Dincilerin ve Ermeni milliyetcilerinin AGOP DILACAR’dan nefretinin nedeni ?
Bütün devşirme sadrazamları, yabancı padişah analarını, vezirleri kabullendiler, Abdulhamidin Ermeni bakanlarina ses etmediler, hatta Türklükten istifa eden Mustafa Sabriyi de sevdiler, ama bir tek ondan nefret ettiler. Neden mi ? Okuyun..
Agop Ileri derecede Ermenice ,Türkçe, İngilizce, Yunanca, İspanyolca, Lâtince, Almanca, Rusça ve Bulgarca bilmektedir.
Bir osmanli vatandasi olarak 1915 de askere alınmış, yedek subay olarak önce Diyarbakır’a, sonra Kafkas Cephesi’ne gönderilmişti.
Büyük kahramanlıklar gösterdiği cephede ermeni ve ruslara karsi savasirken yaralandı, tedavi gördü ve Osmanli Genelkurmayinca madalyayla ödüllendirildi.
Savaştaki çatışmaların durulduğu sırada Alman subaylara Türkçe öğretmeye başlar. Yabancı subayların elindeki J. Németh’in “Türkische Grammatik”i Agop’un ilgisini çeker.
Bu kitabi alir. Dil uzmanlik alanidir. Meraklidir.
Daha sonra cikan tehcir baglaminda , önlem olarak istisnasiz bütün gayri muslim azınlık subaylarına yönelik karar çerçevesinde Güney Cephesi’ne cephe gerisi hizmeti için Şam a gönderildi.
Halep’e yaninda askerlerle varan Agop otele giderken yolda tutsak İngiliz askerlerle karşılaştı.
Hintli bir albay Agop’a, salçalı yemekleri yiyemediklerini, kendilerine kuru gıdalar verilmesini söyledi ve ondan, bu isteğini Türkçe’ye çevirmesini istedi.
Agop, tutsak Hintli albayın bu isteğini yerine getirdikten sonra gittiği otelde gece yarısı, yabanci dil konuştu “casusluk mu yaptı” suçlamasıyla gözaltına alındı.
Komutana hesap vermek üzere iki asker gözetiminde Şam’daki birliğine gönderildi. Şam’da huzuruna çıkarıldığı komutan Mustafa Kemal’di.
Mustafa Kemal, Agop’la ilgili raporu okuduktan sonra, merakla Agop’a sordu:
Erlerin bir kısmı yolda kacmiş,
“Nasıl oldu da sen kaçmadın?” dedi.
“Kolaylıkla kaçabilirdin…”
Agop, Kafkas Cephesi’nde aldığı madalyasını işaret etti:
“Bu vatan için kan dökmüşüm, bu madalya sahte değildir” dedi. “Kafkas Cephesi’nden kaçmayan her halde Şam sokaklarından kaçacak değildir paşam”
Emir buyurun süngüyü çıkarsınlar.”
Askere “Süngüyü çıkar” buyruğu veren Mustafa Kemal, genç subaya bir öğüt verdi:
“Halep’te seni tutuklayan komutanını kötülüyorsun ama o haklıydı” dedi.
“Seni de anlıyorum… Gençsin, yedek subaysın, daha askeri kanunları okumamışsın, bilmiyorsun. Şunu bilmelisin ki, tutsaklarla temas etmek yasaktır.“
Mustafa Kemal, Agop’un yanında taşıdığı Osmanli ordusunda görevli Alman subaylar için hazirlanmiş turkce almanca kitabı gördü ve ilgilendi. Latin harfleriyle yazılı Türkçe’yi ilk kez o kitapta görüyordu. Sorular sordu, sohbet ettiler.
Agop’a, tabancasını, belgesini verdi ve “Şam’ı biliyor musun?” diye sordu.Agop “Şam’ı çok iyi bilirim” deyince Mustafa Kemal ona bu kez, özel bir izin verdi.
“O halde git, şehri biraz gez, ondan sonra gel” dedi.
Agop’un belgesi elindeydi. İstese, bu belgeyle firar edebilirdi. Tam kapıdan çıkarken, Mustafa Kemal onu geri çağırdı:
“Gel bakalım senin üstün başın perişan” dedi. “Bu perişan giysilerle Şam’ı gezmek olmaz.” Cebinden kartını çıkardı, bir not yazdı, kartı Agop’a uzattı ve gerekli yere vermesini söyledi. Kartta şu yazı vardı: “Bu mülazım efendiyi giydiriniz ve tabldotumuza dahil ediniz.”
Aradan yıllar geçti. Sofya Üniversitesi’nde çalışan Agop adlı bir bilim adamının, İstanbul’da yayımlanan bir gazetede “Türk Yazıtlarının 1200. Yıldönümü” başlıklı bir yazı dizisi yayımlandı.
Bu yazı dizisi, dil devrimi hazırlıkları içinde olan Mustafa Kemal’in dikkatini çekti. Yazıları okudukça, yazarının kendisine hiç de yabancı gelmediğini duyumsadı. Yıllar önce Şam’da karşısına getirilen Ermeni yedek subayı geldi gözlerinin önüne.
Yazarın fotografını görmek istedi.
Eşinin annesinin evini bilen bir kişi gitti, oradan aldığı Agop’un bir fotografını getirdi. Mustafa Kemal fotograftaki Agop’u hemen tanıdı.
“Bu Agop Şam’da bana ‘casus’ diye getirilen Agop’un ta kendisi” dedi ve. Onun adını, Dil Kurultayı’na katılacak bilim adamları listesine yazdırdı.
Mustafa Kemal’in çağrısı üzerine Sofya’dan gelen Agop ve eşi, Zaman yitirilmeden Agop, Dolmabahçe Sarayı’na götürüldü.
Martayan katildigi dil kongrelerinde uzmanligini gôsterir, pek çoğumuzun anlamayacağı kadar derinden Türkçe konuşur.
“Bengin iltuta olurta çı sen Türk Budun.” Anlamı:
“Ey Türk milleti! Sen ebedi bir imparatorluğu muhafaza edeceksin.”
Çoğumuzun tanımadığı bu dev şahsiyet, özgün Kutadgu Bilig incelemesini “öğrencilere ve geniş halk kitlelerine, Türk yazınının bu ilk büyük eserini ve yazarı olan Balasagunlu Yusuf Has Hacib’i, eserin yazılışının 900. yıl dönümü (1069-1969) dolayısıyla tanıtmak, sevdirmek için kaleme aldığını” kitabın önsözünde belirtir.
Mustafa Kemal yıllar sonra görüştüğü Agop’a hak ettiği konumu sağladı. Türk dil kurumu Genel sekreterliğine getirdi.
1938 e gelindiģinde Atatürk çok ağır hastaydı. Ona bir vasiyette bulundu:
“Arkadaşlara selam… Sakın… Dil çalışmalarını… Gevşetmeyiniz…” dedi.
Agop Dilaçar tüm yaşamını, Atatürk’ün bu vasiyetini yerine getirmek için çalışarak değerlendirir. 1936-1951 yılları arasında Ankara Üniversitesi’nde dil-tarih ve Türkoloji dersleri verir. Dil devrimi çalışmalarına katılır. 1942-1960 yılları arasında Türk Ansiklopedisi’nin hazırlanması çalışmalarında başdanışmanlık yapar. Türk Dil Derneği’ndeki görevini ve dil çalışmalarını ölümüne kadar sürdürür.
Bu nedenle kendisini Şevan Nişanyan gibi Türk dusmani ermeni milliyetcileri hedefe koymus, ve Turklugun hizmetine girmis diye suçlamislardir.
Ilginçtir dinci kesim de kendisini surekli hedef alacaktir.
Saygilarimla,
SAtasoy
Yazıları posta kutunda oku