad eden eri Bey yapar ve kendisine Kanglı adını verir. Kaşgarlı Mahmud Divan-ı Lugat’it Türk’de çocuk terbiyesinde kız ve erkek evlatların anne ve babayı örnek aldıkları, ileride toplumda oynayacakları rolleri onlardan öğrendiklerini söyler. Aynı bağlamda Kaşgarlı Mahmud; Babası ekşi elma yese (bir fenelık yapsa), oğlunun dişi kamaşır, diyerek de baba-oğul etkileşimine dikkat çeker. Kutatgu Bilig’de Yusuf Has Hacib de; senin ay gibi bir oğlun veya kızın doğarsa, onu kendi evinde terbiye et bu işi başka ellere bırakma diyerek eğitim ve öğretim için ilk ve önemli nokta olarak ebeveynin önemine dikkat çekmişlerdir. Eski Türk toplumunda kız çocuğunu anne, oğlan çocuğunu ise baba hayata hazırlardı. Kutatgu Bilig’de; Oğul-kıza bilgi ve edep öğret; bu her iki dünyada da onlar için faydalı olur beytinde de ifade edildiği gibi eski Türk eğitim ve öğretiminde esas maksatlardan birisi toplum içerisinde yaşama kuralları ile hayatta başarıya götürecek bilgiyi öğretmekti. Bu bağlamda Yusuf Has Hacip’in şu ifadeleri de daha önceki beytinde söylediklerini güçlendirmektedir: Küçük çocuğa bak, ona akıl ulaşacaktır; fakat yaşı gelmedikçe, kalemler yürümez; insan bilgisiz doğar ve yaşadıkça öğrenir; bilgi sahibi olunca, her işinde muvaffak olur. Bir memleketi kılıç ile derhal ele geçirmek mümkündür; fakat kalem olmayınca, insan onu elinde tutamaz.

Eski Türklerde eğitim kültüre dayalı bir şekilde gelişirdi. Aileler taşıdıkları her şerefi, beceriyi çocuklarına kazandırmaya gayret gösterirlerdi. Nitekim aile içinde eğitimin amacı, kabiliyetlerini de göz önünde bulundurarak fertlere maziden gelen ailevi davranışları kazandırmayı sağlamaktı. Daha çocukluk devresinden itibaren fert; at terbiyesi, hayvan yetiştiriciliği, bakıcılığı, çadır işleri, giysi üretimi, göçmek, yerleşmek, hayvan otlatmak, ev eşyası, silah yapmak, yemek, içmek, eğlence, yarışma, spor, müzik bilgi ve becerilerini kazanmayı, hepsinden öte iyi bir savaşçı-kahraman süvari olabilecek eğitimi aile içinde öğrenmeye ve talim etmeye başlardı. Ayrıca meslekî eğitimde şüphesiz usta-çırak ilişkisi de çocuğun yetiştirilmesinde mühim yer tutardı. Çünkü Türk toplum yapısında liyakat babadan oğla geçmezdi. Bu nedenle Türk eğitim sistemi daima kendisini yaşatacak insan tipini yetiştirmek, her çocuk da cemiyet/Boy içerisindeki adını, yerini kendisi kazanmak mecburiyetindeydi. Henüz ayakta durabilecek bir Türk çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at bulunurdu. Geleceğin okçu Türk savaşçısı daha çocuk çağında eğitimlere başlar, koyun sırtında biniciliği dener, önce sincap, gelincik ve kuşlara, sonra da tilki ve tavşanlara ok atarak atıcılığa alışır, büyüdüğü zaman da mükemmel bir atlı muharip olurdu. Gelişime açık Türk toplumunda kişi çocukluktan itibaren aldığı eğitimi, bilgisi ve becerileri sayesinde askerî ve sivil bürokraside görev alır, en tepe noktalara kadar yükselebilirdi.

Türklerde eğitim ve öğretimin vazgeçilmez temel öğelerinden birisini de ata ve töre anlayışı oluşturmuştur. Eğitim-öğretimden maksat insanın tarihini, atasını, kimliğini oluşturan dili ve dini başta olmak üzere değerlerini yani ait olduğu dünyayı bilmesi ile hayat kaynağı tefekkür dünyası ile töresini ve bunları kaybettiğinde de başına neler gelebileceğini unutmamasını sağlamaktı. Çünkü eski Türk anlayışında unutmak, başkalaşmak ve dönüşmek yok olmak, ölmekle bir tutulurdu. Bunu en güzel ifade eden Orhun Abidelerinde geçen şu satırlar olmuştur: “Türk beyler Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutarak, Çin kağanına itaat etmiş. Elli yıl işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli kağana kadar ordu sevk edivermiş. Batıda Demir Kapıya ordu sevk edivermiş. Çin kağanına ilini, töresini alıvermiş. Türk halkı kitlesi şöyle demiş: ‘’İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum der imiş. Kağanlı millet idim kağanım hani, ne kağana işi, gücü veriyorum der imiş. Öyle diyip Çin kağanına düşman olmuş. … Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, Türk töresini bırakmış milleti, ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş. Tölis, Tarduş milletini orda tanzim etmiş. Yabguyu, şadı orda vermiş’’.

Netice itibariyle; sivil ve askerî alanın iç içe geçtiği eski Türklerde, hayat tarzının gereği olarak aileden başlayarak içinde bulunulan toplum çocuklar için büyük bir okuldu. Bu okuldaki eğitim sisteminin esası teoriden çok ameli yani yaşayarak öğrenmeye dayanmaktaydı. En önemli sorumluluk ve rolün anne-baba ile her obada varlığı bilinen Aksakallılara verildiği eğitimde gaye; çocuklara millî-dinî değerleri aşılayarak hayatı kolaylaştıracak bilgileri öğretmek, adeta toplumun arşivi ve hafızası olan tecrübeleri aktarmak, onları askerlik başta olmak üzere kabiliyet ve isteklerine göre mesleklere, işlere yönlendirmekti. Çocukları-gençleri dünü unutmayacak, bugünde yaşamayı sağlayacak, yarında var olmayı gerekli kılacak şekilde donanımlı hale getirmek ve “Tay yetişirse at dinlenir, oğul yetişirse baba dinlenir” atasözünde ifade edildiği gibi devleti rahatlatacak her sahada yetişmiş insan gücü oluşturmaktı.

Dr. Öğretim Üyesi Ali Ahmetbeyoğlu

Bozkır kültürü denilen belirli coğrafi mekânda hareketli hayat tarzı, eski Türk eğitim-öğretim sisteminin en belirleyici unsurudur. Sürati, hürriyeti ve hâkimiyeti sembolize eden At ile teknolojiyi ifade eden demir üzerine kurulu eski Türk cemiyetinde hayatın gereği olarak doğuştan ölüme kadar eğitim, kendini yenilemek, zinde ve diri tutmak zaruri hal almıştır. Askerî ve sivil hayatın iç içe geçtiği eski Türklerde aile ve ordu iki temel gücü idi. Bu nedenle aileden başlayarak devlete kadar Türk toplum yapısında eğitim-öğretimin temel niteliği; ahlaklı, şahsiyetli, kökünü ve kimliğini bilmek gibi değerler başta olmak üzere töre ile ifade edilen unsurlarla donanmış kalifiye nesiller yetiştirmektir. Bu nedenledir ki eski Türklerde eğitim ve öğretim teoriden çok hayatın bir parçası olarak pratik hal almıştır. Eğitim-öğretimde özellikle iyi ve donanımlı insan vurgusunun yapılmasındaki asıl faktör; her şeyden önce gerek hayvancılıkla geçinen ailenin gerekse dinamik, her an sefere hazır olmak mecburiyetinde olan askerî sistemin ve Boy hayatının gereği ahlaklı, mesleki açıdan da vasıflı insan yetiştirme zaruretidir. Bu durum, güçlü iş birliği içerisinde maddi, manevi manada üzerine düşeni yapabilecek vasıfta insanlardan oluşan cemiyet hayatını doğurmuştur. - turk tore kadinlar

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir