Kanada ve Hollanda’nın Çin’in Uygur Türk’lerine soykırım yapmakta olduğunu parlamentolarında kabul etmelerinden sonra İngiltere’de “soykırım” hakkında bir rapor hazırladı.
Uygurlar: İngiltere’de hazırlanan hukuki rapora göre ‘Çin soykırım suçu işliyor’
James Landale – BBC Diplomasi Muhabiri – 8 Şubat 2021
İngiltere’de hazırlanan bir hukuki rapor, Çin’in Uygurlara karşı uyguladığı politikaların “soykırım” olarak nitelenmesi için “ikna edici” bir dosya oluştuğu sonucuna vardı.
İngiltere’de saygın ve bağımsız bir hukukçu tarafından, uzmanı olduğu alanda hazırlanan bilirkişi raporu niteliğindeki çalışmalara “Hukuki Görüş” deniyor. Mahkeme kararları gibi hukuki bir ağırlığı olmasa da, bu raporların hukukta bir yeri var ve yasal başvurularda gerekçe olarak kullanılabiliyorlar.
İzleyiniz
Çin’in Uygur politikaları hakkında hazırlanan “Hukuki Görüş”, Çin’in kuzeybatısında yaşayan Müslüman azınlık Uygurların yok edilmesine yönelik olarak, devlet kontrolünde bir politika yürütüldüğüne dair kanıtlar olduğu sonucuna varıyor.
Bu kapsamda, gözaltında tutulan Uygurlara kasten fiziki zarar verme, kadınların, kısırlaştırma ve kürtaj yoluyla doğum yapmasını engelleme ve Uygur çocuklarının toplumlarından zorla koparılması gibi politikalar güdüldüğü kaydediliyor.
Rapor, daha da önemlisi, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, insanlığa karşı işlenen bu suçlardan şahsen sorumlu olduğu konusunda da ikna edici veriler olduğunu söylüyor.
Şi Cinping’in Uygurların hedeflenmesine yönelik politikalarla yakın ilişkisinin, bizzat kendisine yönelik soykırım iddialarını destekleyecek nitelikte olduğu savunuluyor.
“Gördüğümüz kanıtlar ışığında bu Hukuki Görüş, Çin hükümetinin Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Uygurlara yönelik eylemlerinin insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçları kapsamına girdiği konusunda ikna edici bir zemin bulunduğu sonucuna varmıştır” deniliyor.
Bu rapor, Dünya Uygur Kongresi ve Uygur İnsan Hakları Projesi ile Global Legal Action Network adlı bir insan hakları grubu tarafından -ancak para karşılığı olmadan- hazırlatıldı.
Çin’deki kamplardan çıkan Uygurlar tecavüze uğradıklarını anlatıyor
Londra’daki Essex Hukukçular Birliği’nin önde gelen bazı tecrübeli hukukçuları tarafından hazırlanan 100 sayfalık raporun, İngiltere’de Çin’in Uygurlar politikası konusunda hazırlanan ilk hukuki inceleme olduğu anlaşılıyor.
Çin Dışişleri Bakanlığı, Sincan’da Uygurların insan haklarının ihlal edildiği yolundaki iddiaları başından beri ısrarla reddediyor.
Londra’daki Çin Büyükelçiliği ise Batı’daki Çin karşıtı güçlerin Sincan konusunda “yüzyılın yalanını” ürettiklerini söylüyor.
Bu belge önemli mi?
Bu rapor tam da İngiltere Parlamentosu’nun, Yüksek Mahkeme’nin soykırım suçlarını görmesinin zeminini yaratacak bir yasayı görüştükleri sıraya rastlaması bakımından daha bir önem kazanıyor.
Eğer Salı günü yapılacak oturumda bu yasa kabul edilirse İngiltere’de bu rapor da kullanılarak bir soykırım davası açılması mümkün olabilir.
Buna imkan verecek yasa değişikliğini farklı partilerden milletvekilleri destekliyor ama hükümet, parlamento komisyonlarının soykırım değerlendirmesi bakımından yetkilerini güçlendirecek ödünler vererek vekilleri vazgeçirmeye çalışıyor.
Rapor hangi bilgi ve belgelere dayanıyor?
Rapor, hükümetler, uluslararası örgütler, akademik çalışmalar, yardım kuruluşları ve medya üzerinden yayınlanmış kamuya açık kaynaklar üzerinde altı ay süren bir değerlendirmeden sonra hazırlandı.
Rapora dayanak olan belgeler arasında bahsi geçen muamelelere maruz kalmış kişilerin birinci elden tanıklıkları, uydu görüntüleri ve sızan gizli Çin resmi yazışmaları da var.
Soykırımın tanımlanması için hukuken gerekli kriterler var.
Bir mahkemenin, belli eylemlerin, bir ulusal, etnik, ırksal ya da dini grubun kısman ya da tamamen yok edilmesi niyetiyle işlendiğine kanaat getirmesi gerekiyor.
Hazırlanan raporda Uygurların “köleleştirme, işkence, tecavüz, zorla kısırlaştırma ve baskı” politikalarına maruz kaldığına dair belgeler hakkında ayrıntılı bilgi veriyor.
Uygurlara gözaltında “elektrik ciddi fiziki zarar verecek bir dizi muamele yapıldığına dair ciddi kanıtlar” bulunduğu kaydediliyor.
“Gözaltındakiler, kendilerine elektrik verildiğini, uzun süreler stres pozisyonunda durmaya zorlandıklarını, dövüldüklerini, aç bırakıldıklarını, zincirlendiklerini ve gözlerinin bağlandığını bildiriyorlar” deniyor.
Raporda ayrıca Uygur nüfusunun kontrol edilmesi amacıyla kitlesel olarak zorla kısırlaştırma yöntemi uygulandığı iddialarına da yer veriliyor ve şu sonuca varılıyor:
“Uygur kadınların, doğurganlıklarının engellenmesine yönelik geçici ve kalıcı (Rza ile doğum kontrol cihazı yerleştirilmesinden zorla rahimlerinin alınmasına ve kürtaja kadar) bazı zorlamalara maruz kaldıkları konusunda yaygın ve ikna edici kanıtlar bulunuyor. Bu tür eylemler görüşümüzce net bir şekilde, -uluslararası hukuk nezdinde- soykırım politikaları kapsamına girmektedir” deniliyor.
Bir başka soykırım suçlaması da çocukların toplumlarından koparılması iddialarına ilişkin.
Raporda bu konuda “Uygur çocuklarının anne-babalarından zorla alındıklarına dair kanıtlar var. Bunlar arasında, bu çocukların anne-babalarından biri ya da her ikisi birden gözaltına alındığında çocukların rıza alınmadan yetimhanelere ya da yatılı okullara yerleştirilmesi de bulunuyor” deniyor.
“Çocukların Uygur kültürüne uygun yaşama fırsatlarından yoksuk bırakılması (…), bazı durumlarda kendilerine Çin isimleri verilmesi ve bazı durumlarda Çinli aileler tarafından evlat edinilmeleri, bütün bu uygulamaların, Uygur nüfusunun bir etnik grup olarak varlığını yok etme niyetiyle yapıldığı yolundaki kanıtları güçlendirmektedir” diye ekleniyor.
Devlet Başkanı Şi Cinping’in, konuşmaları ve parti belgelerine dayanılarak şahsen suçlanabileceği kaydediliyor
Şi Cinping hakkında ne deniyor?
Raporda Devlet Başkanı Şi ve iki üst düzey yönetici, Halk Meclisi Genel Sekreter Yardımcısı Ju Hailun ve Sincan’daki Parti Sekreteri Çen Quango’nun, soykırım suçlarından şahsen sorumlu olmalarının “mümkün” olduğuna işaret eden kanıtlar olduğu da kaydediliyor.
Bu konuda rapor, Komünist Partisi’nin sızdırılmış iç yazışmaları ve başka bazı belgelere dayanarak “Şi devlet politikasının genel yönünü kontrol eden kişi ve Uygurlara yönelik cezalandırıcı muameleyi teşvik ettiği bir dizi konuşması var. Çen ve Ju bu genel politikayı kitlesel gözaltılar ve gözetim de dahil önlemler geliştirip uygulayarak hayata geçiren kişiler” diyor. “Bu üç bireye karşı insanlığa karşı işlenen suçlar suçlaması getirilmesi için yeterli kanıt bulunduğu sonucuna vardık” diye de ekliyor.
bbc.com/turkce/haberler-dunya-55984442
***
Çin’in Uygur Türklerini Sincan’daki pamuk tarlalarında zorla çalıştırdığına işaret eden yeni kanıtlar ortaya çıktı
John Sudworth – BBC News, Pekin – 16 Aralık 2020
BBC’nin ulaştığı yeni bir araştırma, Çin’in yüz binlerce Uygur Türkü ve azınlık grup mensuplarını Sincan’daki devasa pamuk tarlalarında ağır işçiliğe zorladığını ortaya koydu.
Açık kaynaklardan elde edilen belgelerin, pamuk tarlalarında zorla çalıştırılma uygulamasının boyutlarına dair ilk net bulguları içerdiği düşünülüyor.
Dünya pamuk üretiminin yaklaşık beşte birini karşılayan Çin’in ürettiği pamuk, küresel moda ve giyim sektöründe önemli bir yere sahip.
Çin’de bir milyondan fazla insanın toplama kamplarında tutulduğu düşünülüyor. Buna ek olarak, azınlıkların tekstil fabrikalarında çalışmaya zorlandığına dair iddiaları destekleyen çok sayıda kanıt da mevcut.
Çin yönetimi ise tüm bu iddiaları reddediyor. Toplama kamplarının “meslek eğitim okulları”, fabrikaların da geniş kapsamlı, gönüllülük esasına dayanan “yoksulluğu azaltma” programlarının bir parçası olduğunu söylüyor.
Ancak ortaya çıkan yeni bulgular, sayılarının yarım milyona kadar ulaşabileceği tahmin edilen azınlık mensuplarına, zorla olma riski yüksek koşullarda mevsimsel pamuk işçiliği yaptırıldığına işaret ediyor.
Sincan’da çalıştırılan işçiler.
Belgeleri ortaya çıkartan Washington merkezli Komünizm Kurbanlarını Anma Vakfı yetkilisi Dr. Adrian Zenz, BBC’ye yaptığı açıklamada, “Ulaştığımız muhtemel sonuçlar, tarihi boyutta olma niteliği taşıyor… İlk kez Uygurların imalat sektöründe, hazır-giyim üretiminde zorla çalıştırılmalarının yanı sıra, doğrudan pamuk toplamaya zorlandıklarına ilişkin kanıtlar var ve bu, bir dönüm noktası olabilir” dedi.
Zenz sözlerini, “Etik kaynak kullanımını önemseyen herkesin, Çin’in pamuk üretiminin yüzde 85’inin, dünya pamuk üretiminin de yüzde 20’sinin karşılandığı Sincan’daki duruma bakıp, ‘buna artık devam edemeyiz’ demesi gerekiyor” diye sürdürdü.
Çin devletinin internet üzerinde tuttuğu politika belgeleri ile devlet yayın organlarında yer alan haberlerden oluşan belgeler, Aksu ve Hotan yerel yönetimlerinin paramiliter oluşum Sincan İnşaat ve Üretim Birliği adına, pamuk toplamak için 210 bin işçinin “işgücü transferi” adı altında gönderildiğini ortaya koydu.
Diğer belgelerde de pamuk toplayacak kişilerin “harekete geçirilerek, organize edildiği” ve yüzlerce kilometre ötedeki tarlalara götürüldüğü belirtildi.
Bu yıl Aksu, kendi sınırları içerisindeki tarlalar için 142 bin 700 işçiye ihtiyaç duyduğunu açıkladı. Bu ihtiyacın “taşınması gereken herkesin taşınması” ilkesine dayanarak karşılandığı kayıtlara geçirildi.
Belgelerde ayrıca, pamuk toplayacak kişilerin “bilinçli bir şekilde yasadışı dini faaliyetlere direnmeye” “yönlendirilmesi” gerektiğine yapılan atıflar var. Bu da bu politikaların, ağırlıklı olarak Sincan’daki Uygur Türkleri ve diğer Müslüman gruplar için tasarlandığına işaret ediyor.
Devlet yetkilileri ilk etapta pamuk çiftlikleriyle “niyet sözleşmesi” yapıyor ve böylece, “tutulan işçi sayısı, yer, konaklama ve ücret” belirleniyor. Daha sonra pamuk toplayacak kişiler, “coşkulu bir şekilde ekibe katılmak için” harekete geçiriliyor.
Bu “coşkunun” çok da içten olmadığına dair çok sayıda gösterge mevcut. Bir raporda, “tarımda çalışmak istemeyen” kişilerin yaşadığı bir köyden bahsediliyor.
Kamplar ve fabrikalar
Çin, uzun yıllardır ulus çapında yürüttüğü yoksullukla mücadele programı kapsamında kırsalda yoksul durumdaki kişilerin, iş bulabilme şanslarını artırmak amacıyla toplu halde başka yerlere taşınması uygulamasını sürdürüyor.
Son yıllarda ise bu çalışmalara ciddi şekilde hız verdiği görülüyor.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in en önemli iç politika önceliğinin Komünist Parti’nin 100’üncü kuruluş yıldönümünü kutlayacağı 2021’de yoksulluğun ortadan kaldırılması olduğu düşünülüyor.
Ancak Sincan’daki uygulamaların çok daha farklı siyasi amaçları olduğu ve yetkililere ciddi hedef ile kotalar koyarak, daha fazla devlet kontrolü altında yürütüldüğüne dair somut bulgular var.
Başkent Pekin’de 2013 ve Kunming kentinde de 2014 yılında düzenlenen ve Çin yönetiminin Uygur Türkleri ile ayrılıkçı grupları sorumlu tuttuğu saldırıların ardından, iktidarın da Sincan bölgesine yönelik yaklaşımında önemli bir değişim oldu.
2016 yılından bu yana, telefonuna şifreli mesajlaşma uygulaması yüklemek, dini içerikleri takip etmek ve ülke dışında yaşayan akrabalara sahip olmak gibi devlet tarafından “güvensizlik işareti” olarak nitelendirilecek davranışlarda bulunanların “yeniden eğitim” kamplarına alınması öngörülüyor.
Her ne kadar Çin buraları “radikalleşmeyi engelleyen okullar” olarak tanımlıyor olsa da, devletin kayıtları buraların kültürel geleneklerin ve inancın yerine, zorla Komünist Parti’ye sadakatin getirilmesini öngören zorlayıcı bir sistem olduğuna işaret ediyor.
Ancak Çin’in uyguladığı politikalar bu kamplarla sınırlı değil. 2018 yılından bu yana yüzlerce fabrika binasından oluşan devasa bir sanayi sitesinin inşaatı devam ediyor.
Bu kampların içinde ya da yakınlarında çok sayıda fabrikanın yer alması, toplu istihdam ve toplama kamplarında insanların tutulması hedefine paralel bir başka amacın daha olduğunu da ortaya koyuyor.
Çin hükümeti, çalışmanın Sincan’daki azınlıkların “çağdışı fikirlerinin” dönüşmesine yardımcı olacağını ve bu kişileri modern, laik, eli ekmek tutan vatandaşlara dönüştüreceğini düşünüyor.
2017 yılında açık kaynaklardan elde edilen uydu görüntülerinde, tesisin içinde büyük güvenlik duvarlarının olduğunu ve gözlem kulesi gibi yapıların bulunduğu görüldü.
2018 yılında tesisin hemen yanında yeni bir fabrika inşa edildi. İnşaatın tamamlanmasının ardından uydu görüntülerinde çok dikkat çekici bir şeye rastlandı.
Bağımsız analistler, tamamı aynı üniformayı giymiş gibi görünen çok sayıda insanın iki tesis arasında yürüyerek gidip geldiğini tespit etti.
BBC, Kuka kentinde bağımsız araştırmacılar tarafından yeniden eğitim kampı olarak tanımlanan bu tesislerden birini ziyaret etmek istedi. Peşimize takılan plakasız araçlar olduğu halde, tesisin etrafında çekim yaptık.
Artık fabrika ve kamp, tek bir devasa fabrika kompleksine dönüştürülmüş gibi görünüyor. Tesisin dış duvarlarında yoksullukla mücadele politikalarının faydalarını vurgulayan sloganlar yer alıyor.
Çekime başlamamızın üzerinden çok geçmeden durdurulduk ve bölgeden ayrılmaya zorlandık. Yerel basın organlarına göre, bu tekstil fabrikasında “hükümet tarafından harekete geçirilmiş ve organize edilmiş” 3 bin civarında kişi çalışıyor.
Ancak, uydu görüntülerinde tespit edilen kişilerin kim olduğunu ya da işçilerin bu fabrikada hangi koşullar altında çalıştığını belirlemek ise mümkün değil. Fabrikaya doğrudan yönelttiğimiz sorular da yanıtsız kaldı.
Sincan’da geçirdiğimiz zaman içerisinde polis, yerel propaganda yetkilileri ve diğer bazı kişiler tarafından çekim yapmamız engellendi. Yaptığımız yüzlerce kilometrelik yolculuklar boyunca, çok sayıda kimliği belirsiz kişi ve plakasız araçlarla takip edildik.
‘Kökü derinlerde, tembel düşünce yapısı’
Kamplar ve fabrikalar arasındaki bağlara rağmen, Sincan’da uygulanan yoksullukla mücadele programının ana hedefini geçmişte gözaltına alınmamış ya da tutuklanmamış kişiler oluşturuyor. Bu kişiler, güvenlik açısından daha düşük tehdit olarak nitelendiriliyor, ancak yine de “yenilenmesi” gerektiği düşünülüyor.
Genellikle çiftçilik yapan ya da hayvancılıkla uğraşan yoksul ailelerden gelen 2 milyondan fazla kişi iş için “harekete geçirilmiş” durumda. Bu kişilerin büyük bir bölümü istihdam öncesinde “askeri tarzda” bir eğitime ve ideolojik endoktrinasyona maruz kalıyor.
Şu ana kadar elde edilen bulgular, kamplarda tutulan kişiler gibi, bu grubun da başta Sincan’ın giderek büyüyen tekstil üretim tesisleri olmak üzere fabrikalarda işgücü olarak kullanıldığına işaret ediyor.
ABD merkezli düşünce kuruluşu Stratejik ve Uluslararası Etütler Merkezi (CSIS), Temmuz ayında yayımladığı bir raporda azınlıkların pamuk toplamaya da gönderilmesinin “mümkün” olduğunu, ancak kesin bulgulara varmak için “daha fazla bilgiye sahip olunması gerektiğini” söyledi.
Gereken bu bilgi de Dr. Zenz’in elde ettiği yeni belgelerde yer alıyor. Bu belgeler aynı zamanda azınlıkların toplu halde tarlalara götürülmesinin arkasındaki siyasi amacı da net bir şekilde ortaya koyuyor.
FABRIKA
Sincan bölgesel yönetimi tarafından pamuk toplayıcılarıyla ilgili Ağustos 2016’da yayımlanan bildiride, yetkililere topladıkları kişilerin “ideolojik ve etnik birlik eğitimlerini güçlendirmeleri” talimatı veriliyor.
Dr. Zenz’in bulduğu bir propaganda raporunda da, pamuk tarlalarının kırsalda yaşayan yoksul köylülere, “işgücünün ihtişamı” gösterilerek, “kökü derinlere inen, tembel düşünce yapılarının” değiştirilmesi fırsatı tanıdığı belirtiliyor.
“İşgücünün ihtişamı” temasından başka belgelerde de bahsediliyor. Bu tarz deyimler, Çin’in, Uygurların yaşam tarzının ve geleneklerinin modernleşmenin önünde bir engel oluşturduğu yönündeki görüşlerini yansıtıyor.
Pamuk toplayıcılığının faydalarıyla ilgili bir başka propaganda belgesinde, çalışmamak ve “evde çocuk büyütmek”, “yoksulluğun önemli bir nedeni” olarak tanımlanıyor.
Devletin çocuk, yaşlı ve canlı hayvanların bakımı için “merkezi” sistemler sunduğu ve böylece herkesin “hiçbir endişe duymadan işe gitmesinin” sağlandığı vurgulanıyor.
Belgelerde ayrıca, normal istihdam uygulamalarıyla ciddi tezatlar içerecek şekilde, pamuk toplayıcılarına yönelik kontrol ve gözetim mekanizmalarından da bahsediliyor.
Aksu’da bu yılın Ekim ayında yayımlanan bir politika belgesinde, pamuk toplayıcılarının gruplar halinde taşınması ve bu kişilere “kendileriyle birlikte yemek yiyen, yaşayan, ders alan ve çalışan ve pamuk toplama sırasında düşünce eğitimini aktif bir şekilde uygulayan” yetkililerin refakat etmesi gerektiği belirtiliyor.
Avrupa’da yaşayan genç bir Uygur olan Mahmut*, Sincan’a dönemediğini çünkü ülke dışına yapılan seyahatlerin insanların toplama kampına alınmasının en önemli nedenleri arasında olduğunu söyledi.
Ailesi ile temas kurması da çok riskli bir durum oluşturuyor. Mahmut, ailesi ile en son 2018’de görüştüğünü ve hem ablasının hem de annesinin çalışmaya götürüldüğünü aktardı:
“Kız kardeşimi Aksu’daki bir tekstil fabrikasına götürmüşler. Üç ay bu fabrikada kalmış ve kendisine hiçbir ücret ödenmemiş. Kış aylarında annem, devlet yetkilileri için pamuk toplamaya götürülmüş. Köy nüfusunun yüzde 5 ile 10’una ihtiyaç duyduklarını söylemişler ve kapı kapı dolaşmışlar. İnsanlar, hapse ya da başka bir yere atılma korkusundan dolayı çalışmaya gidiyorlar.”
Son beş yıl içerisinde, kapı kapı dolaşarak yapılan ziyaretler, Sincan’da önemli bir kontrol yöntemine dönüşmüş durumda. Azınlıkların yaşadığı evlerle ilgili detaylı ve özel bilgilerin elde edilmesi için 350 bin yetkilinin görevlendirildiği belirtiliyor.
‘Tamamen uydurma’
Sincan’ın giderek büyüyen pamuk sektörü geçmişte Çin’in diğer eyaletlerinden gelen mevsimlik göçmenlerin işgücüne dayanıyordu. Ancak pamuk toplamak oldukça zorlu, emek yoğun bir iş olarak biliniyor. Başka işlerde ücretlerin artması ve daha iyi iş olanaklarının ortaya çıkmasıyla göçmen işçiler de pamuk toplayıcılığını bırakmaya başladı.
Propaganda raporlarında, yeni bulunan bu yerel işgücünün hem işgücü krizini çözdüğünü hem de tarla sahiplerinin kârını artırdığından bahsediliyor.
Ancak hiçbir yerde, daha önce pamuk toplayıcılığı yapmamış yüz binlerce kişinin neden bir anda tarlalara koşturduğuna dair gerçekçi bir açıklama yer almıyor.
Her ne kadar belgelerde, aylık ücreti 5.800 TL’nin (5000 yuan) üzerine çıkabileceği belirtilse de, bir raporda bir köyden toplanan 132 kişinin aylık ortalama gelirinin 2.000 TL’nin (1670 yuan) biraz altında olduğu ifade ediliyor.
İlgili uluslararası sözleşmeler uyarınca, ödeme yapılsa bile bazı durumlar zorla çalıştırılma olarak kabul ediliyor.
BBC, Çin Dışişleri Bakanlığı’na sorduğu sorulara faksla yanıt aldı. Verilen yanıtta, “Sincan’daki etnik grupların tamamı, kendi özgür iradeleriyle işlerini seçiyor ve yasalara uygun bir şekilde gönüllü istihdam sözleşmeleri imzalıyor” denildi.
Açıklamada, Sincan’daki yoksulluk oranının 2014’teki yüzde 20 seviyesinden bugün yüzde 1’in biraz üzerine kadar gerilediği ifade edildi.
Açıklamada, zorla çalıştırılma iddialarının tamamen Batı tarafından “uydurulduğunu” belirtilerek, Çin’in muhalifleri Sincan’da “zorla çalıştırma ve zorla yoksulluk” yaratmak istemekle suçlandı.
Açıklamada, “Sincan’daki etnik grupların tamamının yüzündeki gülümsemeler, Amerika’nın yalan ve söylentilerine verilen en güçlü yanıt” denildi.
Etik ve sürdürülebilir standartları destekleyen bağımsız kuruluş İyi Pamuk Girişimi (BCI), BBC’ye yaptığı açıklamada, Çin’in yoksullukla mücadele programına ilişkin kaygıların, son dönemde Sincan’daki çiftlikleri denetleyip sertifikalandırmaya son verme kararlarında önemli rol oynadığını söyledi.
BCI Standart ve Garantiler Direktörü Damien Sanfilippo, “Yoksul ve kırsalda yaşayan toplulukların, yoksullukla mücadele programıyla bağlantılı işlerde çalıştırılmaya zorlanma riskinin bulunduğunu tespit ettik. Bu işçiler, yaptıkları iş karşılığında düzgün ücretler alsalar bile, ki bu mümkün, kendi iradeleriyle bu işi yapmayı tercih etmemiş olabilirler” dedi.
Sanfilippo, kararlarında etkili olan bir diğer unsuru da Sincan’da uluslararası gözlemcilerin erişiminin giderek kısıtlanması olduğunu belirterek, kurumun bu kararının küresel moda sektörüne yönelik riskleri artırdığını vurguladı.
Sanfilippo, “Bildiğim kadarıyla, pamuğun kaynağını teyit edebilecek, yerel düzeyde aktif çalışan hiçbir kuruluş yok” dedi.
BBC, elde ettiği bulgular ışığında 30 önde gelen uluslararası giyim markasıyla temasa geçerek, Çin’den gelen pamuğu kullanmaya devam edip etmeyeceklerini söyledi.
Yanıt verenler arasından yalnızca Marks and Spencer, Next, Burberry ve Tesco, Çin’den satın aldıkları ürünlerin hiçbirisinde Sincan’da yetiştirilen pamukların kullanılmamasını öngören çok katı bir politika uyguladıklarını belirtti.
Sincan’dan ayrılmaya hazırlanırken, Korla kentinin hemen dışında daha henüz 2015 yılında bomboş olan bir araziden geçtik. Burada artık devasa bir cezaevi kompleksi yer alıyor. Bağımsız analistler, içerideki fabrika binalarının dışarıdan görülebildiğini belirtiyor. Bunun bu tesisin ilk bağımsız görüntüleri olduğunu düşünüyoruz.
Burası, boş arazileri dolduran çok sayıdaki tesisten biri olmanın ötesinde aynı zamanda Sincan’da toplu tutuklamalar ile toplu istihdam arasındaki kaybolan sınırları da hatırlatıyor.
* Gerçek ismi değil.
bbc.com/turkce/haberler-dunya-55314942
Naci Kaptan
Yazıları posta kutunda oku