Yeni Anayasanın arkasındakiler…

Yeni Anayasanın arkasındakiler…

Haluk Dural
Milli Merkez Genel Sekreteri
17.02.2021

Geçtiğimiz 1 Şubat günü yapılan Kabine toplantısı sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamalarda “….Belki de şimdi Türkiye’nin yeni bir anayasayı tartışma vakti gelmiştir. Anayasa çalışması gizli saklı mahfillerde terör örgütü ile irtibatlı kesimlerin gölgesinde ülkesi ile zihni kalbi bağlantısı kopuk isimlerle yürütülebilecek bir iş değildir.

Bu çalışmanın milletin gözü önünde ve onun temsilcilerinin tamamının katılımıyla şeffaf bir şekilde gerçekleştirilmesi ortaya çıkan metnin de mutlaka milletin takdirine sunulması gerekir…[]” diyerek kamuoyunun gündemine “yeni anayasa” tartışmasını tekrar gündeme getirmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Cumhur İttifakı olarak bir anlayış birliğine varmamız halinde önümüzdeki dönemde yeni Anayasa için harekete geçebiliriz” paylaşımını alıntılayan Adalet Bakanı Gül, “Sayın Cumhurbaşkanımızın yeni anayasa vurgusu hepimiz için heyecan verici bir müjdedir” dedi.

Muhalefet partilerinin konuyla ilgili açıklamaları üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gündeme getirdiği yeni anayasa tartışmalarına ilişkin konuşan TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı ve AKP Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ “Sıfırdan yeni bir anayasa yapmak, yeni bir cumhuriyet kurmak değil. Anayasa, toplumsal bir sözleşmedir” diyerek yeni anayasa yapılmasına ışık yakmıştır.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ve beraberindeki heyetin CHP’ye yaptığı ziyaret sonrasında Mithat Sancar, “muhalefet cephesinin parlamenter sisteme dönüş talepleri çerçevesinde, 1921 Anayasası’nın güçlü parlamento, denetim mekanizması ve yerel yönetimleri öngörmesi bakımından ilham alınabileceğini” açıkladı.

Ayasofya Camisi baş imamı Mehmet Boynukalın, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden biri olan laikliğin yeni anayasada yer almamasını istedi. Boynukalın, Twitter hesabından, “1921 ve 24 anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün” ifadelerini kullandı.

AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan, yeni anayasayla ilgili sürecin 4 aşamadan oluşacağını söyledi. Özkan “Bu anayasanın ismi ‘Yeniden Kuruluş Anayasası’ olacak” ifadelerini kullandı.

Yeni anayasa yapılmasına destek veren MHP’den yapılan açıklamada ise MHP’nin kırmızı çizgileri “başkanlık sistemine referandum yolunun açılması için 2 şart: Anayasanın ilk 4 maddesi”nin değişmemesi ve Erdoğan’ın anayasal çizgilerine çekilmesi” olarak açıklandı.

Bu açıklamalar nasıl değerlendirilmeli?

İç ve dış dinamikler

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yeni anayasa” açıklamasının altındaki iç etkenlerin başında; ülkemizde yaşanan ekonomik kriz kovit-19 salgını şartlarında derinleştikçe, yapılan kamuoyu araştırmalarına göre Cumhur İttifakının (AKP+MHP+BBP) oylarının önemli ölçüde düşmekte olduğu görülmektedir. Bu eğilim devam ettiği taktirde 2023’de yapılacak seçimlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın % 50+1 oyla seçilme şansı kalmamaktadır. İktidar partisinin “yeni anayasa” arayışlarının en görünür sebebi, bu oranı değiştirmek olarak görülmekle beraber “tek adam” rejimini pekiştirmek için bu sefer anayasa değişikliği ile yetinilmeyip, “yeni anayasa” yapılmak istenmesidir.

Bunun dışındaki en etkili dış dinamik ise ABD Başkanı Biden ve ekibinin Türkiye ile ilgili yaptıkları açıklamalardır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde 3 Kasım’da yapılacak başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden’ın aralık ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında 16 Ağustos 2020 günü yaptığı bir konuşma, Türkiye’nin gündemine oturdu.

Konuşmasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi için muhalefetin ‘desteklenmesi’ ve ‘cesaretlendirilmesi’ gerektiğini dile getiren Biden yayınlanmayan ancak sonradan medyaya yansıyan konuşmasında ayrıca ‘Erdoğan’ı darbeyle değil, seçimle değiştireceğiz’ ifadelerini kullanıyor.

Yeni ABD yönetimi Türkiye’ye CAATSA yaptırımları uygulamaya başlayarak, Türkiye’yi hasım-düşman statüsüne koydu.

ABD Dışişleri Bakan adayı Antony Blinken, “sözde stratejik ortak” olarak tanımladığı Türkiye’ye yeni S-400 yaptırımları uygulanabileceğinin sinyalini verdi.

ABD Bakanlık Sözcüsü Ned Price Boğaziçi Üniversitesindeki protestolarla ilgili yaptığı yazılı açıklamada, ‘‘İfade özgürlüğü ve bazılarının rahatsız edici bulacağı söylevler bile işleyen bir demokrasinin kritik unsurlarıdır. ABD temel demokratik özgürlükleri için mücadele edenlerle omuz omuza durmaya devam edecektir’’ dedi.

İktidarın ABD üst yönetimiyle temas arayışları henüz hiçbir sonuç vermediği gibi, iktidar için en çok rahatsızlık veren husus ABD yönetiminin “demokratik özgürlükler için mücadele edenlerle yakın duracakları ve muhalefeti destekleyecekleri” yönündeki açıklamalar ve Halkbank yargılamasının devam etmesi olmaktadır.

Anayasa tarifi

TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP milletvekili Bekir Bozdağ’ın “anayasaların toplumsal sözleşme” olduğu yönündeki tanımı külliyen yanlıştır. Çünkü hiçbir ülkenin anayasası toplumsal uzlaşma ile yazılmamıştır. Tam tersine anayasalar uzlaşmazlıklardan galip çıkanlar tarafından yazılır.

Anayasaları kim yapar, kim değiştirir?

“Anayasanın yapılması herşeyden önce sistemin üzerine dayandığı ilkeleri ve temelleri oluşturma yani bir ‘kurma işlemi’ olduğu için, Anayasaları yapan ya da değiştiren iktidara ‘Kurucu İktidar’ adı verilir. Kendisinden önce varolan hiçbir anayasa hükmüne uymak zorunda olmaksızın anayasayı ilk kez ya da yeni baştan yapan iktidara ‘Aslî Kurucu İktidar’, buna karşılık kendisinden önce varolan anayasanın maddi ve şekli sınırlarına uyarak değiştirme yetkisine sahip olan iktidara da ‘Tali Kurucu İktidar’ adı verilmektedir.” 

Aslî Kurucu İktidarlar ne zaman ortaya çıkar?

“- Birincisi, Devletin ya hiç olmadığı ya da işgal, savaş gibi nedenlerle yokolmasından sonra yeniden kurulduğu zamanda ortaya çıkar. Buna en iyi örnekler 1787 Amerikan Anayasası ve TBMM tarafından yapılan 1921 anayasasını yapan iktidarlardır. 

– İkincisi, varolan ülkenin ya da hukuk düzeninin bir savaş, ihtilâl veya bir hükümet darbesi yolu ile ortadan kalkması ve yeniden kurulması durumudur. II. Dünya savaşı sonrasında Almanya, İtalya, Japonya ve Fransa’da 2, 3, 4, ve 5. Cumhuriyetler anayasalarını yapan bu iktidarlardır. 

– Üçüncüsü, bir ülkede siyasal sistemin ve ona dayalı hukuk sisteminin yıkılması, Devletin ve sistemin üzerine kurulu olduğu kurucu felsefe ve ideolojinin değişerek yeni bir kurucu felsefe, siyasal sistem ve hukuk düzeninin kurulması sırasında ortaya çıkar. Şahlık rejiminin yıkılmasından sonra İran (H. Dural’ın eklemesi) ve Sovyetler Birliği sonrası Rusya örnek olarak verilebilir.”

Türkiye Cumhuriyeti’nin “Aslî Kurucu İktidarı” Gazi Mareşal Mustafa Kemal ve Silah Arkadaşlarıdır

Türkiye Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaşını kaybeden ve başkenti İstanbul ile ülke toprakları İtilaf Devletleri İngiltere, Fransa, İtalya ve piyonları Yunanistan tarafından işgal edilerek ve son padişahı vatan haini Vahdettin’in işgalci İngilizlere sığınıp vatanından kaçtığı Osmanlı imparatorluğunun yıkılması sonrasında, düşmanları yenip, denize döken, “Aslî Kurucu İktidar” olan Gazi Mareşal Mustafa Kemal ve silah arkadaşları tarafından kurulmuştur. Bu Cumhuriyeti kuranlar, İstiklal Harbi devam ederken, 23 Nisan 1920 tarihinde kurdukları Büyük Millet Meclisinde “kendisinden önce varolan hiçbir anayasa hükmüne uymak zorunda olmaksızın” 20 Ocak 1921’de birinci anayasayı ve 29 Ekim 1923’de ilan ettikleri Cumhuriyet ile 20 Nisan 1924 tarihinde ise yeni anayasayı yazdılar.

Aslî Kurucu İktidar 20 Ocak 1921 tarih ve 85 nolu kanunla kabul ettiği Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun birinci maddesinde “Egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunu ve idare usulünün, halkın kaderini kendisinin idare etmesine dayandığını” belirterek devlet ideolojisini belirlemiştir. Aynı Aslî Kurucu İktidar, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilân etmiş ve 1921 anayasasında yaptığı değişiklikle yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ideolojisini anayasaya kaydetmiştir. 

Daha sonra, aynı Aslî Kurucu İktidar 1924 anayasasını hazırlayarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ideolojisini 8 madde halinde anayasanın Birinci Bölüm, Esas Hükümler başlığı altında daha ayrıntılı olarak belirlemiştir. Bu anayasanın 102. Maddesinin son fıkrasıyla ise devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki birinci maddeye değişmezlik getirilmiştir.

“Aslî Kurucu İktidar” 1924 Anayasasının;

Madde 2.- Türkiye Devletinin dîni, Dîn-i İslâmdır; resmî dili Türkçe’dir, makarrı (başkenti) Ankara şehridir. 

şeklindeki 2. Maddesini 11 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı Kanunla aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

Madde 2.- Türkiye Devleti’nin resmî dili Türkçe’dir; makarrı (başkenti) Ankara şehridir.

Aynı “Aslî Kurucu İktidar” 1924 Anayasasının 2. Maddesini 10 Kânûn-u-evvel (10 Aralık) 1937 tarih ve 3115 sayılı Kanunla ise yeniden aşağıdaki şekilde değiştirmiştir:

Madde 2.- Türkiye Devleti, Cumhûriyetçi, Milliyetçi, Hâlkçı, Devletçi, Laik ve İnkılâpçı’dır. Resmî dili Türkçe’dir. Makarrı (başkenti) Ankara şehridir.

Tâli Kurucu İktidar

Siyaset bilimci Prof. Dr. M. Münci Kapani kurucu iktidarı “Asıl Kurucu İktidar” ile “Tâli Kurucu İktidar” diye ikiye ayırmaktadır. Tâli (İkincil ya da değiştirici) kurucu iktidara yürürlükteki Anayasada değişiklik yapmak hakkını teslim ederken hukuki yönden tam ve mutlak bir hareket serbestisine sahip bulunmayabileceğine, iradesine bir sınır konmuş olabileceğine dikkat çekmekte ve kurulu iktidarın (siyasal iktidarın) “egemen” bir iktidar olmadığına dikkat çekmektedir.

1961 ve 1982 anayasaları ise 1960 devrimi ve 1980 Amerikancı askerî darbeleri sonrasında “Tâli Kurucu İktidar”lar tarafından yapılmıştır. Tâli Kurucu İktidar, kendinden önce Aslî Kurucu İktidar tarafından yapılan anayasalarda belirlenmiş olan devletin ideolojisinin sınırları içinde kalarak, 9 Temmuz 1961 tarih ve 334 sayılı kanunla kabul edilen 1961 anayasasında aynı hükümleri korumuştur. 

Ayrıca 1961 anayasasının 153’üncü maddesi ile sekiz adet “Devrim Kanunu” ve 156’ıncı maddesi ile “Başlangıç Kısmı”nın anayasaya dahil olduğu hüküm altına alınmıştır.

Benzer durum, 1982 anayasası için de geçerlidir. 7 Kasım 1982 tarih ve 2709 sayılı kanunla kabul edilen 1982 Anayasası da Aslî Kurucu İktidar tarafından oluşturulan devlet ideolojisini yeni anayasada aynen korumuş, 174’üncü maddesi ile “Devrim Kanunlarını” koruma altına almış, 176’ncı madde ile “Başlangıç Kısmı”nın anayasaya dahil olduğunu belirtmiştir. Ancak 1982 Anayasası, kendinden öncekilerden farklı olarak devletin temel ideolojisini yansıtan ilk üç maddeyi değiştirilemez kılıp, koruma altına almıştır.

Bütün bu hukukî gerçeklere karşın Cumhur İttifakını oluşturan AKP+MHP+BBP ile HDP ve CHP içindeki “liberel ve özgürlükçü milletvekillerinin de desteğiyle, anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olursa veya referandum yoluyla anayasanın 2, 3, 4, 174 ve 176’ıncı maddelerinde Aslî ve Talî Kurucu İktidarlar tarafından konulmuş olan değiştirilemez maddelerini değiştirirse; anayasanın Başlangıç Kısmının son fıkrasına göre “demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi edilmiş” olan anayasayı korumak ve Aslî ve Talî Kurucu İktidarlar tarafından devletin temel felsefesini oluşturan anayasanın değiştirilemez maddelerini savunmak için, bu maddeleri sahiplenen Türk vatandaşların “direnme hakkı” doğar.  

HDP 1921 Anayasasına dönülmesini neden istiyorlar?

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın yukarıdaki [4] nolu dipnotta verilen açıklamasının içindeki esas talep “yerel yönetimler” ile ilgili olan kısımdır.

– 1995 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleşen ve ABD heyetine ABD’nin Kuzey Körfez İşleri İstasyon Şefi Robert Deutsch’un başkanlık ettiği birinci Türkiye-ABD görüşmeleriyle ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen iki raporda:

“ABD heyeti ‘Ortadoğu’da sınırların yeniden belirleneceğini’ öne sürüyor. ABD, planladığı Kürt devletini Türkiye ile bir federasyon çatısı altında birleştirmek istiyor” denilmektedir. 

Genelkurmay raporu bu bilgileri verirken, ABD’nin aynı federasyon planını 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra 1965’te ve Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra 1974’te de önerdiğini belirtiyor.

– 2 Nisan 2003 tarihinde Abdullah Gül’ün Dışişleri bakanıyken ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile imzaladığı 2 sayfa 9 maddelik gizli antlaşmanın 7’inci maddesinde: 

“Türkiye’yi dört yıl içinde federasyona geçirip, kısa zamanda Kamu Reformu ve Yerel Yönetimler Yasalarını çıkaracak” denilmektedir.

– 19-20 Haziran 2010 tarihinde Barış ve Demokrasi Partisi-BDP[] Diyarbakır’da yaptığı toplantıda yerel yönetim modelini tartıştı ve “demokratik özerklik”i görev olarak önüne koydu. 

– 19 Aralık 2010’da Demokratik Toplum Kongresi-DTK “demokratik özerklik” ile şu hedefi ilan etti: “Demokratik Özerklik, Kürdistan toplumunu; 

1- Özerk eyaletler, 2- Eyaletlerde Öz Yönetimler Kurulması, 3- sosyal, 4- ekonomik, 5- kültürel, 6- ekolojik, 7- diplomasi, 

şeklindeki 8 boyutlu örgütleyerek siyasi irade yapıp Demokratik Özerk Kürdistan inşasını hedeflemektedir.” denildi.

– 5 Nisan 2013 tarihinde Barış ve Demokrasi Partisi-BDP, TBMM Başkanlığına partilerinin anayasa önerisini verdi.

– (26-27) Aralık 2015 günlerinde Diyarbakır’da Kayapınar Spor Kompleksi’nde Halkların Demokratik Partisi (HDP), Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Emek Partisi (EMEP) ile HDP/HDK bileşeni parti (PKK, YDG-H vb) ve kitle örgütlerinin temsilcilerinin katılımıyla toplanan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Genişletilmiş Olağanüstü Genel Kurulu sonrasında, yaklaşan I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti merkezi idaresinin zayıflatılması için, yargılanıp, yurt dışına kaçan İngiliz ajanı Prens Sebahattin’e (Sabahaddin aynı zamanda Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülmecid’in torunu, V. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed Reşad ve VI. Mehmed Vahdettin’in yeğenidir) İngilizler tarafından dikte ettirilen “adem-i merkeziyet” programı[] ile büyük ölçüde örtüşen, 14 maddelik bir sonuç bildirgesi yayınlandı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi ulus devletinin federasyona geçirilip, yerel yönetimlere özerklik verilmesi konusunda daha ayrıntılı bilgiler için yazarın (Haluk Dural) aşağıda referansı verilen yazısına bakılabilir.

Kürtlerin özerklik taleplerinin geçmişi

Wilson deklarasyonu

Birinci Dünya Savaşı döneminde ABD Başkanı olan Woodrow Wilson, 8 Ocak 1918 tarihli 14 maddelik deklarasyonun 12 inci maddesinde “Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir.” demektedir.

Amasya Tamimi

21-22 Haziran 1919 tarihinde yapılan Amasya Kongresi yayınlanan Amasya Tamimi işgalci düşmanlara karşı bir İstiklal Harbi ilanıdır. (özellikle 3. Maddesindeki “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”)

20-22 Ekim 1919’da Amasya’da devam eden görüşmelerin zabıtları olarak Amasya Tamimi’ne ek üç adet protokol düzenlenmiştir.

2. protokolde, 4-11 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nde yayınlanan 11 Eylül 1919 tarihli Beyannamenin maddeleri görüşülmüş olup, protokolün 1. Maddesinde; 

“1. Beyanname’nin birinci maddesinde Osmanlı Devleti’nin tasavvur ve kabul edilen sınırı Türk ve Kürtlerle meskûn olan araziyi ihtiva eylediği ve Kürtlerin Osmanlı camiasından ayrılması imkansızlığı izah edildikten sonra bu sınırın en asgari bir talep olmak üzere elde edilmesinin temini lüzumu ortaklaşa kabul edildi. Bununla beraber Kürtlerin serbestçe gelişmelerini temin edecek vech (sebep) ve surette geleneksel ve toplumsal hukukumuzca müsaadelere mazhar olmaları dahi desteklenmek ve yabancılar (işgalciler, düşmanlar) tarafından Kürtlerin bağımsızlığı zahiri (görünmeyen) maksadı altında yapılmakta olan tezviratın (yalanların) önüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce malum olması hususu münasip görüldü. ….”[] 

denilerek, özetle; “yabancıların ‘Kürtlerin bağımsızlığı’ amacıyla yaptıkları yalan propagandasına karşılık Kürtlerin serbestçe gelişimine müsaade edilebileceğinin Kürtlerce de bilinmesi uygun görülmektedir” denerek Kürtlere kültürel haklar verileceği belirtilmemiş, ancak bazı kesimlerce iddia edildiği gibi “özerklik” vadedilmemiştir.

Kürt İsyanları

Bir taraftan ülke baştan aşağı işgal edilirken, Anadolu’da işgalci İngilizler/Fransızlar’ın kışkırtmaları ile Milli Mücadele’ye karşı Kürt isyanları başlamıştır.

Ali Batı isyanı (11 Mayıs-18 Ağustos 1919)

Örneğin ilk isyan hareketi, Mustafa Kemal Paşa’nın tam da Samsun’a çıktığı günlerde Midyat, Nusaybin, Ömerkan, Dirilömer çevresinde İngiliz güdümünde ve desteğinde bir Kürt Devleti kurmak için başlatılan Ali Batı Ayaklanmasıdır. İsyancılara en ufak bir taviz verilmemiş, anlaşma yoluna gidilmemiş, sonunda isyan bastırılmıştır.

Milli Aşireti İsyanı (1 Haziran-6 Eylül 1920)    

Gene İngiltere ve Fransa’nın kışkırtmasıyla, Güneydoğu Anadolu’da bir Kürt Devleti kurmak üzere Siverek cıvarında ortaya çıkan Milli Aşiret Olayı aynı şekilde zor da olsa bastırılmış ama bir taviz noktasına gelinmemiştir.

Cemil Çeto İsyanı (20 Mayıs-7 Haziran 1920)

Diğer bir aşiret isyanı Garzan’daki (Kurtalan-Siirt) Cemil Çeto isyanıdır.   

Sevr Anlaşmasındaki Kürdistan

Birinci Dünya Savaşı galibi İtilaf devletleri ile Osmanlı Devleti arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’te imzalanan Sevr Anlaşmasının Üçüncü Kısım Kürdistan başlığı altındaki 62, 63 ve 64. maddeleri ülkemizin güneydoğusunda özerk Kürdistan bölgesi ve bağımsız devlet kurulmasının önünü açan maddelerdir.

Koçgiri İsyanı (6 Mart-17 Haziran 1921)

15 Kasım 1920’de Hozat’ta (Tunceli’nin ilçesi) toplanan bazı Kürt aşiretleri Ankara’daki BMM’ne yazılı başvuru yaparak Sevr Anlaşmasına dayanarak Zara, Divriği, Refahiye, Kuruçay ve Kemah havalisinde özerklik istemişlerdir. Birinci İnönü Muharebesi yeni bitmiş, 26-31 Mart 1921 arasında yapılan İkinci İnönü Muharebesi devam ederken, 6 Mart 1921’de aşiret reisleri Alişer ve Haydar Beylerin desteğiyle Sivas’ta başlayan ve devam eden Koçgiri İsyanı, 11 Nisan 1921 tarihinde Ankara Hükûmeti tarafından uygulanan bastırma hareketi ile kısa sürede son bulmuştur.

1921 Anayasası

20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen TEŞKİLÂTI ESASİYE KANUNU (1921 Anayasası) toplam 24 madde olup, en önemli maddesi olan; 

Madde 1.- Hakimiyet bilâkaydü şart milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.

birinci maddesi ile Osmanlı padişahına ait olan “hakimiyeti-egemenliği” padişahtan alarak “kayıtsız ve şartsız” olarak millete vermiş, halkın kaderini kendisinin idare edeceğine dayanan bir “idare şekli” belirlemiştir.

Bu kısa anayasa, ikinci maddesi ile yönetim (hükümet etme) ve kanun yapma yetkisinin, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde olduğunu belirten bir “kuvvetler birliği” anayasasıdır.

Bu anayasanın beş maddede toplanmış olan “İdare” bölümü 10-14. Maddelerde yeralır. Günümüzde ayrılıkçı Kürt hareketinin destekçisi dönek solcular, liberaller, Amerikancılar, şuursuz aydınlar, aydın geçinenler, Kürtçü partiler vb. bütün kesimler 1921 anayasasına dönülmesini istemelerinin en önemli sebebi 11. maddedeki bölgesel özerklikle ilgili hükümdür:

11. Madde: İller, bölgesel işlerde tüzel kişiliğe ve özerkliğe sahiptir. İç ve dış siyaset, şeriata, adalete, askerliğe ait işler, milletlerarası ekonomik ilişkiler ve hükümetin genel vergileri ile faydası birden çok ili kapsayan hususlar müstesna olmak üzere; BMM’ce konulacak kanunlar gereğince vakıflar, okullar, eğitim, sağlık, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım işlerinin düzenlenmesi ve yönetilmesi İl Meclisleri’nin yetkileri içindedir.

Kürtçülerin en çok sahiplendikleri bu maddeye rağmen, 1921 Anayasasının hiçbir yerinde “Kürt” ibaresi yeralmaz. 

Bu 11. maddeyi sahiplenenler ne hikmetse 10. maddeden hiç bahsetmezler. Halbuki 10. maddede;

10. Madde: Türkiye coğrafî durum ve ekonomik ilişki bakımından illere, iller ilçelere bölünmüş olup, ilçeler de bucaklardan meydana gelmektedir. 

denilmektedir. Anayasanın kabul edildiği 20 Ocak 1921 tarihinde İstiklal Savaşı halen devam etmekte iken, ülkenin sınırlarının nerede kesinleşeceği belirsizken, kaç tane il kurulacağı bilinmezken kazanılacak savaş sonrası kurulacak Türkiye’de idari illerin belirlenmesindeki temel kıstas “coğrafî durum ve ekonomik ilişkiler” olarak belirlenmiştir. Yani özerkliğe sahip olacak illerin seçiminde ırk ve soy esası yoktur

Gazi Mustafa Kemal’in İzmit konuşması

Gazi Mustafa Kemal 16-17 Ocak 1923’te İzmit’te İstanbul basını ile yaptığı konuşmada Ahmet Emin Yalman’ın sorularına verdiği cevaplarda;

Ahmet Emin Bey: 

Kürt meselesine temas buyurmuştunuz. Kürtlük meselesi nedir? Dahili bir mesele olarak temas buyurursanız çok iyi olur.

Gazi [Mustafa Kemal] Paşa: 

Kürt meselesi; bizim, yani Türklerin menfaatına olarak da katiyen söz konusu olamaz. Çünkü malumu âliniz bizim milli sınırımız dahilinde mevcut Kürt unsurlar o surette yerleşmiştir ki, pek sınırlı yerlerde yoğunluğa sahiptir. Fakat yoğunluklarını kaybede ede ve Türk unsurların içine gire gire öyle bir sınır hasıl olmuştur ki, Kürtlük namına sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır. Faraza, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir sınır aramak lazımdır. Ve hatta, Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerine de nazarı dikkatten hariç tutmamak lazım gelir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise, bizim Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir. O halde hangi livanın ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiya’nın halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade lazımdır. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait mesele çıkarmaları daima varittir. Şimdi Türkiya Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin salahiyet sahibi vekillerinden meydana gelmiştir ve bu iki unsur bütün menfaatlarını ve mukadderatlarını birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki, bu müşterek bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz.

Şimdi dahili vaziyetlere de intikal edebileceğiz. Fakat ayrı ayrı sorularınızı da bu silsileye ithal edebilmek için meseleyi genel olarak söz konusu edelim.[]

 demiştir. Gazi Mustafa Kemal’in 1923 yılındaki İzmit konuşması ayrılıkçı Kürtler ve Kürtçüler tarafından “Atatürk Kürtlere özerklik sözü verdi” şeklinde söylenerek her zaman suiistimal edilmektedir. Halbuki görüldüğü gibi Mustafa Kemal Kürtlere özerklik vadetmediği gibi, Kürtlerin yaşadığı yerler için bir sınır çizmenin mümkün olmadığını belirterek, Kürtlük namına sınır çizmek istenmesinin Türklüğü ve Türkiye’yi mahvedeceğine işaret ederek, adeta günümüzdeki PKK isyanını yüzyıl önceden bildirmiştir.

1921 Anayasasının değiştirilmesi

29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edilince, 1921 anayasasının; 1, 2, 4, 10, 11 ve 12. maddeleri 29.10.1923 tarih ve 364 sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanunun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun ile değiştirildi. Birinci maddeye “Türkiye Devletinin şekli Hükümeti, Cumhuriyettir.” ibaresi ve ikinci madde olarak “Madde 2.- Türkiye Devletinin dini, Dini İslâmdır. Resmî lisanı Türkçedir.” Anayasaya eklendi.

1924 Anayasası

Cumhuriyetin ilanını takiben yeni devlet ve toplumun inşaası için 1921 anayasası yeterli olmadığından 20 Nisan 1924 tarihli 491 sayılı kanunla kabul edilen Teşkilât-ı Esâsiyye Kanûnu yürürlüğe girdi. Bu anayasanın ikinci maddesinde devletin dîninin “islam” olduğu yeraldı.

Madde 1.- Türkiye Devleti bir Cumhûriyettir. 

Madde 2.- Türkiye Devletinin dîni, Dîn-i İslâmdır; resmî dili Türkçe’dir, makarrı (başkenti) Ankara şehridir. 

Ancak yeni ve bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulması, başını İngiltere’nin çektiği batı emperyalizmi tarafından kabullenilmediği için İngiltere ve Fransa Kürt isyanları tezgâhlamaya devam ettiler.

Nasturi Ayaklanması (7 Ağustos-26 Eylül 1924)

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Süryanilerin bağımsızlık için başlattığı isyan hareketi. İsyan İngilizlerin kışkırtması ile başlamış ve İngiliz uçakları asilere yardım amacıyla Türkiye mevzilerine saldırmıştır. Bunun üzerine hükûmet 14 Ağustos’ta Cafer Tayyar Paşa’ya isyanı 26 Eylül’de kesin olarak bastırıldı. Sınırı geçerek kaçmak zorunda kalan Nasturiler de İngiliz mandasındaki Irak’a sığındılar.

Şeyh Sait İsyanı (13 Şubat–31 Mayıs 1925)

Özellikle hilafetin kaldırılmasından sonra irticai kesimlerde tepkiler yoğunlaştı. Şeyh Sait Ayaklanması, genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin merkeziyetçi ve laik bir anlayışla yapılanmasına karşı bu dönemde gösterilen tepkilerden birisidir.  Ayaklanmanın düzenleyicileri arasında “bağımsız Kürdistan” hayalini kuran kişilerin de bulunması, zaman zaman farklı değerlendirmelere yol açsa da, ayaklanma özü bakımından devletin merkeziyetçi yapılanmasına karşı dinsel simge ve söylemler kullanılarak gerçekleştirilen İngiliz destekli bir irticai tepki hareketidir. Ayaklanma, Nakşibendî tarikatı şeyhi Şeyh Sait’in önderliğinde, bu tarikata mensup Zaza Kürtlerinin katılımıyla gerçekleşmiş ve oldukça geniş bir alana yayılmıştır.

Şemdinli İsyanı (25 Haziran 1925/ Haziran 1926): 

Şeyh Sait İsyanı’nın sanıklarından olan Seyit Abdülkadir’in idam edilmesinin ardından, oğlu Abdullah babasının intikamını almak amacıyla, kaçak durumda olan İhsan Nuri ve Seyit Taha’nın katılımı ile gizli bir örgüt kurmuştur.

Raçkotan ve Raman İsyanları (7-12 Ağustos 1925)

Eruhlu Yakup Ağa ve Oğulları İsyanı ve Pervari İsyanı (1926)

Koçuşağı İsyanı (7 Ekim-30 Kasım1926)

Hakkâri İsyanı (6 Ekim 1926-Mart 1927)

Ayrılıkçı Kürt isyanları 1938 yılında bastırlan Dersim isyanına kadar devam etti. Ancak 1978 yılında kurulan PKK ile tekrar başladı.

1924 Anayasası değişiklikleri

Genç Türkiye Cumhuriyet’inin bağımsızlığına kasteden batı emperyalizminin başı İngiltere ve Fransa’nın kışkırtmaları ile şeriatçı ve Kürtçü iç isyanlarla boğuşan genç Cumhuriyetimiz, devletimizin bekası için devlet ve toplum yapımızın çağdaşlaşması yönünde attığı adımlara kararlılıkla devam ederek, 1924 Anayasasında;

11 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı Kanunla ikinci maddeden “devletin dîni İslamdır” ibaresini çıkartarak maddeyi aşağıdaki şekilde değiştirmiştir:

Madde 2.- Türkiye Devleti’nin resmî dili Türkçe’dir; makarrı (başkenti) Ankara şehridir.

10 Aralık 1937 tarih ve 3115 sayılı Kanunla 1924 Anayasasının ikinci maddesi tekrar değiştirilerek, 6 Ok ilkeleri maddeye dahil edilerek, madde aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

Madde 2.- Türkiye Devleti, Cumhûriyetçi, Milliyetçi, Hâlkçı, Devletçi, Laik ve İnkılâpçı’dır. Resmî dili Türkçe’dir. Makarrı (başkenti) Ankara şehridir.

İstiklâl Harbi ile yenip, ülkemizden kovduğumuz batılı emperyalist düşmanlar ve onların yurtiçindeki işbirlikçisi ayrılıkçı Kürtler ve irticacı yobazlarının bastırılan iç isyanlarına karşı devlet düzenimiz anayasa düzeyinde tahkim edilmiştir. 

Amerikan haritalarında Kürdistan

II. Dünya Savaşı sonrasında dünya jandarmalığını İngiltere’den devralan ABD liderliğindeki batı emperyalizmi, Türkiye; BM, NATO, Avrupa Konseyi ve diğer uluslararası kuruluşların üyesi olduğu halde, Türkiye’yi zayıflatıp, istikrarsızlaştırmak ve özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 100 yıllık Kürdistan projesini hayata geçirmek için Türkiye’deki irticai faaliyetleri ve ayrılıkçı Kürtlerin silahlı isyanını var gücüyle desteklemeye devam etmektedirler.

O Amerika ki, II. Dünya Savaşının en hararetli günlerinde Türkiye’yi bölen 1941 tarihli askerî Kürdistan haritası yayınlamıştır.

Benzer bir haritanın varlığından, 1995 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleşen ve ABD heyetine ABD’nin Kuzey Körfez İşleri İstasyon Şefi Robert Deutsch’un başkanlık ettiği birinci Türkiye-ABD görüşmeleriyle ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen iki raporda da bahsedilmektedir.

1978 yılında Lice’de kurulan PKK silahlı eylemlere başlamış, Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail, hâtta Yunanistan tarafından her türlü silah, para ve kapsamlı yardımlarla isyana dönüşen eylemleri; yasal görünümlü partiler, liberal dönek solcular, medya tarafından desteklenerek halen devam etmektedir.

1980 Amerikancı askeri darbesinden sonra Türkiye’nin merkezi ulus devlet yapısının terkedilerek, ABD talebine uygun şekilde federasyona dönüştürülmesi için her düzeyde açıklama ve çalışmalar seslendirilmeye başlanmış, bu talep Büyük Ortadoğu Projesi haritasının yeraldığı Amerikan Silahlı Kuvvet Dergisinin 2006 Haziran sayısında yayınlanan “Kanlı Sınırlar – Blood borders, How a better Middle East would look” isimli makaleden sonra AKP iktidarının “Kürt açılımı” girişimleri, Türk Ordusuna karşı yapılan Fetö darbesi dönemlerinde çeşitli parti ve STK’ların anayasa taslaklarıyla daha da belirginleşmiştir.

Bu kervanın ilklerinden sayılan Kasım 2001 tarihli Türkiye Barolar Birliği Anayasa taslağında 3. Maddeye “Resmî dili Türkçe’dir” ibaresi sokulmuştur.

Bugünlerde yeniden ortalıkta dolaştırılmaya başlanan TÜSİAD’ın Mart 2011 tarihli Yeni Anayasanın Beş Temel Boyutu diye isimlendirilmiş olan anayasa önerileri; içinden Atatürk İlke ve İnkılapları, Atatürk Milliyetçiği, Türk Milliyetçiliği kelimelerinden arındırılmış, Ana dilde eğitim istenen, yerel yönetimlere özerklik taleplerini içeren, dini topluluklara tüzel kişilik verilmesi (tekke ve zavilerin açılması) ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti devlet yapısını dönüştürmek istediği federal ve dîni devlet modelini talep eden, tam manasıyla bir “Bölücü ve Gerici Anayasa” talebidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gündeme sokulan Yeni Anayasa tartışmalarının en görünür sebebi olarak her ne kadar 2023 cumhurbaşkanlığı seçiminde % 50+1 oyla seçilme şansı kalmaması nedeniyle iktidar partisinin “yeni anayasa” arayışlarının, bu oranı değiştirmek olarak görülmekle beraber, “tek adam” rejimini pekiştirmek için bu sefer anayasa değişikliği ile yetinilmeyip, “yeni anayasa” yapılmak istenmesi ve Suriye, Libya, Doğu Akdeniz enerji kaynakları, Türkiye-Rusya-İran ilişkilerindeki yakınlaşma, S-400 hava savunma sistemleri gibi konularda ABD ile çatışan ulusal menfaatlerimiz yüzünden gerilen ilişkilerin ulaştığı düzeyde ABD isteklerine yakınlaşan bazı ödünler verileceğinin ipuçlarının ortaya çıkmasıdır.

Bu ödünlerin varacağı en uç nokta ise yürürlükteki 1982 Anayasasının 4. Maddesi ile korunmakta olan değiştirilemez ilk üç maddesinin değiştirilmesidir. Son günlerde anayasanın ilk 4 maddesinin değişebileceğini söyleyenler kervanına DEVA partisi genel başkanı Ali Babacan da katılmıştır. Yapılmak istenen değişiklikler özetle;

  • İlk üç maddeyi koruyan 4. Maddeyi iptal edilecek,
  • İkinci maddeden “lâiklik” çıkartılacak,
  • Üçüncü maddeden “ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ve “Dili Türkçedir” ibareleri çıkartılıp, bunların yerine “Türk ve Kürt halklarından oluşan federal bir devlettir” ve “resmî dili Türkçedir” eklenecektir.

Elbette bu temel değişiklikleri sağlamlaştıracak şekilde yeni anayasada başka değişiklikler de yapılacaktır. Böylece batı emperyalizminin 100 yıllık projesi olan Kürdistanın kurulmasının önündeki en büyük engel olan Türkiye ulus devletinin parçalanmasının hukuki altyapısı tamamlanacaktır. 

Planın yürüyeceği yolun taşları ise 13 Ocak-7 Mayıs 2018 tarihlerinde CHP milletvekili Prof. İbrahim Kaboğlu’nun koordinatörlüğünde “Uzmanların Katılımıyla CHP-HDP-İyi Parti ve Saadet Partisi Temsilcileri Tarafından Hazırlanan Çerçeve Metin, İnsan Haklarına Dayanan Demokratik Hukuk Devleti İçin Anayasal İlkeler” başlığıyla yapılmış olan çalışmalardır. Bu hazırlanmış metin ABD’nin Türkiye planına tam manâsıyla uygun bir yeni anayasa tarifi yapmaktadır. Metnin ayrıntılı eleştirisi için yazarın (Haluk Dural) dip notta verilen makalesine bakılabilir.

Anayasaya “Kürt halkı” ibaresi sokulduktan sonraki aşamada ise 4.06.2003 tarihinde 4867 ve 4868 sayılı kanunlarla TBMM’nde AKP+CHP’nin oylarıyla kabul edilmiş olan Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmelerinin ortak olan birinci maddelerindeki “halkların kendi kaderini tayin hakkı” kullanılarak, güneydoğu federal bölgesinin toprağıyla beraber Türkiye’den ayrılma süreci için plebisit yapılması istenecektir.

Son Söz

Batı emperyalizminin 100 yıllık Türkiye’yi parçalama ve Kürdistan kurma planı bir asırdır, yaşanan bütün saldırı ve iç ihanetlere rağmen ezelden beri hür yaşamış Türk Milletinin bağımsızlık kayasına çarpıp, paramparça olmuştur. Bundan sonra da olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1921, 1924 Anayasaları, Gazi Mareşal Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının, Istiklâl Harbimiz ile işgalci Ingiliz, Fransız, İtalyan ve bunların uşağı Yunanı yenip, denize dökerek kurdukları bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin “Aslî Kurucu İktidarı” olarak yaptıkları anayasalardır. 

Sonsuza kadar bâki kalacak Türkiye Cumhuriyeti’nde başka hiçbir kimse Asli Kurucu İktidar olamaz. 

Devletimizin temel ideolojinin yazıldığı Anayasamızın ilk 4 maddesini kimse değiştiremez.

Milli Merkez 2011 yılında bu işe kalkışanların “Bölücü ve Gerici” anayasa yapma girişimlerini 2011-17 arasında yurt çapında düzenlediği 230 dolayındaki “Milli Anayasa Forumu” toplantılarında, katılan 200 binden fazla vatanseverle birlikte durdurmuştur ve gerektiğinde tekrar durduracaktır. 

* * *

Yeni Anayasanın arkasındakiler… - anayasa

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir