Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Terörün Kökü ve Nigaragua-ABD Davası
Gara’da yıllardır rehin tutulan 13 vatandaşımızın şehit edilmesi, ülkemizi yeniden yasa boğmuştur. Her fırsatta dile getirildiği gibi asker, polis, güvenlik görevlisi dahil onbinlerce şehidimizin görünüşteki katili PKK terör örgütüdür. 2021 itibariyle gerçek katilin ABD, İsrail ile bir kısmı NATO müttefikimiz olan Batılı ülkeler olduğu âşikârdır. Terör örgütünün “görünüşte katil” olması, mensuplarının suçlarını hafifletmediği halde gerçek suçluyu tanıyıp gerekenlerin yapılması için bu tespite ihtiyaç vardır.
Cinayeti işleyen tetikçi ile azmettiren aynı hükümlere tabidir. Bununla beraber tetikçiyi kullanan, daha ağır suçludur. Çünkü bir tetikçi, cinayeti işlemeyi kabul etmezse başka bir tetikçi bulunabilir. Bu yüzden cinayetteki etkinlik bakımdan tetikçinin rolü, onu yönetenin altında kalmaktadır. Zira azmettiren, bu katliamdan vazgeçtiği takdirde tetikçinin bu riski almasının anlamı kalmayacaktır. Nitekim yıllardır terör örgütünün eleman bulamadığı, birçoklarının örgütten kaçtığını biliyoruz. Fakat para ve güç olduktan sonra yerlerine yenisinin bulunması zor olmamaktadır. Esasen son katliam da “kökü kurutuldu” denilen örgütün ayakta olduğunun ilanını hedeflemektedir.
PKK için sözkonusu olan ikinci derecede sorumluluk aynen istihbarat örgütlerinin kontrolündeki El-Kaide, Taliban, IŞİD, Hizbüttahrir, Boko Haram gibi örgütler, hatta FETÖ için de geçerlidir. Ortadoğu, güvenlik, terör gibi konularda mezkur örgütler konulu akademik çalışmalarda bunların gerçek hamisi, destekçisi, koruyucusu, finansörü MOSSAD’dan, CIA’den, MI6’den ve diğerlerinden tek kelime bahsetmeyenler, makalelerini etki değeri yüksek dergilerde kolayca yayınlatabiliyorlar. Esasen YÖK sistemi de “yeter ki üniversite mensuplarımızın kaliteli dergilerde yayınları artsın” diyor. Aynen “yeter ki para getir, nasıl kazanırsan kazan” gibi. Bununla beraber bu “kaliteli” dergilerin editör kadrolarının önemli bir kısmının birinci sınıf istihbarat elemanı olduğu genellikle öldükten sonra ortaya çıkıyor.
Halkın vergileriyle maaşını alan akademisyenlerin bu ülkeye doğrultulan silahları perdeleme, bir anlamda temize çıkarma faaliyetlerinin de tekrar tekrar mercek altına alınması gerek. Bu tür akademisyenlerin hangilerinin bilimsel objektiflik gaflet veya kaygısıyla hareket ettiği, hangilerinin “yeter ki makalem yayınlansın” dediği, hangilerinin bu ülkenin düşmanlarıyla işbirliği içerisinde olduğunun tespiti kolay değildir. Buna karşın yönetim kademesinin de böyle bir kaygısı olmaması ürkütücüdür. “Yeter ki yayın yapılsın” kapsamında bu ülkenin üretiminin, tarımının, ekonomisinin, tarihinin, halkın sağlığının, geleneklerinin, kültürünün, inanç ve itikat mirasının da kıymetinin hiç itibara alınmaması ayrı bir konudur. Bu tespitler, eli kalem tutmayan profesörlerin tembelliği için elbette teselli kaynağı değildir.
Hemen her acı haberden sonra şehitlerden kat kat fazla sayıda teröristlerin etkisiz hale getirildiği, terörün inine inildiği, kökünün kazındığı duyurulmaktadır. Bu haberlerin de kamuoyunu teselli babında bir anlamı olabilir. Ancak asıl yapılması gerekenler yerine sadece toplumun gazının alınması çıkmaz sokaktır.
İsrail’in kuruluşundan sonra Türkiye dahil bölgedeki güçlü devletlerin parçalanması, bu devletlerden koparılan topraklarla İsrail uydusu devletler oluşturulması projesi bir kaç yıl öncesine kadar komplo teorisi idi. Medeniyetler İttifakı, Dinlerarası Diyalog, Arap Baharı, özellikle de Suriye iç savaşından sonra bu proje hayata geçirilmiştir. Kuzey Irak’taki terör inlerinin yok edilmesinin pek anlamı kalmamıştır. Çünkü sınırımızın yanı başındaki Suriye topraklarının önemli bir kısmı artık Pentagon-İsrail kontrolündeki terör devletidir (Kürt devleti değil!), çok daha fonksiyonal bir Kandil’dir. 10 binlerce tır dolusu silahlar ülkemize doğrultulmuştur. ABD, NATO envanterindeki silahların teröristlerin çantalarından çıkması vak’a-yı âdiye haline gelmiştir. Askerimizin, polisimizin katillerinin, şehirlerimizi bombalayanların ABD kontrolündeki kamplarda eğitim gördüklerinin yığınla belgesi, şahidi, delili bulunmaktadır. Hatta kendi resmi sitelerden dahi bu bilgilere ulaşılabilmektedir. ABD-Türkiye savaşı fiilen başlamıştır. Esasen bu savaş başlayalı nerdeyse 40 yıl olmuştur. Son yıllarda ise cephe çok daha genişletilmiş, yanıbaşımızda kaleler inşa edilmiş ve dev gibi tahkimat yapılmıştır.
Türkiye’nin on yıllardır teröre teslim olmaması önemli bir başarıdır. Bununla beraber ülkemize bomba atanları güllerle karşılama döneminin sona ermesi gerekmektedir. ABD menşeli bu katliamlara karşı radikal bir çıkış, hassas dengeler üzerindeki ekonomiyi daha kırılgan hale getirebilir endişesi anlamsızdır. Çünkü karşı taraf zaten ülke toprağını, askerini, polisini, doğal olarak ekonomisini hedef almıştır. Sözkonusu katliam ve saldırıların resmiyete dökülmemesi, daha az maliyetle yeni tavizler koparmayı amaçlamaktadır ki bunun sonu gelmeyecektir.
ABD’ye karşı alınacak diğer tedbirler yanında Uluslararası Hukuk literatüründe içtihat haline gelen 1986 Nikaragua Davası’nı hatırlamak gerekmektedir. Küçük bir Orta Amerika ülkesi olan Nikaragua yönetimine karşı ABD, Humeyni İranına İsrail ile birlikte gizlice sattığı silahlardan elde ettiği paralarla Kontraları eğiterek silahlandırmış, istihbarat desteği vermiş ve hükümete karşı ayaklandırmıştır. Aynen 40 yıldır PKK için yapılanlar gibi. Uluslararası Adalet Divanı, ABD’nin bu eylemini bir devletin iç işlerine müdahale ve güç kullanma olarak tanımlamıştır ki bu tazminatı da gerektiren bir suçtur. On binlerce şehidimizin kanına giren terörün arkasında ABD’nin bulunduğuna dair deliller, bağlantılar, Nikaragua’nın ABD hakkında Divana sunduklarından çok daha açık ve fazladır. Böyle bir girişim için Türkiye’nin diplomatik ve hukuk kapasitesi de Nikaragua’dan çok daha geniştir.
Türkiye’nin NATO üyeliği, bu örgütün patronu ABD’nin düşmanca saldırılarını geçiştirmesini, saldırılara karşı pasif kalmasını zorunlu kılmaz. Esasen birçok NATO ülkesi de bu tür eylemlerden rahatsız olup Türkiye’nin arkasındadır. Bunun ötesinde vergisini ödeyen ABD halkı, hatta önde gelen birçok yönetici de bu kirli politikayı desteklememekte, yanlış olduğunu her fırsatta ikrar etmektedir. Dolayısıyla ABD’ye karşı diğer eylemler yanında hukuk yollarına başvuru, NATO üyeliğini riske atmayacaktır. Bununla beraber NATO üyeliğinin maliyeti, ülkemizin teröre teslim olması ise zaten bunun anlamı kalmayacaktır. Ancak sorun kesinlikle bu üyelik olmayıp fakat aynı zamanda üye olan devletin/devletlerin saldırgan politikalarıdır. Bu anlamda NATO’nun içinde bulunmak cephenin genişlemesini önlemektedir.
Öncevatan, 22.02.2021
alaeddin.yalcinkaya@marmara.edu.tr