Boşnak-Başnak -Bacnak ,Bacgard,Becneler: PEÇENEK
Kaşgarlı Mahmut (1072-1073) yılında yazdığı Divan-ı Lugat’it Türk adlı eserinde “Bizans-Rum ülkesine en yakın oturan Türk boyu Peçeneklerdir” demektedir. “Başnak” kelimesini de “başında tolgası, sırtında zırhı olmayan er” şeklinde açıklamaktadır. Bizanslı Eflatuncu filozof-devlet adamı (1018 – 1078) Michael Psellos 967-1077 olaylarını anlattığı Khronographia (Vakayiname) adlı kitabında Balkanları tamamen hakimiyetleri altına alan 1050 yılında da bütün Trakya’yı işgal eden Peçenekleri anlatırken çağdaşı Kaşgarlı Mahmut’la aynı ifadeyi kullanıyor:
“Peçenekler zırh giymez ve başları miğfersizdir. Kalkan da taşımazlar. Savaşta bağırarak saldırırlar, püskürttükleri düşman askerlerini takip ederek öldürürler. Derin vadilerde ve uçurumlarda yaşarlar. Ölüm karşısında korku bilmezler.”
Bir doğulu bilginin Başnaklar, bir Bizanslı tarih yazarının da Peçenek Türkleri hakkında aynı ifadeleri kullanmaları Peçeneklerle Başnakların aralarında bir köken farkının olmadığını göstermektedir. Türkolog N. A. Baskalov, Türk Menşeli Rus Aile Adları adlı kitabında Peçenek kelimesini Peçe-on-ok şeklinde tahlil edip peçe=bey; arı beyi; Peçenek’in de Onokların beyi anlamına geldiğini söylüyor. Aynı mantıkla hareket ettiğimizde Başnakların Peçenek boylarından biri olduğunu ve Başnak sözünün baş+on+ok’tan kısaldığını kabul etmemiz mümkündür
Bağdatlı Mesudî 941 yılında yazdığı Mürucü’z-Zeheb (Altın Çayırlar) adlı eserinde Hazarlarlla Alanlara yakın ve bunlarla batı arasında 4 Türk kavmi bulunduğunu, bunların en cesurlarının Bacnak olduğunu kaydediyor. Mesudî’nin sıraladığı bu dört boydan Bacgard ve Nükerdeler Macar asıllı Bacnak ve Becneler ise Peçenek boylarıdır. Bütün bu ifadeler Mesudî’de adı geçen Bacnakların Kaşkarlı’nın bahsettiği Başnaklar olduğunu şüphe bırakmamaktadır. Bugün ne sebep ve hangi mantıkla olduğunu anlayamadığımız bir şekilde Boşnak-Başnakların Osmanlı döneminde İslamiyeti kabul etmiş bir Balkan kavmi olduğu fikri ön plana çıkarılıyor. Hâlbuki yine 11. asırda yaşamış bulunan Endülüslü El-Bekrî o asırda İslamiyet’in Peçenekler arasında iyice yayıldığını, hatta Peçenekler arasından İslam dini âlimlerinin çıktığını söylüyor
11. Asırda henüz Kayı Boyu’nun Osmanlı Devletini kurmadığı göz önünde tutulursa Boşnakların Osmanlı fütuhatı döneminde Müslümanlığı kabul ettiği iddiası boşa çıkmaktadır. Yakın tarihlerde Sırp zulmüne uğramış olan Boşnaklar Müslüman bir topluluktur, ama her şeyden önce Türk’türler
Doç. Dr. Aydın BUDAK
BUDAK Aydın: “Yurdumuza Yerleşen Oğuz-Türkmen Boyları ve Bazı Yer Adları”, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Yayınları
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
A T A T Ü R K
Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım evliliğinin trajik hikayesi..
“Selanik Evkaf (Vakıflar) Dairesi’nde memur olan Ali Rıza Efendi, babası Kızıl Hafız Ahmed’i arayan jandarmalar tarafından birkaç kez karakola götürüldü.
Zübeyde Hanım kayınpederinin dağa kaçması ve kocasının sürekli gözaltına alınmasını hep korkuyla izledi. Daha çok gençti; yirmisinde yoktu…
>>Sarışın bir kız
Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım’ın ne zaman evlendikleri tam olarak bilinmiyor. Tahmini olarak 1870’lerin başı deniliyor.
Rivayet odur ki:
Ali Rıza Efendi bir gün rüyasında ak sakallı, nur yüzlü bir pir ve yanında sarışın bir kız gördü. Pir, kızı göstererek, “Bu senin kısmetindir” diye müjde verip ortadan kayboldu.
Ali Rıza Efendi rüyasının etkisiyle ablası Nimeti’nin kızı Hatice’ye gidip, “Bana evlenmek için sarışın bir kız bulun” dedi.
O devirde bütün Müslüman çevrelerinde adet olduğu gibi görücüler sokağa düştü.
Sonunda Sarıgüllü Hacı Sofulardan Feyzullah Ağa’nın kızı; kumrala çalan sarışın, beyaz tenli, orta boylu, mavi gözlü, dalgalı kıvırcık saçlı Zübeyde bulundu.
Annesi Ayşe Hanım kızının evlenmesine karşıydı ama ikna edildi. Zübeyde Hanım, Ali Rıza Efendi’nin ailesinin Yenikapı Mahallesi’ndeki evine gelin gitti.
Ali Rıza Efendi, “Gülzar-ı Cennetim Zübeydem” diye hitap ettiği karısını çok sevdi. Zübeyde Hanım Yenikapı’daki evde üç çocuk dünya getirdi:
Ahmed, Ömer ve Fatma.
Fatma daha yaşını dolduramadan öldü.
>>Asker baba
Babası Hafız Ahmed’in Makedonya dağlarına gitmesinin birkaç ay sonra, Ali Rıza Efendi, Osmanlı-Rusya savaşı nedeniyle Selanik’te kurulan Asakir-i Mülkiye’ye, yani yardımcı askerler birliğine katıldı.
35 yaşındaydı; okuryazar olduğu için geçici olarak üsteğmen rütbesi verildi. Askerliği yaklaşık iki yıl sürdü; Ayastefanos Anlaşması’ndan sonra askerliğe veda etti.
Askerlikten sonra Ali Rıza Efendi, Osmanlı-Yunanistan sınırındaki Olimpos Dağı’nın ormanlarla kaplı eteklerinde bulunan gümrük kontrol noktasına gümrük muhafaza memuru olarak tayin edildi.
Ege denizi kıyısında Paşaköprüsü denilen bu ıssız yer, Selanik’e 120 km uzaklıktaydı ama karayolu yoktu. Yaşamak için uygun bir yer değildi; ne kasaba ne köydü; sadece görevlilerin ailelerinin kaldığı derme çatma birkaç ev ve gümrük kontrol binasından ibaretti. Üstelik Olimpos Dağı Rum eşkıyalarla doluydu ve etrafı haraca kesmişlerdi.
Zübeyde Hanım iki çocuğuyla bu ıssız ve kasvetli yere gelmekten hiç hoşnut olmadı. İkinci çocuğu Ömer’i ilaçsızlık ve bakımsızlıktan burada kaybetti. Fatma’dan sonra Ömer’i de kaybeden Zübeyde Hanım’ı bir korku saldı; “Ya Ahmed’ime de bir şey olursa?”
>>Hep Selanik’e dönmek istedi.
Ali Rıza Efendi’nin görev yaptığı gümrüğün bütün işleri kereste ihracatı üzerineydi. Ali Rıza Efendi, görevi sırasında kereste tüccarıyla tanışıp arkadaş oldu. Bu arkadaşlık ona yeni bir iş kapısı açtı; memurluktan ayrılıp, kereste tüccarları Cafer Efendi ile ortaklık kurup ticarete atıldı. 3 lira maaş aldığı devlet memurluğundan sonra bu ticaret Ali Rıza Efendi’ye para kazandırmaya başladı. Yoksulluk günleri geri de kalmıştı işte; bu nedenle Selanik’e dönmek isteyen eşinden hep sabır istedi.
Zübeyde Hanım dindar bir kadındı. Beş vakit namaz kılıyordu. Yaşam gücünü hep dualardan alıyordu. Ancak korktuğu oldu; son çocuğu Ahmed de öldü. Küçük çocuk sahil kenarındaki kumlukta açılan bir mezara defnedildi.
O gece çıkan fırtına denizde dev dalgalara neden oldu. Kıyıları döven dalgalar Ahmed’in minik cesedini yerinden çıkardı.
Dağlardan inen aç çakallar kefen içindeki ufacık bedeni paramparça etti.
Sabah haberi öğrenip olay yerine koşan Zübeyde Hanım bu acılı manzarayı görünce şoke olup oracıkta bayıldı.
Paşaköprüsü’nde yaşayan bir avuç insan Zübeyde Hanım’ı teselli etmek için ellerinden geleni yaptılar. Ancak…
Ahmed’in ölümü sonrası yaşananlar Zübeyde Hanım’ın ruhsal dünyasında derin yaralar açtı. Günler geçti; Zübeyde Hanım’ın gözünün önünden o korkunç manzara gitmedi bir türlü. Geceleri kabus gördü sürekli.
>>Üstelik hamileydi…
Ahmed’in ölümünden sonra Ali Rıza Efendi yine işinin başına döndü.
Eve pek az uğruyor; günlerini işi nedeniyle ormanda geçiriyordu. Bir an önce para biriktirip bu kasvetli yerden kendini ve karısını kurtarmak istiyordu. Bu nedenle haraç isteyen Rum eşkıyaların tehditlerine bile aldırmıyordu.
Kendi başına bir şey geleceğinden korkmuyordu ama eşi için kaygılanmaya başladı.
Eşini güvenlikli bir yerde rahat doğum yapması için Selanik’e götürdü.
Artık ellerine iyi para geçiyordu; Ali Rıza Efendi, Ahmed Subaşı Mahallesi’nde üç katlı, pembe boyalı bir ev kiraladı. Üftade isimli siyahi bir kadını da yardımcı tuttu. Ve tekrar işinin başına döndü.
>>Kardeşinin adı
Zübeyde Hanım daha otuzuna gelmemişti. Ruhsal dünyası evlat acısı yaşayan tüm anneler gibi altüst olmuştu. Yetmezmiş gibi, birkaç hafta sonra kocası Ali Rıza Efendi’yi Rum eşkıyalar kaçırdı.
Ali Rıza Efendi yüksek bir fidye karşılığı özgürlüğüne kavuşabildi. Kereste ticaretini bıraktı. Zaten Osmanlı jandarması da, “Rum eşkıyalar barınmasın” diye ormanı yakmıştı!
Tüm bu olaylar doğum tarihi yaklaşan Zübeyde Hanım’ın sinirlerini allak bullak etti.
İyi annelik yapamayacağından, yeni doğacak bebeğinin de öleceğinden korkuyordu. Elinden tespih, dudaklarından dua eksik olmadı o gergin günlerde. Bütün duaları doğacak bebeğinin sağlığı içindi.
Bebeğinin kendisi gibi sarışın ve mavi gözlü olmasını istiyordu. Soranlara kız çocuğu istediğini söylüyordu ama içten içe erkek evlat arzuluyordu.
Ve isteği oldu; tıpkı kendisi gibi sarışın, mavi gözlü bir oğlu oldu…
Ancak korkuları ve kapıldığı vehimler sonucu oğlunu emziremedi; sütü kesilmişti.
Yeni doğan bebeğin yüz hatları tıpkı babasıydı. Ali Rıza Efendi oğlunun kulağına eğilip adını fısıldadı: Mustafa.
Mustafa; Ali Rıza Efendi’nin daha minik bir bebek iken kaza sonucu beşikten düşüp ölen kardeşinin adıydı.
Evet, “ölüler evine” benzeyen bu ailenin yaşamında ruhsal travmalar hiç eksik olmadı. Mustafa Kemal’in çocukluğu da mutsuzluk içinde; ruhsal yaralanmalarla geçti.
Ama o, görkemli benliğiyle mutsuzlukların üstesinden tek başına gelmeyi başardı.
Çağdaş Türkiye’nin kurtuluşu/kuruluşu bu zaferin sonucudur işte.
Ve bu ancak karizmatik liderliğe özgü güçlü bir kişilik yapısıyla mümkündür.”
Soner Yalçın
Xxxxxxxxxxxxxxxx
Batı urukları (halkları) ile onların bugünkü kral soylarının köklerinde Türkler vardır. (Önemli ve arastirilmasi uzun süren bir yazi)
Avrupa’nın güneydoğu sınırı Türkiye, kuzeybatı sınırı da İzlanda. Kıtanın iki ucunu birbirine bağlayansa Snorri Sturluson adında bir şair/tarihçi. Bu isim İskandinavlar (Norveçliler / İzlandalılar, İsveçliler, Danimarkalılar) için büyük önem taşır. Neredeyse tüm İskandinav kralları ve prensleri soylarını yüce Odin’e dayandırırlar. Büyük bir savaşçı, lider, gezgin, büyücü, baksı, yarı-tanrı, hatta sonraları tanrılık atfedilen bir isimdir Odin.Destanlara göre Odin, beraberindekilerle birlikte Asgard denen bir şehirden gelmiştir İskandinavya’ya. Asgard ise Tyrkland’dedir, yani Türk ülkesinde! Diğer bir deyişle İskandinavya’nın “yerli”si değildir Odin. Oraya Turkland’den, Türk ellerinden göçmüştür. Asgard’ı geride bırakarak önüne çıkan herkesi yene yene önce Saksonya’yı fethetmiş, üç oğlunu bu topraklara yönetici tayin ettikten sonra Danimarka üzerinden İsveç’e varmıştır. Tüm bu ülkelerde Odin ve liderlik ettiği As’yalı Trkiar askerleri yöre halkından kızlarla evlenerek çoğalmış ve İskandinav krallarının soyunu oluşturmuşlardır.“..Dünyanın ortasının yakınlarına, bizim Türkland dediğimiz yere en gösterişli yapı yapıldı ve yurt kuruldu. Buraya Troya (Truva)denildi.” diyor Edda.“Gylfe nasıl aldatıldı” sagası-destanı şöyle sona erer: “…Birinin adı Tor (Hek-Tor) idi. Tor, Aketor da denilen Yaşlı Asator idi.Buralara hükmeden Oden, İskandinavya’ya göçtü.
“Hem Oden hem karısı çok dil biliyorlardı. Bu bilgeliğiyle dünyanın kuzeyinde adının çok yüksek tutulacağını ve tüm kralların hepsinden daha fazla onurlandırılacağını anladı. Bu onda Truvadan ayrılma isteği uyandırdı. Arkasında genç, yaşlı, kadın, erkek, kalabalık bir grupla yola çıktı. “Oden kuzeye doğru yolunu sürdürdü. Bugün Svitjod-İsveç dediğimiz ülkeye geldi. Oranın kralının adı Gylfe idi. Aslar denen Asyalıların geldiğini duyan Gylfe hemen davrandı ve onları karşılamaya çıktı. Oden’e baş eğerek ülkesinin egemenliğini sundu. Nereden geçseler, bu mutluluk sürdü ve buralara mutlu yıllar ve barış geldi. Herkes onların barış ve mutluluk gibi şeyler üzerinde denetimleri olduğunu düşünüyordu. Nedeni, büyüklerin onların hem güzellikte hem mertlikte diğerlerinden apayrı yapıda olduklarını görmeleri idi. Oden, kendileri için çok güzel ovalar ve çok iyi bir ortam olduğunu düşündü. Kendine şimdiki adı Sigtuna (Stokhlolm’e yakın) olan güzel bir kale kent seçti. Oraya beyleriyle (aşiret reisleri ile) Truvadaki’ne benzer bir düzen kurdu. On iki beyini ülkeyi yasalarına göre yönetmek üzere kente yerleştirdi. Her yere Türk geleneklerine uygun ve eskiden Truva’da var olana benzer, adaleti getirdi.
Daha sonra daha kuzeye doğru yola çıktı. Tüm karaları çevirdiğini düşündükleri denize dek geldiler. Bu gün Norveç denilen bu yere de oğlu Saming‘i kral yaptı. Haleygja Anlatısı’nda belirtildiği gibi tüm Norveç kralları, vezirleri (Jarl: Başbakan) ve diğer büyük adamlar onun soyundan türemişlerdir. Oden’in yanında kendinden sonra gelecek olan ve şimdi İsveç (Svitjod) Kralı olan oğlu Yngve vardı. Onun soyundan gelenlere de Yngingler (Ynglingar) denecekti.Beş ciltlik İsveç tarihini yazmış ve İsveç Bilim Akademisi üyeliğine seçilmiş olan tarihçi Anders Magnus Strindholm (1786-1862) Truva konusunda şunları söylüyor:
“Truva dediğimiz Asyalılar yurdunda (Asgard) tanrılar ve akrabaları yaşıyordu. Oden oradaki yüksek karargahından dünyaya bakıyordu; orada en muhteşem ve güzel tapınak Gladsheim vardı, orada 12 tanrı ve her şeyin babasının (Allfader:Oden-A.G.) konutu vardı. İnsanların yazgısı onlar tarafından belirleniyordu ve kentin bakımı yalpılıyordu. Kentin ortasında kurultay yaptılar. İda Dağı’ndan tanrılara konut kurdular. Ateş yaktılar, çekiç yaptılar, kerpeten yaptılar, örs yaptılar, çok daha başka gereçler yaptılar. Onlarla demiri, ağacı ve taşı ve altın denen madenden çok işlediler. Böylece evlerinde her şeyleri oldu. Bu Truva, önceki Asgard, şimdiye dek inşa edilenlerin en muhteşemi olan bu kent, dünyanın ortasında Türkiye denen ülkede yer alıyordu. Burada her biri ayrı milleti yöneten 12 kral ve bir krallar kralı vardı.”
“Grek yazarlardan öğrendiğimize göre, İda ve Truva’da Daktyller yaşıyordu. Bunlar maden eritmesini, bakırı işlemesini, demirden araç, gereç, silah, eskiden tanrılar için yazılan kutsal, gizemli ve dinsel işlerde kullanılan buluşlar yapmasını ilk öğrenenlerdi. Bunlar Asyalılar, eski mitler ve anlatılarla büyük çapta uyuşuyordu. Truva kralları bizi, uzun anlatılarındaki Oden’e götürür. Ona aynı zamanda Türkiye Kralı diyoruz.“Ama şimdi Türkiye (Tyrkia) kralı neyin nesidir? Snorre Sturlesson diyor ki, o Türkiyeli idi. (Turkland’lıydı); ama Türkiye Snorre zamanında yoktu (1100)! O zaman aynı yerde bulunan başka bir ülkeyi kast etmiş olmasın? Bu ülke Trax,Threx,Threissa, Tark adlarıyla da anılan Traden de olabilir. İlk krallarının adı Tiras, Teires, Tyresteki ‘tir’- Tirkialand, Trekialand, Traka, Traden şeklinde görülebilir.”
“Yngve Tyrkiakung (Ying ve Türkiye Kralı) aynı şekilde Trak ( Traker) olabilir. Ancak bu Snorre’den yüz yıl sonra Küçük Asya’ya giren Türklerin, önceden Doğuya göçmüş olan sonra Doğudan geri dönen Traklarla aynı oldukları olasılığını ortadan kaldırmaz. Türkler eski tarihlerini bilmezler…”
“Türk ülke arması ay ve yıldız taşımaktadır. Kimse nedenini bilmez. Yanlış anımsamıyorsam, ay ve yıldız Etrüsk (Umbrik) sikkelerinde (Crossen tab. 21’e bak) Sabin sikkelerinde, Celtiber-Keltiber ve Run sikkelerinde, bir Efesli Diana sikkesinde ve Makedon sikkelerinde vardır. Yeni araştırmalar için bu bir kılavuzdur.”[11]
Prof. Thor Heyerdahl (1914-2002) mitleri, destanları bizzat aynı koşullarda yaşayarak doğrulayan Norveçli bir bilim adamıdır. Azov şehrinden, en kuzeydeki Tagonrog körfezine kadar Oden’in izini sürmüştür. Yanında Rus ve Azeri bilimadamları da vardı. Sadece salt İskandinav sagalarını ve İzlanda sagalarını rehber edinmemiştir. Doğu Avrupa kaynaklarını ve İngiliz vekayinamelerini de rehber edinmiştir. Sonuçta, Odin’in bu yolları kat ettiği ve İskandinav ülkelerine yerleştiğini onaylamıştır.
Kaynaklar :[1] Toroslarda, boynuna boyunduruk konulmamış genç boğalara ‘tor tosun’ derler. Bunun anlamı ‘özgür boğa- özgür tosun’ demektir. Tasavvufta henüz icazet almamış, eğitilenlere de torlak denirdi. Toros sözü esasen boğa-boğalar demektir.
………. Krallar dike dike okyanusun kıyısına kadar “Turkland’da (Türk ülkesinde) oniki krallık ve bir krallar kralı vardı. Kentte oniki bey vardı. Bu beyler yiğitlikte her bakımdan dünyanın gelmiş geçmiş bütün diğer erkeklerinden çok daha üstündüler. (…) O kralların soyundan Odin, arkasında genç, yaşlı, kadın, erkek kalabalık bir grupla dünyanın kuzeyine doğru yola çıktı. Hangi ülkede, nereden geçerlerse geçsinler haklarında övgüyle söz ediliyordu. Onların insandan çok tanrılara benzedikleri söyleniyordu. Saxland’a (Saksonya) gelinceye dek durmadılar.
Odin burada uzun bir süre konakladı ve buraların büyük bir bölümünü egemenliği altına aldı.
Ülkenin korunmasını üç oğluna verdi.
Birincisinin adı Vegdeg idi. Çok güçlü bir kraldı. Doğu Saksonya’ya hükmediyordu. Odin’in oğullarından bir diğerinin adı Beldeg idi. O, bizim şimdi Vastfalen dediğimiz ülkenin sahibi oldu. (…) Odin’in üçüncü oğlunun adı Sige’ydi.
Onun oğlu Rere’ydi. Bu aile de şimdi Frankland (Fransa) dediğimiz ülkeye egemen oldu. İşte Vôlsungar (Volsoğulları) adıyla anılan hanedan bunlardan geliyor. Odin daha sonra yolunu kuzeye doğru sürdürdü ve Reidgotfaland’a (Danimarka’da Yurtland) geldi.
Burayı oğlu Sköld’ün korumasına bıraktı. Sköldsungar (Sköldoğulları) soyu da bunlardan geliyor. Onlar Danimarka kralları oldular.
Odin kuzeye doğru yolunu sürdürdü. Bugün Svitjod (İsveç) dediğimiz ülkeye geldi. Oranın kralının adı Gylfe idi. Aslav denen Asyalıların geldiğini duyan Gylfe hemen davrandı; Odin’e baş eğerek ülkesinin egemenliğini sundu.
Nereden geçseler bu mutluluk sürdü ve buralara mutlu yıllar ve barış geldi. (…) Her yere Türk geleneklerine uygun ve eskiden Truva’da var olana benzer adalet getirdi. Daha sonra kuzeye doğru yola çıktı. (…)
Bugün Norveç denen bu yere de oğlu Saming’i kral yaptı. Haleygja Anlatısı’nda belirtildiği gibi, bütün Norveç kralları, vezirleri ve diğer büyük adamlar onun soyundan türemişlerdir. (…) Asyalıların dili bütün bu ülkelerin içinde konuşulan dil oldu.”
Bu satırlar, İskandinav efsanelerinden, Snorres Edda’dan. Benzer anlatılar Hervavar Saga veya Bosa’da veya başka efsanelerde de var.
İskandinav efsanelerine göre, Asya’dan, Turkland’dan (Türk ülkesinden) Odin’in önderliğinde bir Türk boyu Avrupa’ya geliyor, Almanya’ya, Fransa’ya, Danimarka’ya, İsveç’e ve Norveç’e krallar dike dike Kuzey Denizi’nin kıyısına kadar ilerliyor.
Masallar veya efsaneler kuşkusuz tarih değil, ama her zaman gerçekle bir bağlantıları vardır.
Biraz da tarih kaynaklarına bakalım. İbn Batuta, ünlü Seyahatname’sinde 13. yy Kuzey Afrika’sını, Ortadoğu’sunu, Asya’sını ve Rus bozkırlarını anlatıyor. O zaman dünya uygarlığının merkezi olan bu coğrafyada yirmi kadar devlet var. Bu devletlerin hepsinin başında Türk hanedanları bulunuyor.
Runca (runic) kaya yazılarından anlaşıldığı gibi, İskandinav söylencelerinde de anıldığı üzere batı urukları (halkları) ile onların bugünkü kral soylarının köklerinde Türkler vardır.
Roma’yı kuran Etrüsk
Prof. Sven Lagerbring
[2] Karl G.Johansson ve Mats Malm, Snorre Edda, Fabel, Hur Gylfe Blev Lurad Gylifaginning. s269
[3] James Harper, Rome vs. İstanbul: Cometing Claims and the Moral Value of Trojan Heritage
[4] Terrence Spencer, Turks and Trojans in the Renaissance
[5] Snorre Sturlesson, Edda, çeviren Biörn Colinder Forum, 1978, s:27 ve Sven Lagerbring, İsveççenin Türkçeyle Benzer-likleri, İsveçlilerin Türk Ataları, haz. Abdullah Gürgün, Kaynak Yay.2008, s:75
[6] Arvid Oseen, Snorre Sturlesson Om Sverige Bonniers Förlag, 1910, s:10
[7] Sven Lagerbring, İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri İsveçlilerin Türk Ataları, Haz. Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları,2008,s:76-77
[8] a.g.e. S:77
[9][9] Nordisk Familjebok,800tals utgb.18Vaerja. http://runeberg.org/display.pl?mode=facsimile&=nfar…
[10] Anders Magnus Strind-holm, Svenska Folkets Historia fran oldstatill nörvarande tider.(En Eski Zamanlardan Bugünlere Dek İsveç Tarihi) 1.band Stockholm Johan Hörnberg, 1834. s:116
[11] August Strinberg, Samlade skrifter, 53, Delen. Tal Till Svenska Nationen samt Andra Tıdningsartıklar 1910-1912, Albert Bonniers förlag , 1919, s:407-408.
Abdullah GÜRGÜN-“İsveçlilerin Türk kökenleri Üzerine”
Saygilarimla,
S Atasoy