Çöküşe, yıkıma doğru giden iktidarlar hep aynı yollardan geçerler… Hep aynı yöntemleri kullanırlar.
İşkenceler, tutuklamalar, gözdağı vermeler artar. Gazeteciler, yazarlar, çizerler, sanatçılar üzerindeki baskılar yoğunlaşır.
Egemen güçler kendilerine karşı çıkanları, kendilerini eleştirenleri korkutup, sindirebilmek için planlar, tertipler düzenlerler; sudan nedenlerle onları gözaltına alırlar, hapishanelere doldururlar…
Ülkemizde köşe yazarlarının başına gelenleri bilmeyen kalmadı. Hallaç pamuğu gibi atılıyorlar.
Konuşmak, eleştirmek, gerçekleri açıklamak, kirli çamaşırları ortaya dökmek, ihale yolsuzluklarını, hırsızlık belgelerini gözler önüne sermek yasak.
Ama cemaatlere, tarikatçılara her şey serbest. Onlar her dilediklerini gerçekleştirebiliyorlar. Onlar bu ülkenin ayrıcalıklı vatandaşları. Ne yasa işliyor bu yobazlara ne Anayasa…
Tarikatçılar onlarca çocuğu taciz ediyor, ağızlarını açıp, onlara tek söz söylemiyorlar…
Ama Atatürkçülere, ulusalcılara, tam bağımsızlık yanlılarına yaşam hakkı bile yasak…
AKP’ye yan gözle bakanın gözünü çıkarıyorlar.
Demek istiyorlar ki, “Ya boyun eğersin, biat edersin bize ya da canına okuruz…”
Özgürlük denilince sadece bir avuç politikacının özgürlüğünü anlıyorlar.
Peki, bilim özgürlüğü, eğitim öğretim özgürlüğü, yazma çizme, düşünce, insan özgürlüğü, kadın hakları nerede?
Neden dünya Kadınlar Gününde elleri öpülesi analarımız yerlerde sürükleniyor?
Neden anayasal hakları çiğneniyor?
Neden ulusal düşünceden yana olan, ülkenin tam bağımsızlığını isteyen Atatürkçü aydınların özgürlüğü ellerinden alınıyor? Neden onları dört duvar arasına atıyorlar?
Hedef, gerçeklerin halka iletilmesini önlemek, gerçekleri toplumdan gizlemektir.
Ama bu çabalar boşuna çabalardır. Baskıyla, zorbalıkla, korkutarak kimseyi susturamazlar.
Güneş balçıkla sıvanmaz.
Köşe başlarını tutan politikacılar, hep geleceklerini, nasıl zenginleşeceklerini, nasıl mal – mülk sahibi olacaklarını düşünüyorlar. Sadece yakınları ve kendi çıkarları için çalışıyorlar…
Halk ölmüş, kalmış; onların umurunda bile değil.
Bu pislikleri yazanlardan, çizenlerden, anlatanlardan rahatsızlık duyuyorlar. Halkın, insanlarımızın bu konuları konuşmasından, duymasından, görmesinden huzursuz oluyorlar.
Korkuyorlar. Çekiniyorlar. Tedirginlik yaşıyorlar.
Gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasından, iktidarı kaybetmekten öcüden korkar gibi korkuyorlar.
Yargılanma korkusu rüyalarına giriyor.
Bu yüzden adalet sistemini, resmi kurumları kendilerine bağımlı hale getiriyorlar.
Hak, hukuk ve yasaları çiğniyorlar.
İnsan haklarını, demokrasiyi, özgür düşünceyi ayakları altına alıyorlar.
Peki, bu durum sonsuza dek sürer mi? Sürecek midir?
Hayır. Sürmez.
Mustafa Kemal Atatürk’ün vurguladığı gibi, “Düşünceler; şiddetle, topla, tüfekle asla öldürülemez.”
Çünkü İnsan düşündüğü sürece haksızlıklara, işkencelere, acılara başkaldırmıştır. Direnmiştir.
12 Martlarda, 12 Eylüllerde gençleri, aydınları hapishanelere doldurdular, 17 yaşındaki çocukları idam ettiler de ne oldu? Tarihin akışını geriye çevirebildiler mi?
Cumhuriyetin ülkemize gelmesinden sonra Kubilay’ı kör bağ bıçağı ile kestiler de ne oldu? Şeriatı, sultanlığı geri getirebildiler mi?
Tarihin çarkını geriye çevirebildiler mi?
Geçici başarılar elde etseler bile sonları her zaman için hüsranla sonuçlanmıştır. Hitler, Mussolini gibi…
İşte bilinmesi gereken tek gerçek budur.
Vakti zamanı geldiğinde güneş yeniden doğacak, dünyamız yeniden aydınlanacaktır…
Bir yanıt yazın