Site icon Turkish Forum

ŞAHSIM DEVLETİ (6)

Mutlakiyet ve merkeziyetçilik - Habip Hamza ERDEM

Mutlakiyet ve merkeziyetçilik

            ‘Şahsım Devleti’nin bir ‘mutlakiyet’ özleminin olduğu apaçıktır.

            Ancak, çoğu kez yapıldığı üzere, ‘mutlakiyet’ (absolutisme) ile ‘merkezileşme’ (centralisation) terimleri biribirlerine karıştılmaktadır.

            Oysa aralarında önemli bir ayırım yapılması gerekmektedir.

            Mutlakiyet (absolutismesiyasal otoritenin egemenliğine gönderme yapmasına karşın, merkezileşme kurumsal etkinliğe (activité institutionnelle) gönderme yapmaktadır.

            Dolayısıyla ‘Şahsım Devleti’nin, siyasal otoritesini yerleştirmek için varolan kurumsal yapıyı etksizleştirmeye ve eğer başarabilirse o kurumsal yapıyı ortadan kaldırmaya yönelmesi beklenir.

            Böyle bir durumda, ‘Devlet’in merkezileşmesi şöyle dursun, çağaşımsal (anachroniqueyadmerkezciliğe (décentralisation) yol açılmış olacaktır.

            Fransa’dan örnek verilecek olursa, XVIInci yüzyıldan itibaren, önce Richelieu ardından Colbert, kimi yerel ‘siyasal otorite’nin ‘siyasal özerklik’lerini kaldırmış ama onların ‘kurumsal etkinlikleri’ne devam etmelerine olanak vermişlerdir.

            İlerleyen bölümlerde ayrıntısına gireceğimız üzere, böylece sıkça örnek gösterilen ‘Fransız yadmerkezciliği’nin tarihsel kökenlerine de değinmiş olmaktayız.

            Ancak burada, yine sıkça kullanılan ve yine sözcüğün tam anlamıyla gelişigüzel kullanılan ‘birlik ve beraberlik’ terimlerine değinmeden olmaz.

            Kuşku yok ki, Türk Devrimi’nin kimi kavramları Fransız Devrimi’nden esinlenmişlerdir.

            Bunlardan en önemlisi ‘Birlik ve Bölünmezlik’ (Unité et indivisibilité) takımıdır.

            Türkiye’de tarihten gelen ‘bir olmak’, ‘birlik olmak’ türü deyimler var idi.

            Ancak bu ‘deyim’lere (notion) dönemine göre çok farklı ‘anlam’lar yüklenmiştir.

            Benzer biçimde, örneğin Fransız Devrimi sırasında sıkça dillendirilen Birlik (unité) sözcüğünün, henüz bilinmeyen ‘merkeziyetçilik’ ya da ‘yadmerkezcilik’ terimlerine gönderme yapması sözkonusu değildi.

            Çünkü bu sonuncular daha sonraki ‘tarihsel dönem’lerde keşfedilmişlerdir.

            Örnek olsun, ‘ulusal çıkarlar sözkonusu olduğunda birlik olmak gerekir’ türü bir tümce, herşeyden önce bir ‘temellendirme’ sorunu taşımaktadır.

            ‘Mutlakiyet’ döneminde ‘ulusal çıkar’ diye bir şey mi vardı?

            O dönemde, toplumun ‘ortak çıkarları’ (intérêt collectif) ancak ‘siyasal otorite’nin  ‘uyulması zorunlu kararları’yla (décision exécutoire) belirleniyordu.

            Oysa ‘Ulus’ kavramıyla birlikte, ‘siyasal otorite’nin kaynağı kral değil ama doğrudan ‘ulus’un kendisi olmuştur.

            Dolayısıyla, ulusal aşamada, herhangi bir insan denetimine sahip olmayan, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi konumundaki bir ‘siyasal otorite’ yerine, ulus ‘siyasal otorite’nin temelini oluşturacaktı.

            İşte ‘Şahsım Devleti’nin ‘mutlakiyet özlemi’, ‘Devlet’in yanısıra ‘ulus’un da ‘kurumsal etkinliği’ni yok etmeyi hedefleyecektir.

            Böylece ‘bölünmezlik’ anlayışıyla birlikte ‘birlik’ anlayışı da boş birer ‘slogan’a dönüşeceklerdir.

            Daha önce değindiğimiz üzere, ‘Şahsım Devleti’ ya da ‘Neo-patrimonial Devlet’in işleyiş mekanizması, dönemsel olarak ‘Devlet-Ulus’ların ortadan kalkması gerektiğini ileri süren ‘neo-liberalizm’ ideolojisiyle çakışmış olmaktadır.

            Vurgulamak gerekirse, iki ayrı ‘süreç’ten sözedilse bile, aynı doğrultuda ilerlenerek benzer  bir ‘sonuç’a ulaşılmış olmaktadır.

            İlk bakışta, bu denli ayrıntıya girmenin gereksizliği ileri sürülse de, burada yapılan çözümlemenin ‘kuramsal çalışmalar’ bakımından kaçınılmaz olduğunu düşünmekteyiz.

            Aksi taktirde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi ‘Devrim’le kurulmuş bir ‘Devlet-Ulus’un salt ‘Sultanlık özlemi’yle bu kadar kolay ve bu kadar kısa bir sürede ‘Şahsım Devleti’ne dönüştürülmesini açıklamak olanaklı olmayabilirdi.

            (Sürecek)

Exit mobile version