Almanya Başbakanı Angela Merkel Başbakanlığı ve Partisi CDU’nun Genel Başkanlığını bırakacağını açıkladı.
Merkel Başbakanlık görevi sırasında dürüstlüğü, sakin ve dengeli tavırları, mütevazi yaşam biçimi ile Alman halkının sevgisini kazanmış, dünyada da saygı uyandırmıştı.
Türk-Alman ilişkilerinde sergilediği tutum ise bizim açımızdan önemli sıkıntılara yol açtı.
MERKEL’İN TÜRKİYE TUTARSIZLIĞI
Merkel muhalefet lideriyken, 17 Şubat 2004 tarihinde Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında, kendisiyle Almanya Büyükelçiliğinde Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunda yaptığımız görüşmenin sonunda bana şöyle dedi:
“Birçok konuda SİZİ HAKLI BULUYORUM ama ben Alman halkının karşısına geçerek “TÜRKİYE’NİN ÜYELİĞİNİ DESTEKLİYORUM” DİYEMEM.”
Merkel aynı yıl, bir parti toplantısında “Türkiye’nin AB’ye girmesini istemiyoruz. İlerisi için de böyle bir şey düşünmüyoruz.” demişti (Onur Öymen, Baskılara Direnirken, Remzi Kitabevi, s. 108.)
Oysa Merkel’den önceki Başbakan Gerhard Schröder’in başbakanlığındaki SPD-YEŞİLLER HÜKÜMETİ, zamanında Almanya Türkiye’nin AB üyeliğini açıkça desteklemişti.
Merkel’in döneminde yaşanan önemli sorunlardan biri de Alman parlamentosunun 2 Haziran 2016 tarihinde uluslararası hukuku ihlal ederek aldığı sözde ERMENİ SOYKIRIMI kararıydı.
Gerhard Schröder, Prof. Gregor Schöllgen ile birlikte yazdığı ve kısa bir süre önce yayınlanan “SON ŞANS” isimli kitabında dünyanın önemli sorunları arasında ALMANYA’nın ve AVRUPA’nın Türkiye konusundaki YANLIŞLARINI ve yaptığı HAKSIZLIKLARI dile getiriyor.
Kitapta yer alan ve basına da yansıyan bazı düşünceler özetle şöyle:
**
“TÜRKİYE, RUSYA ve ÇİN dünya politikasında önemli birer aktördür. Batı her zaman yaptığı gibi onlara Soğuk Savaş mantığıyla davranırsa kaybeder.
Türkiye’nin bugün Batı’ya ters düşmesi 1952’den beri üyesi olduğu NATO’nun ve onu hiç istemeyen AVRUPA BİRLİĞİ’nin YANLIŞ politikalarının sonucudur.
Biz Avrupalılar, özellikle de Almanlar, onlarca yıldır bu ülke ve insanlarına karşı KENDİNİ BEĞENMİŞ ve AŞAĞILAYAN bir TAVIRLA DAVRANDIK.
AB ile Türkiye’nin 1963 yılında ortaklık anlaşması imzalamasından bu yana hiç kimse, Türkiye’ye Almanya kadar sık üyelik perspektifi açmadı. Ama SPD-YEŞİLLER koalisyonunun son dönemi hariç bunların hiçbiri, samimi değildi. Elbette Almanya’nın arka planda göç ve mülteci hareketlerini düşünerek 1980’de getirdiği vize rejiminin kaldırılması itinayla tartılmalı. Ama devamlı oyalama taktiği kabul edilemez.
AB’ye üyelik müzakerelerinde önemli ilerlemeleri ya da Gümrük Birliği’nin güncellenmesini ertelemek, SENİ İSTEMİYORUZ demektir.
“TÜRKİYE BUNU YAPAMAZ”
Batı’nın, her fırsatta dile getirdiği değerleriyle ORTADOĞU POLİTİKALARI BAĞDAŞMIYOR ve iflas etmeye mahkûm.
Biz Avrupalıların hoşuna gitsin ya da gitmesin, Türkiye Doğu Akdeniz’de artık yadsınamaz hakim bir güçtür. Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra iş başına gelecek bir hükümetin Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yeni güç durumundan vazgeçeceğini düşünmek dünyadan habersiz olmak demektir. Türkiye bunu yapamaz. SURİYE’DEKİ SAVAŞ, bugün Ankara ve Moskova’nın onayı olmadan çözülemez. Suriye’de hem komşusu hem NATO müttefiki olan hem de milyonlarca mülteciyi ağırlayan Türkiye’ye anahtar rol düşüyor.”
Türkiye’nin şu veya bu şekilde baskı araçları vardır. Amerikan ordusu İNCİRLİK Üssü’ne ve KÜRECİK’TEKİ RADAR ÜSSÜNE bağımlıdır.
TÜRKİYE artık dikkate değer bir SİLAH SANAYİSİNE sahiptir. Türk firmaları HELİKOPTER, TANK ve çok az ülkenin sahip olduğu insansız hava araçları (İHA) geliştiriyor, ÜRETİYOR ve SATIYOR. Ankara’nın silah sanayisi ve bölgedeki birçok ülkenin bu silahlara bağımlılığı Türkiye’yi, Doğu Akdeniz’de BÖLGESEL GÜÇ olma hedefine hızla yaklaştırıyor.”
Kitapta bunlar yazıyor.
**
FISCHER DE ELEŞTİRDİ
Gerhard Schröder, Başbakan olduğu dönemde Alman Parlamentosunda yaptığı konuşmalarda Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemiş ve bunun Almanya ve Avrupa’nın güvenlik çıkarlarıyla örtüşeceğini söylemişti.
Koalisyon ortağı Yeşiller Partisi Başkanı Joschka Fischer de 27 Kasım 2003 tarihinde yaptığı konuşmada Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemiş, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan muhalefeti eleştirmiş, Hristiyan Birlik partilerinin Türkiye politikasının Almanya’nın çıkarlarına zarar vereceğini söylemişti.
Schröder 29 Ağustos 2003 bir basın toplantısında,
”Biz Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecini DESTEKLİYORUZ. Türkiye’nin 40 yıldan bu yana AB ile bir ortaklık anlaşması var ve o zamandan bu yana sürekli görüşmeler yapılıyor. Böyle bir süreç İÇ POLİTİK nedenlerden dolayı yarıda bırakılamaz”
demişti.
STRAW: KKTC TANINMALI
Avrupa’nın Türkiye’ye yaptığı haksızlıkları dile getiren devlet adamlarından biri de İngiltere’nin Dışişleri eski bakanı Jack STRAW. 1 Ekim 2017 tarihinde Independent gazetesine yazdığı bir makalede şöyle diyordu:
*
“Daha önceki müzakerelerde olduğu gibi 11.defa uluslararası toplumun sarf ettiği çabalar Kıbrıs Rum hükümeti tarafından reddedildi. İçeriği ne olursa olsun bundan sonraki ve ondan sonraki müzakereler de böyle sonuçlanacak.
Artık Adayı iki bölgeli, iki toplumlu bir hükümet kurarak bütünleştirmenin mümkün olabileceği düşüncesiyle yapılan müzakere saçmalığına bir son vermenin zamanıdır. Çare Adanın taksimi ve Kuzeydeki Kıbrıs Türk devletinin uluslararası toplum tarafından tanınmasıdır.
Avrupa Birliği, şimdiye kadar yaptığı en büyük stratejik hatalarından birini yaparak Adada Türklerle bir anlaşmaya varılsa da varılmasa da Kıbrıs’ın 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye üye olmasını kabul etmiştir.
Benim görüşüme göre uluslararası toplum bu gerçeği görmeli ve adanın bölünmesini kabul etmelidir.”
*
Gerek Schröder’in kitabı gerek Straw’un makalesi, Batı’da Türkiye’ye karşı izlenen politikaların haksızlığının etkili siyasetçiler tarafından anlaşılmaya başlandığını göstermektedir.
Bu gelişmelerin ışığında Türkiye’nin DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜKLER, HUKUK ve İNSAN HAKLARI alanlarında gerekli REFORMLARI yapması dış politika hedeflerimizin gerçekleştirilmesine yardımcı olacaktır.
ONUR ÖYMEN
Bir yanıt yazın