‘EKONOMİ KÖTÜ, GİDECEKLER’ TEZİ bir YANILGIDIR

Ümit Akçay 6 Şubat, 2021

Ümit Akçay, muhalefetin ekonomik krizin kendiliğinden iktidarı değiştireceği tezine şerh koyuyor: Bu yaklaşımı, hem ekonomik hem siyaseten yanlış buluyor.

Söyleşi şöyle bitiyor:

– Siz öteden berikapitalizmle demokrasi arasında yapısal bir ilişki olmadığı fikrini ısrarla savunuyorsunuzTürkiye muhalefeti de ekonomik krizlerin derinleşmesinin demokrasi yokluğundan kaynaklandığı konusunda ısrarlı… Ne düşünüyorsunuz?

Ümit Akçay: Şunu tespit edelim: Bugün bildiğimiz anlamdaki demokrasi, kapitalizm sayesinde değil, ona rağmen gelişti. Dolayısıyla, demokrasi, kapitalizm için olası tek yönetim biçimi değil. Zaten dünyaya baktığımızda bunu görüyoruz. Eğer DEMOKRASİ ile KAPİTALİZM arasında otomatik bir ilişki olsaydı, işimiz kolay olurdu. Ancak böyle bir şey söz konusu değil. 

Muhalefette yaygın olan tehlikeli bir eğilim var: Demokrasiyi, YABANCI SERMAYE GELSİN, yatırım yapsın diye talep etmek. Bu korkunç bir ekonomik indirgemecilik. Eşit, özgür ve insan onuruna yakışır bir şekilde bir arada yaşamak için değil de sermaye gelsin diye demokrasi istemek, nasıl bir akıl tutulmasıdır, anlamak mümkün değil.

– Bu arada, Türkiye muhalefetinin önemli bölümü, kapitalist dünyanın da Türkiye’nin otoriter ortamından rahatsız olduğu ve eninde sonunda müdahil olacağı fikrini -resmen söylemese de- koruyor. Oysa yerel despotlara hareket alanı yaratan günümüzün kaosunda kimse kimseden öyle kolay vazgeçmiyor gibi. DIŞSAL FAKTÖRLERİN Türkiye’de iktidar değişikliğini zorlayacağını düşünüyor musunuz?

Ümit Akçay: Bu da, bir önceki yanıtta bahsettiğim ‘EKONOMİK İNDİRGEMECİLİK’ türünün bir sonucu. Bu yaklaşıma göre eğer kapitalizm ile demokrasi bir arada gidecekse, demokrasiden uzaklaşan rejimler piyasalar tarafından cezalandırılır. Dolayısıyla, çok da endişelenmeye gerek yok. Bir yazımda ‘KADERCİ LİBERALİZM’ olarak adlandırmıştım bu yaklaşımı. Bu yaklaşımın pek çok sorunlu yanı var ama en temel sorunu, MUHALEFETİ PASİFİZE EDEN, bir izleyici konumuna iten bir konformizm yaratması.

Ancak bu, sorunuzda işaret ettiğiniz dışsal faktörlerin önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Örneğin,1990’larda özellikle Doğu Avrupa’daki ülkelerin AB’ye katılması gündeme geldiğinde, dış etkenlerin demokratikleşmede önemli olabileceği fikri yayınlaşmıştı. Bu görüşe göre, liberal kural temelli sistemlere coğrafi yakınlığı olan ülkelerde iktidarlar için ‘otoriter’ olmanın maliyeti artacağından, bu ülkelerdeki siyasi elitler demokratik kurumlara daha sadık olacaktır. Ancak geçtiğimiz 30 yıl sonunda Doğu Avrupa’daki piyasa reformları eşliğinde demokrasinin konsolidasyonu hikâyesi tam tersine döndü. Piyasa reformları yapıldı, hatta bu ülkelerin bazıları AB üyesi de oldu. Ancak milliyetçi-muhafazakâr sağ iktidarlar, Polonya ve Macaristan’da hukuk devletinin, basın özgürlüğünün ya da kadın haklarının altını oymayı sürdürüyor. Türkiye’ye dönersek, ABD’deki iktidar değişiminin havayı değiştireceği görüşü muhalefet çevrelerinde yaygın. Açıkçası bu tip kolaycı açıklamaları ihtiyatla karşılamak gerektiğini düşünüyorum. Vitrinde bazı değişimler olabilir, ancak Türkiye’deki iktidar bloğunun mevcut bileşimi, olası bir demokratikleşme sürecine açık değil.

– Fakat öte yandan, dünyanın, dolu cezaevlerinden değilse de ekonominin yürütülüşündeki keyfilikten rahatsız olduğu iddiası var. Bu daha ciddi bir şey. Farklı çevreler de IMF-DB anlaşmaları olsa böyle ‘adrese teslim’ yandaş ihalelerinin yapılamayacağını belirterek üstü kapalı IMF övgüsü yapıyor. Ne dersiniz?

Ümit Akçay: Geçtiğimiz hafta IMF, Türkiye ile ilgili son değerlendirmesini yayınladı. İktidarın 6 Kasım sonrasındaki ‘U-dönüşüne’ tam destek var. Bunun yanında, sözünü ettiğiniz konularda, özellikle kamu-özel işbirliği projelerinin yürütülmesi ve Varlık Fonu konularında şeffaf bir bilgi akışının olması gerektiği eleştirileri yapılmış. IMF’nin vurguları, bu tip bütçe dışı alanların kamu bütçesine getirebileceği olası yüklerle ilgileniyor. İHALELERİ KİMİN ALDIĞI, almadığı ile İLGİLENMİYOR. İktidarın yeni bir IMF anlaşması yapıp yapmayacağı, küresel finansal koşullarla ilgili. Örneğin 2019 yılında, küresel ekonomik koşullar 2018’in bir tekrarı olsaydı, AKP yönetimi büyük ihtimalle bir IMF anlaşması yapmaktan kaçınamayacaktı. Oysa 2019’un Ocak ayında ABD merkez bankası FED’in para politikasında yaptığı değişiklik ile faiz indirimine gitmesi, Türkiye’ye muazzambir imkân açtı. Hatta OTORİTER KONSOLİDASYON girişimi bu sayede hayata geçebildi. Kısa vadede, bir IMF programının Türkiye’nin gündemine gelmesi için yakıcı bir neden göremiyorum. Ancak olası bir IMF programı, bizi işlemediğini bildiğimiz bir programa geri götürür, o kadar.

– Buradan, bir örnek olarak, şu CHP’nin ‘KAMULAŞTIRMA’ vaadine gelmek istiyorum. Biliyorsunuz Kılıçdaroğlu, ‘5’li çete’ olarak bilinen yandaş şirketlerin yatırımlarına el koyacaklarını söyledi. Bütünlüklü olmayan, halkın nefret ögesi olan birkaç şirketi hedef alan bir hamle, PALYATİF değil mi?

Ümit Akçay: Bu konuda ‘ne kadar ileri gidebilirlerse o kadar iyi’ diye düşünüyorum. Kapsamlı bir kamulaştırma, programatik olarak CHP’nin tercihi zaten değil. O nedenle sistem değişikliğinden söz etmek uygun olmaz. Ama olası bir iktidar değişiminde, yeni gelen yönetim ister istemez kamuya büyük yük oluşturan bu kamu-özel işbirliği projelerinden kurtulmak isteyecek. Bu kamulaştırma ile mi olur, başka bir yöntemle mi olur bilemiyorum. Ancak söz konusu olan bir alternatif ekonomi programı ya da yeni bir model değil, onu biliyoruz.

– Bir de iktidara yönelik olarak (Damat üzerinden) ‘iş bilmezlik’ eleştirisi var. Sorun buradan mı kaynaklanıyor? Toplumsal bir harekete denk düşmeyen bir seçim zaferi ve ‘iyi iktisatçılar’ gerçek bir dönüşüm yaratabilir mi?

Ümit Akçay: Bu ‘iş bilmezlik’ söylemi, muhalefet açısından işlevsel. Şunu demek istiyorlar: ‘Çok da fazla bir şeyi değiştirmeye gerek yok. İYİ İKTİSATÇILAR GELDİĞİNDE MESELE ÇÖZÜLECEK’. Keşke konu bu kadar basit olsaydı ama değil. En iyi iktisatçılardan oluşan bir teknokrat kabine dahi kursanız, bu teknokratlar siyaset ile yüzleştiğinde, farklı kesimlerinin çıkarları söz konusu olacak, bu durumda da ekonomik olarak güçlü kesimlerin çıkarları ve bu kesimler arasındaki mücadele, iktidarın ekonomi politikasını şekillendirecektir. 2013 sonrası ekonomi yönetiminin çizdiği zikzaklar, görevdekilerin ekonomiyi bilmediklerinden değil, farklı sermaye fraksiyonları arasındaki çelişkilerin yönetilmesinin 2013 sonrasında zorlaşması nedeniyle ortaya çıkıyor. Bir de konunun şöyle bir boyutu var: Az önce konuştuğumuz gibi, dünyada işlerin yolunda gitmediği, mevcut ekonomi politikaları ile devam edilmemesi gerektiği gibi konular gündemdeyken, Türkiye’deki muhalefetin geniş kesimlerinin AKP’nin 2002-2007 arasında uyguladığı politikalara dönüşü savunması bir akıl tutulması olsa gerek.
EKONOMİNİN DEMOKRATİKLEŞTİRİLMESİ

– Sonuçta muhalefet ne yaparsa bu gidişatın önü kesilir? Sol bir program hangi temeller üzerine kurulabilir? Schwab’ın kulaklarını çınlatalım isterseniz, muhalefete bir ‘reset’ atsak ve yeni yönergeleri siz yazsanız, en temel maddeler hangileri olurdu?

Ümit Akçay: Burada belki iki düzeyde yanıt verebilirim. İlk olarak muhalefetin iktidarın otoriter konsolidasyon girişimini durdurup durduramayacağı konusuna değineyim. Mevcut şartlar altında bir iktidar değişimi, iktidarın HDP’yi marjinalleştirme stratejisi karşısında muhalefetin nasıl davranacaklarını bağlı olarak şekillenecek. 2019’daki yerel seçimlerdeki gibi esnek bir seçim birlikteliğinin 2023 seçimlerinde gösterilip gösterilemeyeceği, temel konu olacak. Ancak muhalefet, iktidarın otoriter konsolidasyon girişimini durdurabilse bile, bu Türkiye’nin demokratikleşmesi anlamına gelmeyecek. Hukuk devletinin tesisi, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün garanti altına alınması, basın özgürlüğünün tesisi ve hatta anadilde eğitim ve kültürel hakların tanınması gibi konular bir şekilde aşılsa dahi, ekonomi alanı demokratikleştirilmeden gerçekleşecek siyasi demokrasi adımları, çoğu zaman siyasi demokrasinin de kısa süre sonra elden gitmesi ile sonuçlanıyor.Sorunuzun ikinci kısmı ise güncel bir sol programın hangi temelleri olması gerektiği ile ilgili. Bu konu her dönemde önemli ancak özellikle 2008 krizi sonrasında bu tartışma daha da yakıcı hale geldi. 2019’da Büyük Britanya’da İşçi Partisi, Brexit gibi özel bir gündemin gölgesinde gidilen seçimleri kaybetti. Ancak seçim vaatlerinin önemli bir kısmı, bugün herhangi bir sol program tartışması için bir taslak metni olarak görülebilir. Eğitim, sağlık, ulaştırma, barınma ve finans gibi temel hizmetlerin kamu tarafından karşılanması, üretimin yararlılık ve kullanım değeri öncelikli olarak örgütlenmesi gibi unsurlar, başlangıç olarak çok önemli. Bunun yanında, bu tip bir toplumsal dönüşüm programının, mutlaka sosyo-ekolojik dönüşümü dikkate alarak şekillendirilmesi şart.

**Ümit Akçay, İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü mezunu. 2004’te yüksek lisansını, 2008’de doktorasını tamamladı. 2011’den beri New York Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi. “KAPİTALİZMİ PLANLAMAK: Türkiye’de Planlamanın ve DPT’nin Dönüşümü”, “Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği” ve Ali Rıza Güngen ile birlikte hazırladığı,  “FİNANSALLAŞMA, BORÇ KRİZİ ve ÇÖKÜŞ: Küresel Kapitalizmin Geleceği” adlı kitapların yazarı.

Ümit Akçay 6 Şubat, 2021 - 806x378 turk ekonomisi ucusa gecti 1497158485226

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir