MUAMMER AKSOY’UN “İRTİCA” DİYE ADLANDIRDIĞI HAREKET, CUMHURİYETİ YIKMAK İÇİN EYLEME GEÇENLERİN BİLİNÇLİ, DİSİPLİNLİ ÖRGÜTÜYDÜ
3 Haziran 1989‘da Humeyni, kalp krizinden ölünce devlet geleneğine, ilkelerine aldırmayan Turgut Özal’ın emriyle, Brüksel NATO karargâhında ve Türkiye’de Türk bayrakları yarıya indirilmişti. Devletlerarası ilişkilerde bayrak indirme olağandı, ama devletlerarası ilişkide resmi kimliği bulunmayan Rehber İmam için öteki ülkelerde, hatta Müslüman ülkelerde de bayraklar yarıya indirilmedi….. Prof. Muammer Aksoy, Humeyni için bayrakların indirilmesini “Tam bir rezalet” diye niteledi. Tepkilere karşın Devlet Bakanı Cemil Çiçek, İran’a giderek Humeyni’nin cenaze namazına ve defin törenine katıldı….
12 Eylül cuntasının ve onların güdümündeki Turgut Özal hükümetinin dokuz yıl süren baskı döneminin sonuna doğru “demokrasi” coşkusuyla Türkiye’nin rejimini değiştirme kampanyası başlatıldı. Bir bakıma “inkılap” düşleniyordu. Avrupa’da başlayıp Türkiye’de süren kampanyanın sonunda solcuların başını çektiği, İslamcıların da yer aldığı grup, güç gösterisiyle rejim değişikliği isteklerini duyurmayı kararlaştırdı. 29-30 Nisan 1989’da Ankara’da, Dedeman Otel’de düzenlenen “Demokrasi Kurultayı’nda en çok tartışılan konu TCK 163. maddenin kaldırılmasıydı.” … Konuşmacıların çoğu, 163. maddenin de düşünce özgürlüğünü engellediğini belirtirken Prof. Muammer Aksoy, arkadaşlarıyla ters düştü; 163. maddenin kaldırılmasıyla devletin laiklik ilkesinin yıkılacağını, teokratik düzen özlemcilerinin egemenliğinin gelişeceğini, teokrasinin demokrasi ve düşünce özgürlüğü önünde en büyük engel olduğunu belirterek, sonuç bildirisine katılmayacağını yüksek sesle açıkladı ve kimseye bakmadan salondan ayrıldı….
Sınıf savaşımını engelleyen 141. ve 142. maddelerin kaldırılarak sol, komünist hareketin önünün açılmasını isteyenlerle İslamcı örgütlenmenin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını isteyenler aynı cephede buluşuyorlardı… TKP yöneticileri 163. maddenin de kaldırılması isteklerini “demokrasi” istekleri altında benimsemişlerdi. Onlara göre İslamcılar, demokrasi ve özgürlükten yanaydı. Necmettin Erbakan’ın Almanya’da örgütlediği Milli Görüş hareketiyle bağlantılarını ilerleten TKP’nin yaklaşımı yeni değildi. 1980’lerin ortalarından başlayarak Avrupa’da ülke ülke gezilerek panel düzenleniyor, İslamcı hareketin önde gelenleriyle birlikte Türkiye’de demokrasi istekleri seslendiriliyordu.. İran’daki isyanı “ileri demokratik” bir hareket olarak niteleyen sol çevreler, daha 1978’de Humeyni’yi “antiemperyalist” diye yücelterek desteklemişlerdi.
Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, 1978’de Humeyni hattını destekleyen Tevhid Dergisini çıkaran dört kişiden biriydi. Humeynicilikle çıkılan İslam darbesi yolunu tıkayan yasalar ortadan kaldırılmalıydı. Bulaç, “Müslüman kesimler 163. madde ile birlikte 141 ve 142. maddelerin de kaldırılmasından rahatsızlık duymamaktadır” diyordu. . Solcular da İslam devleti davalarından hiç ayrılmayanları, “İslamın güncel bir yorumunu yapan, politik özgürlükleri ve barışı savunan İslami politik akım” olarak niteliyorlardı. 141. ve 142. maddelerinin kaldırılmasına karşılık 163. maddenin de kaldırılmasını savunuluyordu. Kurultaydakiler, Muammer Aksoy’la aynı görüşte değildi. Uğur Mumcu, İslamcı grupların devlette yapılandığını, 163. maddenin “Müslüman garibanlara” uygulandığını belirtiyordu…. Onlara göre “irtica” geniş demokrasi içinde eriyecekti….
Muammer Aksoy, “Kemalist” harekete yakın bilinen İlhan Selçuk’la görüşerek caydırmaya çabaladı; ama başaramadı. Turan Dursun’a “Bu kuşak şeriatın ne demek olduğunu bilmiyor. İslami düşünce ve inanç özgürlüğü sanma yanılgısı içindeler“ diye yakındı…Muammer Aksoy’un 163. maddeyle ilgili uyarısını ciddiye alanlardan yazar, ozan Necati Cumalı bu maddeyle aslında düşünce özgürlüğünün korunduğunu açıklıyordu:
“163. madde dönemini doldurmuş bir geçmişe dönmeyi amaçlayanlara karşıdır. Devletin temel düzenini dinsel ilkelere uydurmak isteyen girişimleri yasaklar… Tanrı buyruğu egemendir din devletinde. Düşünce özgürlüğüne yer yoktur.”
163. maddenin kaldırılmasına karşı tepkiler, uyarılar sınırlıydı ve etkisizdi. Muammer Aksoy’un tepkisinin gerekçesini sonradan olaylara tanıklık ettikçe anlayanların bir bölümü, pişmanlık duyacaktı. O gün Kurultay’da sessizliğini koruyan TKP eski yöneticilerinden Rasih Nuri İleri yıllar sonra hayıflanacaktı:
“Ama bizim de, bugün çok suçlu olduğumuz bir şey var. 141, 142. ve 163. maddelerin kaldırılmasına destek olduk…..Çok büyük hata ettik….Muammer Aksoy da toplantıdaydı, toplantıyı terk etti; 163. maddenin kaldırılması doğru değil diyerek o [Muammer Aksoy] görmüştü”…
Muammer Aksoy’un çabaları “demokrasi” diyerek İslamcıların, Hizbullahilerin önünü açanları etkilemedi; toplantının sonuç bildirgesiyle, İslamcı hareketi rahatlatmak, yasal baskılardan kurtarmak için yıllardır uğraşan siyasetçilere aradıkları fırsat verildi….163’üncü maddenin kaldırılması tartışılırken maddeyi işletmemek için girişimler de sürüyordu. YÖK Başkanı İhsan Doğramacı, kurulun “türban” ile derslere girilemeyeceği kararını birkaç hafta içinde değiştirdi….
Prof. Dr. Muammer Aksoy ile bir grup arkadaşı dikkat kesilmişlerdi. Aksoy, görüş ayrılığına düştüğü eski dostlarından, yazarlardan umudunu kesti; Hizbullahi atılımı durdurabilmek için var gücüyle çalışmaya başladı. 163. maddeyle ilgili, 4.758 kişinin imzaladığı dilekçeyi Adalet Bakanı Oltan Sungurlu’ya verdi. Muammer Aksoy’un katkısıyla hazırlanarak Danıştay’a verilen dava dilekçesinde dinin Cumhuriyet devletinin yönetimine karışmasının sakıncaları; “türban” zorlamasının dinsel gereklilikten çok, devletin kuruluş ilkelerine karşı cephe açma gösterisi olduğu açıklanıyordu. Bahriye Üçok’un Kuran’ı kaynak göstererek yazdıklarına yer veriliyor; başörtüsü eyleminin kadınların namusunu korumakla ilgisi olmadığı, Müslümanların çoğunlukta olduğu pek çok ülkede kız öğrencilerin okullara türbansız girdiği belirtiliyordu..
Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve arkadaşları direnirken İslamcılar Fatih’ten yanıtladılar. Yeni Saray Düğün Salonu’na iki bine yakın kadın toplanmıştı….Müslüman Kadınlar toplantıları bibirini izliyor; her toplantı bir öncekini tamamlıyordu.
Önceden planlı, birbirini izleyen salon toplantılarıyla artırılan gerilim, üniversitelerde eylemlere dönüştü. ODTÜ’de rektörlük önüne oturan kadınları, erkekler de destekledi. Kuran’dan ayetler ve bir bildiri okundu; “Topluma yabancı kendini aydın sanan bir azınlığın” Müslüman kadınları sindirmeye çalıştığı belirtildikten sonra “Çağdaş zalimleri az çok korkutan, Müminlerin Allah’a olan sadakatleridir” denilerek Cumhuriyet yönetimleri “çağdaş zalim” olarak ilan edildi….
İstanbul’dan sonra Ankara’da 20 Ocak 1990’da cihat çağrısı haykırılırken Muammer Aksoy 14.30’da 40 yıldır başkanlığını sürdürdüğü Türk Hukuk Kurumu salonunda “TCK 163’üncü maddesi ve laiklik ilkesi” üstüne ayrıntılı görüşlerini açıklıyordu.
Muammer Aksoy’un konuşmasını Kudüs Kuvvetleri ameliyatçısı Ferhan Özmen de dinliyordu. Daha altı gün önce, 14 Ocak 1990’da Suudi Arabistan Büyükelçiliği 2. Kâtibi Abdürreza Keşmiri’nin aracına bomba yerleştirip patlatmıştı. Aksoy’un ev adresini telefon rehberinden belirlemiş; eve geliş-gidiş saatlerini saptamıştı. Konferanstan sonra da onu izledi.
Kadınları cihada çağıran toplantılar sürerken bilim insanlarının, sanatçıların 163’üncü maddenin kaldırılmaması için imzaladıkları dilekçe, TBMM’ye sunuldu:
“Esasta var olan vicdan ve din özgürlüğü yokmuşçasına, gelecekte bir ‘şeriat devleti’ kurulmasını amaçlayan siyasal partilere, laik cumhuriyeti yıkmaları için bir de yasal olanak verilmesine karşıyız…”
Muammer Aksoy’un konferansından üç gün, 163. maddenin kaldırılmasına karşı çıkan dilekçenin TBMM’ye sunulmasından bir gün sonra, 23 Ocak 1990’da İslamcılar bir “Kara Liste” açıkladılar. Kudüs Kuvvetleri’nce örgütlenen ameliyatçıların da aralarında bulunduğu eylemcilerin kara listesinde 79 öğretim üyesinin adı vardı. Kara listenin titizlikle, örgütlü çalışmayla hazırlandığı belliydi. ODTÜ’den 10, Hacettepe Üniversitesi’nden 42, Ankara Üniversitesi’nden 20 ve Gazi Üniversitesi’nden 7 akademisyen listedeydi…
Muammer Aksoy, 25 Ocak 1990’da ADD Genel Başkanı sıfatıyla eylemlerin sistemliliğine, amacın şeriat devleti kurmak olduğuna dikkat çekti; gelişmeleri çok tehlikeli gördüğünü açıkladı…163. maddenin kaldırılmasının yanlışlığını bir kez daha vurgulayarak ADD’nin bu girişime karşı olduğunu belirtti. 31 Ocak 1990 Çarşamba sabahı 10.30’da Hürriyet gazetesine gitti. Emin Çölaşan, Pazar Söyleşisine başladı. Muammer Aksoy üzgündü, “arkadaşlarım” dediği kişileri eleştiriyordu:Hiç şüphe yok. Hele laiklik kesinkes tehlikededir. Yani Sayın Çölaşan, bunu görmemek… Ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, çok üzülerek söylüyorum, içlerinde pek takdir ettiğim, sevdiğim arkadaşlar da var!
Emin Çölaşan, “Kim bunlar?” diye sorunca Aksoy öfkesini gizlemedi; “İlericiler! İlericiler!” diye başladı ve ekledi:
Onlar dahi bu tehlikeyi görememekte…‘Hayır, efendim, Türkiye’de şeriat devleti doğrultusunda örgütlenmeye müsaade edilse, hatta şeriat devleti kurmak için parti kurulmasına müsaade edilse bile, bu demokrasinin, hürriyetin icabıdır. Hiç de tehlikeli sonuca ulaşmayız’ diyecek kadar aşırı iyimserlik içindedirler ki üzülerek söylüyorum, bu bir gaflettir…. Fakat bazı köşe yazarları, iki tarafı da idare etmekle meşguller ve sanıyorlar ki irtica ile geçici ittifak yapılır.
Emin Çölaşan’la vedalaşan Muammer Aksoy, Türk Hukuk Kurumu’na gitti. Arkadaşlarıyla Danıştay yasasındaki değişikliklerle ilgili yapılacakları görüştüler…Konuklarını uğurladıktan sonra basın bildirisi hazırlamak için Bahçelievler’deki bürosuna gitti…19.00’da bürodan çıktı, evine doğru yürüdü…
Türkiye’de “irtica” sözcüğü genellemeydi ve örgütlü radikal din hareketlerini hafifseyen, takkeli, eli tespihli mollaların sıradan sıfatına dönüşmüştü. Oysa Muammer Aksoy’un “irtica” diye adlandırdığı hareket, Cumhuriyeti yıkmak için eyleme geçenlerin bilinçli, disiplinli örgütüydü. Onun “gaflet” içinde dediği kişiler, “demokrasiyi geliştirmek” amacıyla İslamcı örgütlerin temsilcileriyle “geçici ittifak” kuranlar, kanlı gelişmelere engel olamayacaklardı. Kapkara listenin ilk sonucu da yarım saat sonra görülecekti.
Ferhan Özmen, 31 Ocak 1990 Çarşamba akşamı otomobilini 2. Caddede otobüs durağının aşağısına park etmiş ve durakta otobüs bekler gibi duruyordu. Yarım saat sonra karşıdaki kaldırımda yürüyen Muammer Aksoy’u görünce onun ardına düştü; bir süre sonra önüne geçip uzaklaşarak apartmana girip içerde beklemeye başladı. Birkaç dakika sonra ana kapıdan giren Muammer Aksoy’la göz göze geldiler. Susturucu takılmış 7.65’lik Baretta tabancasını kaldırdı; arka arkaya üç el ateş etti. İki mermi Muammer Aksoy’un yüzüne, bir mermi de göğsüne…
Prof. Dr. Muammer Aksoy yavaşça oturmak ister gibi duvara yaslanarak kaykıldı ve sırtüstü uzanıp kaldı. Ferhan Özmen tabancasını cebine koydu, caddeye çıkarak otomobiliyle uzaklaştı. Bir görevi daha tamamlamıştı. Görgü tanıkları da caddeye bırakılan otomobili anımsamaya çalışacaklardı…Ferhan Özmen’le İran ilişkisini başlatan Tevhid, Muammer Aksoy’un öldürülmesinin ardından iki ay sessiz kaldı. Bir sonraki suikasttan sonra Nisan 1990’da sessizliğini bozacaktı. Muammer Aksoy’un öldürülmesine tepki gösterenler, Tevhid gibi yapmadılar; cinayeti devletin, Amerika’nın gizli örgütlerine, gizli devlet darbecilerine bağladılar.
Muammer Aksoy Cumhuriyetçileri uyandırmak, İslam darbesini engellemek için ADD’yi kurmuştu. Ne ki ADD’nin bazı yöneticileri, suikast yıldönümlerinde İslam darbecilerini öne çıkarırken yıllar geçtikçe suikastçıları gölgeleyen bir tutum edindiler.
Devlet yöneticileri, Humeynicilerin, İslam darbecilerinin örgütlü savaşımına karşı “demokrasi” diyerek kayıtsızdı. Emniyetin ve devlet yöneticilerinin kayıtsızlığı, hatta İslamcıları özendirici tavırları nedeniyle emniyette İslamcıların barındırılmasına, polis okullarında tarikat örgütlenmesine karşı duyarsızdı. Bazı görevlilerin hazırladıkları raporlar da dikkate alınmıyordu.
Emniyet görevlilerinin suikastları sıradan cinayet soruşturmalarıyla geçiştirmeleri, medyanın önyargılı yüzeysel yorumları, apaçık ortada dolanan saldırganları, onları yöneten Kudüs Kuvvetleri komutanlarını yüreklendirdi….
Muammer Aksoy’un öldürülmesinin üstünden aylar değil birkaç hafta geçmeden Humeyniciler İstanbul’da yeni suikasta hazırlanıyorlardı…..
MUSTAFA YILDIRIM’IN “ZİFİRİ KARANLIKTA” İKİ CİLTLİK KİTABIDAN ALINTIDIR…
Bir yanıt yazın