Liberalizm denildikte, adı üzerinde ( Fransızca liberté) yani ‘özgürlük’lere gönderme yaptığı apaçıktır.
Nitekim sözlük ya da ansiklopedilerde, ‘özgürlüklerin geliştirilmesini amaçlayan öğreti’ tanımlamasına yer verilmektedir.
Kökenlerine ilişkin olarak ise, örneğin Leo Strauss, antik Yunan düşünürlerine değin gidilebileceğini ileri sürmektedir.
İncelediğimiz konuyla ilgili olarak ise, liberalizm’in Devlet’e kuşkuyla baktığının altını çizmek gerekiyor.
Bir liberal için Devlet, o arada merkezî devlet güvenilmezdir, o nedenle de yönetimin (administration) olabildiğince yaygınlaştırılması gerekmektedir.
Demek ki, ne kadar çoklu yönetim (fédération) o kadar ‘özgürlük’ olacaktır.
Özgürlüklerin o arada yönetimlerin bu denli çoklaştırılmasının bir ‘anarşi’ye yol açabileceğini ise, Özyönetim (autogéstion)’in babası olarak bilinen Pierre-Joseph Proudhon (1809-1865) kuramsallaştıracaktır.
Anlaşılacağı üzere, ‘Devlet’in merkezileşmesi, yad-merkezileşmesi (adem-i merkeziyet), özerklik (autonomie), özyönetim (autogéstion) vb gibi terimlerin kökenlerini Antik-Yunan’lara değin götürmenin felsefî bir yaklaşım olmanın ötesinde bir önemi yoktur.
Bu tür terimlerin ‘kavramlaştırılması’na ancak XIXncu yüzyıl düşünürlerince girişilebilecektir.
Öyleyse bizim de XIXncu yüzyıl sonrası düşünürlerine bakmamız yerinde olacaktır.
Türkiye’de, Fransız Devrimi sonrası bir kısım yazar, düşünür ve devlet adamları için ‘sosyal liberal’ terimi kullanılmaktadır.
François Guizot, Adolphe Tiers, Augustin Thierry, François Auguste Mignet ve bir ölçüde Jules Michelet bu ‘sosyal liberal’ler arasında sayılmaktadır.
Ancak Bejamin Constant ya da Alexis de Tocqueville gibi kimi ‘liberal’ler, özellikle Montesquieu’nün görüşlerinden esinlenerek, görenerek (moeurs) ve yasaların tekleştirilmesinin (uniformisation) sakıncalarından hareketle, yad-merkezciliğin (décentralisation) belli başlı savunucuları olacaklardır.
Özellikle Benjamin Constant, ‘Devrim’i yerel gelenek ve göreneklere ‘sistametik’ bir saldırı olarak görecek ve ‘yerellik’ten kendine özgü bir ‘yurtseverlik’ (patriotisme) kavramı türetmeye çalışacaktır (*)
Constant, ‘çeşitlilik canlılık; teklik mekanikliktir; çeşitlilik yaşam teklik ölümdür’ diyecektir. [la variété, c’est l’organisme; uniformité, c’est le mécanisme. La variété, c’est la vie; l’uniformité, c’est la mort].
Tocqueville ise hükûmetin merkezileşmesi (centralisation gouvernementale) ile (yerel) yönetimlerin merkezileşmesi (centralisation administrative) arasında bir ayırım yapacaktır.
Böylece bu ikinciler aracılığıyla ‘Kent esprisi’ (l’esprit de cité) korunmuş olacaktır demektedir.
Kuşku yok ki, Tocqueville’in Amerika’ya yerleşmiş olması, Amerikan sisteminden etkilenmesine yolaçmış olmaktadır.
Nitekim başyapıtının başlığı da Amerika’da Demokrasi’dir (La démocratie en Amérique).
İleride yeniden döneceğimiz üzere, yad-merkezcilik ile federalizm arasında ayırım yapmak pek kolay değildir.
Federalizm’in de köken olarak ( Latince foedus) sözcüğünden türetilmiş olmasına karşın, zamanla anlamını yitirmiştir.
Öyle ki, Antik Yunan ya da Avrupa Hint dillerinde ‘çirkin, kötü, korku’ anlamlarına gelmesine karşın, Roma hukukunda ‘iyi niyet, verilmiş söz’ anlamına gelmektedir.
Dahası ‘yerel politik birim’in kurucu yasası ve giderek ‘feodal sistem’in ‘kavram’ı olacaktır.
O arada, kimi ‘liberal’in yad-merkeciliği feodalizm özlemlerini gerçekleştirmek için kullandıklarına bile tanıklık edeceğiz.
Bu özlemlerini ‘dinsel’ temellere oturtacakları ise baştan bellidir denilebilir.
Demek ki, gelecek yazıda bu konuya girmiş olacağız.
(Sürecek)
(*) Alain Laquièze, “La décentralisation chez les liberaux de la première moitié du XIXème siècle”, in Cristophe Boutin-Frédéric Rouvillois, Décentraliser en France, a.g.e. p.55-56