YA WILSON’UN 14 PRENSİBİ YADA SAVAŞ – diyor Mustafa Kemal Paşa
(Wilson prensibi kendi kaderini tayin hakkı)
Chicago Daily Tribune gazetesi muhabirine Ankarada röportaj veren Mustafa Kemal hakkında batılılar ‘Müslüman dünyasının militan lideri’ ifadesini kullanmış.
Mustafa Kemal Paşa, röportajda, emperyalistlerin kölelik şartlarını kabul etmeyeceklerini söyler. “Bu bir halk hareketidir. Sultan İngilizlerin vesayetinde ve Ingiltere ise bizim düşmanımızdır” ..
Mustafa Kemal şu cümleleri kurar:
“İngiltere ve İtilaf Devletleri’nin önerilen barış şartlarının gülünç ve uygulanmasının imkansız olduğunu anlayacakları konusunda hala ümidimiz var ama bu ümidi kaybedersek ve dışarıdan yardım gelmezse onları gönül rızasıyla kabul etmeyeceğiz.
Bu bir halk hareketidir. Ancak halkın desteği olmazsa hareket sona erer.
“Türkler Müslüman ırklar arasında hür kalan son ırktır ve İslam alemi hürriyetlerini sürdürmeleri için çaba göstermeye devam edecektir.”
Chicago Daily Tribune gazetesi muhabiri Paul Williams’ın “Miliyetçiler İstanbulda’ki Türk Hükümeti hakkında ne düşünüyor?”sorusuna da “İngilizlerin vesayetindeler ve onları tanımıyoruz” yanıtını verir.
Muhabir, “Peki, Sultan?” dediğinde Mustafa Kemal şu yanıtı verir:
“… İngilizlerin elinde. Çıkardığı her fermana burada İngilizlere ait gözüyle bakılıyor ve İngiltere bizim düşmanımız. “
Hilafet için geleceği tartışmanın sırası değil.
Onu Avrupa etkisinden kurtarmak için mücadele etmeliyiz.”
Chicago Tribune Dış Haberler Servisi’nden Floyd Gibbons, Paul Williams’ın röportajıyla ilgili bilgileri gazeteye özel telgraf vasıtasıyla şöyle aktarır:
“… Paris, 3 Mayıs- “Bu görevle tepemi attırdınız ama yine de yola çıkıyorum”… Paul Williams üç hafta önce, Türkiye’nin iç kısımlarına giderek, müttefikler tarafından memleketinin parçalanmasına karşı savaşmak için Küçük Asya’da milyonlarca Müslüman’ı örgütleyen Türk milliyetçi lider Mustafa Kemal Paşa ile görüşme talimatı alması üzerine, İstanbul’dan bu telgrafı göndermişti.
… Bütün Hıristiyanlara şiddetle düşman olan bir memleketin çorak bozkırlarında ve eşkıya dağlarında sekiz günlük bir yolculuktan sonra Mr. Williams, Kemal’in gizli karargahını buldu ve Müslüman dünyasının militan lideriyle ilk mülakatı yapmayı başardı.
Daha sonra Mr. Williams’ın görüşmesi ilk önce telsiz telgrafla Paris’e ve oradan da telgrafla Şikago’ya ulaştırılmak üzere atla, deveyle ve yaya olarak yerli kuryelerce İstanbul’a getirildi.
Saygilarimla,
SAtasoy
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Dışişleri eski bakanlarından
İ. Sabri Çağlayangil, bir röportaj vesilesiyle şunları söylüyor.
1956 da Bursa Valisi iken, bir inceleme için bizi Amerika’ya göndermişlerdi. Kızılderilileri merak ettim. Mevcutlarını sordum. 400 bin kişi dediler. “Hepiniz bu kadar mısınız? Daha çok olmalısınız?” dedim.
Tabii bu sorunun cevabını Amerika’da almak, Amerikalıdan almak mümkün değildir. Beni o zamanlar Missisipi Nehrinin membasında “Çıpı” aşireti diye bir Kızılderili aşiretine götürdüler. Bu Kızılderili aşireti Kızılderili olmadığı halde, o güne kadar beş kişiye Kızılderili ismi vermişler. Beni de Kızılderililiğe davet ederek aşiretlerine kaydedip, “Çiçu İsuya” ismini verdiler.
Sordum nedir bunun manası diye; dediler ki: “Büyük Birader.”
Bir merasim yaptılar. Bana geyik derisinden bir elbise giydirdiler ve meşhur tüylü başlıklarını takarak bir tören yaptılar. O zamanlar 80 yaşında olan ve iki üniversite bitirmiş bir aşiret reisi vardı. Törene gelmiş olan Amerikalılara dedi ki:
“Bu memleket bizimdi, siz bizden zorla aldınız. Zulmederek aldınız. Fakat bir şikayetimiz yoktur. Çünkü bu memleketi dünyanın en medeni, en çağdaş yurdu haline getirdiniz. Ama bu ülkeyi bizden aldığınız sıralarda, bizim medeniyetimiz sizden çok üstündü. Fakat bugün aşiretimize kabul ettiğimiz Valinin mensup olduğu millet o zamanlar bizimkinden de ileri bir medeniyet seviyesindendi. Yaşı küçük de olsa biz bu Türk valisine, ‘Büyük Birader’ ismini bu yüzden verdik.”
Ben çok duygulandım ve mukabelede bulundum. Beni bir Kızılderili müzesine götürdüler. Gördüklerime hayret ettim. Bizim kilimlerimiz, bizim kaplarımız, cezvelerimiz, hatta Anadolu’da yün eğirmek için kullanılan bizim iğlerimiz. Ben şaşkınlıkla “bunlar bizim” dedim.
Adam gülerek, “biz büyük hicrette, Orta Asya’dan Alaska’ya oradan da buraya gelmişiz” dedi. Adamın yüzüne baktım, gerçekten bizim gibiler, Amerikalıya benzemiyorlar.
Ben bir defa daha gurur duydum. Türkün cihana nasıl yayıldığını gözlerimle gördüm. Meğer bizi onlar kendi kökleri olarak görüyorlarmış.
Saygilarimla,
SAtasoy
Yazıları posta kutunda oku