BEŞ BİN YILIN SATIR ARALARI (1)
HÜSEYİN MÜMTAZ
“Türk Tarihi”nden bahsediyorum…
Rakamla 5000 yıl, hiç de küçümsenmeyecek bir zaman dilimidir. Dolayısı ile arada mutlaka bilinemeyen, çözülemeyen, görülemeyen ayrıntılar elbette olacaktır.
İşte Doç. Dr. Meryem Gürbüz’ün “TANRI VERDİ- Celâleddin Harezmşah” kitabı bu “50 asır”ın çok kısa bir döneminin satır aralarını önümüze seriyor. (Erdem Yayınları. İstanbul 2019)
Meryem Hoca “Harezm”i tercih ediyor ama bildiğimiz, daha alışıldık deyişle Harzemşahlar; Selçuklulardan (1040-1157) neş’et ederek 1097-1231 arasında vâr olmuşlardır.
Cüveynî şöyle tarif edermiş Sultan Celâleddin Hârezmşah’ın hayatını: “…Eyerini taht, keçeyi yatak, zırhı elbise, miğferi tâc yapmış olan padişah”.
“Büyük bir imparatorluğun şehzadesi olarak dünyaya gelen Celâleddin Mengüberti, tahta çıktığında devleti Moğol darbesiyle çökmüş ve memleketi tarumar olmuş haldeydi. Hârezmşahlar Devleti’ni yeniden eski günlerine kavuşturmak için verdiği mücadele, bu uğurda gösterdiği kahramanlık her türlü övgüyü hak eder”. (Önsöz)
“Hanedanın atası Anûştegin Garcâî, Sultan Melikşah (1072-1092)’ın taştdârı idi. Anûştegin, Selçuklu sarayına Emir Bilge Bey tarafından getirilen bir Türk gulamdı. Taştdârlık mevkii saray memuriyetleri arasında son derece yüksek bir mansıptır. Sultanın leğen ve ibrik takımlarından sorumlu olan taştdâr, aynı zamanda sarayın bu branş işlerinin baş yetkilisiydi. Hükümdarın çok yakınında bulunması sebebiyle bu makam sahibinin, güvenilir oluşunun sınandığına şüphe yoktur. Nitekim hükümdarın günlük hayatında hizmet gören gulâmlarda aranan temel özellik de itimat olmalıdır.” (S.17)
Sizi bilmem ama ben “taştdârlık” makamını ilk defa duydum ve öğrendim.
“Hanedanın üçüncü kuşak mensubu Hârezmşah Atsız (1128-1156) devrinde durum değişti. Selçuklu ordusunun bir mensubu olarak askeri yetenek ve başarıları gıptayla takip edilen hatta yer yer de kıskançlıklara sebep olan Atsız, Hârezm valisi olduktan sonra müstakil hareket etmeye başladı. Onun akıllıca takip ettiği siyaset, gücünü artırmasının başlıca sebebidir. Atsız, idare ettiği halkın sevgisini kazanarak, bağlılıklarını temin etmişti”. (S.18)
“Atsız, Selçuklu Sultanı Sencer (1118-1157)’e, üç kez isyan etti. Her seferinde de mağlup olarak itaate mecbur kaldı. Hatta bu uğurda oğlu Atlığ dahi Sultan tarafından öldürüldü (S.18).
“Atsız, Harezmşahlar Devleti’nin kurucusudur.” (S.18)
“Muhammed Hârezmşah devrinin öne çıkan olayları arasında annesi Terken Hatun’un devlet idaresindeki ortaklığı önemli bir yere sahiptir. Yukarıda bahsi geçen bu Hatun iktidarını, akrabalarını yerleştirdiği devlet kademelerinden ve kendi soyundan olan askerlerin saltanat ordusundaki kuvvetlerinden temin ediyordu. Öyle ki Terken Hatun, kendi sarayında veziri ve divanıyla yönetime ortaktı. ‘Hüdavend-i Cihan’, ‘Uluğ Terken’ gibi unvânlar kullanan Terken Hatun, kanun çıkarma yetkisine de sahipti”.(S.20)
Meryem Gürbüz konu ile ilgili televizyon programında “Terken Hatun”un aslında isim değil, bir unvan olduğunu; “Türkân” isminin kaynağının da bu olduğunu söylemiştir.
“Celâleddin’in asıl adı Mengüberti’dir. Bu isim, ‘Tanrıverdi’ anlamına gelir. ‘Bir kimsenin adına ilaveten mevkiini göstermek üzere verilen’ unvân ve lâkaplar devrin hakimiyet sembolleri arasında yer almaktadır. Mengüberti’ye de bu anlayışa uygun olarak ‘Celâleddin’ lâkabı verilmişti. Benzer şekilde kardeşlerinin de ‘Kutbeddin’, ‘Rükneddin’ ve ‘Gıyâseddin’ gibi lâkapları vardı”. (S.22)
“Evvelden beri Türk hükümdarlarının tüm dünyaya hâkim olma anlayışlarında Çin önemli bir yere sahiptir.” (S.25)
Haksızlar mıymış? Bu kadar asır sonra siz de bir türlü (!) Çinlileştiremediklerimizden” misiniz?
“Devletin yönetim kural ve geleneklerine göre son kararı hükümdar verir. Dolayısıyla vebal de takdir de onun hanesine yazılır. Tahtın kaderini belirleyen bu toplantıdan çıkan sonuç, şüphesiz ki tarihi bir öneme sahiptir.” (S.28)
“Sultan Alâeddin Muhammed… kendisine İskender-i Sâni lâkabını uygun görmüştü. O, hâkimiyet sembollerinden olan nevbeti de çok özel bir seremoniye dönüştürerek nam salmıştı. Onun saltanatının resmi musikisini icra eden heyet başka hanedanların rehin tutulan şehzâdelerinden oluşuyordu ve özel üniformalar giyerek dillere destan mücevherlerle süslü müzik aletleri kullanıyorlardı”. (S.32)
Sonraki sayfalarda Harezmşahların devleti diriltme mücadelesi ile Azerbaycan ve Gürcistan üzerindeki fetih emelleri ile Abbasî Halifeliği ve Bâtınilerle olan münasebet ve mücadeleleri anlatılmaktadır.
Şu iki satır özellikle dikkat çeker;
“Moğol istilası karşısında birleşik bir stratejiyi izleyemeyen İslâm dünyasının, din etrafında samimi bir şekilde kenetlenemediğinin ispatı bu tablodur. Tıpkı Haçlı Seferlerinde olduğu gibi…” (S.57)
Demek ki “İslâm dünyasının din etrafında kenetlenememesi” yeni bir şey değil, eski çağlardan beri süregelen bir durumdur.
Devam edeceğiz. 8.02.2021
Bir yanıt yazın