Uygur Türkleri Sorunu

Uygur Türkleri Sorununun (Tarihi) Kökeni Nedir?

– Türklerin anayurdu olan Türkistan coğrafyasının doğusunda yer alan Doğu Türkistan (Uygur Özeerk Bölgesi); stratejik, jeopolitik konumu nedeniyle her zaman büyük devletlere merkezlik yapmıştır. Hunlara, Göktürklere, Kutluk Devleti’ne, Uygur Devletlerine, Seidiye ve Çağatay Hanlıklarına ve Karahanlılar Devleti’ne ev sahipliği yapan Uygureli Bölgesi 1756 yılından itibaren Çinlilerin saldırı ve tecavüzlerine maruz kalmıştır.

– Oldukça zengin yeraltı kaynakları nedeniyle Çin’in iştahını kabartan, 1.828.418 km2 genişliğindeki bu Türk yurdunun tarihi ismi, “yeni ilhak edilen toprak” anlamına gelen “Sincang” olarak değiştirilmiştir. 1949 yılında Komünist Çin tarafından işgal edildikten sonra özerk bölge statüsü verilerek, “Sincang Uygur Özerk Bölgesi” olarak adlandırılmış; “Doğu Türkistan” adı, ayrılıkçı güçlerin söylemi olarak kabul edilmiştir.

– Yaklaşık 30 milyon Müslüman Türkün (Uygurlar %90, Kazak ve diğer halklar %10) yaşadığı Doğu Türkistan’da 1863-1876 döneminde Osmanlı Devleti’ne tabi olan Kaşgarya Devleti, 1933-34 döneminde ve son olarak 1944-1946 dönemlerinde Doğu Türkistan Cumhuriyetleri olmak üzere üç defa bağımsız devlet kurulmuş, ancak her üç devlet de Rus ve Çin’in ortak girişimi ile yıkılmıştır. “Uygur Özerk Bölgesi” olarak adlandırılan Doğu Türkistan 1756’dan itibaren yaklaşık 250 yıldır Çinliler ile sorun yaşamaktadır. Bu sorunun iki sebebinden biri, bölgenin oldukça zengin kaynaklardan oluşması, diğeri de bölgenin, Çin’in karadan Avrasya coğrafyasına ve Batı’ya açılan tek kapısı olmasıdır.

– Çin, Uygur Özerk Bölgesi’ne Neden Önem Veriyor?

Bölgedeki petrol, doğal gaz, altın, volfram, uranyum, tungsten, kömür gibi oldukça zengin kaynaklar sebebiyle Doğu Türkistan, Çin için vazgeçilmez bir toprak parçasıdır. Doğu Türkistan, Çin’in karadan Orta Asya coğrafyasına, Batı’ya açılan tek kapısıdır. Batı tarafından gelecek saldırılara karşı “askeri üs” konumundadır. Çin’i besleyen enerji kaynaklarının geçiş güzergahı üzerindedir. Batı’ya, Avrasya coğrafyasına, Batı’dan Uzak Asya’ya uzanan ticari yolların güzergahı üstündedir. Tarihi İpek Yolu’nun merkezi konumundadır. Günümüzde Çin Hükümeti’nin başlattığı 65 ülkeyi kapsayan “Bir Kuşak-Bir Yol Demir İpek Yolu Projesi”nin merkezini teşkil eden Doğu Türkistan Rusya ile Çin arasında, Batı ile Doğu arasında, Avrasya ile Uzakdoğu arasında köprü vazifesini ifa etmektedir. Türk ve İslam Dünyasının Asya’daki hür olmayan tek ülkesidir. Türkiye, Özbekistan ve Güney Azerbaycan’dan sonra dinamik Müslüman Türk nüfusunu barındıran üçüncü ülkedir.

Mevcut kaynakları ile bütün Çin’in yüzde 25’ni besleyen Doğu Türkistan, açılmayan yeraltı kaynakları ile 500 milyon nüfusu besleyecek kapasiteye sahip zengin bir bölgedir. Çin’de tespit edilen 171 maden çeşidinin 148‘i Doğu Türkistan’dadır. Çin’i yakın gelecekte Dış Moğolistan’a, Kazakistan’a, Kırgızistan ve Tacikistan’a taşıyacak olan bölge, Doğu Türkistan’dır. Atom ve Nükleer Deneme Merkezi Doğu Türkistan’ın Lop-Nor bölgesindedir. Bütün bu veriler, Doğu Türkistan’ın Çin için “vazgeçilmez toprak” olduğunu ve Çin’in neden bu bölge ile okyakından ilgilendiğini açıkça ortaya koymaktadır.

– Uygur Özerk Bölgesi’nde Neler Yaşanıyor? Çocuklara ve Kadınlara İşkence Yapıldığı İddiaları Doğru mu?

· Çin Hükümeti 72 yıldır egemenliği altında bulundurduğu Doğu Türkistan’da komünist rejimin prensiplerini ve sosyalist yaşam tarzını uygulamaktadır. İnsan Hakları kuruluşlarının ve uluslararası gözlemcilerin ifadelerine ve değerlendirmelerine göre, hayatın her alanında fütursuzca uygulanan “insan hakları ihlalleri” politikası ile 30 milyon Müslüman Türk’ün ve bu tarihi Türk yurdunun Çinlileştirilmesi hedeflenmektedir.

· Bölgeden çeşitli kaynaklar aracılığı ile gelen haberlere göre; Diasporadaki Uygurların aileleri ile iletişimlerinin kesildiğini, BM verilerine göre yaklaşık bir milyon insanın dönüşümlü olarak “yeniden eğitim merkezleri” adı verilen kamplara alındıklarını, çocukların da bu süreçte anne ve babalarından alınarak çocuk kamplarında tutulduklarını, küçük yaşta çocukların Çin’in iç kesimlerine gönderilerek karın tokluğuna çalıştırıldıklarını, eşleri kampta olan kadınların yol yapımı ve pamuk tarlalarında çalışmaya zorlandıklarını duyuyoruz.

Uzmanlar, medya mensupları, bölgede tamamen “kapalı devre bir yaşam sürdürüldüğü” konusunda hem fikir oldukları anlaşılmaktadır.

· Kampların kurulmasının ardından bölgeye geliş ve gidişler kısıtlanmış durumdadır. Halkın elindeki (kendilerine çalışan memurlar haricinde) bütün pasaportlar toplanmıştır. Yurt dışında bulunan bütün Uygur ve Kazaklar geri çağrılmış, çağrıya uymayanların aile fertleri tutuklanmış olup, diasporada Çin karşıtı faaliyet içinde olanların bir çoğunun mal ve mülklerine el konulduğu belirtilmektedir.

· Sakal ve bıyık bırakmanın; camilerde öğrencilerin, memurların namaz kılmasının, telefonlarda “Allahu-Ekber, Bismillah” gibi dini içerikli yazı ve mesajların, hatta “Selamünaleyküm” diyerek selamlaşmanın dahi yasak olduğu, bölgenin bütün ana caddelerindeki billboard afişlerinde, cami girişlerindeki tabelalarda alenen yazılıdır.

· Bölgeden gelen görüntülerde; evlerde ne kadar namazlık, tespih, Kur’an-ı Kerim ve diğer dini içerikli eşyalar varsa toplanarak meydanlarda yakıldığı görülmektedir. Ay yıldızlı tişört giymek, sakal ve sarkık bıyık bırakmak, çocuklara Hatice, Muhammed gibi dini isimler koymak ve “Kurtlar Vadisi” videosunu izlemek ile Türkçe şarkılar, ilahiler dinlemek dahil birçok komik derecedeki yasaklarla ilgili onlarca resim, video, belge göstermek mümkündür.

· Bölgenin başkenti Urumçi, dünyada en sıkı kontrol edilen yerlerden biri durumundadır. Her sokakta, her kapalı alanda yüz tanıma sistemine sahip yüzlerce kameralar monte edilmiştir. Markete girerken dahi gereken dijital kartlar kullanılmaktadır. Bıçakların üzerinde dahi QR takip kodları bulunuyor. Kasaplardaki satırlar dahi zincire bağlanmış. Cep telefonları ve bilgisayarlara zorunlu takip programları yüklenmiş durumda. The Washington Post’tan, The Guardian’a, CNN’den, The Wall Street Journal’a kadar birçok gazete son aylarda Çin’in, Doğu Türkistan’ı bir “gözaltı laboratuvarı”na çevirdiğini vurgulamaktadır.

· Kamp dışında; Çin genelinde uyuşturucu içmek ve kullanmak ağır suç olduğu halde, Doğu Türkistan’da Türklere yönelik uyuşturucu satışının adeta teşvik edildiği, uyuşturucu kullanan Türklere ise ses çıkarılmadığı, günümüzde “içki içmeme”nin neredeyse “suç” olarak görüldüğü gözlemlenmektedir. Kırsal kesimlerde sağlık kurumları ve sağlık çalışanlarının yetersizdir. İnsanların sağlıksız ortamlarda tedavileri yapılmaktadır. Dini inançlarına uygun olarak giyinen kadınların ve sakallı erkeklerin sağlık tedavilerinin yapılmadığı, toplu ulaşım araçlarına binmelerine yasak getirildiği gelen haberler arasındadır. İnançlara, kültürel ritüellere getirilen kısıtlama ve yasakların olduğu görülmektedir. Nitekim 2017’den bu yana sünnet, cenaze, taziye, meşrep (sıra gecesi), kadir gecesi ve sair merasimlerin yapılmadığı bilinmektedir.

· Bölgeye her yıl planlı şekilde “Çinli göçmenler” yerleştirilmek suretiyle bölgenin nüfus yapısı değiştirilmek istenmektedir. (1949’da %7 olan Çinli nüfusu göçmen politikası neticesinde %45’e ulaşmıştır.)

· Şehirlerde 2, kırsal kesimde 3 çocuktan fazlası yasaktır. Kotayı dolduran özellikle kırsal kesimdeki kadınlara “kısırlaştırma siyaseti” uygulandığı iddia edilmektedir. Kota fazlası bebeklerin, ister bir aylık isterse 8 aylık olsun haber alındığı anda “zorunlu ve kollektif kürtaj” uygulandığı, masum bebeklerin ana karnında iken sağlıksız ortamlarda yaşamlarına son verildiği söylenmektedir.

· Müslüman Türkler, dini inançlarından ve geleneksel yaşam biçiminden dolayı aşağılanmakta, hor görülmekte, ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutuldukları değerlendirilmektedir.

· Komünist Partisi ilkelerine aykırı davrananlar, geleneksel hayatı yaşayanlar ve dini inançlarına göre yaşamakta ısrar edenler beyinleri zehirlenmiş olduğu gerekçesi ve “karşı devrimci” suçlamasıyla cezalandırılmakta, zorunlu şekilde ceza ve toplama kamplarına sevk edilmektedirler.

Bölge ile ilgili tüm bu olumsuz haber ve bilgilerin hangisinin doğru olup olmadığı, bu iddiaların abartıdan ibaret olup olmadığı konusunda Pekin yönetimi kamuoyunu aydınlatmakla sorumludur. “Bu benim iç meselem” diyerek, dünyaya kapılarını kapatamaz. Çünkü insan hakları ihlalleri veya canlıları ilgilendiren meseleler, bütün dünyanın ortak sorunlarıdır.
Dolayısıyla Çin yönetimi, bölgenin kapısını uluslararası medya mensuplarına açmak durumundadır. İnsan Hakları örgütlerinin bölgeyi ziyaret etmesine imkan tanımalıdır. Belki bütün bu iddialar abartıdan ibarettir. Belki iftira atılıyor. Belki Amerika ülkeleri tahrik ediyordur. Bunu öğrenmenin tek yolu, bölgede huzur ve istikrarı sağlamak ve gazetecilerin ve insan hakları gözlemcilerinin de bölgeyi ziyaret etmesine imkan tanıyarak bu ortamı görmelerini temin etmektir.

Çin’in Eğitim Kampları Olarak Adlandırdığı, Toplama Kampları’nda Neler Yaşanıyor?

· Kamp hayatını yaşadıktan sonra bir şekilde yurt dışına çıkabilen az sayıdaki insanların anlattıklarına göre kamplarda çeşitli psikolojik baskılar yapılmaktadır. BBC’de yayınlanan habere göre kamplarda kadınlara taciz ve tecavüzlerde bulunulmaktadır. Çeşitli işkencelerin yapıldığı görgü tanıklarınca ifade edilmektedir. Komünist Parti öğretileri ezberletilmektedir. Herkesin alkollü içki eşliğinde yemek yemeye zorlandıkları söylenmektedir. Başörtü takmakta ısrar edenler cezalandırılmaktadır. İnsanlar, domuz eti yemeğe teşvik edilmektedir. Domuz eti yiyenler haftada bir evlerine gönderilerek ödüllendirilmektedir. Dini değerler, kültürel ritüeller, gelenek ve görenekler aşağılanmakta, geleneksel yaşamdan vaz geçmeyenler hücrelere atılmakta veya en az 10 -15 yıl cezası kesilerek hapishanelere ya da tarlalarda, baraj ve yol yapımında “kürek mahkumu” olarak zorunlu çalışmaya gönderilmektedir. Bu ve benzeri etnik aşağılamaya yönelik psikolojik baskı ve ihlallerin yoğun şekilde yaşandığı kamplarda, özetle rejime bağlılığı hedefleyen ideolojik eğitim verildiği belirtilmektedir. Kamplarda yaşananların ne boyutta olduğunu Pekin yönetimi dış dünya ile paylaşmamıştır. Bir an evvel insan hakları örgütleri ve basın mensuplarının bölgeyi ziyaret etmeleri ve kampları görmeleri sağlanmalıdır.

– Çinli Yetkililer, Çin’in Yürüttüğü Politikaların Masum İnsanları Etkilemediğini, Sadece Terör Faaliyetlerine Karşı Baskı Politikası Yürüttüklerini Söylüyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

– Pekin yönetimi 2017 yılından bu yana yürütülen politikaların, sadece teröristlere, radikal İslami ve ayrılıkçı güçlere karşı uygulandığını söylüyorlar. 5 milyon insanın hepsinin terörist olması veya radikal ayrılıkçı düşünceye mensup olması doğru mudur? Eğer doğru ise yani kamplara kapatılan 5 milyon insan bu düşüncelere mensup kişilerden oluşuyorsa eğer, o zaman bölgede daha ciddi tehlikeler var demektir.

– Kampa alınanlar arasında yer alan Çin genelinde ünlü Popstar Ablajan Ayup, Devlet sanatçısı Abdurrehim Heyit, Sincan Üniversitesi akademisyenleri Dr. Gülgine Taşmehmet, Prof. Abdulkadir Celalettin, Dr. Ekber Ömer, Dr. Muhtar Abdugaffar, Dr. Gülnar Abdullah, Sincan Üniv. Eski Rektörü Prof. Taşpolat Teyip, Prof. Abdurrahman Beg, Prof. Azat Sultan, Prof. Köreş Tahir, ünlü Matematikçi Prof. Ahat, dünyaca ünlü Tıp Profesörü Halmurat Gafur, Prof. Gayretcan Osman, Prof. Dr. Gayretcan Barat, Ünlü sosyolog Doç. Rahile Davut ve Çin Süper Ligi’nde top koşturan Uygur futbolcu İrfan Hezim… gibi onlarca akademisyenin, binlerce öğretmenin, yüzlerce sanatçının terörle ne bağlantısı var? Çinceyi Çinlilerden daha iyi bilen, onlarca eseri yayınlanmış olan, on binlerce kişiye eğitim vermiş olan bu kişilerin kamplarda eğitilmeye sizce ihtiyacı var mı? Bu örneklemeler Çin’in, kamplarda uygulamaya çalıştığı baskı politikasındaki niyetini ortaya koymaktadır.

– Doğu Türkistan konumu ve zengin kaynakları itibariyle Çin’in küresel lider olmasını sağlayacak ilk atlama taşıdır. Dolayısıyla Pekin yönetiminin, 1949 yılından bu yana egemenliği altında bulundurduğu Müslüman-Türk yurdunu Çinlileştirerek, bu bölgedeki 30 milyon Müslüman Türkü mankurtlaştırmak suretiyle etkisiz hale getirmeyi hedeflediğini söylersek abartmış olmayız diye düşünüyorum. Sözde eğitim merkezleri adı altında bölgede kurulan Ceza ve Toplama Kampları’nda verilen ideolojik eğitimden anlaşılmaktadır ki, Çin yönetiminin gerçek amacı, bağımsızlık yanlısı düşünceleri yok etmek, Uygurları tamamen asimile etmektir. Eğer abartıyor isek, o zaman Pekin Yönetimi hem bölgenin hem de kampların kapısını gözlemcilere, basın mensuplarına ve bizlere açmalıdır…

– Çin, Müslüman Azınlığa Asimilasyon ve Baskı Uyguluyor mu? Uyguluyorsa Müslüman Ülkeler Yerine Neden Batı Ülkeleri Bu Konuya Daha Çok Ses Çıkarıyor?

– Cenaze, def’in, taziye, sünnet, dini nikah, Kur’an okuma ve dinleme, Kur’an öğretme, Kadir Gecesi ve benzeri dini ritüellere izin verilmiyorsa; “din”, bir “afyon” gibi tanımlanıyorsa, Camilerde ibadetlere çeşitli yasak ve kısıtlamalar getirilmişse ve bu yasaklar cami girişlerine asılan levhalarla açıkça duyuruluyorsa, doğum yasağı varsa, kürtaj zorunluluğu varsa ve Pekin yöneticileri radikal İslam’a karşı kararlı şekilde mücadele ettiklerini yüksek sesle dillendiriyorlarsa…. Müslüman nüfusa yönelik baskı ve asimilasyon uygulandığını söyleyebiliriz. Müslüman ülkelerin bu baskılar karşısında sessiz kalmasının tek sebebi, Çin Hükümeti ile olan maddi kazanç ilişkisidir. Sudan, Libya, Irak, Suriye, Filistin, Mısır… bu Müslüman ülkelerin kendilerine faydası yok ki, diğer Müslümanlara olsun. İnsan Haklarının uygulanmadığı Müslüman Arap ülkelerinden, insan haklarına duyarlı olmalarını beklemek mümkün mü, elbette değil. Burunların dibindeki Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta Yemen’de olanlara ses çıkarmayanlardan, Uygurlara destek vermeleri beklenir mi?

– Bu ülkelerin hepsi, Müslüman kardeşlerinin feryadına kulak tıkayarak, zulme seyirci kalarak dinen günah işliyorlar!!! Batı ülkeleri ise elbette temelde kendi çıkarları olsa da, konuya tamamen insani açıdan yaklaşıyorlar. Amerika, Kanada ve Hollanda parlamentolarında “Uygur Soykırımı”nı resmen tanıyarak zulme tepki gösterdiler. Çin’i bu şekilde köşeye sıkıştırmak elbette Amerika’nın işine geliyor. Keşke İslam Dünyası da, dindaşlarına, en azından sözle de olsa sahip çıksalardı, keşke… Üç kuruş petrol satışına, üç kuruş yatırım karşılığında Müslüman’a yapılan baskıyı duymazdan, görmezden geliyorlar maalesef…

– Batı Ülkelerinin Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Yaşananları “Soykırım” olarak Tanımasının Altında Yatan Nedenler Nedir? Bu Durum, Çin’in İç işlerine Karışmak İçin Bahane mi?

– Bölgenin tarihi ismi “Doğu Türkistan”dır. “Yeniden Fethedilen Ülke, Yeni İlhak Edilen toprak” anlamına gelen “Sincan/Xinjiang” ismi, Çinlilerin bölgeyi ilk işgal ettiklerinde koydukları isim olduğunu öncelikle zikretmek isterim. “İbrahim” adını “Yibulayin” şeklinde Çince telaffuzu ile söylenmesi dahi “suç”tur. “Tanrıdağı”nın dahi adı dahi Çince “Tiyanshan” olarak değiştirilmiş olup, bu isim değişiklikleri bile tek başına asimilasyon göstergesi değil midir?

– İnsan Hakları Örgütleri’nin raporlarına göre, Çin Hükümeti’nin, Uygur Bölgesi’nde, BM Soykırım Sözleşmesi’ndeki tüm maddeleri ihlal ettiği örneklerle belirtilmiştir. Batı ülkeleri de uluslararası hukukun belirlediği standartlara göre, Çin’i Uygurlara yönelik soykırım politikası ile suçlamaktadır.

– Uluslararası hukuka göre “Soykırım”ın tanımı ve içeriği bellidir.

“Soykırım/Genocide suçu”; etnik, dini, ulusal ya da ırksal bir grubun tamamını veya bir kısmını yok etmeyi amaçlayan ve sözleşmede belirtilen birtakım eylemleri ifade eder. Bu yok etme maksadı soykırımı diğer insanlık karşıtı suçlardan ayırır. Ayrıca şu hususu da açıklamak gerekir ki; Soykırım suçunun oluşması için bir grubun tamamen ya da bir bölümünün yok edilmesi gerekmez. Suçun oluşabilmesi için herhangi bir sayı şartı da yoktur. Önemli olan soykırım amacını taşımaktır. Bu amaç ile hareket edilmişse, örneğin bir tek kişinin öldürülmesi bile soykırım suçunu oluşturabilir; yeter ki soykırım kastı ispatlanabilsin.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluş sözleşmesinin 6.maddesine göre aşağıda sıralanan beş eylem, ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen ya da kısmen yok etmek kastıyla işlenirse soykırım suçunu oluşturduğu belirtilmiştir:

· Etnik veya muhalif bir grubun üyelerinin öldürülmesi
· Etnik veya muhalif bir grubun üyelerinin ciddi bedensel veya zihinsel zarara uğratılması
· Etnik veya muhalif bir grubun yaşam koşullarının, üyelerine fiziksel zarar verilmesi amacıyla bilerek zorlaştırılması
· Azınlık veya etnik bir grup içinde yeni doğumları önlemeyi amaçlayan “doğum yasağı”, “zorunlu kürtaj” benzeri önlemler alınması
· Azınlık veya etnik ya da muhalif bir grubun çocuklarının ailelerinin rızası alınmaksızın zorla başka bir gruba ya da başka bir yere aktarılması.
…gibi eylemler uluslararası hukuka göre soykırımı/genocide’yi oluşturan eylemlerdir.
Çeşitli bölge uzmanlarına ve diasporadaki Uygur halkının temsilcilerine göre Doğu Türkistan Uygur Bölgesi’ndeki olayların birçoğunun, soykırım tanımına uygun olduğu iddia edilmektedir. Yukarıdaki tanımdan hareketle Amerika, Kanada ve Hollanda Parlamentoları Çin’in Doğu Türkistan’da Uygurlara yönelik yapılanları soykırım olarak nitelendirmişlerdir. Hollanda’nın insani açıdan yaklaşımda bulunduğunu düşünüyorum. Kanada’nın ise Amerika’nın yönlendirmesi ile karar verdiğini düşünüyorum. Burada Amerika’nın, rakip olarak gördüğü Çin’i yıpratmak için, Uygurların mağduriyetini Çin karşıtı olarak kullandığını söyleyebilirim. Her bakımdan ve her zaman çıkarlarını ön planda tutan Amerika’nın yaklaşımın samimi olduğunu düşünmediğimi rahatlıkla ifade edebilirim. Çin’in iç içişlerine karışarak, Çin’i zayıflatmak, Çin’in içinde kargaşa çıkarmak ve bunların devamında Amerika; Çin karşıtı eylemleri organize ederek “Bir Kuşak / Bir Yol” adı verilen “Karadan İpek Yolu” projesini baltalamayı planlamaktadır. Dolayısıyla Çin’in Uygur Türkleri’ne ve Tibetlilere uyguladıkları baskıları bahane ederek, içişlerine müdahale etmek istediklerini de söyleyebiliriz.

– Türkiye’nin Uygur Türkleri Politikasını Nasıl Değerlendiriyorsunuz?

– Türkiye’nin Uygur Türkleri ile ilgili yeterli ve arzu edilen düzeyde, çözüm odaklı politikalar üretmediği görülmektedir. Genelde bu konuyla ilgili kalıcı belirlenmiş milli bir siyasetin belirlenmediği görülmektedir. Vakit geçirilmeden kısa, orta ve uzun vadeli ve kalıcı politikalar üretilmelidir. Yüzyıllardır ilişkilerimizin olduğu Çin ile yine yüzyıllar boyunca her alanda temas kurmaya devam edeceğiz. Özellikle küresel güç olmayı ve ürünlerini sorunsuz pazarlamayı hedefleyen Çin Hükümeti’nin birçok bakımdan Türk Cumhuriyetlerine özellikle Türkiye’ye ihtiyacı olduğu dikkate alınarak, Uygur Türklerini de içinde alan bir milli siyaset geliştirilmelidir.

– Eleştirildiği Üzere Sizce Türkiye, Çin’e Yeterli Tepkiyi Göstermiyor mu?

– Amerika, Kanada, Hollanda gibi dini ve milli açıdan hiçbir bağımızın olmadığı ülkeler, Uygur Türkleri’ne yapılanları “soykırım” olarak nitelerken, Fransa, Belçika, Avustralya, Japonya gibi onlarca Batı ülkesi, Uygurlar reva görülen baskıdan söz ederken, Türkiye’nin kamuoyu önünde yeterli tepkiyi gösterdiğini söylemek zor. Ancak Türkiye’nin Çinli yöneticilerle yaptıkları ikili görüşmelerde Uygur meselesinin süreli gündeme taşıdıklarını biliyoruz. Soruna çözüm arayışı içinde olduklarını düşünüyoruz.

– Uygur Diasporasının Kurulma Amacı Nedir ve Geldiğimiz Noktada Diaspora Bu Amacından Saptı mı?

– Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Avustralya, Amerika, Kanada, AB ülkeleri ve Türkiye gibi ülkelerde yaşayan yaklaşık 2,5 milyon nüfusa sahip Uygur diasporasının STK’lar aracılığı ile örgütlenme amacı, Çin egemenliği altındaki kardeşlerinin dert ve davalarını hür dünyanın gündemine getirmektir. Uygur diasporasının hedefi, Doğu Türkistan’ı her yönüyle hür dünyaya tanıtmaktır. Doğu Türkistan’daki halkın insani taleplerini gündeme taşımaktır.

– Doğu Türkistan’ın Komünist Çin rejimine dahil olması üzerinden geçen 72 yıl zarfında Uygur (veya Kazak, Kırgız, Özbek) diasporası arasında, kuruluş amacından sapan kişi ve gruplar olmuştur. Bu milli, insani davadan geçimini sağlayanlar türemiştir, menfaat temin edenler ortaya çıkmıştır. Başka ülkelerin çıkarlarına hizmet edenler ortaya çıkmıştır.

– Sizce Bu Sorunun Akibetinin Nasıl Sonuçlanacağını Düşünüyorsunuz? Öngörünüz Nedir?

– Uygur Türkleri ve diğer Türk unsurlara (Kazak, Kırgız, Özbek, Nogay, Tatar, Salar) uygulanan zulmün sona ermesi, Türk-İslam dünyasının özellikle Türkiye’nin kararlı bir duruş sergilemesine bağlıdır.

İslam ülkelerinin uygulayacağı ekonomik ambargo, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan gibi ülkelerin Çin’e enerji kaynaklarını aktarmayı durdurmasına bağlıdır.
Ve özellikle Türkiye’nin diplomasi masasında Uygurların her zaman yanında olduğunu kararlı bir şekilde dillendirmesi halinde zulüm son bulacaktır. Çünkü, hangi açıdan bakarsak bakalım, Çin, Türkiye’ye muhtaç durumdadır. Türkiye, Çin’in bu durumunu değerlendirmeli ve Doğu Türkistan için de Pekin yönetimine “one minute” demelidir. İşte o zaman zulüm, son bulacaktır!

Tabii ki, bu noktada OİC, NATO, HABITAT, AGİT gibi uluslararası kurumların; Amerika, İngiltere, Hindistan, Endenozya, Malezya, Japonya, Almanya gibi ülkelerin Çin’e yönelik sergileyecekleri kararlı duruş, ambargo ve benzeri önlemler, Çin Hükümeti’ni geri adım atmaya zorlayacaktır kanaatindeyim.

Ayrıca şu noktayı da dikkatinize sunmak isterim ki, Doğu Türkistan davası Amerika’nın, Hıristiyan dünyasının insafına terk edilemeyecek kadar Türk-İslam dünyasının dini ve mili bir davasıdır.

Özellikle Amerika’nın Uygurlara sahip çıkmasının gerisinde, Uygurlara sahip çıkma duygusu kesinlikle yoktur. Amerika’nın milli çıkarları karşısında, Uygurların en küçük bir değeri dahi yoktur. Kanada ve AB ülkelerin bir kısmı gelişmelere “insani” açıdan yaklaşıyor olsa da, Amerika’nın yaklaşımı tamamen çıkarları gereğidir. Çin’i kendisine rakip olarak gören ABD, Demir İpek Yolu Projesi’ni de çıkarlarına uygun görmediğinden AB ve diğer ülkeleri Çin karşısında tavır almaya davet etmektedir. Bu şekilde Çin’i abluka altına almayı hedefleyen ABD, menfaatleri gereği, Uygurları ön cephede kullanarak, Çin’i rahatsız etmeye devam edecektir.

Türkiye bu meselede devrede olmak durumundadır. Türkiye’nin bu mesele ile yakından ilgilenme mecburiyeti ve hakkı vardır. Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda yer alan Uygur Devleti ve Karahanlılar Devleti bayrakları, Türkiye Cumhuriyeti olarak Uygurların mirasçısı olduğumuzun hukuki belgesidir.

Türkiye, Çin ile ilişkilerini geliştirirken Uygur meselesini sürekli gündemde tutmalı, Uygurların hak ve hukukunun sağlanmasını, huzur ve istikrar içinde yaşamasını temin edecek önlemler almaya Pekin Hükümeti’ni zorlamalıdır. Uygurların, Türk- Çin ilişkilerinde her alanda “köprü rolünü” oynaması sağlanmalı, aksi halde ilişkilerin sağlıklı yürüyemeyeceği diplomatik lisanla Çin yönetimine aktarılmalıdır .



Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir