Biraz uzun ama okursanız çok şeyi anlamaya yardımcı olacaktır.Bilimde rüzgarın Batı’nın ardında olduğu modern yılları unutun, 15. yüzyıl ve öncesinde Batı, Osmanlı kaynaklarını kendi dillerine çevirip, bilimi tam anlamıyla bir adım geriden takip ediyordu. Bu parıltılı dönemin sonunu hazırlayan belli başlı olaylar olmakla birlikte, bunlar arasında en önemlilerinden ‘Takiyüddin Vakası’ astronomide dünyaya yön verecek gelişmeleri akla hayale sığmayacak sebeplerle yerle yeksan edildiğini gösterir.Takiyüddin, Osmanlı’da yetişen en büyük astronomlardan biri, 1526’da Şam’da doğar ve 1550’de İstanbul’a gelir.Bu dönemde yani 1570’li yıllarda Galata Kulesi’nde gözlemler yapmayı sürdürse de yöneticilerin desteği ve başarısı padişah III. Murat’ı da ikna ederek Takiyüddin’e Tophane tepelerinde bir rasathane kurulur.Takiyüddin bu rasathane bünyesinde sadece astronomi üzerine de çalışmaz, matematik alanında da çağdaşlarının odaklanmadığı çokça konuda formüller, teoriler üretir. Dönemin devrimsel gelişmelere imza atan astronomu Kopernik, trigonometrik hesaplar kullanmamış hatta bu hesaplardan söz etmemişti.Takiyüddin’ in yapmış olduğu bu İstanbul gözlem evi, pek uzun ömürlü olmadı Çünkü aradan 5 yıl geçtikten sonra gözlem evini 1580 yılında III Murat’ın emriyle Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından yıktırıldı Bunun nedeni ise şuydu ;Gözlem yapmakla Allah’ın işine karıştığına inandıkları için Allah’ın onlara salgın hastalık (veba) yolladığını düşünmeleriydi. 1578′de bir veba salgını baş göstermiş, bu olay sebebiyle gözlemevine karşı olumsuz bir tavır oluşmaya başlamış ve saraydakiler bu fırsattan yararlanarak, bir gözlemevinin kurulduğu her yerde felâketlerin birbirini kovaladığını, Uluğ Bey’in ölümünü de örnek göstererek kanıtlamaya çalışmışlardır. Devrin Şeyhülislâmı Ahmed Şemseddin Efendi Padişah’a bir rapor sunmuş ve bu raporunda gözlem yapmanın uğursuz, feleklerin esrar perdesini küstahça öğrenmeye cüret edenin akıbetinin meçhul olduğunu ve eğer bir memlekette zîc hazırlanacak olursa o memleket mâmur iken harap olacağını ve devletin binalarının zelzele ile yıkılacağını bildirmiştir
Yine Kısa bir tarihi risaleden aldım avokadonun Türkiye de yetiştirilmesi denemeleri.. Timsah armudu diye Osmanlı ya elit tabakalara yayılır… Lale Devri sonlarındayız…. ” ‘İsyancılar hamisi Damat İbrahim Paşa ile birlikte Kamil Efendi’yi de olmadık zulümle halletmiş, ayaklanmaya katılan bir grup yobazın telkini ile avokadonun timsah ile ağacın ciması ile mahsul olduğu söylentisi yayılmış;(TİMSAH İLE AĞACIN CİMASI İLE EVET ) Mekruh olduğu, Müslüman memlekette ziraatı ve yenilmesinin caiz olmadığı fetvası verilerek Yalova’daki tüm ağaçlar yakılarak tahrip edilmiştir. Böylelikle Türk tarihinin belki bu ilk modern tarım denemesi, bir grup yobaz tarafından durdurulmuş ve avokadonun tekrar ülkemize girişi ancak yaklaşık 250 yıl sonra olabilmiştir.Kaynak: Dr.Fırat Yağmurlu
Bir başka olay ;
Devir 3. Murat devri bu dönemde İstanbul’da öyle bir olay yaşandı ki akıllara zarar.
Osmanlı küçük bir beylik iken kısa zamanda büyük bir imparatorluğa dönüştü ve 16. yüzyılda dünyanın süper gücü haline geldi.
Hal böyleyken o devirlerde Osmanlının karşısında duracak hiçbir güç kalmadı.
Karada çok güçlü olan Osmanlı Devleti denizlerde ise karada olduğu kadar başarılı değildi.
Bu açığı kapatmak ve denizlere de tamamen hakim olmak için Osmanlı denizcileri dönemin teknolojisinin yanında hayvan gücünden de yararlanma yoluna gitmişlerdir.
Nedir bu denizlerde hayvan gücü dediğinizi duyar gibiyim.
Osmanlılar Yavuz Sultan Selim ile Kuzey Afrika’nın fethine başladılar. Bu fetihlerle beraber Kuzey Afrika’da sayıları çok olan maymunlardan yararlanma yoluna gidilmiştir.
Maymunların görme duyuları insanın görme duyularından 2-3 kat daha fazla olduğu için Osmanlılar maymunları gemilerde kullanmaya başlamışlardır.
Kuzey Afrika’dan getirilen maymunlar önce evcilleştirilip bir eğitime tabi tutuluyor sonra ise gemilerde gözcülük yapmaya başlıyorlardı.
Osmanlının gemici maymunları ufuktaki bir düşman gemisini daha önce fark edip tayfalara haber veriyor bu şekilde Osmanlı tayfaları düşmandan önce hazırlanma yahut kaçma imkanını buluyordu.
Nasıl karada at’tan yararlanıldıysa uzun yıllar boyu denizde’de Osmanlılar maymunlardan yararlanmıştır.
Asıl gariplik şimdi başlıyor.
Kanuni zamanında Kuzey Afrika’nın fethine devam edilirken İstanbul’da maymun sayısı da artmış ve artık maymunlar sadece gemilerde değil İstanbul sokaklarında da görülmeye başlanmıştı.
3. Murat devrine gelindiğinde ise neredeyse her varlıklı ailenin evinde tıpkı kedi köpek gibi evcil maymun bulunmaktaydı.
Maymunların kedi, köpek gibi beslenmesi İstanbul halkı tarafından hoş karşılansa da bu olaydan rahatsız olan bir kişi vardı. Molla Abdülkerim efendi.
Abdülkerim Efendi önceleri sıradan bir imam olsa da Sultan Murat’ın tahta oturmasıyla Rumeli kazaskerliğine kadar yükselmiştir.
Son derece tutucu bir insan olan Abdülkerim efendi İstanbul’da dolaşan bu maymunlardan pek rahatsızdı.
Bir gün Fatih cami’inde verdiği cuma vaazında bu maymunları gayrimüslimler kötü işlerde kullandığını ve bu maymunlarla zina yaptıklarını söyleyip bütün cemaat’i maymunlara karşı galeyana getirmiştir.
Namazdan çıkan cemaat Abdülkerim efendi önderliğinde doğruca bu maymunların satıldığı dükkanları basıp yakaladıkları maymunları öldürmüşlerdir.
Ayrıca çıkarılan bir fermanla nerede bir maymun yakalansa en yakın ağaca asılıp idam edilmesi istenmiştir.
Dönemin tarihçileri o zamanı İstanbul’da dalında maymun sallanmayan tek bir ağaç kalmadı diye anlatır.
Yaşanan bu olaylardan sonra Abdülkerim efendi Maymunkeş Abdülkerim olarak anılmaya başlandı.
İşte görkemli mazimizde böyle garip olaylarda vardır.
Türkler Ermenilere sözde ”soykırım” yaptı iddiaları gerçeği yansıtmasa da galiba tarihimizde maymunlara yapılan bir soykırım mevcuttur.
Yaşanan bu olaylardan sonra İstanbul’da sağ kalan tek bir maymun bile kalmamıştır.
IV. Murad’ın hükümdarlık yaptığı yıllarda Hezarfen Ahmed Çelebi adında bir Türk bilgini uçma teşebbüslerine girişti. İlk önce Ok Meydanından kısa mesafeli dokuz deneme yaptı. Hepsinde de başarılı oldu. Milâdî takvim 1636 yılını gösteriyordu. Hezarfen Ahmed Çelebi büyük uçuşunu yapmaya hazırlanmaya başladı. Galata Kulesi’nin üstüne çıktı. Kendini rüzgara bırakıp Üsküdar’a uçacaktı.
O gün İstanbul halkı deniz kıyısını doldurmuştu. Kısa bir zamanda mahşerî bir kalabalık toplandı. IV. Murad, sadrazam ve vezirleriyle birlikte Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkünden olup bitenleri seyrediyordu. Herkesi alabildiğine bir heyecan kaplamış, bütün gözler Galata Kulesinin tepesine dikilmiş, kendini boşluğa atacak kahramanı bekliyorlardı.
Nihayet beklenen an geldi. Hezarfen Ahmed Çelebi, “Bismillah” deyip kendini boşluğa bıraktı. Vücuduna taktığı kanatlarıyla Boğaza doğru süzüldü. Herkes hayretteydi. Hezarfen Ahmed Çelebi Lodos rüzgarının da yardımıyla bir kuş gibi uçup İstanbul Boğazını geçmiş, Üsküdar’daki Doğancılar’a inmişti. Onun bu başarısından hoşlanan Sultân IV. Murad, kendisine bir kese altın verdi. Maalesef bu ihsanına rağmen “Böyle kimselerin bekası caiz değil” diye Cezâir’e sürgün ettiği ve orada vefat ettiği Evliya Çelebi’nin kayıtları arasındadır.O zaman bu teknoloji ilerletilmiş olsaydı bugün havacılıkta Türkiye nerede olurdu bir düşünün...
Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
OSMANLI’NIN SON YILLARI
Osmanlı imparatorluğunun son iki yüzyılındaki gerçek idari, siyasi ve ekonomik durumunu somut bir kaç acı örnekle açıklamak isterim.
Ilk özel Türkçe gazete çıkarma izni, İstanbulda oturan İngiliz vatandaşı William Churchill’e verildi. (Ceride-i havadis.). 1840.
William Churchiil(çörçil) kimdir.?
Bu adam 1836 larda İngiliz elçiliğinde katiplik, gazetecilik ve ingiliz istihbaratçılığı yapmaktadır. Gözleri az gören, çok içip sürekli olay çıkaran biridir.
William Churchill 1836 yılının 8 mayısında pazar günü ingiliz arkadaşlarıyla sabahlara kadar içip eğlendi.
İçkili eğlencenin devamı sabahında İstanbul içindeki bir mesire alanında avlanmaya gitti.
Çörçil çok sarhoş ve az gören biri olduğundan hedefi seçemiyordu.
Mesire alanında koyun otlatan bir de çocuk vardı.
Çörçil çocuğu av zannederek ateş edip vurdu.
Çevreden koşanlar olayı görüp çocuğa yardım etti. Çörçil’in elinden silahı zorla aldılar. Fakat çörçil öyle şımarık, öyle ukala ki, pişman görünmüyor, herkesle alay ediyordu.
Ve tehditler savuruyordu.
– Siz kimsiniz, bana karışamazsınız, ben Ingiliz’im – diyordu.
Olay mahkemeye intikal etti.
Çörçil mahkemede zaptedilemiyordu. -Siz beni yargılayamazsınız, kapitülasyon haklarımıza göre beni Ingiliz konsolosluğumuza teslim etmelisiniz- diye bağırıyordu.
Mahkemeye türlü hakaretler savurunca, mahkeme mübaşırı dayanamadı, Çörçil’e destekli iki tokat attı. Çörçil susuverdi. Usluca oturdu.
Ancak, Avrupa’da kıyamet koptu.
Olay Padişah II. Mahmut’a ve dış işleri bakanı Akif beye intikal etti.
Akif bey de Çörçilin yargılanmasından yanaydı.
Olay daha büyüdü.
Ingiliz devleti Osmanlıya nota verdi.
Bu arada yaralı çocuk hastanedeydi. Ölmek üzereydi. ilgilenen yoktu.
İngiliz devleti Padişah II. Mahmut’a öyle baskı yaptı ki, II. Mahmut’un emriyle çorçil serbest bırakıldı.
Bu da yetmedi.
İngiltere’nin emriyle dış işleri bakanımız Akif bey görevinden alındı.
Görevden atıldı.
Bu da yetmedi.
Çörçil ne isterse yapılıyordu.
Yeterki İngiltere kızmasın.
Çorçil’e 10 bin kantar Zeytinyağı satın alma imtiyazı verildi. Çörcil bu hakkını hemen bir Rus işadamına 350 bin kuruşa satıverdi. Çok büyük kazanç elde etti, 1836.
Yetmedi,
William Churchill’e pırlanta nişan verildi.
Yine yetmedi,
bu suçlu Çörçil’e bu olaydan 4 yıl sonra benim devletimin Halife Padişahı Abdülmecit tarafından, ilk özel Türkçe gazete çıkarma hakkı verildi. Ceride-i havadis.
II. Mahmut döneminde başlayan bu rezalet, Sultan Abdulmecit zamanında da devam etti.
Padişah Abdulmecit de bu rezil ajan gazeteci Churchill’e her türlü desteği vermek zorunda kaldı. Çörçil’i ihya etti.
Yani arkadaşlar: Osmanlı’nın son 200 yılında ekonomisini, siyasetini, basınını, kültürünü, dinini, adaletini, hukukunu Avrupa’nın emperyalist ülkeleri yönetti.
Müslümanlara 7 evliya gücünde diye öğretilen 2 Halife Padişahın, sarhoş katil bir İngiliz katibine bile gücü yetmedi.
Üstelikte ayaklarına kapandılar. -Biz ettik sen etme- dediler.
Atatürk’ten sonra da tekrar 1945’lerden 2021’e herşeyimizi elimizden alıp bizi borç batağına sürükleyenlerin her emrine uyuduğumuz için tekrar aynı hale geldik.
Şimdi, İngiliz, ABD ve İsrail istila güçlerince, Türkiye’nin neden mutlaka eski Osmanlı yönetimine geri dönmesi için baskı yapıldığını iyi anlayın.
Neden son yıllarda ısrarla kurtuluş savaşı düşmanlığı öğretildiğini iyi düşünün.
Düşmanların ısrarla bize tavsiye ettiği Osmanlıcılık, yukarıdaki utanç verici olayda olduğu gibi son 2 yüzyılındaki sömürgeleştirilmiş Osmanlıdır.
Yani istenen, bu utanç verici olayda olduğu gibi, Padişahların, Halifelerin, Sadrazamların gece bekçisi kadar yetkisinin kalmadığı dönemdir.
Yani, 2 koca Padişah Halife’nin bir mahkeme mübaşırı kadar inanç ve kararlılık gösteremediği idaredir.
Sandığınız gibi 1453 teki Osmanlı değil.
Kimse kendini kandırmasın.
Tüm bu istila, işgal, saldırı ve soygunlara Gazi Mustafa Kemal Atatürk millitiyle birlikte karşı koymuş hepsini ülkeden kovmuştu. Bize de, bir daha aynı duruma düşmememiz için ne yapmamız gerektiği söylemişti.
Düşman aklıyla Atatürk’ten uzaklaştıkça, bağımsızlıktan, kalkınmadan, bilimden, dinden, imandan uzaklaştık.
Saygilarimla,
SAtasoy