Hakkında yazılanlardan öğreniyoruz ki; İskilipli Mehmet Âtıf’ın Osmanlı dönemindeki hayatı da maceralarla dolu ve sicili pek parlak değildir. Sinan Meydan diyor ki bu konuda:
“II.Abdülhamit döneminde Meşihat-ı İslamiye Dairesi’nde görevliyken dönemin şeyhülislamı tarafından Bodrum’a sürülüyor. Bodrum’dan başka birinin pasaportu ile gizlice Kırım’a kaçıyor. Meşrutiyetin ilanından bir hafta önce İstanbul’a dönüyor. Meşrutiyet döneminin en gerici yayın organlarından biri durumundaki Beyanül Hak dergisinde yazılar yazıyor. Meşrutiyet döneminde Mahmut Şevket Paşa suikastından sorumlu tutularak Sinop’a sürülüyor. Sinop’tan Çorum’a, arkasından Boğazlıyan’a, peşinden de Sungurlu’ya sürgün ediliyor. İskilipli Atıf’ı aklamak isteyen Necip Fazıl, bu sürgün kararlarını ‘din alerjisi olan İttihatçıların zulmü‘ diye yorumluyor.”(1)
Bir başka kaynakta ise bu konuda şu bilgilere yer verilmektedir: “1905 yılında İstanbul’daki Fatih Camii’nde ders vermeye başladı. Bir ara Şeyhülislam tarafından Bodrum’a sürüldü. Burada para toplarken ihbar edilmesi üzerine, eski medrese arkadaşlarından Kırımlı İbrahim Efendi’nin pasaportuyla Kırım’a kaçtı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döndü ve sonraları katıldığı 31 Mart İsyanı’nda tutuklandı. 1913’te, Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesi olayında suçlu bulunarak 5,5 yıllığına Sinop’a sürüldü…”(2)
Görüldüğü gibi İskilipli Mehmet Atıf, sıradan bir Müderris (Üniversite Hocası) değildir. O, aynı zamanda bir aktivist ve politikacıdır. Sanki nerede bir gerici eylem var, İskilipli Mehmet Atıf oradadır! İsmi, “Askerî bir isyan olarak ortaya çıkmasına rağmen isyana dahil olan softaların propagandaları sonucu sonradan dinî bir hal alan”(3) ve gerici softaların “din elden gidiyor” yaygarasıyla mutaassıp askerleri tahrik ettikleri 31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) ayaklanmasına da karışıyor, bu ayaklanmayı bastırmak için Selanik’ten gelen Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa’nın katledilmesine de karışıyor!
Aynı konuya değinerek“Meşîhat-ı İslâmiyye Dairesi’nde bulunan dersiâmların mağduriyetini giderme konusunda yaptığı çalışmalar üzerine şeyhülislâm tarafından Bodrum’a sürüldü; oradan da Kırımlı İbrâhim Tâli Efendi’nin pasaportu ile Kırım’a geçti. Kırım’dan Varşova’ya kadar giden Âtıf Efendi, II. Meşrutiyet’in ilânından bir hafta önce İstanbul’a döndü… Meşîhat-ı İslâmiyye Dairesi’nde bulunan dersiâmların mağduriyetini giderme konusunda yaptığı çalışmalar üzerine şeyhülislâm tarafından Bodrum’a sürüldü; oradan da Kırımlı İbrâhim Tâli Efendi’nin pasaportu ile Kırım’a geçti. Kırım’dan Varşova’ya kadar giden Âtıf Efendi, II. Meşrutiyet’in ilânından bir hafta önce İstanbul’a döndü.”(4) diyen Sadık Albayrak, belki de istemeyerek hem İskilipli Mehmet Âtıf’ın sahte evrakla firar edecek yapıda bir kanun tanımaz, hem de maceraperest bir şahsiyet olduğunu ortaya koymuş oluyor!(5)
Öyle ya; Müslüman bir din adamının, Papa II. John Paul gibi “Aziz” rütbesine yükseltilmiş(6) bir Papa çıkaran ve Katoliklerin merkez ülkelerinden birisi olan Polonya gibi bir ülkede başka ne işi olabilir?
Şeyh Uçmaz Mürit Uçurur ve Hakkında Söylenen Yalanlar
Bazı toplum kesimlerince hakkında darbımesel haline getirilen, “Hoca İstiklal Mahkemesi’nde kendisini savunmaya bile tenezzül etmemiş, hatta hazırlamış olduğu savunmasını yırtıp atmıştır. Çünkü rüyasında Peygamber’i görmüş, peygamber kendisine ‘Benim yanıma gelmekten imtina mı ediyorsun?’demiştir…” vs. şeklindeki rivayetlerin tamamı, yalan ve uydurmadır. Bu kabil dinci yayınlardan birisinde verilen şu bilgiler de enteresandır:
“Gerçekleşen bir duruşmada büyük bir Türkiye bayrağı önünde oturan İstiklal Mahkemeleri hakimi Kel Ali, eline aldığı şapkayı göstererek Atıf Hoca’ya yönelik ‘Kafandaki sarık da aynı çaputtan, bu şapka da. Niye bunu takmıyorsun da onda ısrar ediyorsun?’ sorusunu yöneltir. İskilipli Atıf Hoca ise Kel Ali’ye karşılık olarak ibret içeren şu tarihi cevabı verir: ‘Reis Bey, arkandaki Türk Bayrağı da çaputtan yapılmıştır, İngiliz bayrağı da. Bu bayrağı çıkarıp diğerini takarsan ne olur?’ İdam sehpasına dudaklarında ayetlerle yürüyen İskilipli Atıf Hoca’nın sonsözü şu olmuştu: ‘Zalim ve katillerle mahşer günü elbette hesaplaşacağız’”(7)
Oysa Mehmet Atıf, hemen bütün mahkumlar gibi cezadan kurtulmak için sonuna kadar mücadele etmiş ve mahkemede kendini savunarak, mahkeme heyetini ikna etmeye çalışmıştır. Hatta, başında bulunduğu derneğin yayınladığı hain bildirinin yayınından bir yıl, Yunan uçaklarıyla Anadolu’daki halkın ve cephedeki askerin üzerine atılmasından iki ay sonra, muhtemelen başına geleceği hesap ederek yayınlatmış olduğu Tekzip metnini bile belge diye sunmuştur mahkemeye.
Yargılamanın 3 Şubat 1926 tarihli 1. celsesinin sonunda Mahkeme Heyeti ile İskilipli Mehmet Atıf arasında şu diyalog geçiyor mesela:
“Soru: …bir defa böyle kitap satışı dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Kitap gönderdiğiniz adamların hepsi kitap satacak adamlar değildir.
Cevap: Gönderdiğim adamların hepsi memleketlerinde itibar sahibi olan adamlardır beyefendi.
S: Onlar kitap satmazlar.
C: Bendeniz kitapçıya sattıramazdım. İstanbul’da yeni her kimin kitabı çıkarsa çıksın en fazla yüz, yada iki yüz satılır, diğerleri kitapçılarda kalır…
S: Bu kabul edilebilir bir ifade değildir.
C: Hakikat böyledir.
S: Kitabın basıldığı ve dağıtıldığı, sevk edildiği günler, memleketin tarihi için en acılı günlerdir. Fesat kaynadığı, isyan çıkacağı günlerdir. Bütün bu hakaretin bir gizli gayeye delalet eder.
C: Eğer Kürdistan’a göndermiş olsa idim dediğiniz doğru idi. Fakat ben Anadolu’nun göbeğine gönderdim. Karahisar’a gönderdim.
S: İmkân bulsa idin oraya da gönderirdin.
C: Gizli bir maksadım olsa idi oralara da göndermenin çarelerini bulurdum.
S: Buradaki isimler hep görünümü kurtarmak için yazdığın isimlerdir…
…
S: …sen en karanlık günlerde Teali İslamcılık yap, Mustafa Sabri’nin yanında ol, sonra karşımızda şöyle böyle söyle. Sözleriniz hiçbir gerçeğe uygun değildir.
C: Bu husus için size belge gösteririm.
S: Ne belge?
C: Mustafa Sabri ile bu beyanname meselesini görüşse idim, tekzib etmezdim.
S: Bilakis, bu sizin kastınızın devamı için yapılmış bir tertib olur.
C: Niçin öyle olsun, ben de onlarla beraber olur beyannameyi tasdik için ısrar ederdim ve imza ederdim. Hâlbuki açıkça muhalefet etmişimdir…
S: Belge göster.
C: Belgeyi arz ediyorum: Vakit Gazetesi 1034’üncü nüshasında tekzibnamem durur. Şimdi durup dururken bendenize vesika sormak bilmem nasıl olur!
S: Sen bu tekzibnameyi ancak gizli bir maksat için yaparsın.
C: Ne maksadı beyefendi?
S: Çünkü gördünüz ki bunlar yunan tayyareleri ile atıldı ve aksi tesir yaptı. Anadolu halkı Milli Mücadeleye daha fazla destek vermiştir. Siz de bu kötü durumdan kurtulmak için bunu yaptınız.
C: Eğer öyle olsa idi onlarla beraber olurdum, cemiyete devam ederdim. Hâlbuki devam etmedim. Bu da bir delildir. Eğer devam etse idim bu düşünceniz akla gelebilirdi.
S: Sus bizi çileden çıkarma! Hürriyet ve itilaf’tan ve Mustafa Sabri’den destek alarak bu cemiyeti kurduğun buradan belli oluyor. Sen hâlâ onlardan ayrıyım diyorsun. Biz budala olmalıyız ki, bu sözlere inanalım. Bol bol atıyorsun. Çıkarın!”(8)
Netice olarak diyelim ki; İskilipli Mehmet Atıf, İstiklal Mahkemesi Heyeti’ni ikna etmek için elinden gelen gayreti göstermiş, ancak ikna edememiştir. Kendisinin de itiraf ettiği gibi; İstanbul Emniyet Müdürlüğü Birinci Şubesi’nin 14.08.1341(1925) tarihli raporu ile Dahiliye Vekaletine ihbar edilen ve adı geçen vekaletin 26.09.1341 (1925) tarih ve 4717 sayılı emirleri ile toplatılmasına ve satışının yasaklanmasına karar verilen “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli kitabı el altından ve ilişkide bulunduğu kişiler eliyle Anadolu’da dağıtmaya devam ettiği ve bu kitapların isyan çıkan mıntıkalarda da ele geçirildiği, ayrıca Teali İslam Cemiyeti bildirisi konusunda kendisini aklayamadığı gerekçeleriyle idam edilmiştir. “Kararda İskilipli Atıf’ın iki suçtan yargılanıp idam edildiği görülüyor. 1. Halkı isyan ve irticaya teşvik, 2. Milli Mücadele’deki ihanet bildirileri.”(9)
Israrla duymak istemeyenler için bir kez daha tekrarlayalım:
İskilipli Mehmet Atıf, “Ankara İstiklal Mahkemesi’nde; 1. Yayın yaparak ‘Dini ve Dinin Kutsal Kavramlarını Siyasete Alet Edenler Hakkındaki Kanun’a muhalefet 2. Kurtuluş Savaşı yıllarında Teali İslam Cemiyeti Başkanlığı döneminde bu cemiyetin hazırlayıp Yunan uçaklarından attırdığı Kurtuluş Savaşı karşıtı beyannameler nedeniyle ‘vatan hainliği’ nden idama mahkum edilmiştir. Biraz daha açarsak, İskilipli Atıf, Türk Ceza Kanunu’nun 55. Maddesi’nin ‘TC’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun tamamen veya kısmen tağyir… veya ifayı vazifeden men’ine cebren teşebbüs edenler idam olunur diyen muharrer fırkası mucibince’ vatan hainliğinden idam edilmiştir. Ayrıca İskilipli Atıf’la birlikte aynı suçtan hüküm giyen Babaeski Müftüsü Ali Rıza da idam cezasına çarptırılmıştır. Müftü Ali Rıza’nın da Yunan işgaline karşı direnilmemesi için çalışmalar yaptığı kesin olarak belgelenmiştir.“(10)
___________
1-Sinan Meydan, “İskilipli Atıf niye asıldı?” başlıklı makalesi, . Vurgular yazarına aittir.
2- Osman Selim Kocahanoğlu, Selim (Eylül 2012). Atatürk’e Kurulan Pusu: İzmir Suikastinin İçyüzü (4. bas.), Temel Yayınları, İstanbul, 2012, sf. 60-61’den naklen
3- Sıddık Yıldız, “Çıkışından Bastırılmasına kadar 31 Mart İsyanı” (master tezi), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Ankara 2006 s.256’dan naklen
4-Sadık Albayrak, TDV. İslam Ansiklopedisi, “İskilipli Mehmet Âtıf Efendi” maddesi, c,22, s, 583. .
5- Sadık Albayrak, Hazine ve Maliye Eski Bakanı Berat Albayrak’ın babasıdır. Oğlunun, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı olmasıyla birlikte gazetedeki köşe yazarlığını bırakıp evine kapandığı, hatta bir polisle tartıştığı için kelepçelenerek karakola götürüldüğü halde başbakanın dünürü olduğunu söylemediği iddiaları var. (Bkz. Barış Pehlivan-Barış Terkoğlu, Sızıntı-Wıkıleaks’te Ünlü Türkler, 12. Baskı, Kırmızıkedi Yayınları, İstanbul, 2012, s, 29).
Oğlunun bakanlıktan istifası üzerine medyada yer alan bir takım iddialarla ilgili olarak 11 Kasım 2020 günü şu açıklamayı yapmıştır Sadık Albayrak: “Son günlerde şahsım ve ailem hakkında yayılan yalan yanlış haberler üzerine açıklama yapmak boynumun borcu olmuştur. 60 yıllık yazarlık ve gazetecilik hayatıma tarih ve arşivler şahittir. Çocuklarımı gayesi ulvi ve cihanşümul bir davanın neferi olarak yetiştirdim. Onlar da ülkelerine ve içinde yaşadıkları cemiyete hadim oldular. Bunun için üstlendikleri vazifeler ancak bir vasıtadır. Ben onlardan razıyım. Son günlerde ailem ve çocuklarım hakkında en alçak iftira ve karalamalara tevessül edilmektedir. Bu vicdandan, izandan, insaftan yoksun bir vaziyettir. Bizler dünyevi makam ve mevkilerle değil; duruşumuzla, fikirlerimizle ve memleketimize hizmetle var olma gayesi güden insanlarız. Bir dava partisi olan AK Parti’nin ve her daim ‘Nur-u Aynım’ dediğim muhterem Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında, ‘ölümüne ölümüne’ duygusuyla, bütün bir aile olarak dim dik durmaktan bir an dahi vazgeçmemiz mümkün değildir. Emperyal güçlerin ve yerli uzantılarının, başta FETÖ olmak üzere bütün millet düşmanlarının karşısında elimizde ‘Selahaddin’in kılıcı’ alnımız ak, başımız dik dağ gibi durmaya devam edeceğiz. Masa başında sahte fitne haberleri üretenlerin hevesleri kursaklarında kalacaktır.”(bkz. &
6-
7-https://m.facebook.com/akidgazetesi/posts/947425132054077.
“Türkiye Bayrağı” tabirine dikkat edin lütfen. Bayrağımızın adını bile “Türk Bayrağı” olarak değil, “Türkiye Bayrağı” olarak yazıyorlar. “Türk” demekten adeta imtina ediyorlar. “Kumaş” veya “Dokuma” gibi kavramlar yerine “Çaput” kavramını tercih etmeleri de ayrı bir dikkat konusudur…
8- Ahmed Nedim’in, “Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları-1926, İstanbul- 1993” isimli eserinden aktaran Selim Yenikapı, bkz. “İskilipli Atıf Hoca’nın idam duruşması” başlıklı yazısı,
9-Sinan Meydan, agm.
10- Sinan Meydan, Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın Tarih Tezlerine El-Cevap, (genişletilmiş) 11. baskı, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2019, sayfa 581-641’den naklen ; Karşılaştırma için bkz. Selim Yenikapı, “İskilipli Atıf Hoca’nın idam duruşması” başlıklı yazısı,
Yazıları posta kutunda oku