Suudi Arabistan Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne ait altı adet F-15C tipi savaş uçağı, Cumartesi günü Girit Adası’nda bulunan Souda Askeri Üssü’nde konuşlanmıştır. Yunanistan Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yer alan açıklamada tatbikatın iki hafta süreceği, hava üstünlüğü tatbikatı ile kara ve denizdeki hedeflerin vurulması eğitimi yapılacağı açıklanmıştır.
“Yunanistan Genelkurmay Başkanlığı uzun vadeli olarak, Girit Adası’nın stratejik öneminin artırılmasını; bölgeyle ilgilenen ve bunu uygulamaya koymayı arzu eden müttefik ve dost ülkelerle
işbirliği için bir cazibe merkezi haline getirilmesini planlamaktadır.”
Suudi Arabistan’ın Atina Büyükelçisi Saad Alammar uçakların üsse konuşlandığı gün adayı ziyaret etmiştir. Aynı gün Yunan Genelkurmay Başkanı Konstantinos Floros da Twitter hesabından “Suudi F-15’leri Girit’in kalesine geldi. Şahin Gözü [Falcon Eye] tatbikatı Doğu Akdeniz’de başlıyor. Bölgede barış ve istikrar için birlikte çalışıyoruz” paylaşımı yapmıştır.
Suudi F-15’ler, ortak tatbikatı Yunan F-16’larla yapacaktır. Yunan basını, Atina’dan bir heyetin Nisan ayında Riyad’a gideceği ve iki ülke arasında hava savunma işbirliğinin geliştirilmesinin görüşüleceğini yazmıştır.(Άφιξη των Σαουδαραβικών F-15 στο «Οχυρό» ΚΡΗΤΗ. Το «ΜΑΤΙ ΤΟΥ ΓΕΡΑΚΙΟΥ» (FALCON EYE) ξεκινάει στην Ανατολική Μεσόγειο!! 🇬🇷 και 🇸🇦 ΜΑΖΙ για την ειρήνη και την σταθερότητα στην περιοχή!! @modgovksa https://t.co/rbwIRtDpTD pic.twitter.com/NhO2PFVX1T— GEN Konstantinos Floros (@ChiefHNDGS) March 13, 2021)
Suudi Basın Ajansı’nın bu konudaki yorumu şöyledir: “Suudi Arabistan Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin bu ay içinde gerçekleştirilecek olan Falcon Eye 1 tatbikat manevralarına katılan uçağı, Girit Adası’nın Souda Hava Üssü’ne teknik ve destek ekipleriyle ulaştı. Suudi Hava Kuvvetleri ve Yunanlılar Akdeniz’in gökyüzünde hava harekatı ve ortak tatbikatlar gerçekleştirecekler. Tatbikatın, hava harekatlarının yürütülmesi ve planlanması alanındaki askeri deneyimlerin paylaşılmasının yanı sıra, hava ve teknik ekiplerin becerilerini geliştirmeyi ve geliştirmeyi, hava kuvvetlerinin savaşa hazırlığını artırmayı amaçladığı açıklanmıştır.” (Saudi Press Agency,
Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki CNN’in yorumu da benzerdir: “Suudi Arabistan Savunma Bakanlığı, ortak bir tatbikata (Eye of the Falcon 1) katılmak üzere Yunanistan’a Krallık uçağının varışının video görüntülerini yayınladı. Suudi tarafındaki Şahin Gözü 1 tatbikatının komutanı Albay Abd al-Rahman el-Shahri, ‘Suudilerin ve Yunanistan’ın ortak tatbikatlarına katılan güçlerin gelişi tamamlandı. Tatbikat, destek amaçlıdır. Ortak işbirliği ve her iki taraf için deneyimlerin paylaşılması ve savaşa hazırlığın artırılmasıdır. Tatbikat, Ankara’nın Akdeniz’deki enerji arama faaliyetleri nedeniyle artan gerilimin ortasında son aylarda Yunanistan ile ilişkileri yükselen Türkiye’yi kızdırdı. Resmi Anadolu Ajansına göre, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Cuma günü ülkesinin Yunanistan ile askeri tatbikat düzenleme kararını Suudi makamlarla görüşeceğini söyledi. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ülkesinin Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerini iyileştirmeye hazır olduğunu yineledi ve Riyad’ın Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayını ikili bir sorun haline getirdiğine dikkat çekti. Ülkesinin daha önce Suudi liderliğini suçun arkasında olmakla suçlamadığını söyledi.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu gelişmelere haklı olarak tepki göstererek, “Suudi Arabistan’ın Yunanistan’la ortak tatbikatını da Suudi Arabistan yetkilileriyle ayrıca görüşeceğiz ki bu böyle olmamalıydı, olmamalıdır diye düşünüyoruz” demiştir. Fakat bu çok yumuşak ve kibar bir tepkidir. Benzer bir tepki de Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dan gelmiştir. Adamlar burnumuzun dibine gelip bize karşı tatbikat yapacaklar ve biz sesimizi yükseltmeyeceğiz. Küba Füze Krizi’ni unutmayalım, tarihten ders alalım.
Birleşik Arap Emirlikleri de geçen yıl Ağustos ayında, Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilimin tırmandığı dönemde Souda Üssü’ne altı adet F-16 savaş uçağı konuşlandırmış, bu dönemde Yunanistan, Mısır’la deniz yetki alanları anlaşması imzalamıştı.
Son gelişmeler üzerine Dışişleri Bakanlığı, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında elektrik bağlantısı kurulmasını öngören Avrupa Birliği destekli “EuroAsia Enterkonnektörü” projesinin güzergahının Türkiye’nin karasularından geçmesi üzerine İsrail ve Yunanistan’ın Ankara Büyükelçilikleri ile AB Türkiye Delegasyon Başkanlıklarına nota vermiştir.
Tüm bu gelişmeler Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerini yeniden gözden geçirmesini gerektirmektedir. Bu kapsamda özellikle Suudi Arabistan konusunda Türkiye’nin çok yumuşak davranmasına ben bir anlam veremiyorum. Turkish Forum’da bu konuda yayınlanan yazımın başlığı “Kurttan Post Suudilerden Dost Olmaz” idi. Şimdi bu yazımdan bir alıntı yapacağım.
Türkiye’de bazı kesimlerde Suudi hayranlığı vardır. Bu hayranlık daha çok din motiflidir. Fakat din temelli bir kuruluş olan İİT üyesi 57 Müslüman ülke arasında hiçbir dayanışma olmadığı gibi, büyük bir hizipleşme vardır. Son örnek Suudi Arabistan’dır. Bu ülke geçen yıl 1 Ekim Perşembe günü Türkiye’ye ambargo uygulamak için girişim başlatmıştır. Suudi Arabistan’ın ardından Suud’larla yakınlığı bilinen Bahreyn ve BAE’lerinin de Türkiye’ye yönelik gizli ambargo uygulayacağı gündeme gelmiştir.
Oysa biz bu süreçte İstanbul Havalimanı’nda Suudların milli gününü kutlamıştık. Suud seviciliğini anlamak mümkün değildir. Kaşıkçı cinayetini işleyenler cinayetten sonra ellerini kollarını sallayarak Türkiye’den ayrılabiliyorlarsa, başkasını suçlamak yerine önce dönüp kendimize bakmamız gerekir.
Aşağıda 12 Kasım 2007 tarihli haberi unutmayalım, unutanlara da hatırlatalım.
“Gül, Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ı kaldığı otelde ziyaret ederek, Çankaya Köşkü protokolünde şimdiye kadar görülmemiş bir uygulama gerçekleştirdi. Gül’ün otel ziyaretinde, Başbakan Erdoğan da hazır bulundu. Cumhurbaşkanı Gül, Kral’ın onuruna eşsiz bir yemek verdi. Yemeğin başında Kral Abdülaziz Madalyası’nı Gül’e, Cumhurbaşkanı da ‘Devlet Şeref Madalyası’nı Kral’a takdim etti. Kral Abdullah, Gül’ün yanı sıra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a da ‘Abdülaziz Nişanı’ sundu. Suudi Arabistan Kral’ı Abdullah, geçen yılki ziyaretinde olduğu gibi bu yıl da Anıtkabir’e gitmedi. Kral Abdullah’ın gelişi sırasında göndere çekilen Suudi bayrağı 10 Kasım’a denk gelen dönüş gününde bayrak direklerinde yer almadı. Suudi Arabistan’ın, üzerinde ‘Kelime-i Tevhid’ yazılı olduğu gerekçesiyle 10 Kasım’da bayraklarını Türk bayrağı gibi yarıya indiremeyeceklerini bildirdi. Göndere Suudi bayrağı çekilmedi.” (https://www.yenicaggazetesi.com.tr/kralin-ayagina-giden-gule-buyuk-tepki-var-3401h.htm)
Suud hayranlığı ile Türkiye bir yere varamaz. Türk düşmanı Suud Krallığı 5 Osmanlı eserini yıkmış, Türkiye tarafından kınanmamıştır. 1916-1918 yılları arasında Osmanlı hakimiyetine karşı üstlendiği rol ile ünlü Thomas Edward Lawrence’in bölgedeki Arap aşiretlerini silahlandırarak Osmanlı’ya karşı ayaklanmalarında rol üstlenmiş olduğunu çok çabuk umutmuş gibiyiz.
Suudi Arabistan Lawrence’in evini 9 Eylül 2020 tarihinde müzeye dönüştürerek açmıştır. Osmanlı eserlerine yönelik “kültür soykırımı” yapan Suudi yönetimi, Kral Fahd’ın emriyle müzeye dönüştürdüğü evin kapısına, ‘‘Bu ev, Osmanlı’ya karşı bağımsızlık savaşı veren Suudilere yardımcı olan Thomas Edward Lawrence tarafından karargah olarak kullanılmıştır’’ yazısı asmıştır. Lawrence’ın sözüdür: “Osmanlı İmparatorluğu’nu Ortadoğu’da parçalama başarısını, yöredeki etnik mozaiği birbirine karşı kullanarak elde ettim.”Lawrence, Arapları Osmanlı ordularına karşı isyan ettirmede başarılı olmuştur.
Kral Abdullah’ın ölümü sebebiyle Türkiye’de 24 Ocak 2015 tarihinde bir günlük yas açıklanmış ve Türk bayrakları yarıya indirilmiştir. Bu, büyük önder Atatürk’e saygısızlık değil de nedir? 23 Eylül 1932’de Suudi Arabistan Krallığı kurulmuştur. 10 Kasım 1938’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatında Suudi Arabistan ne yapmıştır? Bayraklarını indirmemesinin kendilerince makul sebebi vardır ama bir günlük yas ilan edilmemiştir. Acaba bu soruma birileri ne cevap verecektir?
Suudi Arabistan’a 1980’li yıllarda iki defa gittim. Her gidişimde lokantada tavuklu pilavı ellerini yıkamadan yediklerini, yağların dirseklerine kadar aktığını, yemek sonrası ellerini beyaz elbiselerine sildiklerini görünce tiksindim. Yıllar sonra Riyad’a bir bilimsel etkinlik için gittiğimde manzara biraz değişmişti. Elle yemek devam ediyordu ama ellerini artık beyaz entarilerine silmiyorlardı. Annemin babası (dedem) Birinci Dünya Savaşı’nda Arabistan çöllerinden geri dönmediği için Araplara karşı sempati duymadım. Çünkü annem ve dayım Birinci Dünya Savaşı sonrasında öksüz kalmışlardı.
Sorun sadece Suudi Arabistan değildir. Sadece dini motiflerle dış politikaya yön vermek isterseniz, bundan sonuç almanız mümkün değildir. Siz belki iyi bir Müslüman olarak iyi niyetle yaklaşabilirsiniz olaylara. Ama karşı taraf aynı duyarlılıkta değilse onlardan destek alamazsınız. Bunun yaşanmış son iki örneği aşağıdadır.
ABD’de sözde Ermeni soykırımı karar tasarısı ile yaptırım tasarısı Temsilciler Meclisi’nde oylanırken dikkat çekici bir durumla karşılaşılmıştır. ABD’deki ara seçimlerde, Demokrat Partili Müslüman adaylar Arap kökenli Rashida Tlaib ve Ilhan Omar ABD’nin Michigan ve Minnesota eyaletlerinden Temsilciler Meclisi üyeliğine seçilmişlerdir. Böylece Tlaib ve Omar ABD Kongresi’nin ilk kadın Müslüman üyeleri olmuşlardır. Ilhan Omar ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birlikte çekilmiş fotoğrafı yukarıdadır.
Dikkatimi çeken husus, hayır oyu veren 11 Temsilciler Meclisi üyesi arasında iki Müslüman üyenin bulunmamasıdır. Üstelik bunlardan biri Filistin kökenlidir. Filistin’e verilen büyük desteğe rağmen Filistin kökenli üyeye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gösterdiği yakınlığın bir anlamı olmadığı ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanı BM Genel Kurulu’nda Filistin haritasını göstererek Filistinlilere sahip çıkmıştır ama Filistin kökenli Temsilciler Meclisi üyesi Rashida Tlaib Türkiye aleyhine oy kullandığı için Ermeni kuruluşu ANCA tarafından onurlandırılmıştır.
Tlaib, kendisine gönderdiğim “Deputy Rashida Tlaib, Photographs of nine Turkish citizens who lost their lives to vote against the bill that you use Turkey is attached” mesajıma cevap bile vermemiştir.
Nerdeyse 100 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti, 44 yaşındaki Tlaib ve 38 yaşındaki İlhan Omar’ın oyuna muhtaç olmamalıydı. Çünkü Filistin 401 yıl (1516-1917), Somali ise 361 yıl (1554-1885) Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Bu sürede Osmanlı kendi dilini bölge halkına öğretememiştir. Oysa İngiltere, Fransa, İspanya ve hatta küçük Portekiz bile sömürgelerine kendi dillerini öğretmiştir. İngilizce 53, Fransızca 29, İspanyolca 20 ülkenin resmi dilidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile fotoğraf çektiren Temsilciler Meclisi üyesi Ilhan Omar (D-Minn.) ise 24 Nisan 2020 tarihinde soykırım kararına verdiği desteği tweetlemiştir: “Minnesota ve dünyadaki Ermenilere kayıp yaşamları yas tutmak için katılıyorum ve Ermeni halkının olağanüstü dayanıklılığını onurlandırıyorum.”
Somali’li bir mülteci olan Omar Temsilciler Meclisi’ndeki oylamada “evet” oyu vermiştir ama Rashida Tlaib’den farklı olarak bir tespitte bulunmuştur: “Soykırımın hesap verilebilirliği ve tanınması siyasi bir mücadelede kullanılmamalıdır. İnsanlığa karşı yapılan tarihsel suçların gerçek bir kabulü, 20. yüzyılın hem soykırım soykırımlarını hem de bu ülkede yüz milyonlarca yerli insanın hayatını alan, transatlantik köle ticareti ve Amerikan yerlilerinin soykırımı gibi daha önceki toplu katliamları içermelidir.”
Türkiye koronavirüsle mücadele eden Somali’ye askeri kargo uçağı Koca Yusuf ile ilaç ve tıbbi koruyucu ekipman gönderirken Somali’li Ilhan Türkiye aleyhine oy kullanmıştır. Somali’ye yardım gönderilirken hiç kimse İlhan Omar’a bu durumu hatırlatmak istememiştir, benden başka. (Turkey is sending military cargo plane Koca Yusuf, with medicine and medical protective equipment to Somalia, which is fighting coronavirus, while Somali-born Ilhan Omar (D-Minn.) The United States is using y against Turkey, but no one who sends aid to Somalia wants to remind Ilhan Omar of this situation for this reason.) Omar’a gönderdiğim e posta aşağıdadır. Fakat cevap gelmemiştir.
İşin özü şudur: “Domuzdan Post Araplardan Dost Olmaz.”
***
Andımız tartışmaları kapsamında sayın Rafael Sadi’nin aşağıdaki görüşleri bence çok önemlidir. Tamamına katılıyorum, altına imzamı atarım. Paylaşmak istedim. “Türk ve Türkiyeli kavramlarının ortalıkta dolaşması kesinlikle gizli bir bölücülük. İlginç ve güzel bir mozaik olan Türkiye’nin yapısını kökünden sarsmaya dengeleri alt üst etmeye sebebiyet verebilecek bir durumla karşı karşıyayız gibi geliyor bana. Ben ecdadı 1492 yılında İspanya’daki engizisyondan kaçıp Osmanlı Türkiyesince kucak açılmış ve kabul edilmiş, Yahudi dinine mensup bir Türk vatandaşıyım. 1955 yılında doğup 1961 yılında ilkokul 1.sınıfına girdiğim günden itibaren ‘Türküm doğruyum çalışkanım’ tümceleri ile beynime benim Türk olduğum kazıldı. Bayrağım ve Milli Marşımın ne olduğu öğretildi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kurucusu Atatürk’ün söylediği ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünü okul duvarında, kitabında ve her türlü malzemenin üzerinde öğrenerek bilinçlendirilerek büyüdüm. Şimdilerde birileri kalkacak ve bana “yok kardeşim sen Oğuz ve Kayı boylarından, Orta Asya’dan gelmediğin için Türk değil Türkiyelisin” diyecek ve ben de ‘ha peki haklısınız diyeceğim’. Hadi canım sen de… Ne olacak benim 50 yıllık eğitimim, öğrenimim. Ne olacak 32 yaşına gelmiş oğluma, 29 yaşına gelmiş kızıma verdiğim Türk eğitimi kimliği, şimdi kalkıp kendilerine ‘kusura bakmayın çocuklar, biz Türk değilmişiz, sadece Türkiye’liymisiz’ mi diyeceğim? Bunun adına milleti bölmek, halkı parçalamak denmez mi? Kimse bana üst kimlik, alt kimlik hikayeleri anlatmasın. Her birimiz bu ülkede ne olduğumuzu biliyoruz. Dinlerimiz, ırksal veya yöresel farklılıklarımız olabilir ve bu hiç bir zaman bizleri rahatsız etmedi. Şimdi ne oldu da birden bire azınlık sayılacakmışım? Benim atalarım kendilerine özel haklar verebilecek azınlık statüsünü Lozan Anlaşması’nda bile kabul etmemişler. ‘Biz Türk vatandaşıyız’ deyip azınlık haklarını red etmişlerdir.
Lütfen dikkat edelim. Birileri Türkiye ile oynamak istiyor. Yarın öbür gün bakacaklar ve ‘eee bakın sizin tamamınız Türk değilmiş. 70 milyon Türk’ten şu kadarı Kürt, şu kadarı Alevi, şu kadarı Süryani, şu kadar Keldani, bu kadarı Laz, öbürleri Yahudi, bilmem ne kadar Ermeni, kala kala 1 milyon Türk kaldı. Bu kadar Türk için de bu kadar 777 bin kilometre kare arazi fazla. Gelin şunu efendi efendi paylaşın’ diyecekler. Ne olacak o zaman ? Gözümüzü 4 değil 24 açsak yetmez, bu iş yanık kokuyor. Sizi bilmem, bana Türk değil de Türkiyeli denmesi beni rahatsız eder.”
Bir yanıt yazın