Yükseköğretim Kurulu Başkanı sayın Prof. Dr. Yekta Saraç, 11 Şubat Perşembe günü “Yeni YÖK olarak kaliteyi, şeffaflığı ve liyakati önceleyerek yeni ve yenilikçi çalışmalarımıza devam ediyoruz. Akademideki atamalara ilişkin şikayetlerin ancak şeffaflık ve liyakati önceleyerek çözülebileceğini, önümüzdeki günlerde liyakat ve ehliyeti öne çıkaracak yeni kararlar alınacağını da ifade etmek isteriz” demiştir. Bunun üzerine Turkish Forum’da aynı gün “Yekta Saraç: “Üniversitelerde Kaliteyi, Şeffaflığı ve Liyakati Önceleyeceğiz” başlıklı bir yazı yayınladım. (https://www.turkishnews.com/tr/content/2021/02/11/yekta-sarac-universitelerde-kaliteyi-seffafligi-ve-liyakati-onceleyecegiz) Yazımdan kısa bir alıntı aşağıdadır:
“YÖK Başkanı sayın Saraç haklıdır. Fakat vurgu yaptığı “liyakat ilkesine” YÖK uymamaktadır. Bu bir çelişkidir. Şimdi bu çelişkiye uygulamadan bir örnek vermek istiyorum. Öğretim üyelerinin eserlerine yapılan atıf sayısı yapılan çalışmanın kalitesine bağlıdır. Atıf sayısının artması araştırmacıların kendileri tarafından değil çalışmalarının yer aldığı bilimsel çevre tarafından takdir edilmesi ile mümkündür. Türk üniversitelerinin çoğu dünya sıralamalarında geriye düşmektedir. Bunun sebebi, etki değeri yüksek dergilerdeki makale sayılarının yeterince hızlı şekilde artırılamayışıdır. Atıf alamayan makaleler azaldıkça ilgili üniversitenin makale başına düşen atıf sayısı artacağı için makale başına düşen atıf sayısını artıran üniversitelerin sıralamalarda ilerleme şansı olacaktır. Türkiye kaynaklı bilimsel makaleler arasında atıf alanların oranı da uzun süredir dünya ortalamasının altındadır. Bu durum üniversitelerimizin dünya sıralamalarında gerilemesini hızlandırmaktadır.”
Sayın Başkan Saraç’ın bu açıklaması üzerine URAP Başkanı sayın Prof. Dr. Ural Akbulut’un görüşü ile YÖK Başkanı’nın görüşlerinin aynı olduğunu yazımda açıkladım.
“Türk üniversitelerinden birinin 2023’te yani 3,5 yıl sonra ilk 100’e girmesi matematiksel olarak mümkün görünmüyor. Son yıllarda sıralamalarda ilerleme yerine gerileme yaşıyoruz. İlk 100’e girmek için en az 7-8 dünya ıralamasında ilk 500’de 15-16 üniversitemiz olmalı. İlk 400’de en az 10, ilk 200’de en az 5 üniversitemiz olmalı ki bir tanesi ilk 100’e girebilsin. Rusya 2012’de benzeri amaçla 5-100 projesini başlattı ve yüz milyonlarca dolar harcadı ama hala ilk 100’de 5 değil bir üniversitesi bile yok. Biz henüz bu amaç için hiç para ayırmadık. Hedef koyulması iyidir ama bütçe ayrılmadan ve akademik performans artırıcı uygulamalar başlatmadan ilk 100’e girebilen üniversitemiz olmaz. Hiçbir başarı enerji, para ve çaba harcamadan kendiliğinden gerçekleşmez. Umarım bilimsel performansı en yüksek 10-15 üniversitemize dünyadaki rakamlara paralel miktarda performansa dayalı Ar-Ge bütçesi ve araştırmacı kadrosu verilir. tüm üniversitelerde atama ve yükseltmelerde, sadece akademik performansı en yüksek akademisyenler tercih edilir. Bunlar zor değil sadece istemek yeterli.”
Liyakat akademik kariyerde önemlidir ama buna uyan var mı? Bence yok. Hem liyakat diyeceksiniz, sonra bunu hiç dikkate alamadan uygulama yapacaksınız. Bu işe hiç aklım ermedi. Söz konusu olan bir gelişme geçen hafta çok büyük öğrencisi olan bir üniversitede yaşanmıştır. Bakalım YÖK bu uygulamaya ne diyecek, merak etmekteyim. Bu kapsamda Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği Uygulamasını da YÖK’ün bilgisine sunmak istiyorum: “Kamu Görevinden Çıkarma: n- Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek.”
Eğer bu madde yürürlükte ise bu suçu işlemiş birinin, aftan yararlanarak üniversiteye geri döndükten sonra Türkiye’nin alanında tanınmış bir üniversitesinde önemli bir bilimsel makama getirilmemesi gerekir, eğer YÖK gerçek anlamda liyakata önem veriyorsa. Eğer sözde liyakat söz konusu ise zaten söylenecek söz kalmamıştır. Fakat bize düşen, bu görevi yerine getirmektir gerçekten liyakata önem veren bir öğretim üyesi olarak. “Üniversitelerinde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır.”
Emile de Girardin iyi bir tespit yapmıştır: “Gerçeği yer altına gömseniz bile, o yine büyüyerek patlayacak ve her şeyi yok edecektir.” Bu gerçek yer altına gömülmüştür ama günümüzde patlamış ve her şeyi yok etmiştir. Fatih Sultan Mehmet’e acaba katılmamak mümkün mü?“Gerçek, çoğu zaman karartılır; fakat hiçbir zaman sönmez.” “Yönetimde liyakat esas alınmalıdır” şeklinde sıkça duyulan bu kelimenin aslı Arapça olup, “lyk” kökünden gelmiştir, layık olma anlamına gelir.
Türkçede; yaraşmak, yakışmak ya da uygun olmak anlamındadır. Bir kişinin, kendine iş verilirken güven duyulmasını elde ettiren kalitesi, o işe yaraşması, yeterlilik, layık olma, uygunluk demektir. Liyakatli; liyakatli olan, liyakat ehli, iş bilir, değerli, bir işte başarı gösterme gibi.
Acaba liyakata Türk üniversitelerinde ne derece önem veriliyor? Gerçekten veriliyor mu? Bence verilmiyor. Bunu bildiği için sayın YÖK Başkanı buna özellikle dikkati çekmiştir. Aşağıdaki açıklamalar bir belgeden alınmadır. Süreç ile ilgili kişiler bilgilendirilmiş fakat yetkili kişilerden şimdiye kadar cevap alınmamıştır. Cevap gelmediği ve konu aktüel olduğu için sadece mevcut kayıtlardan aktarma yapılacaktır. Bu kapsamda kesintiler olabilir. Çünkü çok uzun bir metinden sadece can alıcı kısımlardan alıntı yapılmıştır. Bu sebeple “Çünkü hırsızlığa konu olan kitap, bir doçentlik tezi idi” diye başlamak zorundayım.
“…Çünkü hırsızlığa konu olan kitap, bir doçentlik tezi idi. İntihal ile suçlanan … bu tezi ile doçent unvanı almıştı. YÖK Denetleme Kurulu bu girişimim üzerine ikinci defa ilgili hakkında yeni bir soruşturma açmış ve bu defa Ankara Üniversitelerinden oluşturulan üç kişilik yeni bilirkişi heyeti yine ayrı ayrı yazdıkları raporlar ile ilk heyet gibi ilgili hakkında ‘yapılan soruşturma sonucu, adı geçenin üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası ile cezalandırılmasını YDK´na teklif’ edilmesine karar vermiştir.”
“İntihalci öğretim üyesinin intihal yaptığının Ankara 14. İdare Mahkemesi’nin 07.03.2012 gün ve E.2010/1192, 2012/254 sayılı ve 7 Nisan 2012 tarihli kararında intihal fiilinin işlendiği tespit edilmiştir. Bu karardan önce … …. Gazetesi’nde konu ile ilgili olarak yazdığım bir yazı sebebiyle aleyhime açmış olduğu ‘20 bin TL’lik’ tazminat davasında … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas Karar No: 2009-2010/20) hem davayı reddetmiş ve hem de kendisinin intihal fiilini işlediğini bilim jürilerinin hakkında verdikleri raporları esas alarak şöyle tespit etmiştir: Şu halde davacının mezkur eserinde intihal yapıldığı hususunda emarenin MEVCUT OLMADIĞINDAN SÖZ EDİLEMEZ.
Dolayısıyla davalı tarafından yazılan yazı görünüşteki gerçeğe uygundur. Görünüşteki gerçeğe uygun olan bir yazı nedeni ile yazan kişi aleyhine manevi tazminata hükmetmek mümkün olamayacağından… dava reddedilmiştir. Karar temyiz edilmiş fakat Yargıtay Mahkeme’nin kararını onaylamış ve KARAR “MUHKEM KAZİYE” HALİNE GELMİŞTİR. Türkiye’de bilim etiğine aykırı davrananlara karşı yeterli ve etkili önlem alınamadığı için, eğer ilkeli bir öğretim üyesi çıkıp konuyu YÖK’e ve yargıya taşımaz ise, intihal olayının üstü maalesef örtülmektedir.”
Muhkem kaziye ne demek? Tam, sağlam hüküm anlamındadır. Temyizin tasdikinden geçmiş, değişmez hale gelmiş mahkeme kararı ki, böyle bir karara mazhar olan herhangi bir şey hakkında tekrar dava açılamaz; dava mevzuu yapılamaz. Aksi takdirde kanun namına kanunsuzluk yapılmış olur. Buna “Kaziye-i mahkumun biha” da denir. Sağlam hüküm anlamına gelir. Temyizin tasdikinden geçmiş, değişmez hale gelmiş mahkeme kararı ki, böyle bir karara mazhar olan herhangi bir şey hakkında tekrar dava açılamaz; dava mevzuu yapılamaz. Aksi takdirde kanun namına kanunsuzluk yapılmış olur. Osmanlıca’daki yazılışı “kaziye-i muhkeme”dir.
Eğer bir ülkenin üniversitelerinde bilimsel hırsızlıklar (intihaller) doğal karşılanıyorsa, o ülkenin tüm yaşam alanları soyuluyor demektir. Üniversitelerimiz, bilimsel hırsızlık yapanlara disiplin yönetmeliğinin hükümlerini derhal uygulayarak bu hırsızları sistem dışına çıkardıkları zaman bilimsel anlamda güçlenirler. Üniversitelerimizde etik ihlallerinde “benim hırsızım iyidir” ya da “kol kırılır yen içinde kalır” denirse, bundan en çok o üniversitelerimiz zarar görür.
İntihal, (aşırma), bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanmasıdır. İntihal bir tür sahtekarlık ve hırsızlıktır. İntihal genelde bilinçli olarak hızla yükselmek amacıyla yapılır. Ciddi bir akademik suçtur. Bilgi çalmak ile kuyumcudan altın çalmak arasında hiçbir fark yoktur. İlki çok daha tehlikelidir. Çünkü, bilgi çalıp yükselenler, ileride bu alışkanlıkların genç nesle de aktarabilirler, aktarmasalar bile kötü örnek olurlar.
Başlıca türleri şunlardır: alıntı ifadeler, fikirler için kaynak göstermeme, ödünç alınan ifadeleri tırnak içinde yazmama gibi. Başkalarına ait fikirler alıntı yapılırken, yeni cümlelerle ifade edilseler bile kaynak gösterilmesi gerekir. Araştırmalarda görülmüştür ki;
- İntihal, daha çok ciddi bir öğretim elemanı kadrosu oluşmamış bölümlerde görülmektedir.
- Usta çırak ilişkisi içerisinde yetişmemiş, ciddi bir ustası olmayan öğretim elemanlarında daha sık rastlanmaktadır.
- İntihalciler Doğan Cüceloğlu´nun sınıflamasına göre “popüler optimist” karaktere sahiptirler.
- Ciddi bir akademisyen 20-25 yayın ile kendisini kabul ettirmişken, intihalciler çok daha fazla yayın yapmalarına rağmen kendilerini meslektaşlarına kabul ettirememişlerdir.
- İntihalciler, şikayet olması durumunda hemen en adi komplo girişiminde bulunmaktadırlar.
- Ciddi bir bilim insanı, dünya görüşü ve inancı ne olursa olsun aydınlık yüzlü, pozitif enerji veren, ilkeleri olan, sevecen, hoşgörülü ve bir beyefendi/hanımefendi davranışı sergilerken, intihalciler daha çok “yavuz hırsız” davranışı içindedirler.
Ülkemiz bilimsel, akılcı, eleştirel düşünen, yenilikçi ve yaratıcı kişiler yetiştiren toplum olma düzeyine henüz yeterince gelmemiş olduğundan, etik dışı davranışlara üniversitelerimizde sıklıkla rastlanmaktadır. Bilimsel hırsızlık yaptıkları raporlarla kanıtlanmış olanlar eğer “üniversitemizin adı kötüye çıkar” kaygısıyla aklanmaya çalışılırsa, gerçek bilim insanlarına hem haksızlık ve hem de hakaret edilmiş olur. Fakat, “güneşin balçıkla sıvanmayacağı” gerçeğini ilgililer hiçbir zaman unutmamalıdırlar.
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) “başkasının eserini kendi eseri olarak gösterme”nin intihal suçunu oluşturduğunu kabul etmiş (Md.71/3) ve bu suçu işleyen kişilere dört yıldan altı yıl kadar hapis ve ağır para cezası verileceğini hükme bağlamıştır. İntihal suçunu işleyen öğretim üyesi özür diler ve el öperse, bu suçtan dolayı affedilemez. Çünkü, intihal şahsi bir suç olmayıp, kamuyu ilgilendirir. Özür dilemekle suç unsuru ortadan kalkmaz.
Türkçede “yayın balığı” kavramı vardır. Bu balığın bir şeyi yayımlayıp yaymakla ilgisi yoktur. Dip balığıdır. Çamurlu ve bulanık suları sever. Çok kokar. Lezzetli olduğu iddia edilir ama bu lezzete ulaşmak için çok temizlemek ve kokulu bitkilerde bekletmek gerekir. Bir de argoda yer aldığı biçimiyle “yayın balıkları” vardır.
Bunların balıkla ilgisi yoktur, `balık` yayınlara sahiptirler. Hatır için çıkar için köprüyü geçenlere, geçene kadar hesap yapanlar tarafından göz yumulur. Emekleri, katkıları, çabaları yoktur. Başka meslektaşlarının kaleminden çıkan metinleri birleştirip kitap yaparlar. Ya da tiridine bandıkları, para verip aldıkları yazılarla bezedikleri kitaplara süslü süslü adlarını yazarlar. Bu tam bir `balık` durumdur. Ve bir şairin unutulmaz dizelerine nazire yaparak “Balık gibisin be kardeşim” dedirtmeye zorlarlar insanı. Yayın balığıdır onlar.
Yayın balıkları türlü türlüdür. Avcıdır kimi, kimi toplayıcıdır, kimi de çalar. Çarpar böler, kesip yapıştırırlar. Ölçmek mi gerekiyor? Ölçerler. Ölçüye göre biçerler. Az mı geldi? Çarparlar. Çok mu geldi? Bölerler. Bunlar, “balık` yayınları olur.” Yayın balığı üzerine ben söylenecek başka söz bulamıyorum, sadece aşağıda Ümit Yaşar Oğuzcan’dan bir alıntı yapmak istiyorum. İsteyen yorumu kendisi yapsın ve düşünsün. “Çünkü onların kendilerine ait hiçbir şeyleri yoktur da ondan.”
Aşağıdaki çalışmada; yağmacı/sahte dergilerin (PFJ’ler: Predatory/Fake Journals) nerede kurulduğu, hangi ülkelerin araştırmacılarının PFJ’lerde daha sık yayın yaptıkları, PFJ’lerin editörlerinin kimliği ve bu tür yayınları hangi faktörlerin teşvik ettiği araştırılmıştır. Veri toplamak için bir anket ve yarı yapılandırılmış izleme yapılmıştır. Sonuçlar, PFJ’lerin çoğunun gelişme yolunda olan ülkelerde bulunduğunu göstermektedir.
PFJ’lerde yayın yapan en fazla sayıda araştırmacı Hindistan, Nijerya ve Türkiye‘den olup, PFJ’lerdeki yayınların çoğu gelişme yolunda olan ülkelerdeki araştırmacılar tarafından yapılmaktadır. Görüşülen Türk araştırmacılar, hızlı akademik yükselme arayışıyla makalelerini PFJ’lere gönderirdiler. Teşvik ödeneği sistemi, araştırmacıları PFJ’lerde yayınlamaya teşvik eder. İyi bilinen “yayınla ya da yok ol” baskısı ve farkında olmama, katılımcıları makalelerini PFJ’lere sunmaya iten diğer faktörlerdir.
Şimdi, aşağıda vereceğim örnek yaşanmıştır:“CQH 2015 Proceedings Book, Sakarya / Turkey www.icqh.net Copyright © International Conference on Quality in Higher Education(ICQH) 491 Türk Yükseköğretiminde Bilimsel Hırsızlıklar: Bir Örnek Olay.” Oldukça kapsamlı ve uzun olan bu yayından önemli kısımları paylaşarak sayın YÖK Başkanının neden üniversitelerde “liyakata” önem verdiğinin önemine işaret etmek istiyorum.
“…hırsızlığa konu olan kitap, bir doçentlik tezi idi. İntihal ile suçlanan Dr…. bu tezi ile doçent unvanı almıştı. YÖK Denetleme Kurulu bu girişimim üzerine ikinci defa ilgili hakkında yeni bir soruşturma açmış ve bu defa Ankara Üniversitelerinden oluşturulan üç kişilik yeni bilirkişi heyeti yine ayrı ayrı yazdıkları raporlar ile ilk heyet gibi ilgili hakkında ‘yapılan soruşturma sonucu, adı geçenin üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası ile cezalandırılmasını YDK´na teklif’ edilmesine karar vermiştir.
İntihalci öğretim üyesinin intihal yaptığının Ankara 14. İdare Mahkemesi’nin 07.03.2012 gün ve E2010/1192, 2012/254 sayılı ve 7 Nisan 2012 tarihli kararında intihal fiilinin işlendiği tespit edilmiştir. Bu karardan önce … …. Gazetesi’nde konu ile ilgili olarak … bir yazı sebebiyle aleyhime açmış olduğu 20 bin TL’lik” tazminat davasında … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas Karar No: 2009-2010/20) hem davayı reddetmiş ve hem de kendisinin intihal fiilini işlediğini bilim jürilerinin hakkında verdikleri raporları esas alarak tespit etmiştir:
‘Şu halde davacının mezkur eserinde intihal yapıldığı hususunda emarenin mevcut olmadığından söz edilemez. Dolayısıyla davalı tarafından yazılan yazı görünüşteki gerçeğe uygundur. Görünüşteki gerçeğe uygun olan bir yazı nedeni ile yazan kişi aleyhine manevi tazminata hükmetmek mümkün olamayacağından… dava reddedilmiştir. Karar temyiz edilmiş fakat Yargıtay Mahkeme’nin kararını onaylamış ve karar ‘muhkem kaziye’ haline gelmiştir. Türkiye’de bilim etiğine aykırı davrananlar karşı yeterli ve etkili önlem alınamadığı için, eğer ilkeli bir öğretim üyesi çıkıp konuyu YÖK’e ve yargıya taşımaz ise, intihal olayının üstü maalesef örtülmektedir.”
Muhkem kaziye, kesin ve sağlam bozulmaz hüküm demektir. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu karar anlamındadır. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veya temyiz süresi geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu oluşturan olay hakkında kesin bir karine ve delil olarak kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edilmesi demektir: Kaziye-i muhkeme.
Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, “Yeni YÖK olarak kaliteyi, şeffaflığı ve liyakati önceleyerek yeni ve yenilikçi çalışmalarımıza devam ediyoruz. Akademideki atamalara ilişkin şikayetlerin ancak şeffaflık ve liyakati önceleyerek çözülebileceğini, önümüzdeki günlerde liyakat ve ehliyeti öne çıkaracak yeni kararlar alınacağını da ifade etmek isteriz” demiştir ama sayın Başkan gerçekten buna inanmakta mıdır? Ben zannetmiyorum. Eğer gerçekten bu görüşte ise geçen hafta bir büyük üniversitemizde gerçekleşen bu olayın üzerine giderek gereğini yapmalıdır. Bakalım sayın Başkan “liyakat” konusunda ne kadar samimi, bekleyip göreceğiz. Benim hiç şüphem yok ama yine de sonuç hakkında beklemek gerektiğini düşünüyorum.
27 Haziran 2009 tarihli ve “Gerçek Bilim İnsanı Kimdir? 2” başlıklı yazımdan bir alıntı aşağıdadır:
- Bilim insanının temel özelliği yorum yapabilmesidir.
- Bilim insanı özgürdür ve hiçbir otoriteye bağlı değildir.
- Bilim insanının otorite ve güç karşısında korkmaya hakkı yoktur.
- Bilim insanı yetişkin birey özelliğine sahiptir.
- Bilim insanının her şeyden önce biz merkezli, ortak akla güvenen ve yaşatan, sürükleyici vizyon oluşturan bir yapıda olması gerekir.
- Ben merkezli, kısır düşünen, bilgi paylaşamayan, vizyon oluşturamayan yapılardaki kişilikler bilime katkı sağlamaz, aksine bilimden yararlanırlar.
Dönemin YÖK Başkan Vekili sayın Prof. Dr. İzzet Özgenç, “ ….hakkında …. isimli eserinde İNTİHAL YAPTIĞI kanaatinin oluştuğu belirtilmiştir” diyerek, gereğinin yapılmasını ilgili kurumdan talep etmiştir. Bu talebinin gerisinde, alanında uzman İstanbul Üniversitesi´nin üç öğretim üyesinin “intihal yapılmıştır” kanaatinin oluştuğuna ilişkin raporları vardır. Ayrıca, … Üniversitesi raporunda imzası bulunan bir öğretim üyesi de, intihali tespit etmiş ve bunu yazdığı el yazısı mektup ile belgelemiştir: “…intihal iddianda haklı olduğunu gördüm.”
“… Üniversitesi YÖK´e yazmış olduğu yazıda şu ifadeyi kullanmıştır: “kitap 2000 yılında basıldığından ceza verme yetkisi ZAMAN AŞIMINA UĞRADIĞINDAN herhangi bir ceza verilmesinin de mümkün olamayacağı düşünülmektedir.” Diğer bir deyişle Rektörlük, 23.01.2009 tarihli yazısında intihal fiili işlenmemiştir dememiş, aksine “intihal fiili gerçekleşmiştir ama zaman aşımına uğradığı için disiplin yönetmeliğini ilgili maddesi uygulanamamaktadır” savunmasını yapmıştır.
İntihal suçlarında zaman aşımı 3 Haziran 2005 tarihinde kaldırılmıştır. 2005 yılından sonra intihal yapan öğretim üyeleri artık zaman aşımı gerekçesine sığınamayacaklardır. … İdare Mahkemesi tarafından … … iftirada bulunduğunun belirlenmesi (… 3. Asliye Hukuk Mahkemesi´nin 2004 /321 dava dosyası) üzerine (… İdare Mahkemesi Esas: 2004/1139, Karar: 2005/1223) … yönelik idari işlemi … idare mahkemesi iptal etmiştir. Düzeltme metninde yer alan “… eserin önsözünde sırf kendine teşekkür edildiği için” denerek olay küçümsemeye çalışılmıştır.
Bilimsel çalışmalarda saygın bir ismin ne kadar önemli olduğunu Yrd. Doç. Dr. Ahmet Can Bakkalcı, 6 Ocak 2009 tarihinde … yazmış olduğu mektupta şöyle ifade etmiştir: “yalnızca isminizin olması bile bizim önümüzü açarak, işlerimizi çok kolaylaştırdı.” “…” YÖK´ün 06.01.2009 tarihli yazısını “yok” (keenlemyekun) hükmünde sayarak kamuoyunu yanlış bilgilendirmek, TCK Madde 204 ve 277’nci maddelerinin ihlali anlamına gelir ve bu durum bir suçtur.
20 Haziran 2009 tarihli Hürriyet Gazetesi´nde yer alan haber bu açıdan önemlidir. Temiz bir bilim dünyası için, intihalden arındırılmış eserler üreten bir Türkiye için bu yükün altına gireceğim. İntihalci öğretim üyelerinden bazıları, Türk atasözündeki gerçeğe uygun davranış içindedirler: “Akıllı hırsız ev sahibini bastırır.” Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, “bilimsel intihal yapan bir öğretim üyesinin öğrencinin karşısına çıkmaması gerektiğini” belirtmektedir. Sayın Teziç bu konuda şu gerçeğe dikkati çekmektedir: “Ona hocalık görevi yaptırılmamalıdır. Artık o kişinin bir daha üniversitede kürsüye çıkıp öğrencilere ders verir aşamada olmaması ve HOCALIK KİSVESİ İÇİNDE ÜNİVERSİTEDE BULUNMAMASI GEREKİR.”
Üniversitelerimizde başkalarının ürettiklerini çalıp çırpıp, kendilerinden bir tek cümle koymadan, (hatta bir tek nokta ve de virgül) “kes yapıştır” tekniği kullanılarak üretilen kitaplarla sıfat elde edenler bulundukça, Prof. Dr. İbrahim Ortaş´ın bu konudaki yazısı çok önemlidir. Gerçek bilim insanı çalmaz, çaldırmaz. Çalanlar ile mücadele eder. Bu mücadelesinde ona köstek olmak isteyenler çıkabilir.
Gerçek bilim insanı hırsızlıkları örtmeye çalışanlarla da mücadele eder. Hırsızlar ile mücadele eden ve onların yaptıklarını açığa çıkarmaya çalışanların önü daima kesilmeye çalışılır. Nasıl yapsam da bu işi örtsem ya da örtülmesine ufakta olsa bir katkıda bulunsam diye çabalayanlar, Türk toplumunda hırsızlarla mücadele edenlerden maalesef daha çoktur.
İşin örtülmesine çalışanlar eğer toplumda yaygınlaşırsa, o ülkede gidiş kötüdür. “Üniversitelerde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır” özdeyişini hiçbir zaman unutmamak gerekir.
Örneğimizdeki intihalci A kişisi intihal kitabını Çince yazılmış eserlerden yararlanarak üretmiştir ama mesleki dil sınavına Japonca´dan girmiştir. Japonca bilmesine rağmen tüm dipnotları Çincedir. Çünkü kopyaladığı eserin kaynaklarının tamamı Çincedir.
Bu, tipik intihalci davranışıdır ve büyük bir dikkatsizliktir. Ben intihal yapsam, normal bir zeka seviyesinin üstünde olduğum için, bilmediğim bir dile atıf yapmam. Çünkü günün birinde benden daha akıllı biri çıkar ve bunu açıkla der. Hiçbir orijinal tezde böyle bir durum olmaz. Çünkü, bilmediğin ve sınavını geçemediğin dilden okuyarak nasıl tez yazdın diye sorduklarında, Japonca bilen Çinceyi çok çabuk öğrenir diye savunma yapamazsınız. Yapsanız bile buna kimse inanmaz. İş iddiaya binerse eline bir sayfalık bir Çince metin verir bunu Japoncaya çevir dersiniz. O zaman gerçek ortaya çıkar.
Bilim insanı her türlü zorluğu göze alabilecek kadar cesurdur. Bilim insanı otoriteye karşı düşüncesini söyleme durumunda olduğu için mümkün olduğunca iktidar çerçevesinin dışında kalmayı yeğler. Bu konuda Giordano Bruno 16. Yüzyılda, “Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Karanlık ve aydınlık arasındaki bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde nefretle karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı ve aptal çoğunluğun öfkesine hedef olarak yaşadım” demektedir.
Bilim insanının temel özelliği düşünce üretmektedir. Bilim insanı bilim yapan ve bu konuda uğraş veren kişidir. Bilim yapan kişi yaptığı işin doğası gereği, normal bir meslekten farklı bir uğraşı içindedir. Bilim insanının yaptığı işin felsefesinin iyi anlaşılması gerekir. İşin iyi anlaşılması için kişinin sahip olduğu bilgi birikimi, kültürel alt yapısı ve çabası yanında sahip olduğu zeka türü de önem taşır. Bilimin amacı evreni, içindeki canlı veya cansız nesneleri anlamak ve tanımlamaktır. Bilimin amacına uygun olarak zihinsel yeterliliğe sahip olması bilimin doğal sonucudur.
Temiz bir bilim dünyası için intihalden arındırılmış eserler üreten bir Türkiye hepimizin amacı olmalı, zaman içinde bunların üstü örtülmemelidir. Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. İnsan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır. Türkiye bu unutkanlık olayında dünya ortalamasının çok üzerinde olduğu ülkelerden biridir. Bugün her şeyi o kadar hızlı unutmaya başladık ki; bu konuya bir çözüm getirilmesi gerektiği için bu yazıyı yazma ihtiyacını hissettim. Bir diğer amacım da tarihe not düşmektir. Çevremizdeki balık hafızası olanlara da hatırlatmak istedim.
Stephen H. Unger doğru söylemiş: “Mesleki ahlak kuralları, meslek adamlarının kendilerini korumaları için değildir; son analizde bunlar toplumun korunması içindir. Bir gruba ait kurallar kendi çıkarlarını korumaya yönelirse, o grup organize suç karakteristiği sergilemeye başlar.” Şimdi açıklamakta bir sakınca görmüyorum. Yukarıdaki kişi bir seçkin üniversitemize “… başkanı” olarak atanmıştır.
Üniversitelerinde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır. Bunu unutmamak gerekir. Yukarıdaki örnekte atama makamı yargı kararı olmasına rağmen atamayı yaparak Anayasa Madde 2’yi ya unutmuş ya da yok saymıştır. Türkiye’de son gelişmelerden sonra anayasaya uyma konusunda çok sayıda farklı görüşlerin olduğu bir ortamda Anayasa madde 2’den söz etmek bir “bühtan”dır.
“Der imiş düşmen ki hemdemdir Fuzuli yar ile, Her sözü bühtan ise hakka bu söz bühtan değil.” (Fuzuli). “Var git yiğit deyi bühtan etmeyin, Niçin söz verdin sen gel deyi deyi” (Karacaoğlan). “Sen bana bu tarizinle bühtan edersin.” (Ahmed Vefik Paşa). “Şiir değil diye bühtan ederdi bermu’tad.” (Tevfik Fikret). Nokta.
Yazıları posta kutunda oku