DELİ DOKTOR
Vatan İçin Harcanan Bir Ömür
Doktor Reşit Galip Bey
Avrupa’yı kasıp kavuran milliyetçilik rüzgârı ve bağımsızlık hareketleri 19. Yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun da en büyük sorunlarından biri haline gelmişti. Özellikle köklü bir tarihe sahip Yunanlılar 1830’da bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, sayısal açıdan azınlıkta olmadıkları her yerde isyanlara, ayrılıkçı hareketlere başlamışlardı.
Rodos, Girit gibi Ege adaları da 1890’larda çok kanlı olaylara, Türk halkına yönelik şiddet eylemlerine sahne olmuştur. Bu topraklarda o dönemi yaşayan çocuklar, tıpkı Sakarya Marşı’nın bestecisi Giritli Ahmet Cemalettin Bey gibi, ateşin Türk milliyetçileri olmuşlar, İstiklal Savaşı ve sonrasında Cumhuriyetin inşasında aktif görev almışlardır.
İşte Mustafa Reşit Baydur da, ya da tarihe geçen adıyla Doktor Reşit Galip Bey de, bu şekilde yetişmiş bağımsızlık ve aydınlanma neferlerinden birisidir.
“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım!..” diye başlayan ve hepimizin ilkokulda her sabah bir ağızdan okuduğu andın yazarı Reşit Galip Bey kimdir? Doktor mudur yoksa eğitimci mi? Irkçı mıdır yoksa aydınlık savaşçısı mı? İstiklal Mahkemeleri’nin celladı mıdır yoksa emperyalist işbirlikçisi ajanlara karşı tüm olanağıyla mücadele eden bir devrimci mi???
Yazımızın sonunda bu kararı okur kendisi versin.
Mustafa Reşit 1893 yılında, pek çok meskûn Ege adası gibi fokur fokur kaynayan Rodos’ta dünyaya geldi. Mahkeme reisi Mehmet Galip Bey ile Rodos’un yerli eşrafından Münevver Hanım’ın iki oğlundan küçük olanıdır. İlk ve orta öğrenimini Rodos’ta, Yunanlıların şiddet eylemlerine karşı Türk milliyetçiliğinin de yükselişe geçtiği bir dönemde tamamladıktan sonra idadi (lise dengi) eğitimi için İzmir’e gelmiştir. Burada da İttihat ve Terakki’nin hürriyet mücadelesi verdiği, Abdülhamit istibdadına karşı gizli direnişin arttığı bir ortamda bulmuştur kendini.
17 yaşına geldiğinde artık liderlik vasfıyla, hitap ve ikna yeteneğiyle, insanını seven ve güvenen vatansever yapısıyla dikkat çeken bir gençtir. Meşrûtiyetin 1908’de ilanı ile birlikte o da lise son sınıfta “Ferday-ı Temmuz” adlı bir gazete çıkarır.
Vatanına ve milletine aşkla bağlı Mustafa Reşit asker ve askeri doktor olmak arasında kararsız kalır, sonunda tercihini doktorluktan yana kullanır. 1911 yılında girdiği Mekteb-i Tıbbiye dönemi de maceralıdır. Henüz 1. sınıf öğrencisiyken, patlak veren Balkan Savaşı’na gönüllü katılmak için tıp eğitimine ara verir. Muharebelerde yaralanır ve İstanbul’a, okuluna dönmek zorunda kalır.
İçindeki vatan sevgisi öylesine birikmiş bir enerjidir ki, hem tabip olarak insanları iyileştirmek, hem asker olup cephede vuruşmak, hem öğretmen olup karanlıkla savaşmak, herşeyi ama herşeyi yapmak istemektedir. 100 kişinin “askeri hekim” olmak için eğitim gördüğü Mekteb-i Tıbbiye’de neredeyse dönemin öğrenci lideridir. Sınıf arkadaşları hatıralarında onu “anlatılana hemen inanmayıp sorgulayan, okuyarak öğrenen, konuştuğunda sözünü herkese dinleten ve önderlik eden” ateşli bir yurtsever olarak tanımlamaktadırlar. Okulda Türk Ocakları’nın şubesini kurar, askeri okullardaki şubelerin de müfettişliğini üstlenir.
Bu ortamda 1914 yılında 1. Dünya Savaşı patlak verdiğinde beraber hareket ettiği arkadaşlarıyla birlikte o da yine gönüllü olarak cepheye koşar. Sarıkamış’ta ciğerlerinden ağır şekilde rahatsızlanınca bir kez daha okuluna geri dönmek zorunda kalır.
Askerî Tıbbiye’de kesintilerle devam eden eğitimi ve cephede geçen onca zaman boyunca bol bol okur, sadece hekimlik değil, sosyâl bilimler alanında da kendisini geliştirir. Özellikle “milli eğitim”, “üniversite reformu” ve “sosyo-ekonomik kalkınma için KÖYCÜLÜK” düşüncelerinin yeşerdiği dönem bu dönemdir. Bu düşüncelerini, yapılması gerekenleri, kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla paylaşır ve bir süre sonra KÖYCÜLER olarak anılan bir tıp öğrencileri grubu haline gelmişlerdir. 1917’de Askerî Tıbbiye Mektebi’nden mezun olarak aynı okulda asistan olarak göreve başlar.
Dünya Savaşı sonrası Mondros Mütarekesi tüm yurtseverleri olduğu gibi Rodos’lu Mustafa Reşit’i de derinden sarsar. Ancak o pekçoğu gibi yılgınlığa düşmez. Artık Mustafa Reşit değil, babasının adı olan Galip’i de ekleyerek Reşit Galip adını kullanmaktadır. Pasif, korkak, vatana ihanet içindeki sadrazam Damat Ferit’e karşı son derece ağır bir bildiri yazarak BabıAli’nin ve emniyetin kapısına yapıştırır. Sık sık sarayın tutumunu eleştiren, vatanseverleri direnişe davet eden bildiriler hazırlayıp İstanbul’da dağıtmaktadır. Mülkiye ve Tıbbiyelilerin başını çektiği ve Halide Edip’in konuşmasıyla meydanın yıkıldığı Sultanahmet Mitingi’nin düzenlenmesinde de Reşit Galip en ön saflardadır.
İstanbul’da hayat yurtseverler için her gün biraz daha zorlaşmaktadır. Vatanın elden gittiğini, buna karşılık Padişahın büyük bir acz sadrazamınsa ihanet içerisinde olduğunu görmek Reşit Galip’i de kahretmektedir. Öğrencilik yıllarında arkadaşlarıyla başlattığı Köycüler hareketinin daha aktif olması, en azından yenik, işgal altındaki ülkede bir umut olması gerektiğini düşünmektedir. Bu amaçla 25 Ekim 1918’de yaklaşık 15 arkadaşıyla Köycüler Derneğini kurar. Dernek tüzüğünün ilk maddesi “Köylüler arasında insancıl bir yaklaşımla çalışmak ve sağlık, eğitim konularında yardım etmek amacıyla İstanbul’da 25 Ekim 1334 tarihinde Köycüler namında bir Dernek kurulmuştur” denmektedir.
Bu sırada üniversite eğitiminde olması gereken yenilikleri ele aldığı “Mekteb-i Tıbbiye” adlı broşür nedeniyle okul yönetimiyle ters düşünce köycülük düşüncesini eyleme dönüştürmeye karar verir. Arkadaşlarıyla birlikte Payitahttan ayrılarak Anadolu’ya dağılırlar. Dr. Reşit Galip Bey de Dr. Hasan Ferid’le birlikte Tavşanlı’ya gelerek çalışmalarına başlar.
Reşit Galip Bey’in köylüye yönelik başlattığı “sağlık hizmeti” gibi görünen hareket aslında çekirdekten itibaren bir eğitim, kültürel kalkınma ve bilinçlendirme hamlesidir. Çağdaş ve aydınlık bir geleceğin ancak toplumumuzun temel dayanağı olan köylünün eğitilmesi, bilinçlendirilmesi ve başta sağlık olmak üzere devletin sunduğu tüm kamu hizmetleri sayesinde devletle arasında kişilerden bağımsız bir vatan sevgisi bağı kurulmasıyla mümkün olacağına inanmaktadır. Bu inançla da köylere fedakarca sağlık hizmeti götürmeye başlar.
Dr. Reşit Galip Bey bu idealist mücadeleyi verirken, bir başka idealist, kahraman bir asker de vatanı düşman işgalinden kurtarmak için Samsun’a gitmektedir. Birisi cephede, diğeri halkın arasında bağımsızlık savaşı veren bu iki yurtseverin yolu birkaç yıl sonra kesişecek ve ortak fikirlerinden muhteşem eserler meydana gelecektir.
Tavşanlı’da bulunduğu sırada Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti sorumluluğunu da üstüne alan Dr. Reşit Galip Bey artık fiilen de Milli Mücadele’nin içindedir. Ancak Yunanlıların Milne Hattı’nı geçip ileri işgâl harekatına başlamasıyla o da Kütahya yöresinden ayrılmak zorunda kalır.
Hilal-iAhmer (Kızılay) bünyesinde başhekim olarak 9 sağlık ocağı ve 2 hastane kendisine bağlanır. Antalya, Burdur, Isparta, Denizli ve Aydın’ı kapsayan sorumluluk sahasında Kuvayı Milliye’ye o günkü koşullara göre mucizevi denebilecek bir sağlık hizmeti sunar. Başta sıtma olmak üzere, İstiklal Savaşı yıllarında başa bela olan bazı hastalıklarla mücadelede kendi bulduğu pratik yöntemler de vardır.
Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanıldığı gün, hastanelerin idaresindeki ve sağlık hizmetlerindeki başarıları nedeniyle Sağlık Bakanlığı tarafından Ankara’ya, Hıfzıssıha Müdürlüğü görevine çağrılır. Ancak Sarıkamış’ta yakalandığı ve zaman zaman nükseden ciğerlerindeki rahatsızlık Ankara’da uzun süre kalmasına izin vermez. Kendi talebiyle Mersin’e hükümet tabibi olarak gönderilir.
Daha rahat çalışma imkanı bulduğu Mersin’de doktorluğun yanı sıra, TBMM adına istihbarat toplama, basın yayın, gümrük kimyagerliği, karantina hekimliği gibi görevlerde de bulunur. Türk Ocağı’nın ve Gençlik Birliği’nin başkanlığını yürütür. Kalan zamanında ise ticaret lisesi’nde sağlık dersleri verir.
İstiklal Savaşı kazanılıp enkaz halindeki topraklardan yeni, modern bir cumhuriyet kurulmaktadır. Yaşanan felaketlerin temel sebebinin bilimi ve insan aklını reddeden, çağını yakalayamayan düşünce tarzı olduğunu bilen, tam bağımsızlık için kanıyla, canıyla savaşmış bir kuşak şimdi tüfeği bırakmış, eline kalemini, kitabını, kazmasını, küreğini almış, büyük bir fedakarlıkla çalışmaktadır. İşte bu kuşak içinde bazıları bilgi ve donanımlarıyla, çalışma azimleriyle, ama en çok da aydınlanma devrimini anlayıp ona öncülük edebilme yetenekleriyle Mustafa Kemâl Paşa’nın dikkatini çekmiştir.
İşte iki yurtsever idealistin, Gazi Paşa ile Dr. Reşit Galip Bey’in de yolu Mersin’de kesişir.
Mustafa Kemâl bu hırslı, kararlı, bilgili genç doktorun yaptıklarını görür, akşam yemekte onu dinler ve özellikle eğitimde reform konusundaki düşüncelerinden çok etkilenir.
Paşa kendisinin çağdaş, eğitimli ve eşit yurttaşlardan oluşan bir ülke hayâlini paylaşan, bu bayrağı taşıyabileceğini gördüğü genç doktorun daha eylemci bir konumda olması gerektiğini düşünür ve 10 Ocak 1925’te Aydın milletvekili olarak TBMM’nde yer almasını sağlar.
Ankara’da Gazi Mustafa Kemâl Paşa önderliğinde idealist bir kadro bir yandan Osmanlı’nın Düyun’u Umumi’den kalan dış borçlarını ödemekte, bir yandan o yokluk döneminde tarımıyla, sanayisiyle, eğitimiyle sıfırdan bir ülke inşa etmektedir. Artık Dr. Reşit Galip de bu aydınlık ordusunun bir parçasıdır. Gazi Paşa “Başkomutan” üniformasını çıkarmış, “Başöğretmen” önlüğünü giymiştir. Eğitimde başarı ile taçlandırılmayan askeri zaferlerin anlamsız olduğunu bilen Başöğretmen’in bu hamlesinde en güvendiği kişilerden biri olur Reşit Galip Bey.
Tabii İstiklal Savaşı’nın kazanılmasıyla emperyalist ülkeler hemen pes etmezler. Özellikle İngiltere, genç cumhuriyetin hassas sinir uçlarına her fırsatta dokunmaya çalışacaktır. Anadolu’da yaşayan halklar, dini farklılıklar, yüzyılların geri kalmışlığı bu tarz sinsi ve gizli savaş için çok uygun bir ortam oluşturmaktadır. Daha Türkiye Cumhuriyeti emekleme aşamasındayken, İngilizlerin yeni kuklası Şeyh Sait doğuyu uzun süre yangın yerine çeviren bir gerici ayaklanma başlatır. Ordunun çok da zayiat vererek bastırdığı ayaklanmadan sonra isyancıların yargılanması için kurulan İstiklal Mahkemesi’nin reis heyetinin bir üyesi de Dr. Reşit Galip’tir. Yani günümüzde tarihi gerçekler çarpıtılarak Dr. Reşit Galip “masumları asan bir cellat” gibi gösterilse de, o aslında ülkeyi ikinci bir İstiklal savaşı’na sürüklemeye çalışan emperyalist uşaklarının yargılandığı mahkemenin üyesidir.
“Köycüler” derneğiyle Anadolu’ya geçtiği dönemden itibaren hastalardan para almak zorunda kalmaktan dolayı mutsuzdur. Dr. Reşit Galip hekim olarak devletin geçinmesine yetecek kadar maaş vermesi halinde halktan para almamak, ücretsiz sağlık hizmeti sunmak istemektedir. Bu düşüncesine de uygun yaşar, varlıklı bir insan olmak şöyle dursun çoğu kez cebinde 5 kuruş olmadan dolaşır. Milletvekili iken bile.
Ahmet Şevket Elman şöyle anlatır; “bu kitap aynı zamanda, kendisinden kitap parası isteyen bir üniversiteliye, o andaki bütün para varlığı olan 30 liranın 25 lirasını, azlığından dolayı özür dileyerek gönderen insan Reşit Galip’e karşı, o üniversite talebesinin bir vicdan borcu olarak mukabelesinin ifadesidir” (Yener Oruç, 2007).
Aynı Dr. Reşit Galip Bey bir akşam devlet erkânı ile birlikte, Dolmabahçe’de Gazi Paşa’nın sofrasındadır. Gecenin ilerleyen saatlerinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Esat Bey’le (Esat Sagay) Dr. Reşit Galip Bey arasında giderek sertleşen bir tartışma çıkar. Reşit Galip Bey bakan Esat Bey’i “devrimleri anlayamamakla” hatta daha da ileri giderek “gericilikle” suçlar. Asla geri adım atmaz ve aydınlanma devriminin ateşli bir savunucusu olarak inandığı şekilde konuşur. Masadaki gerginliğin son bulması için Gazi Paşa Dr. Reşit Galip Bey’e dönerek “yorgun görünüyorsunuz, lûtfen biraz istirahat ediniz” der. Bunu bir kovulma olarak algılayan genç doktor da “burası milletin sofrasıdır! Kendimi yorgun hissetmiyorum ve kalkmayacağım” şeklinde sert bir cevap verir. Mustafa Kemâl Paşa hafifçe tebessüm eder ve “pekâla o zaman biz kalkalım, masayı beyefendiye bırakalım” der ve geceye nokta koyar. Dr. Reşit Galip herkes kalktıktan sonra bir süre daha oturur orada. Hayli zaman sonra kalktığında, kaldığı yere gidecek parası dahi yoktur. O gece masada bulunanlardan bir tanıdığına rastlar, onun verdiği yol parası ile Ankara’ya döner.
Bu durum Paşa’ya aktarıldığında ise Mustafa Kemâl takdirle karışık hayretini gizlemez; “cebinde beş kuruşu yokken dahi düşüncesinden, karakterinden taviz vermiyor”
Bu tartışmadan kısa bir süre sonra Esat Bey bakanlık görevinden ayrılır. Mustafa Kemal’in aklındaki milli eğitim bakanı ise onu milli eğitime ilişkin düşünceleriyle etkileyen, devrimleri anlayıp özümsediği her söz ve davranışından belli olan Dr. Reşit Galip Bey’dir. Böylece Dr. Reşit Galip Bey 19 Eylül 1932 günü Milli Eğitim Bakanı olarak göreve başlar.
Toplam 11 ay sürecek bakanlık görevi sırasında yaptıklarını fazla kelimeye boğmadan maddeler halinde özetleyelim;
Adım adım Anadolu gezilerek Derleme Sözlüğü tamamlanır ve 80.000 Türkçe kelime saptanarak iki ciltlik ilk Türkçe sözlük hazırlanır.
“İstanbul fethedilince İtalya’ya kaçan Bizanslı bilim adamları ve sanatkârlar rönesansı gerçekleştirdi” düşüncesiyle, Hitler faşizminden kaçmak isteyen yahudi kökenli Alman bilim insanlarını Türkiye’ye getirme fikrini geliştirir ve üniversitelerde bilim hamlesini başlatır.
Köhnemiş Dar’ülFünun tedrisatından modern, bilimsel eğitime dayalı üniversite sistemine geçişi sağlayarak “üniversite reformu”nu gerçekleştirir.
Avrupa’da eğitim almış ve tecrübe kazanmış Türk bilim insanlarının yurda dönerek çağdaş üniversite eğitiminde aktif yer almalarını sağlar.
Türk milletinin gökten zembille inmediğinin, Osmanlı’nın horlanacak tebaalarından biri değil, köklü bir ulus olduğunu bilimsel gerçeklerle ortaya koyması için TÜRK TARİH KURUMUNU kurar. O güne kadar halkın öğrenme şansı bulamadığı Göktürk, Uygur, Hun, Oğuz Han, Bilge Kağan gibi kişi ve kavramlar ilk kez bu kurum sayesinde toplumla buluşur.
Bir milletin varoluş temellerinden birinin de DİL olduğu gerçeğinden hareketle, gerçek Türk dilinin ortaya çıkarılması ve Türk dilinin İran ve Arap istilasından kurtarılması için TÜRK DİL KURUMU’nu kurar. İlk başkan Samih Rıfat Bey’in vefatı üzerine Milli Eğitim Bakanlığı’nın yanı sıra TDK başkanlığını da üstlenir.
İlk ve ortaöğretimde yaptığı yenilikçi hamlelerle sadece okul çağındaki çocuklarda değil, yetişkinlerde de okur/yazarlık oranının artmasını sağlar.
Eğitim ve sağlık hizmetlerinin özellikle toplumun temel dayanağı olan köylere de eşit nitelikte ulaşması için büyük çaba harcar.
Bunlar en öne çıkan katkıları. Şüphesiz ayrıntılı bir araştırma buraya daha pek çok madde ekleyebilir.
Ancak doğru kararı aldıktan sonra hızlı hareket etmeye yönelik yapısı, idealizmi, vatana ve insana olan aşk derecesindeki sevgisi aynı zamanda Dr. Reşit Galip’i çalışılması zor bir insan da yapmaktadır.
Atılan adımlardaki gecikmeler Doktor’u kızdırmakta, aydınlanma devriminin sekteye uğramasından endişe etmesine neden olmaktadır. Bu yüzden bunca büyük ve önemli çalışmaya rağmen, daha birinci yılı dolmadan Bakanlık görevinden ayrılır.
Bakanlık görevinden ayrıldıktan sonra bile Türk dili ve tarihi konusundaki çalışmalarda etkin şekilde yer alır. “Köylerde doktor ve öğretmenin işbirliği içinde çalışmasının gerekliliği” gibi tezleri ise yıllar sonra bile Prof. Dr. Nusret Fişek gibi hocalarca gelecek kuşaklara aktarılacaktır.
Şubat 1934 tarihinde Kalamış sahilinde ailecek dolaştıkları sırada kızı denize düşer. Onu kurtarmak için düşünmeden soğuk suya atlayan Dr. Reşit Galip o akşam ateşlenir. 20 sene önce Sarıkamış’ta yakalandığı akciğer rahatsızlığı zatürreye çevirmiştir. Kendi isteğiyle Ankara’ya getirilir, ancak 5 Mart 1934 günü hayatını kaybeder. Öldüğünde yanıbaşında yüzlerce kitap, cebinde ise 5 lirası vardır.
41 yıllık yaşama bunca hizmeti sığdırmış, İstiklal Savaşı’ndan sonra büyük bir servete sahip olabilecek konum ve eğitime sahipken 5 lira ile ölen adam ailesine ne bırakmıştır, bilir misiniz?
Eşi Zübeyre Hanım banka kredisiyle aldığı evin borcunu ödeyemediği için bir odaya üç kızıyla sığar, evin geri kalanını kiraya vererek geçinmeye çalışır. Yine de zordur hayat idealist yurtseverler ve eşleri için. Olmaz, kira da çocukların eğitimine yetmeyince küçük kızını Dr. Reşit Galip Bey’in ağabeyi evlatlık alır, diğer iki kızını ise yaşlarını büyüterek evlendirmek zorunda kalır.
Ne garip değil mi?
Hayatını Türk çocuğu iyi eğitim alsın, cumhuriyet iyi eğitilmiş, donanımlı evlatlarının sırtında yükselsin diye harcayan adam, kendi çocuklarının geleceğini, eğitimini garanti altına alacak iki kuruş para biriktirmemiş. Neden?
Cevabını yukarıda vermiştik, hatırlayın; “cebindeki 30 liranın 25’ini, hem de azlığından dolayı özür dileyerek verdiği üniversite öğrencisi”, anımsadınız mı???
Evet ırkçı, hatta faşist, hatta şaibeli denen Dr. Reşit Galip’in hikayesi.
Vefatından sonra ağabeyi soyadı kanununda BAYDUR soyadını aldığı için o da daha sonra nüfus kayıtlarına DR. REŞİT GALİP BAYDUR diye geçmiştir.
Kim ne derse desin, ben araştırdım, öğrendim ve seni daha önce öğrenmediğim için kendime kızdım Dr. Reşit Galip!
Her gün Kavaklıdere’de gelip geçtiğim Reşit Galip Caddesi artık daha anlamlı bir yer benim için.
Çünkü ben okudukça bu DELİ DOKTOR’u çok sevdim.
Kısacık ömründe yaptığın her şey için sana binlerce kez teşekkür ederim Reşit Galip Bey!
Ömrüm yettikçe hayâl ettiğin aydınlık Türkiye için çalışacağıma AND İÇERİM!,
saygilarimla
SAtasoy
Yazıları posta kutunda oku