ŞEHİT KOMANDO ER MURAT AKMAN…1996
Adını ve hikayesini tesadüfen öğrendiğim , tarihe bir mektupla muazzam bir not düşmüş şehit asker .
Doğduğunda ailesi tarafından bir çöplüğe atılarak terkedilmiş ve çocuk esirgeme kurumunda büyümüş olan Murat Akman ne kadar istemese de 18 yaşına geldiğinde evi bildiği kurumdan ayrılmak zorunda kalmış .Ancak kurumda ki öğretmeniyle bağlantısını hiç koparmamış ve orada ki çocuklara yardımcı olabilmek için elinden geleni yapmış.
Askerlik görevini komando olarak yerine getirirken devletin kendisine bağladığı maaşı çocukların ihtiyaçları için kuruma göndermeye başlamış .
Çıktıkları operasyonlar da hayati tehlikesi olması sebebiyle her operasyon öncesi son mektubu olabileceğini düşündüğü bir mektubunu birlikte büyüdüğü bir arkadaşına ulaştırılmak üzere bir asker arkadaşına emanet etmiş .
Murat Akman’ın geri dönmediği bir operasyon sonrası son mektubunu teslim ettiği arkadaşı mektubu verdiği adreste ki arkadaşına ulaştırmış . Mektup arkadaşı tarafından Murat Akman’ın vasiyeti üzerine bir yayın kuruluşuna belirli bir meblağ karşılığı devredilmiş ve şehit askerin vasiyeti üzerine medya kuruluşunun ödediği para Murat’ın büyüdüğü çocuk esirgeme kurumuna bağışlanmış .Ve mektup gazete de yayınlanmış
Murat Akman’ın şehit olması sonrası gazete de yayınlanan mektubun tam metni de şu şekilde ;
Bu yazı bir komanda er mektubudur ve siz bu mektubu gazeteden okuyorsanız ölmüşüm demektir. Bir ailem olsaydı bu mektubu onlara yollamak isterdim ama yok.
Size koğuştaki ranzamdan yazıyorum. şu an etrafımda adana,ağrı, sivas, edirne, diyarbakır, ankara, antalya, izmir, urfa, trabzon… türkiye’nin dört bir yanından birbirini tanımayan ama birbirlerinin canını korumaya yemin etmiş bir sürü asker var. birazdan operasyona gideceğiz, tek dileğimiz kayıp vermeden geri gelmek.
İlerde ölürsem eğer diye bir mektup yazmak çok zor. aklına getirmek istemez ya insan ölümü, hani her zaman bir umut vardır ya. askerliğim bittikten sonra yırtıp atacaktım bu mektubu ama şu an okuyorsanız yırtamadım demektir. zaten pek de kalem tutmaz elim. silah tutmayı daha iyi bilirim. sizi korumam için siz öğrettiniz silah tutmayı.
Tuhaf olan siz bu mektubu okurken ben neden öldüğümü bile bilmiyor olacağım. ya bir mayına bastım ya da yediğim bir kaç kurşun. bileniniz var mı ben nasıl öldüm ?
Kışlada her televizyona bakışımda birbirinizi öldürdüğünüzü birbirinizin canını yaktığınızı gördüm. müziğin sesini çok açtı diye komşusunu vuranlar. gücü kadına yetenler. cebindeki on lirası için adam vuranlar. kız arkadaşına baktı diye alayını bıçaklayanlar.
Bileniniz var mı ben kimi korumak için öldüm?
Eti az pişti diye garsona çıkışan adam; sen rahat uyu diye kurşunlar başımın üstünden geçerken ben dağda her bulduğumu kesip yedim.
Arabasını solladılar diye levyesini kapıp arabadan inen adam, beni bir çöp bidonuna atıp giden anam; söylesene ben kimin için öldüm?
Yetimhanede ve askerde en güzel şeyin ekmeğin bölmek olduğunu öğrendik biz. peki size neyi bölmeyi öğrettiler?
Sizi önce Allah’a sonra birbirinize emanet ediyorum. ben sizden razı oldum Allah’da sizden razı olsun
ALINTI
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
PAPANIN VE NAPOLYONUN MADALYA TAKTIĞI BAKANIMIZ
GARABET ARTİN PAŞA..
Osmanlı Nafıa Nazırı Kirkor Ağaton Efendi’nin ölmesi üzerine yine bir Ermeni olan Garabed Artin David, Nafia Nazırı (Bakanı) olarak atanır.
Katolik bir Ermeni olan Garabed Artin atandıktan kısa bir süre sonra, 19 Aralık 1868 tarihinde, Rumeli demiryolu anlaşmalarının yapılabilmesi için Avrupa’ya dış borç aramaya gönderildi.
İlk olarak Viyana’ya giden Garabed burada büyük bir hüsn-i kabul gördü. Fakat işi üstlenecek birine rastlayamadı. Viyana’dan Paris’e geçerek Belçikalı eşi dolayısı ile Brüksel bankerleri arasında yer alan Baron Maurice de Hirsch ile temas kurdu.
Aslen bir Macar Yahudisi olan Baron Hirsch ile 17 Nisan 1869 tarihinde, Rumeli’de demiryolunu inşa edip 99 yıllığına işletme imtiyazı hakkı tanıyan antlaşmanın ön mukavelenamesini imzalayarak İstanbul’a döndü.
Garabed ile Baron Hirsch arasında Paris’te hazırlanmış olan bu mukavele ve ona ekli şartnamelerin görüşülmek üzere kanunen Şûrâ-yı Devlete havale edilmesi gerekiyordu.
Fakat hemen tasdik edilmesi ve Şûrâ-yı Devlette herhangi bir değişikliğe uğramaması için doğrudan komisyona havale edildi.
Komisyon mukaveleyi esasen kabul etmişse de, tereddüte düştüğü 12 civarında maddenin kabulünü Meclis-i Vükelânın onayına bıraktı. Meclis-i Vükelâ da anlaşma hakkında bilgiler vermesi için Garabed’i çağırdı. Garabed, kendisinin mukavelenameye tam olarak vakıf olmadığını ve metni bir avukata hazırlattığını ifade etti.
Anlaşmanın yeniden düzenlenmesi ve bazı şartların yumuşatılması için 28 Mayıs 1869’da Garabed tekrar Avrupa’ya gönderildi. Fakat bu sefer de dahada Osmanlı aleyhine bir anlaşma yapıldı.
Bunun üzerine Garabed’in rüşvet aldığına dair iddialar çıktı (BOA, Ayniyât Def., nr.1142, İrâde Dâhiliye, nr. 699/48932; Engin, 1993, s. 50-57).
Bunun üzerine Garabed 1871 yılında hastalığını bahane ederek istifa etti. Hava değişimi için kısa bir müddet Sakız Adası’na oradan Fransa’daki Biarritz’e gitti .
Garabed yurt dışında birçok nişanla taltif edilmiştir. Kendisine 1863 yılında III.Napolyon tarafından Légion d’Honneur ve 1865 yılında ise Papalık makamı tarafından Saint Gregoire nişanları verildi.
İstanbul’da yaşayan evlatlık kızından başka kimsesi olmayan Paşa, evlenmesi şartıyla 30.000 liralık malvarlığını bu kızına bıraktı. Ancak, manevi kızı rahibe olmayı tercih edince paşanın tüm mal varlığı Elmadağ’daki Surp Agop Ermeni Katolik Hastanesi’ne geçti.
Kaynakça
Kaynaklar:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İstanbul
İrâde Tasnifi
İrâde, Dâhiliye
BEO, Ayniyât Defterleri nr. 1142
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
TÜRK KADININ ZAFERİ
Yıl 1828, Haziran.
İzmir’de buğday karaborsaya düşer. Üç beş toptancı ekmek piyasasını istediği gibi yönetmektedir.
Dönemin valisi Hasan Paşa, karaborsacıların baskısıyla ekmeğin fiyatına zam yapar.
Tepkiyle karşılanır.
Önce erkekler protesto eder zammı.
Ama etkisiz kalırlar.
Bunun üzerine İzmirli kadınlar dökülür sokağa. Kadifekale, Tilkilik, Namazgah ve Damlacık mahallerinden akın akın meydanlara inerler.
Bu resmen bir ayaklanmadır.
Sivil itaatsizlik İzmir’i sarmıştır.
Kadınlar karaborsacıların buğday ambarlarını basarlar.
Ekmek zammının geri alınması için valiye baskı yaparlar.
Olaylar üç gün sürer.
Üç gün boyunca kadınlar yanlarında çocuklarıyla işgal etmedik, sokak cadde bırakmazlar.
Karakol Komutanı Kayserili Hacı Bey’in zorlamaları da İzmirli kadınları pes ettirmez.
Sonuçta pes eden İzmir Valisi Hasan Paşa olur.
Ekmek zammını geri çeker.
Böylece kadınlar sokaklardan evlerine döner.
Bu Osmanlı tarihinde ilk toplu kadın direnişidir.
Kadının zaferidir.
Yıl 1907
Osmanlı Sarayı’nın kapitalist ülkelerin her isteğini yerine getirmesi ve yabancı sermayeyi iç pazara sokması nedeniyle, küçük üretime dayalı yerli sanayi çökmektedir.
Özellikle Kütahya ve Uşak’ta el emeğiyle halı üreten köylüler zor durumda kalmıştır.
Çünkü, Anadolu halılarını dünyaya pazarlayan yabancı firmaların birleşip kurdukları O.C.M adlı tekel;
Uşak, Kula, Gördes ve Demirci gibi geleneksel halıcılık merkezlerinde 17 halı fabrikası açmıştır.
Bu fabrikalar organik boya yerine kimyasal boyalı halı ipliği üreterek, bu işten geçimini sağlayan köylülere büyük darbe indirmektedir.
13 Mart 1907…
Günlerden Cuma.
Akse, Kılcan, Bozkuş, Muharremşah, İkizsaray, Sorkun, Ciğerdede, Selvioğlu, Kuyucak, Mende, Hacıkadem, Karaağaç ve çevre köylerden 1500 kadın Ulu Cami ile Burma Cami arasındaki
İplik Pazarı’nda toplanır.
Yanlarında çocukları da vardır.
Yüzleri asıktır.
Ellerinde çıkrık ve kirmanlarla halı ipliği fabrikalarını protesto ederler.
Sonra İngiliz sermayesi tarafından kurulan Tiridoğlu, Yılancıoğlu ve Bacakoğlu halı fabrikalarını basıp, yerle bir ederler.
İplik makinalarını kırıp, kimyasal boyalı iplikleri talan ederler.
Olaylar üç gün sürer.
Kaymakam Tevfik Efendi, isyanı bastırmak için 14 kadını tutuklar.
Ancak diğer kadınlar arkadaşları serbest kalıncaya kadar eylemin devam edeceğini söyler.
Bunun üzerine Kaymakam Tevfik Efendi tutukluları serbest bırakmak zorunda kalır.
İsyandan büyük zarar gören yabancı şirketler konuyu Osmanlı Sarayı’na taşır.
Saray, olayın soruşturulması için Anadolu valisi Ahmet İzzet paşayı görevlendirir.
Ahmet İzzet Paşa ilk iş olarak Bursa’dan müfettiş Daniş Bey’i Uşak’a gönderir.
Daniş Bey uzun çabalar sonunda isyancılarla fabrika sahiplerini barıştırır.
Olaylar yatıştıktan sonra da fabrikaların açılması durumunda halkın tekrar isyan edeceğini rapor eder.
Bunun üzerine Osmanlı devleti, halkın tekrar ayaklanacağı korkusuyla fabrikaların yeniden açılmasını 10 yıl geciktirir.
Tarihimize “Tarak Yağması” diye geçen bu olay, kadının isyan ettiği zaman ne kadar kararlı ve güçlü olduğunun belgesidir.
Maksim Gorki der ki;
“Kadının içinde yer almadığı hiç bir mücadele başarıya ulaşamaz.”
Bugün 8 Mart 2021;
Dünya Kadınlar Günü.
Bütün kadinlarimizin Kutlu olsun..!
Saygilarimla,
Selen Atasoy
Yazıları posta kutunda oku