“Millet silahları vermez”
Mondros Mütarekesi’nin ardından yurdun birçok yeri ve İstanbul işgal edilmiş Lord Gürzon’un yeğeni Kolonel Ravlenson da Erzuruma kaymakam olarak gönderilmişti. Kolonel, ısrarla antlaşma hükümlerine uyulmasını ve ordudaki silahların teslim edilmesini istemektedir. Kazım Karabekir Paşa ise birçok mazeret öne sürerek silahların teslimine yanaşmaz ve en sonunda da “Millet silahları vermez” der İngiliz albaya. Ama Albay ısrarlıdır. Mazhar Müfit Kansu o günleri şöyle anlatır:
“Kolonel, bu silahları Trabzon yolu ile İstanbul’a göndermek için bir hayli gayret sarf etmiştir. Fakat Kazım Karabekir Paşa her defasında bir vesile bularak engeller çıkarmaktan geri kalmamış ve Mustafa Kemal Paşa üçüncü ordu müfettişi sıfatıyla Erzurum’a gelinceye kadar kâh: – Yollar kapalı. Kâh: – Nakil vasıtası yok. Diyerek ve: – Bu silahları götürecek taşıtları sizin getirtmenizden başka çare yoktur. İngiliz ordusu bu taşıtlara bol, bol sahiptir. Noktai nazarında ısrar ederek vaziyeti idareye muvaffak olmuştur.
Kolonel de:
– Buradaki cephane ve silahları siz kendi elinizdeki vasıtalarla taşımaya ve gösterdiğimiz merkezlere teslim etmeye mecbursunuz. Mütareke hükümleri bunu icap ettiriyor.
Demekten geri kalmamış, en sonunda da:
– O halde, dekoville Kars’a taşınsın, Kars’tan sonrasını da düşünürüz.
Teklifinde bulunmuştur. Kazım Karabekir Paşa:
– Ansızın bir yarma yıkıldı, hat bozuldu.
Ve saire gibi tedbir ve tertiplerle yine cephanenin nakline mani olunca ve İngiliz albayı da bu: “yol kapanmalarının, yarma yıkılmalarının, hat bozulmalarının” sonu gelmediğini ve kendisinin tertip, tertip üstüne atlatıldığını görünce, Kazım Karabekir Paşa’ya karşı sert bir hareket tavrı almış ve şiddetli teklif ve ihtarlarda bulunmaya başlamıştır.
Kazım Karabekir Paşa, artık çıkar yol kalmadığını görünce:
– Kolonel’im, beyhude uğraşıyorsunuz, millet bu silahların buradan kaldırılmasına katiyen müsaade etmeyecektir.
Diyerek baklayı nihayet ağzından çıkarmış ve Kolonel’e şu tehdidi de savurmuştur:
– Bu işte ısrar ederseniz hayatınız dahi tehlikeye girebilir ve ben mesuliyet kabul etmem.
Kolonel bu vaziyeti görünce, Mustafa Kemal Paşa’ya başvurdu. Paşa’ya:
– Ordu müfettişliğinden çekilmiş ve hatta ordudan istifa etmiş bulunduğunuzu biliyorum. Fakat Kazım Karabekir Paşa nezdinde müessir bir tavassutta bulunabileceğinizden eminim. Kendisine hakikati anlatınız ve gereken tavsiyede bulununuz.
Teklifini yaptı. Mustafa Kemal Paşa, daha evvelki hadisenin tesiri altında veya bir başka mülahazanın sevkiyle olacak ki Kolonel’e karşı çok sert davrandı, Kazım Karabekir Paşa hakkındaki şikâyetlerini reddeyledi ve açıkça:
– Bu silahlar milletin malıdır. Millet bunları vermeyecektir.
Dedi. Sonra, bilmiyorum, yine ne düşündü, mülakat hitam bulmuş olduğu halde:
– Bununla beraber, Kazım Karabekir Paşa hazretleri nezdinde hususi surette bir kere teşebbüste bulunur ve müracaatınızdan bahsederim..
Dedi. Kolonel, sert ve huşunetli bir sahneden sonra bu cümleyi işitince, adeta çıldıracak kadar memnun oluşunu yüzünde dağılan tebessüm hatları ile saklayamadı.
Ancak, Erzurum kongresinin arifesinde ve Milli Mücadele planlarının kuvveden fiile çıkarılması yolunda hazırlıklara başlanmışken hem İngiliz miralayından gelebilmesi muhtemel müşkülleri bertaraf etmek, hem de kendisini inandırmak için bir tecrübe sahnesi tertip edilmedi de değil. Dekovil’le Kars’a gönderilmek üzere birkaç vagon silah ve Cephane Erzurum’dan Türk ve İngiliz subay ve erlerinin muhafazası altında yola çıkarılmıştı. Dağlık ve dekovilin ağırlaştığı orman bölgesinde dekovilin sivil halk tarafından durdurulduğu, muhafız er ve subayların bağlandığı, mahdut İngiliz subay ve erlerine de dokunulmayarak:
– Haydi buradan çabuk gidin ve bir defa daha bu işle meşgul olmayın..
İhtarında bulunulduğu görüldü. Kolonel bu hadisenin vuku ve şuyuundan sonra, Erzurum’daki ve on beşinci kolordu bölgesindeki silahları ne almaya, ne nakletmeye imkân bulunmadığına inandı.
Hakikatte bu bir tertipti. Sivil halk, giydirilmiş Türk subay ve erleri idi. Dekovili muhafazaya memur subay ve erler de vaziyeti biliyorlardı. Bu tertip on beşinci kolordu karargâhının muvaffakiyetli bir eseri idi ve Erzurum’daki silah ve cephanelerin elimizde kalmasını sağlayan amillerden biri olmuştu.”
(Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Türk Tarih Kurumu Yayınları 1988, Cilt 1. s. 48-50)
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
ALGOZ
İtalya’daki Türk köyü Moena’nın ardından ilgi çeken bir köy hikayesi de Portekiz’de ortaya çıktı. 12. yüzyılda henüz Müslüman olmayan Oğuz Türkleri tarafından kurulan Algoz köyü, ismi, tarihi ve hikayesiyle merak uyandırıyor.
Portekiz’in en güneyinde Cebelitarık Boğazı’na açılan bir sahil köyü olan Algoz’un, 12. yüzyılda Türkler tarafından kuruldu. Halen 3 bin civarında insanın yaşadığı köye dair arkeolojik kalıntılar pek çok gizemi içinde barındırıyor.
OĞUZLARIN PORTEKİZ’DE KURDUĞU ALGOZ’UN HİKAYESİ
Portekiz’in en güneyindeki Algoz, 12. yüzyılda buraya yerleşen Oğuz Türkleri tarafından kuruldu. Arapların Türklere “El-Guz” demesinden ötürü köyün ismi bu şekilde tanındı. Yani “el-Guz” yıllar içinde “Algoz” oldu.
Bölgeye yerleşen Türklerin hikayesi ise merak uyandırıcı. 1195 yılında Madrid’in güneyinde Kastilya Kralı liderliğindeki Hrıstiyanlar ile İber Yarımadasındaki Müslüman devlet Muvahhidler arasında Alarcos Muharebesi yaşandı. Muvahhidlerin zaferinin ardından Müslümanların saflarında savaşan Türkler, bölgeye yerleşti. Ayrıca muharebenin kazanılmasında Oğuz Türklerinin Türk yayını kullanması etkili oldu. Devrin teknolojisine göre büyük bir üstünlük sağlayan Türk yayı, Alarcos savaşını Müslüman Muvahhidlere kazandırdı. İşin ilginç yanı ise savaşa paralı asker olarak katılan Oğuz Türklerinin henüz o yıllarda Tengrist olduğu ve kadim Türk inancına sahip olduğuydu.
Portekiz’in en güneyindeki Algoz’un bulunduğu bölgeye, savaşa paralı asker olarak katılan Oğuzların yerleştiği ve bölgeye de ismini verdiği ileri sürülüyor. Türk köyü Algoz, keşfedilmeyi bekliyor.
Kaynak Kırım Haber Ajansı
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Türk eğitim tarihine geçen bir olay.
İĞNECİLER SINIFI !
Türkiye’nin en önemli liselerinden olan İstanbul Erkek Lisesi, 1925 yılında enteresan bir olaya sahne oldu. Öğretmene şaka yapmak isteyen bir öğrenci tüm sınıfın kaderini değiştirdi.
İstanbul Lisesi’nin onuncu sınıf öğretmeni Salih Hoca ile öğrenciler arasında garip bir olay gerçekleşir.
İstanbul Lisesinin onuncu sınıfı öğretmen sandalyesine bir iğne yerleştiren öğrenciler, pusuya yatıp Salih Hoca ’nın iğnenin üstüne oturmasını izleyeceklerini düşünürler.
Öğretmen zili çalınca o sınıfta dersi bulunan Arapca öğretmeni (Salih Hoca) sınıfa giriyor. Sandalyeye oturacağı zaman cübbesini iki eliyle düzeltirken eli bir iğneye değen Salih Hoca ise oturduğu yere bir iğnenin yerleştirildiğini hisseder, sandalyeye oturmaz ve deftere imzasını attıktan sonra ;
“Ben bu muameleye layık değildim, sizlere çok teessüf ederim” diyerek dershaneyi terk eder.
Meseleyi Müdür Besim beye bildiriyor ve istifasını veriyor.
Ondan sonra hızlıca araştırmaya geçen disiplin kurulu işin failini bir türlü bulamaz. O sınıfın dersleri durdurulur ve araştırmalar devam eder. Fakat hiçbir öğrenci itirafta bulunmaz.
Sonrasında 1925 yılının öğretmenler toplantısı düzenlendiği gün öğretmenler odasında çaylar içilirken odaya birden Müdür ile lisenin güvenliği içeri girer ve müjdeyi verir… “Muhterem hocamız Salih efendinin sandalyesine iğneyi koyan iğneci sınıfın tamamen ihracına karar verdik. Çünkü failini ele vermiyorlar…”
Sonrasında ise sınıftaki 41 öğrenci İstanbul Erkek Lisesi ’nden Bursa Lisesi ’ne sürgüne gönderilir.
Olaydan seneler sonra ise Salih Hoca nin sandalyesine iğneyi koyan kişinin başka sınıftan olduğu anlaşılır. Ama İğneciler olarak adlandırılan ve Bursa ’ya sürgüne gönderilen sınıf ise çoktan mezun olmuştur bile…
1925 yılının 10’uncu sınıfı, yani “iğneciler” arasından kimler çıktı:
228 Sait Efendi: Arkadaşları arasındaki lakabıyla H2O, yani sulu Sait. Ünlü hikayeci Sait Faik Abasıyanık.
697 Rahmi Efendi: Ünlü hekim, politikacı, şair ve akıl hastalıkları uzmanı Dr. Rahmi Duman.
748 Saffet Efendi: Ünlü hukukçu Saffet Nezihi Bölükbaşı.
725 Feridun Efendi: Ünlü gazeteci ve yazar Hikmet Feridun Es.
Sabri Efendi: Türk politika ve diplomasi hayatının unutulmaz isimlerinden, eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil.
Sıtkı Efendi: Demokrat parti döneminin ünlü bakanlarından Sıtkı Yırcalı.
Hikmet Feridun ES’in şu sözü çok meşhurdur. “Biz 43 iğneci idik. Fakat sonradan o kadar çok kişi iğneci sınıftan olduğunu iftiharla iddia etti ki, hayret etmemek mümkün değil …”
“Koca sınıf Bursa’ya sürülüyor, veliler müdürün odasını basıp tehdit etmiyor. Disiplin kurulundaki hocalar tehdit edilmiyor. Kalitenin tesadüf olmadığı, ahlaklı olmanın kişiye ve topluma ne kadar büyük bir etkisi olduğunu tekrardan anlamış olduk.”
Dr. m. Fuad Umay
yıl:1926
Gürbüz Türk çocuğu dergisi… Alıntıdır
iyi hafta sonu dileklerimle,
SATASOY
Bir yanıt yazın