I. BAKÜ TÜRKOLOJİ KONGRESİ VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ………
Prof. Dr. Celil GARİBOĞLU NAĞIYEV* * Bakü Asya Üniversitesi Rektörü.
XX. yüzyılın başlarında Türk dünyasında çok büyük tarihi olaylar yaşandı.
Bu zaman Anadolu Türkleri artık çökmekte olan imperatorluk kuruluşundan çıkarak çağdaş yönlü bir Cumhuriyet kurdu.
Bilindiği gibi Yeni Türkiye’nin böyle bir çağdaş devlet kurması hiç de kolay olmadı. O zaman Türk ordusunun Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal’ın büyük başarıları ve kayretleri, aynı zamanda Anadolu Türklerinin kahramanlıkları sonucunda Türkiye şu büyük mücadeleyi kazandı ve bu Türk Dünyası tarihinde dünya çapında ileriye doğru atılmış çok önemli bir adım oldı.
Uzak Sibirya’da, Doğu Türküstan’da, Orta Asya’da, Rusya’nın içerilerinde (Kazan’da, Kırım’da) ve Kafkaslar’da bulunan Türklerin de hayatında bu dönemde çok büyük olaylar baş vermekte idi. Bütün Türk Dünyasında hızlı bir gelişme görünmekde ve Millî uyanış, Rönesans yaşanmakta idi.
Sibirya’dan, Çin’den başlayarak Avrupanın merkezine – Balkanlara kadar uzanan ve böyle büyük bir coğrafyada yerleşen Türkler zaman-zaman çok güclü baskılara maruz kalmalarına rağmen kendi millî kimliklerini, dilini, gelenek ve göreneklerini, örf ve adetlerini koruya bilmiş, hatta bazen daha da geliştirmiş dir.
Malum olduğu gibi, her bir milletin millî kimliği büyük Atatürk’ünde belirttiği gibi ilk önce onun dilinden geçiyor. Dünya Türklerini bin yıllar boyunca yaşatan faktörlerden biri de onların dili olmuştur. 1931 yılında Atatürk’ün Afet İnan’a dikte etdiği bu sözler bu fikri tam olarak ifade ediyor: “Türk dili dünyada en güzel ve en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili Türk milleti için mukaddes bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz badireler içinde ahlakini, hatıralarini, menfaatlerini elhasil bugün kendi millîyetini, her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor”. Bu sebepten de zaman-zaman dilimizi elimiz den almağa can atmışlar. Ama Türkün kendisi gibi dili de çok büyük olduğu için bunu becerememişler. Bu bakımdan, dil faktörü kültür sınırından çıkarak, daha çok sosiel, siyasal karakter taşımağa başlamıştır.
Bu, özellikle de XX. yüzyılın başlarında Türk dünyasında baş veren olaylarla ilgili daha aydın gözükmektedir. Bu dönemin ünlü Türk aydınları İ.Gaspıralının, Y.Akçura’nın, A.Huseyinzade’nin, Z.Gökalp’in, F.Köprülü’nün, B.Çobanzadenin v.b. büyük hizmetleri sonucunda Türkçülük ideolojisinin bir parçası gibi Türk dili ve Türk alfabesi sorunları da ortaya çıkmış oldu.
Millî kültürümüzün gelişmesinde Türk alfabesi sorunu daha önemli yer tutmakta dır. Hala XIX yüzyılın ortalarında ünlü Azerbaycan yazarı M.F.Ahundzade’nin teşebbüsde bulunduğu Yazı Devrimi XX. yüzyılın başlarında bütün Türk dünyasında yeniden gündeme geldi. Arnold Toynbee’nin dediği gibi Türk toplumu içinde ilk önce Latin alfabesi alan Yakutlar olmuştur2. A.Toynbee bunun 1918 yılı başlarında, A.B.Erculasun3 ise Yakutların kendilerinin de söyledikleri gibi 1917 yılında (Ekim Devriminde) baş verdigini gösteriyorlar. Sovyetler Birliği’ne dahil olan Türk milletlerinden Yakutlardan sonra 1922 yılında Azerbaycanlılar Latin Alfabesine geçmişler. Bu yılın Mayıs ayında Bakü’de “Yeni Türk Elifbası Komitesi” yaratılmış ve Yeni Türk Alfabesi’ni hazırlamıştır. 1922 yılında ise Türk Dünyasın da ilk kez olarak burada Latin alfabesi ile (Arap alfabesi ile karışık) “Yeni Yol” gazetesi yayınlanmştır.
26 Şubat – 6 Mart 1926 tarihleri arasında ise Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de I Türkoloji Kongresi geçirilmiştir. Bu kongrenin başlıca amaclarından biri de Türk Yazı Devrimini hayata geçirmek olmuştur. Genç Türkiye Cümhuriyetinin yazı devrimi meselesinde aktif gözükmemesi, Atatürkün bu meseleye soğuk yanaşma görüntüsü vermesi şübhesiz ki birbaşa siyasal karakter taşıyordu.
Bilal N.Şimşir bunula ilgili tam haklı olarak yazıyor: “Sovyet hükumeti, bir Türkoloji Kongresi toplanmasına karar verirken, Türkiye’de hazırlanmakta olan yazı devriminden önce Sovyet Türklerinin Latin yazısına geçişlerini sağlamak ve böylece Doğu halkları önünde prestij kazanmak; Türkolojinin merkezinin Sovyetler Birliği topraklarına kaydığını göstermek gibi siyasal amaçlar güdmüştür”.
Türk toplumlari içinde en büyük nüfuza malik olan Anadolu Türklerinin bu işde bir kadar gec kalmalarının bundan başka da bir çok sebepleri olmuştur ki bunların da gözüken (üzde olan) ve gözükmegen (altda olan) tarafları bulunmaktadır.
Elde olan belgelerden de gözükdüğü gibi Türk Dünyasının Ulu Önderi Mustafa Kemal Atatürk “I Türkoloji Bakü Kongresi” öncesinde ve Kongrenin toplanma zamanı yazı devrimi meselesine açıkdan açığa hiç katılmamış, hatta bazan ona karşı çıkmıştır. 12 Eylül 1922’de o zamanki İstanbul gazetecilerinden biri Hüseyin Cahit (Yalçın) Atatürk’den “Niçin Latin yazısını almıyoruz?” sorusuna
…… 1919’da Latin alfabesine geçilmesinin kaçınılmaz olduğunu diyen Atatürk, “Daha zamanı gelmemiştir” diye ters bir cevap veriyor.
Bununla ilgili Bilal N.Şimşir yazıyor: “Sonradan neden böyle bir ters yanıt verdiğini Falih Rıfkı Atay’a anlatır:
– “Hüseyin Cahit bana zamansız bir iş yaptırmak istiyordu. Yazı inkılabının zamanı daha gelmemişti.” der.5 1923 yılında ünlü siyaset adamı olan K. Karabekir Paşa da “Latin harflerini kabul edemeyiz” demiş ve bununla ilgili yayımlanan demecinde bunu “felaket” adlantırarak böyle bir fikir söylemiştir:
“Maatteessüf arzederim ki Azerbaycanlı arkadaşlarımız da bu felakete bugün düştü”6. Hatta, gelecekte dil “devrimini yapacak ve karar verecek kadrolar”dan biri “Başbakan İsmet Paşa Latin yazısının alınmasına uzun süre karşı olmuştur”. Başbakan İsmet İnönü yazı devriminin o zaman nasıl zor bir iş olduğunu göz önüne alarak “Harf inkılabını yapmak, uzun, çetin, belki ömür boyunca bir mücadeleye karar vermek demekti” diye düşünyordu.
Aynı zamanda o bu mesele “Karar verilmesi için en çok düşünülen konu idi”8 diyordu. “Yazı Devrimi, Atatürk Devrimleri içinde karar verilmesi en çok düşünü len konu” diyen İnönü’ye göre “Kolay yazıp okumaya mühtaç ve alışkan nesillerin birden okuyamaz hale gelmelerinin hesapsız mahsurları ürkütücüidi”.
Bundan başka o devrin ünlü yazarı Halid Ziya Uşaklıgil “memleketin resmi ve ilmi hayatında latin harflerinin yeri yoktur” demiş ve hatta büyük Türkçü-Turançı Zeki Velidi Toğan da yazı devrimine karşı çikmıştır. Bu vesile ile ilgili o, “Türk Yurdu”nda “Latin harflerinin dilimize uygulanması imkansızdır ve zararlıdır. Latin harfleri kabul edilirse 4-5 aydan fazla ömrü olmaz” demiştir.
Aynı zamanda büyük şair Nanık Kemal ve Ebu Ziya da harfların degişikliğine tarafdar olmamışlar.
Her halde, o dönemin birçok Türkçü-Turançı aydınları Latin alfabesine geçilmesinin eski millî kültür geleneklerine darbe vuracağına, milletin gelişmesine engel olacağına içten inanmış ve bu sebepten de bunu kabul etmemişler. Yenice yaranmış olan Türkiye Cumhuriyeti ne ekonomik, ne de manevi bakımdan hala böyle bir ciddi devrim yapmağa hazır değildi ve çok büyük siyasal sorunlar içinde yaşayan, bu sorunlardan dolayı “daha çizmelerinin tozunu silmeğe vakit bulamamış olan Başkumandan”, hemde Anadolu Türkleri nin Osmanlı kültürel ananelerine bağlı olduklarını nazara alarak bu yazı devrimi meselesini bir kadar ertelemek ve “Sovyet Türklerinin Latin yazısına geçişlerini” öne çekmek kararını vermiştir.
Atatürk I Türkoloji Bakü Kongresi’ne açıkdan açığa katılmasa da, her halde onu tam olarak dikkatdan kenarda da bırakmamıştır. Bunu Fazıl Agisin söylediği sözlerden de görebiliriz. Bu konu ile ilgili olarak O, Abdülbaki Gölpınarlı’nın hatırasını böyle anlatıyor: “1979’un başlarında Abdülbaki Gölpınarlı’nın Üsküdar’ daki evindeyiz. Laf lafı açtı ve söz Bakü’de yapılan Türkoloji Kurultayına geldi. Gölpınarlı’nın bu hususta söylediği şeyler gayet ilgi çekiciydi. Gölpınarlı özetle şöyle dedi: “Atatürk, Köprülüyü Bakü’ye gönderirken Latin harflerini kasdederek “Emperyalistlerin harflerini kabul etmeyelim. Şu anda kullandığımız harfler üzerinde ısrar edelim” dedi. Bunu söylerken ben de ordaydım. Ama Köprülü Bakü’de Latin harflerinin kabul edilmesini savunur ve Arap alfabesinin bırakılması gerektiğini ifade eder. Köprülü, yurda döndükten sonra, Atatürk Köprülü’yü bu tavrından dolayı tebrik etmiş ve ona imzalı bir portresini hediye etmiştir. Üstünden onca yıl geçmiş olmasına rağmen, Atatürk’ün bu hususta niçin böyle davrandığını hala anlaya bilmiş değilim.”11 Zaten hatta büyük Türk Abdülbaki Gölpınarlı’nın da o zaman anlaya bilmediği mesele Atatürk’ün bu gizli ve derinde olan siyaseti idi.
Hiç şübhesiz ki siyasal bakımdan daha uyak olan Fuat Köprülü Atatürk’ün derinde olan siyasetini anlamaya bilmezdi. Aksi takdirde O, böyle serbest hareket yapamazdı. Ama buna bakmayarak o da Bakü’de kendisini Atatürkün mevkiine uygunlaştırmıştır. Bunu Halid Seid’in bu Kongre ile ilgili yayınladıği hatıra kitabında da göre biliriz. Kongre öncesi olayları kaleme alan Halid Seid yazıyordu:
“– Fuat bey, – dedim, – tabii yeni elıf-ba meselesinden dolayı teşrif etdiniz.
Bu hususta Türkiye efkari-umumiyesile, siyasi dairelerinin fikirleri sizce malum olduğundan şüphe yoktur”12. Fuat Köprülü’nün cevabı o zamanki Türkiyenin durumunu açıkca ifade ediyor:
“–Efendim, – dedi, Türkiye’nin bugünki vaziyeti hepimize malumdur; meğlubiyetle neticelenen ağır ve uzun muharibelerden çıkdık, iktisadi veziyetimiz bizi memnun ede bilecek bir halde degil, bilhassa büyük bir inkılab hayatı yaşayırız, zihnimiz henuz daha mühüm meseleler ile meşkuldur. Bununla beraber ilmi müessiselerimiz, Azerbaycan tarafından ortaya atılan yeni elifba meselesine de bigane degiller. Bu yakınlarda Maarif Nezareti tarafindan hususi bir komisyon teşkil edildi. Bu komisyon imla ve hürufatın tetkiki ile meşkul olur, henuz kat’i bir fikir ve karara gelmediler”13.
Bundan sonra Halid Seid’in “Şu halde, kurultayda Anadolu Türkleri namına yeni elifbanını lehine veya aleyhine bir fikir vermeyeceksiniz?” sorusuna verdigi cevap da dikkat çekicidir. Fuat Köprülü diyor:
“– Tabii değil mi? Ancak şurasını da arz edelim ki yeni elifbanın aleyhine rey vermek için elimizde bir esas yoktur, lehine rey vermek için de – maalesef – henuz hazırlığımız olmadığı gibi hükumet tarafından da bu hususda bir talimat yoktur”14. Sonra Fuat Köprülü fikrini devam etdirerek “…esas etibarı ile benim fikrim yeni elifbanın lehinedir” diyor ve bu işde mevcut olan zorluklar barede bahs ediyor ve fikrini bu sözlerle sonuclayir:
“– Evet, – dedi, – o halde bütün çetinliklere, iktisadi ağırlıklara katlanarak yeni elifbaya geçmeye mecbur olacağız (bu tabii, menim öz fikrimdir. Hükumet dairelerinin bu hususda ne düşündüklerine aid bir şey deyemem). Çünkü esrimizdeki metbuat medeniyeti geniş saheler, çok mikdarda okucular isteyir. Bundan dolayı Şark Türkleri ile medeni münasibetlerimizi sağlamaya mecburuz, vakien hürufatın ayrı olması dilce olan münasibeti kesmez, ancak çocuklarımıza, gençlerimize ayrı ayrı hefleri öyretmeye mecbur olacağız, bu da bir çok vaktımızı boş yere sarf etmeye sebep olacak… Bugünkü tehnika da yeni elifbaya keçmeyi taleb edir. Arz etdiyim gibi buna bizim iktisadi şeraitimiz henuz müsaid degildir. Bu hüsusda çalışmakta olan komisyon lazım görerse, bizim de keçmemiz ehtimaldan uzak degildir; ancak henuz resmi, kati bir şey deyemem”15.
Bu sözlerden de gözüküyor ki, Türkiye devletinin harf devrimi ile ilgili bir kaç planları var idi ve tabii ki bu işin başinda Mustafa Kemal Atatürk dayanıyordu. Atatürk’ün daha öncelerden de bu mesele ile ilgili çabalar gösterdiği bir kaç belgelerden de gözükmektedir.
Bunu, Prof.Dr. Zeynep Korkmaz’ın aşağıdaki sözlerinden de görmek mümküntür. Bununla ilgili o, yazıyor: “Atatürk’ün Türk toplumunda bir yazı inkılabı yapılması gereğini benimseyen görüşü oldukca eskidir; Cumhuriyetten önceki yıllara kadar uzanır. Daha II. Meşrutiyet öncesinde Selanik’te Bulgar doğu bilimcisi İvan Manolov ile yaptığı görüşmede, Arap yazısının Batı kültürüne girmemize engel olduğunu belirtmesi, Birinci Dünya Savaşı yıllarında ünlü Macar Türkoloğu Gyula Ne’meth’in, Türkische Grammatik adlı eserindeki transkripsiyon alfabesini Türk yazısı için fazla ayrıntılı bulması, 1922 yılında Halide Edip (Adıvar)’in de bulunduğu bir toplantıda Latin harflerinin kabul edilebileceğinden söz etmesi, bu düşüncenin eskiliğine işaret eden tanıklardır.”
Artık 1924-25 yıllarından itibaren Türkiyede birbaşa Atatürkün başkanlığı altında kültür, dil ve alfabe inkılabına hazırlık işleri gidiyordu. Bu dönemde “kültür politikasının içinde “dil birliği”nin sağlanması için öteden beri savunulan Latin harflerinin kabülünün gerekliliği üzerinde düşünülmeye başlanmıştır.”.
1928 yılında Türkiye’de alfabe konusunda tartışmalar şiddetle devam etdiği zaman Atatürk bu mesele ile ilgili görüşlerini 9 gecesi Agustos’da Sarayburnu parkında açıklamış be bununla da yazı inkılabına kendi münasibetini böyle ifade etmiştir: “Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir milletdir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa, bu hata bizde değildir. Türkün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlarındadır.
Artık mazinin (geçmişin) hatalarını temizlemek zamanındayız. Hataları teshih edeceyiz (düzelteceyiz).”
Bütün bunlar gösteriyor ki, ömrü boyunca çağdaşçılık, Türkçülük yolunda mecadele yapan ve Türk Dünyasının bugünkü hale gelib çıkmasında çok büyük hizmetleri olan Mustafa Kemal Atatürk “I. Türkoloji Bakü Kongresi”ne de etinasız kala bilmezdi.
1926 yılında Baküde gerçekleşen I. Türkoloji Kurultayı Türk halklarının kültürel hayatında çok önemli röl oynamıştır. Bütün Türk dünyasının ve dünyanın birçok ünlü Türkoloji uzmanlarının katıldığı bu Kurultay ortak Türk kültürünün, dilinin ve edebiyatının yaranması yolunda ileriye doğru atılmış büyük bir adım oldu.
Bilindigi gibi, Doğu dünyasında ilk olarak 1918 yılınla Azerbaycanda Demokratik bir Cumhuriyet kuruldu ve onun ömrü çok kısa – 2 yıl oldu.
Ama buna rağmen hem Azerbaycanda hemde diger Türk ülkelerinde çok büyük millî uyanma heyecanı yaşandı.
Bir kadar sonra büyük Türk milletinin kahramanlığı ve Mustafa Kemal Paşa Atatürkün çabaları sonucunda Doğuda daha bir bağımsız devlet – Türkiye Cümhuriyeti kuruldu ve bu dönemde Türk Dünyasında asıl bir millî canlanma, uyanış baş verdi. Bunun da sonucu olarak “I. Bakü Türkoloji Kurultayı” geçirildi.
İ.Kaspıralı ve V.Radloffun şerefine düzenlenen bu Kurultaya A. Hüseyinzade, B.Çobanzade, A.E.Krımski, N.N.Poppe, V. V. Bartold,
A. N. Samoyloviç, L. V. Şerba ve birçok ünlü türkoloklarla yanaşı Mustafa Kemal Atatürk tarafından gönderilmiş Fuad Köprülüzade de katılmışlardır.
Türk dili, kültürü ve medeniyetinin gelişmesi yolunda bağımsız Türkiye Cumhuriyeti nin ve onun ilk kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük rolü ve hizmetleri olmuştur. Bu ilk önce Atatürk’ün “I. Türkoloji Kurultayı” münasibetinde ve ona gizli katkılarında kendini göstermiştir.
Atatürkün şu kurultaya dolayı yolla katkı göstermesi göz önünde olsa da, bu meselenin derinden araştırılması lazımdır.
Bir yanıt yazın