Geçtiğimiz yüzyılda, dünya iki felaket yaşamıştı. Birincisi Komünizm, ikincisi Nazizm idi. Her iki sitem de, her iki sitemin liderleri de sınırsız yetkili tek adam idiler.
Bunlardan nazizmin temsilcisi Adolf Hitlere özetle bir bakalım. Hitler Avusturya doğumludur. Babası merhametsiz, çabuk öfkelenen emekli bir gümrük memuru, annesi de eskiden hizmetçiydi. Her ikisi de Adolf 10 yaşındayken ölmüşlerdi. 16 yaşında liseden ayrıldı. Viyana’ya güzel sanatlar okumaya gitti. Çizimleri yetersiz bulundu, akademiye kabul edilmedi. Neuman adlı bir yahudi’nin verdiği eski bir paltosu, yağlı bir melon şapkası vardı. İş adamlarından, zenginlerden, sosyalistlerden ve komünistlerden nefret ediyordu. Çizdiği bazı resim ve reklam afişleriyle geçinmeye çalışıyordu. Alman ordusunda “Ulak” olarak görev yaptı. Gösterdiği kahramanlıklar sonucu, Hugo Kutman isimli Yahudi bir subayın önerisiyle Demir Haç nişanı aldı.
Askeriyeden ayrıldı. İşçi Partisine girdi ve siyasi hayatı başlamış oldu.
Hitler neler yapmıştı:
Hitler önce kendine bağlı SS subaylarına Alman Polis kıyafetleri giydirdi ve kendi (Reichstag ) Meclis binasını bombalatıp, yaktırdı.
Aradığı fırsatı bulmuştu. Alman halkına bunun intikamı alınacak diyerek; kendine ve sistemine muhalif kim varsa çeşitli kumpaslarla ya idam ettirdi ya da hapse attırdı. Yani kendine biat etmeyen, yanlış yapıyorsun diyenleri temizledi.
Güzel konuşurdu, iyi hatipti. Her miting ve söyleminde: “Adolf Hitler Tanrı’nın gönderdiği bir kutsal ve kurtarıcıdır. Tanrı Alman halkının yanındadır.” Dedirtmeyi emretti ve dedirtti.
Bu vaatler ile Alman halkının gönlünü okşadı. İlk seçimde: %75’lere yakın bir oyla kendini “Führer” Yani Alman halkının lideri, önderi ilan ettirdi. Artık tek adam olmuş ve kutsallık zırhıyla da donanmıştı. İlk ırkçılık işlemlerine, azınlıkta olan Sosyalist ve Cumhuriyetçi bölgeleri tecrit ederek her türlü hizmetten uzak tutmak oldu.
Ama ona hâlâ engeller vardı. Basını susturdu, hepsini kendine yandaş yaptı. Asla çatlak ve aykırı ses çıkaramıyorlardı. Öyle ki, 2. Dünya Savaşı’nda Rus birlikleri Berlin kapılarına dayandığında bile; Alman basını; Alman halkına, savaşı kazanmak üzere olduklarını ve zaferin kaçınılmaz olduğunu yazıyordu. Alman halkı böyle sanıyordu. Çünkü basın tarafsız değil, Hitlerin emir bülteni gibiydi.
Alman halkı basının yalan haberlerine o kadar inanıyorlardı ki, Hitler yenilirken bile halk, Hitlere sadakat ve biat etkinlikleri gösteriyor ya da bana dokunmayan yılan bin yaşasın modundaydı. Barışçı düşünceleriyle tanınan: Niemmöller’in şu itirafı ibretliktir.” Önce Komünistlere saldırdılar, ses çıkarmadım çünkü komünist değildim. Sonra Yahudilere saldırdılar, ses çıkarmadım çünkü Yahudi değildim. Sonra Katoliklere saldırdılar, ses çıkarmadım çünkü Katolik değildim. Sonra bana saldırdılar ve artık sesimi çıkaracak kimse kalmamıştı.” Niemöller sadece kendini değil ses çıkarmayan pek çok kişiyi de bu şekilde; susarak, suça ortak olmakla suçluyordu.
Yıllarca Alman halkının: “Tanrı’nın elçisi, büyük başkan, lider, önder, büyük kurtarıcı” sloganlarıyla yere göğe sığdıramadıkları “ADOLF HİTLER”in intiharından bir ay kadar sonra gerçekler gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Ama iş işten geçmiş, Alman halkı yıkıntılar içinden ölmüş at eti bulup yemeye başlamıştı.
Hitler, kendinden başka kimseye güvenmiyor, kimsenin fikrine itibar etmiyor, ortak akıl nedir takmıyordu. Sadece çevresinde oluşturduğu silahlı koruma ordusuna güveniyordu. O, su katılmamış klinik bir ruh hastasıydı.
Alman halkı bunu anladığında çok geçti. Herkes O’na adeta tapıyordu. Ne acı ve ne düşündürücü ki, savaş sonrası kimse: “Ben ona oy verdim” diyememişti.
Savaş sonrası, bir meclis kuruldu. Laik ve çok partili cumhuriyet sistemine geçildi. Egemenlik artık bir kişinin değil; kayıtsız ve şartsız Alman halkınındı.
Savaş sonrası, enkazlar arasından ölmüş at eti yiyen Almanları görünce Conrad Adenaur şu tarihi cümleyi mırıldanır: “ Umarım bir daha İSA bile gelse tüm yetkiyi bir kişiye verecek kadar aptal olmayız.”
Ne derlerdi, tarih ders alınmak içindir. Acaba ders alınıyor mu?
Atalar ne demişti, “Bin biliyorsan da bir bilene danış.”
Esen kalınız. Nazım PEKER