İNSANLIĞIN TEMEL KARŞITLIĞI: DOGMA VE AKIL… 19.02.2021
Dr. Noyan UMRUK
Evrensel insanı ve doğayı konu edinen akıl ile belirli “akideler” dışında bir gerçek kabul etmeyen dogma bağdaştırılamaz antinomiler, çatışkılardır…
İkisi, insanlık tarihinde insan ve toplumlar için temel karşıt akımları oluşturuyorlar.
İnsanlık tarihinde dogmaların kaynağı inanca dayalı sistemler, çok ve tek tanrılı dinler…
Ancak geçtiğimiz yüzyıl, milenyumumuza içinden çıkılmaz bir dogmatik miras daha bıraktı: Etnik nedenlere dayanan kimlik arayışlarının, zengin kültür miraslarının evrensel aklın öncülüğünde kaynaşması yerine, “biz ve ötekiler” ayrımcılığı bağlamında dogmatizme dönüşmesi.
Bakın, geçen yüzyılın son çeyreğinde, “Race et L’histoire”(Irk ve Tarih) adlı kitabında Levi-Strauss(1) ne diyor:
”Kabile düzeyinde insanlık, kabilenin sınırında biter. Tam ve mükemmel olanlar, iyiler yalnız klan üyeleridir. Onun dışındakiler başkadır, kötüdür. Bugün bu çeşit bir yabancılaşma, milli devletlerde etnik ve dini gruplar arasında görülmektedir.”
Üretim araçları mülkiyeti ve üretim sonucu oluşan zenginliğin bölüşülmesinin nesnel sonucu olan “Sınıf” gerçeğinin evrensel ve toplumsalkatmanlaşmayı yarattığı gerçeği unutturularak, toplumlar etnik bazda “biz ve ötekiler” ayrımcılığının gayya kuyusuna itilip, akıl almaz bir husumet ve şiddetle boğuşturulup, galibi olmayan “Pirus Zaferleri” ile oyalanırken, birileri hem ulusal hem de uluslararası düzeyde zenginliği ve serveti keyiflerince paylaşmakta…
İnanç Sistemlerine gelince, İslam dini, insanın ve sosyal yapılanmaların tüm eylem ve etkinliklerini belirli kurallara bağlayan bir din olarak “müstesna” bir yere sahiptir.
Ancak, ilkeleri Allah’ın devrimci peygamberine gönderdiği vahiylerden oluşan İslam dininin zamanla tıpkı “etnik gruplaştırılma” yönteminde olduğu gibi yaratılan ve de kamçılanan “dinsel gruplaşma”ların akıl almaz çatıştırılmaları sonucu, yine birileri hem ulusal hem de uluslararası düzeyde zenginliği ve serveti keyiflerince paylaşmaktadırlar…
İslam’ın yaşamın her alanını düzenleme işlevi, “Fetva” kurumu ile sürekliliğini berkitilmiş, sağlamlaştırılmıştır. Bu kurum istenildiğinde “dinsel gruplaşma ya da yozlaşmaya da” hizmet edebilmektedir. Sakın bu devirde fetva devrinin modası geçti falan demeyin…
Gelenekte varsa, çoğunluğu arkasına alanın fetva yönteminden hoşlanması anlaşılabilir bir şeydir. Anlaşılamayanı, tarihte bir şekilde çoğunluğu ya da belirli güçleri arkasına alıp fetvalarla yönetme yoluna başvuranların toplumları sürükledikleri uçurumların anımsanmamasıdır.
Toplum ve insan yaşamında akılcılığa gelince, o, Platon Akademisi, Kartezyen düşünce ve 18nci yy. Aydınlanma çağının eseridir.
1880’lerden itibaren Türk aydınları arasında yaygınlaşan aydınlanma felsefesi, zamanla toplumun ve devletin “selameti” için tek çıkış yolu olarak benimsenmiştir.
Nitekim, Cumhuriyetin kuruluş döneminde, kısa süren devrim sürecinde, bu felsefe, devrim lideri ve kadrolarınca topluma bir ölçüde mal edilebilmiştir.
Ancak, daha sonra, dogmatik liderlik anlayışı, adım, adım, uzun bir süreçte, iç ve dış eko politik konjonktürün etkisi ve yararına hizmet edebilecek şekilde devlet, toplum ve insan yaşamına egemen olabilecek bir konumu deneyebilecek bir güce erişti.
İşte, bu noktada insanın aklına, bilimsel düşüncenin, eleştirel akılcılığın yuvası ve kalesi olması gereken aydınlar ve üniversiteler geliyor. Adı üstünde, onlar evrensel aklın, bilimsel düşüncenin insan ve toplum yaşamına öncülük etmesi için oluşturulmuş kurumlar…
İyi de neredeler? Allah aşkına…
Üniversiteler, dogmatik liderliklerin kalıplarını kamuoyunun bilinç altına enjekte eden ya da yalvaran bakışlarla yumuşatmaya çalışan akademisyenler topluluğu mudur?
Üniversiteler, orta çağ ile yeniçağ arasında bocalayan dünya görüşlerine karşı bilimsel, yansız, objektif ve ciddi duruşlar gösteren aydınlanma kurumları işlevini yüklenmek durumunda değiller midir?
Üniversitelerin evrensel aklın, eleştirel akılcılığın toparlayıcı, yaratıcı, yükseltici, onurlu bir ocağı olması gerekmez mi?
Dogmaların gölgesinde ortalığa saçılıp dökülen adaletsizlik, hukuksuzluk, yolsuzluk ve yoksulluklara karşı ”cahil perileri” oynamayı sürdürmek aydınlara ve üniversitelere yakışır mı?
Akıl ve vicdan muhasebesi yapma zamanı…
(1)Claude Lévi–Strauss, (d. 28 Kasım 1908 – ö. 30 Ekim 2009), Fransız antropolog, etnolog ve yapısalcı antropolojinin önemli ismi