Yükseköğretim Kurulu Başkanı sayın Prof. Dr. Yekta Saraç bugün “Yeni YÖK olarak kaliteyi, şeffaflığı ve liyakati önceleyerek yeni ve yenilikçi çalışmalarımıza devam ediyoruz. Akademideki atamalara ilişkin şikayetlerin ancak şeffaflık ve liyakati önceleyerek çözülebileceğini, önümüzdeki günlerde liyakat ve ehliyeti öne çıkaracak yeni kararlar alınacağını da ifade etmek isteriz” demiştir. Başkanı Saraç, Akademik Kariyer-Liyakat Platformu’nun tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada platformun, Türk yükseköğretim sisteminde daha saydamlık ve liyakat odaklı istihdama imkan sağlayacağını belirtmiştir.
Başkan Saraç’a göre YÖK Akademik Kariyer-Liyakat Platformu sayesinde Türk yükseköğretim sisteminde yer almak isteyen doktorasını başarıyla tamamlamış Türk veya yabancı uyruklu kişiler ile stratejik hedefleri doğrultusunda öğretim üyesi arayan üniversiteler bir araya gelecektir. Böylece Türk yükseköğretim sisteminde doktoralı insan kaynağı ihtiyacının karşılanması sürecine katkı sağlanacak ve öğretim üyeliği istihdamı sürecinin daha saydam nitelikli, liyakat ve ehliyet esaslı olarak yürütülmesi mümkün olacaktır.
Yükseköğretimde ilk defa uygulanacak bu yöntem ile üniversite akademik personel istihdamına yeni bir vizyon kazandırılmaktadır. Doktoralı öğretim üyesi adayları belirlenen elektronik adresten ) veya e-Devlet kapısından e-Devlet şifreleri ile platforma girebileceklerdir. İlk aşamada bu platformun devlet üniversiteleri için aktif hale getirileceğini, daha sonra vakıf üniversitelerinde de uygulanmaya başlanacağını açıklamış ve şunları söylemiştir:
“Yükseköğretim tarihinde bir ilk olan bu platform, doktorasını tamamlamış akademisyen, araştırmacı ve bilim insanlarının Türk yükseköğretim sisteminde daha şeffaf ve liyakat odaklı istihdamın gerçekleşmesine hizmet edecektir. Yeni YÖK olarak kaliteyi, şeffaflığı ve liyakati önceleyerek yeni ve yenilikçi çalışmalarımıza devam ediyoruz. Akademideki atamalara ilişkin şikayetlerin ancak şeffaflık ve liyakati önceleyerek çözülebileceğini, önümüzdeki günlerde liyakat ve ehliyeti öne çıkaracak yeni kararlar alınacağını da ifade etmek isteriz.”
YÖK Başkanı sayın Saraç haklıdır.
Fakat vurgu yaptığı “liyakat ilkesine” YÖK uymamaktadır. Bu bir çelişkidir. Şimdi bu çelişkiye uygulamadan iki örnek vermek istiyorum. Öğretim üyelerinin eserlerine yapılan atıf sayısı yapılan çalışmanın kalitesine bağlıdır. Atıf sayısının artması araştırmacıların kendileri tarafından değil çalışmalarının yer aldığı bilimsel çevre tarafından takdir edilmesi ile mümkündür.
Türk üniversitelerinin çoğu dünya sıralamalarında geriye düşmektedir. Bunun sebebi, etki değeri yüksek dergilerdeki makale sayılarının yeterince hızlı şekilde artırılamayışıdır. Atıf alamayan makaleler azaldıkça ilgili üniversitenin makale başına düşen atıf sayısı artacağı için makale başına düşen atıf sayısını artıran üniversitelerin sıralamalarda ilerleme şansı olacaktır. Türkiye kaynaklı bilimsel makaleler arasında atıf alanların oranı da uzun süredir dünya ortalamasının altındadır. Bu durum üniversitelerimizin dünya sıralamalarında gerilemesini hızlandırmaktadır.
Türk üniversitelerinin başarılarında önemli faktörlerden birinin bu üniversitelerin öğretim üyelerinin yayınlarına yapılan “atıflar” olduğunu YÖK maalesef dikkate almamaktadır. URAP Başkanı Prof. Dr. Akbulut’un görüşü, sayın YÖK Başkanı ile aynıdır:
“Türk üniversitelerinden birinin 2023’te yani 3,5 yıl sonra ilk 100’e girmesi matematiksel olarak mümkün görünmüyor. Son yıllarda sıralamalarda ilerleme yerine gerileme yaşıyoruz. İlk 100’e girmek için en az 7-8 dünya ıralamasında ilk 500’de 15-16 üniversitemiz olmalı. İlk 400’de en az 10, ilk 200’de en az 5 üniversitemiz olmalı ki bir tanesi ilk 100’e girebilsin. Rusya 2012’de benzeri amaçla 5-100 projesini başlattı ve yüz milyonlarca dolar harcadı ama hala ilk 100’de 5 değil bir üniversitesi bile yok. Biz henüz bu amaç için hiç para ayırmadık. Hedef koyulması iyidir ama bütçe ayrılmadan ve akademik performans artırıcı uygulamalar başlatmadan ilk 100’e girebilen üniversitemiz olmaz. Hiçbir başarı enerji, para ve çaba harcamadan kendiliğinden gerçekleşmez. Umarım bilimsel performansı en yüksek 10-15 üniversitemize dünyadaki rakamlara paralel miktarda performansa dayalı Ar-Ge bütçesi ve araştırmacı kadrosu verilir. tüm üniversitelerde atama ve yükseltmelerde, sadece akademik performansı en yüksek akademisyenler tercih edilir. Bunlar zor değil sadece istemek yeterli.”
Bu açıklamalardan sonra Türkiye’de bir vakıf üniversitesindeki örneği paylaşmak istiyorum. Fakat gerçek isimler değil müstear isimleri örnekte kullanacağım. Süreç yargı aşamasında olduğu için gerçek kişiler yerine A, B ve C kişiler olarak süreci açıklamak istiyorum. Jüri üyesi (A) kişisinin Geogle Akademik’te bugün itibariyle (11.02.2021) eserlerine yapılan atıf sayısı 367’dir. (A) kişisi (B) kişisi için “…Çalışmalarının Bilime Katkı Özelliğini Saptayarak Adayın Bilimselliği Hakkında Bir Fikir Sahibi Olabilmem Söz Konusu Olmamıştır” demiştir. Oysa aday (B)’nin eserlerine yapılan atıf sayısı 1,770’tir. Jüri üyesi (A) kişisi jüri başkanı olarak (C) adayını (B) adayına tercih etmiştir.
(A) kişisi (B) adayı için yukarıdaki aşağılamayı yaparken aynı zamanda (C) adayının bilimsel çalışmalarını çok takdir ederek (C) kişisinin atamasının yapılmasını sağlamıştır. Ama çok ilginçtir ki, çok başarılı bulduğu (C) kişinin durumu hiç parlak değildir: (C) adayının makaleleri 401, h-i endeksi 64’tür. Atanamayan (B) adayının makalelerine atıf 1770 iken h-i endeksi de 317’dir. Aşağıda ilk satır atanmayan (B) adayının, ikinci satır ise (C) adayınındır.
Atanmayan (B) adayı ile atanan (C) adayı arasındaki atıf sayısı farkı 1,770 – 401=1,369’dur. h-i endeksi farkı ise 317-64=253’tür. Dünyanın hiçbir nitelikli üniversitesinde adaylar arasında bu fark olan biri kesinlikle atanmaz. (A) kişisi “…bölge idare mahkemesince açılan iptal davasının da reddedildiğini…” açıklayarak yalan söylemekten de çekinmemiştir. Dava derdest olduğu için gerçek kişiler açıklanmamıştır.
Çok vahim başka bir uygulama daha vardır. Atama yapılırken vakıf üniversitesinin bilim jürisinin belirlediği 9 kriter İngilizce olarak aşağıdadır. Özellikle İngilizcesini paylaşıyorum. Çünkü hafta başında THE’ye göndererek bu kriterler ile üniversitelerde profesör atamasını değerlendirmesini istedim. İlginç olan, YÖK’ün sözü edilen 9 kriteri uygun bulmasıdır. Bunlar YÖK’ün liyakat kriterinin hiçbirine uymamaktadır: “Dosyanın Daha Düzenli Olması, Taşınır Bellek, Adayın Genç Olması, Adayın Dinamik Olması, Adayın Yaşı, Adayın Lisans Programında Ders Vermesi, Adayın Yüksek Lisans Programında Ders Vermesi, Alanında Yetkin Olmak, Profesörlük Kadrosuna Atama Kriterlerini Fazlasıyla Taşımak”.
Bu sebeple THE” (Times Higher Education World University Rankings) kuruluşuna 9 kriteri gönderdim: “The File is More Organized, Portable MemoryYoung Candidate, Young Candidate, The Candidate Being Dynamic, Candidate’s Age, Candidate’s Teaching in Undergraduate Program, The Candidate’s Teaching in the Graduate Program, To be Competent in the Field, Excessively Carrying the Assignment Criteria to the Professorship Staff”.Eğer yukarıdaki kriterler ile vakıf üniversitelerine profesör atanabiliyorsa Türk üniversitelerinin 11. Plan hedeflerine ulaşması güzel bir hayal olur.
Sayın Cumhurbaşkanı da “liyakata” önem vermiştir ama söz konusu liyakata YÖK uymamaktadır. Bu bakımdan sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2019-2020 Akademik Yılı Açılış Töreni’nde bazı vakıf üniversiteleri hakkındaki görüşü çok önemlidir: “Vakıf üniversiteleri ama vakıf olmaktan çıkmış, tamamen ticari çalışıyorlar.”
Şimdi sayın YÖK Başkanının liyakata vurgusunu yok sayan başka bir uygulamaya değinmek istiyorum. Liyakat akademik kariyerde çok önemlidir ama buna uyan var mı? Bence yok. Bu hafta bu konudaki bir başka uygulamayı örnek olarak vereceğim. Bakalım bu uygulamaya YÖK ne diyecek merak ediyorum. Hem liyakat diyeceksiniz, sonra bunu hiç dikkate alamadan uygulama yapacaksınız. Bu işe hiç aklım ermedi. Söz konusu olan gelişme aşağıdadır ve belgelidir.
“Çünkü hırsızlığa konu olan kitap, bir doçentlik tezi idi. İntihal ile suçlanan … bu tezi ile doçent unvanı almıştı. YÖK Denetleme Kurulu bu girişimim üzerine ikinci defa ilgili hakkında yeni bir soruşturma açmış ve bu defa Ankara Üniversitelerinden oluşturulan üç kişilik yeni bilirkişi heyeti yine ayrı ayrı yazdıkları raporlar ile ilk heyet gibi ilgili hakkında ‘yapılan soruşturma sonucu, adı geçenin üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası ile cezalandırılmasını YDK´na teklif’ edilmesine karar vermiştir.”
“İntihalci öğretim üyesinin intihal yaptığının Ankara 14. İdare Mahkemesi’nin 07.03.2012 gün ve E.2010/1192, 2012/254 sayılı ve 7 Nisan 2012 tarihli kararında intihal fiilinin işlendiği tespit edilmiştir. Bu karardan önce … …. Gazetesi’nde konu ile ilgili olarak yazdığım bir yazı sebebiyle aleyhime açmış olduğu ‘20 bin TL’lik’ tazminat davasında … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas Karar No: 2009-2010/20) hem davayı reddetmiş ve hem de kendisinin intihal fiilini işlediğini bilim jürilerinin hakkında verdikleri raporları esas alarak şöyle tespit etmiştir: Şu halde davacının mezkur eserinde intihal yapıldığı hususunda emarenin mevcut olmadığından söz edilemez. Dolayısıyla davalı tarafından yazılan yazı görünüşteki gerçeğe uygundur. Görünüşteki gerçeğe uygun olan bir yazı nedeni ile yazan kişi aleyhine manevi tazminata hükmetmek mümkün olamayacağından… dava reddedilmiştir. Karar temyiz edilmiş fakat Yargıtay Mahkeme’nin kararını onaylamış ve karar “muhkem kaziye” haline gelmiştir. Türkiye’de bilim etiğine aykırı davrananlar karşı yeterli ve etkili önlem alınamadığı için, eğer ilkeli bir öğretim üyesi çıkıp konuyu YÖK’e ve yargıya taşımaz ise, intihal olayının üstü maalesef örtülmektedir.”
Şimdi açıklamakta bir sakınca görmüyorum. Bu kişi ….. atanmıştır. Atama makamı yargı kararı olmasına rağmen atamayı yaparak Anayasa Madde 2’yi yok saymıştır.
Yazıları posta kutunda oku