Cuma Namazı’nın farz olduğunun delili olarak genelde Cuma Suresi’nin “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır. ” şeklindeki 9. ayeti gösterilir.
Ancak dikkat edilirse; ayette “Cuma Namazı” ndan değil, sadece namazdan bahsedilmektedir. Ayrıca ayette “Camiye koşun” değil, “Allah’ı anmaya koşun” denilmektedir. “Allah’ı anma” işi ise “Namaz kılmak” şeklinde olabileceği gibi, duâ etmek ve Kur’an okumak şeklinde de olabilir mesela. Ayrıca bu iş, camide olabileceği gibi, temiz olmak kaydıyla her yerde yapılabilir.
Dolayısıyla; bize kalırsa, “Cuma Namazı” ayete değil, hadislere ve tamamıyla Peygamber’in uygulamasına, daha doğrusu Hz. Peygamber’in yönetim ve siyaset anlayışına uygun olarak ihdas edilmiş, toplumsal ve yönetsel yanı ağır basan bir ibadet özelliği taşımaktadır.
Hz. Peygamber, Medine’de birlikte yaşadıkları Yahudilerin Cumartesi gününü, Hıristiyanların da Pazar gününü kutsal kabul etmelerinden ve bu günleri adeta bayram havasında kutlamalarından hareketle, Müslümanlar için de Cuma gününü haftalık toplanma, görüş alış verişinde bulunma ve ortak sorunları görüşüp çözüm arama günü olarak tespit etmiş, hazır bir araya gelmişken iki rekat namaz kılmayı ve devlet başkanı olarak buyruklarını ve çeşitli konulardaki düzenlemeleri halka duyurmak için de Hutbe irat etmeyi münasip görmüştür.
Genel kabule göre; cumanın farziyetine delil teşkil eden söz konusu ayetin de içinde bulunduğu Cuma Suresi’nin, Medine döneminde (bazı rivayetlere göre hicret esnasında) indirilmiş olması da bizde böyle bir kanaat uyandırmaktadır.
Ayrıca şu hadisler de bize bu konuda çok güçlü bir ışık tutmaktadır:
– “Allah-u Teâlâ bizden önceki kimselere Cuma gününü kaybettirdi. Dolayısıyla Yahudilerin özel günü Cumartesi, Hristiyanların özel günü Pazar oldu. Derken bizi dünyaya getirdi ve Cuma gününü Allah bize hidayet etti, gösterdi. Böylece Cuma, Cumartesi ve Pazar günlerini ibadet günü kılmış oldu…”(1)
– “Şüphesiz ki bugün bayramdır! Allah bu günü Müslümanlar için bayram yapmıştır! Cuma’ya gelen kimseler yıkansın! Eğer güzel kokusu varsa ondan sürünsün! Misvaka ise, iltizam gösteriniz!’ buyurdu.”(2)
Teşbihte hata olmasın; Hz. Peygamber’in dönemindeki Cuma Namazlarını, günümüz siyasi liderlerinin haftalık grup toplantısı ve hutbeyi de siyasi liderlerin grup konuşmaları gibi algılamak fazla yanlış olmayacaktır.
Kaynaklarda, Arapça “Cum‘a (cumua, cumaa) toplamak, bir araya getirmek anlamındaki cem kökünden isimdir… İslâm’dan önceki dönemde haftanın altıncı gününe arûbe denirdi(3)… Bu güne cuma adının verilmesini, Kureyş’in atalarından olup bu günde kavmini toplayan, kendilerine öğüt veren ve Harem’e saygı göstermelerini emreden Kâ‘b b. Lüeyy’e kadar götürenler olduğu gibi, hicretten önce Medine’de Ensar tarafından toplantı ve ibadet günü olarak seçilmesine bağlayanlar ve ismi bu tarihten itibaren başlatanlar da vardır… Hz. Peygamber henüz Medine’ye hicret etmeden önce oradaki Müslümanlar, sayıları artmaya başlayınca Ehl-i kitabın haftalık toplantı ve ibadet günlerinin bulunduğunu göz önüne alıp yaptıkları müzakereler sonunda kendileri için de böyle bir gün olarak arûbe gününü seçmişlerdir. Bundan sonra Es’ad b. Zürâre kendilerine cuma namazını kıldırmaya başlamıştır. Kaynaklar bu kararın ictihada dayandığını ve kılınan namazın da nâfile ibadet türünden olduğunu kaydetmektedir” şeklinde bilgi ve rivayetler de bulunmaktadır.(4)
Es’ad b. Zürâre’nin, Medineli Müslümanları teşkil eden Ensar’ın Hazrec kabilesinin Neccâroğulları koluna mensup olduğuna, Akabe’de Hz. Peygamber’e biat eden ilk 6 Medineli arasında bulunduğuna ve iki kez tekrarlanan Akabe biatlarının ikisinde de hazır bulunduğuna ve hatta bu görüşmelere Neccaroğluları’nın temsilcisi olarak katıldığına ilişkin rivayetler vardır kaynaklarda.(5)
Es’at b. Zürâre hakkında verilen şu bilgiler, aslında Cuma namazının ihdası hakkında da bize ip uçları vermektedir:
“Hicretten önce Es’ad b. Zürâre, Medine’de inşa ettiği bir mescidde beş vakit namazla birlikte cuma namazlarını da kıldırmıştır. Medine’de ilk cuma namazını onun kıldırdığı ve bu namazda kırk kişinin hazır bulunduğu bilinmektedir. İlk cuma namazını hiç unutmayan Kâ‘b b. Mâlik gibi Medineli bazı sahâbîler, Es‘ad b. Zürâre’nin ölümünden sonra da cuma ezanını duyduklarında onu hatırlayıp kendisine dua ederlerdi (Ebû Dâvûd, ‘Salât’, 210). Medine’ye görevli olarak gidişinden sonra Mus’ab b. Umeyr de Hz. Peygamber’in emriyle bu mescidde namaz kıldırmış, Mus’ab’ın bulunmadığı zamanlarda Es’ad b. Zürâre onun yerine bu görevi ifa etmiştir. Medine’ye hicretinde Hz. Peygamber’in de bu mescidde namaz kıldığı ve kendi mescidini burada inşa ettirdiği nakledilmektedir.”(6)
Bu bilgileri doğru kabul ettiğimizde karşımıza çıkan netice şu oluyor; Cuma Namazı, Hz. Peygamber’in ve Mekkeli Müslümanların değil, Es’ad b. Zürâre önderliğindeki Medine’li Ensar’ın bize hediyesidir. Esasen, Hz. Peygamber’in ve Mekkeli Müslümanların, Mekke’de iken Cuma Namazı, dahası kalabalıklar halinde toplu namaz kıldıklarına ilişkin bilgi de bulunmuyor kaynaklarda. Zira Müslümanlar, Mekke’de iken Müşriklerin takibi altındaydılar. Sayıları ve kuvvetleri yetersizdi. Bu sebeple, cemaatle namaz ve Cuma Namazı gibi törensel bir ortamda ve gösterişli bir şekilde, içinde yüksek sesle hutbe irat edilen ve kıraat bölümü sesli bir şekilde okunan bir ibadetin, Mekke’de icra edilmesi tarihi vakıaya da uygun düşmemektedir.
Kaynaklarda sahabeden Erkam İbn Eb’ul Erkam hakkında “17 yaşında Müslüman oldu. İlk Müslüman olan 7. veya 12. sahabe olduğu rivayet edilir. Ailesi varlıklı ve güçlü olduğu için evini peygambere açmış ve İslam dinindeki ilk toplanma yeri onun evi olmuştur.”(7) “Mekkeli müşriklerin giderek artan zulüm ve baskıları yüzünden Hz. Peygamber Mescid-i Harâm içinde Safâ tepesinin eteklerinde bulunan bu evi kendine ikametgâh olarak seçti. Burada bir yandan ashâb-ı kirâma dinî bilgiler öğretirken bir yandan da ilâhî gerçeği arayan insanları İslâm’a davet ediyor, onlara Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve onlarla birlikte namaz kılıyordu..”(8) şeklinde bilgiler var ise de, bu bilgiler arasında da Mekke’de “Cuma Namazı” kılındığına dair herhangi bir işaret bulunmamaktadır.
Es’ad b. Zürâre hakkında; “Yakalandığı hastalıktan kurtulamayan Es‘ad b. Zürâre, hicretin birinci yılı şevval ayında (Nisan 623) Mescid-i Nebevî inşa halinde iken vefat etti. Ölümü sırasında yanında bulunan Hz. Peygamber cenazesini yıkayıp kefenledi, namazını kıldırdı ve cenazesinin önünde kabre kadar yürüdü. Es‘ad hicretten sonra ilk ölen, cenaze namazı Hz. Peygamber tarafından ilk kıldırılan ve ensardan Bakī‘ Mezarlığı’na ilk defnedilen sahâbîdir. Bakī‘ Mezarlığı’na muhacirlerden ilk gömülen kişinin ise Osman b. Maz‘ûn olduğu bilinmektedir. Es‘ad b. Zürâre’nin ölümü üzerine Neccâroğulları Hz. Peygamber’e gelerek kendilerine yeni bir temsilci tayin etmesini istedikleri zaman Resûl-i Ekrem, ‘Sizler benim dayılarımsınız, sizin nakibiniz benim’ diyerek onları sevindirdi.”(9) şeklinde verilen bilgiler ise, Sa’d b. Zürâre’nin, Hazrec Kabilesi’nin olmasa bile bu kabilenin en önemli kollarından Neccaroğluğularının reisi olmakla, Medine’deki Müslümanlara imamlık yapacak, Cuma gününü toplantı günü ve Cuma Namazı’nı ihdas edecek çapta saygınlığa sahip olduğunu göstermektedir.
Bazı kaynaklarda Hicret konusunda bilgi verilirken aktarılan “Nihâyet Kuba’da on dört günlük bir misâfirlikten sonra Allâh Rasûlü -s.a.s- ve berâberindekiler, Medîne’ye hareket ettiler. Günlerden cuma idi. Öğle üzeri ‘Rânûnâ Vâdisi’ne varılmış, namaz vakti girmişti. Allâh Rasûlü -s.a.s- devesinden indi. O sırada, İslâm’ın iktidârının bir alâmeti olarak farz kılınan ‘cuma namazı’nı kıldırdı.”(10) “Genel inanca göre Cuma Suresi’nin inmesi ile hicret sırasında Müslümanlara farz kılınmış olan bir ibadettir. Muhammed, Medine’ye yakın bir yer olan Salim bin Avf yurdundaki Ranuna denilen vadi içerisinde Beni Salim Mescidi’nde ilk cuma hutbesini okumuş ve ilk cuma namazını kıldırmıştır.”(11) “Hz. Peygamber, ilk cuma namazını hicret esnasında Medine’ye yaklaşık bir saatlik mesafede bulunan Rânûnâ vadisinde kıldırmıştır. Doğal olarak ilk hutbeyi de burada irad etmiştir. Bu andan itibaren cuma namazı ve hutbe, Müslümanların haftalık toplanma ve görüşme vakti ve vesilesi hâline gelmiştir.”(12) şeklindeki bilgiler de, bizim “hutbenin Medineli Ensar’ın biz Müslümanlara hediyesidir” şeklindeki kanaatimizi destekler mahiyettedir.
Hutbe
“Hutbe” kelimesi, sözlük anlamı olarak “Hatipler tarafından, bir topluluk karşısında yapılan etkileyici konuşma” anlamına gelmektedir. Bu anlamda, “Hitabet” ile “Hutbe” kavramları, kelime anlamları itibarıyla aynıdır.
Bir Diyanet yayınında geçen “Hz. Peygamber, ilk cuma namazını hicret esnasında Medine’ye yaklaşık bir saatlik mesafede bulunan Rânûnâ vadisinde kıldırmıştır. Doğal olarak ilk hutbeyi de burada irad etmiştir.”(13) denilerek, Hz. Peygamber’in ilk hutbeyi Hicret sırasında, Medine’ye yakın Ranuna Vadisinde kıldırdığı ilk Cuma Namazı sırasında okumuş olabileceği belirtilmiş olsa da bu, Peygamber’in okuduğu bu ilk hutbenin, İslam’da okunan ilk hutbe olduğu anlamına gelmemektedir. Belirtilmelidir ki; ilk hutbe, Cuma Namazı’nı ilk ihdas eden Medineli Ensar tarafından, mesela Es’ad b. Zürâre tarafından okunmuş olmalıdır.
Bu tür etkileyici metinler, hatipler tarafından miting meydanında dile getirilirse genelde “Hitabet”, cami kürsülerinde dile getirilirse “Hutbe” olarak isimlendirilir. Bu sebeple mesela, Mustafa Kemal Paşa’nın, askeri ve politik bir kişilik olarak, 7 Şubat 1923 günü Balıkesir’de Zağanos Paşa Camii’nde icra edilen bir Mevlit merasimi sırasında minbere çıkarak yapmış olduğu konuşma, “Hitâbet” değil, “Hutbe” olarak adlandırılmıştır.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın, buradaki konuşmasında dile getirdiği şu ifadeler, bizim yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız durumu, yani Cuma Namazı ve Hutbenin, ilk ihdas edildiği günlerdeki fonksiyonu hakkında(14) çok güzel özetlemektedir aslında:
“Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber çalışmalarında iki yere, iki eve sahipti. Biri kendi evi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. Hazret-i peygamber’in mübarek yollarını takip ederek bu dakikada milletimize ve milletimizin şimdiki ve geleceğine ait konuları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde, Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni bu şerefe kavuşturan Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum. Efendiler! Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, söylenenleri dinleme ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek, yani birbirimizin görüş ve düşüncelerini almak için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihninin başlı başına faaliyette bulunması lâzımdır. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz için her şeyden önce hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşüncelerini anlamak istiyorum. Millî emeller, millî irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, millet fertlerinin tamamının arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim”(15)
29 Ocak 2021
___________
1- Müslim 856/22, Nesei 1367, İbni Mace 1083, Albânî Cami 1017,
2- İbni Mace 1098, Tabarani Mucemu’s-Sağir 1/1291/269 ,
3-İslam’dan önce ki dönemlerde de kullanılan Kameri Takvime göre; haftanın ilk günü “Yevm’ül Ahad”, Pazar günüdür. Bu demektir ki; Hicri Takvim’e göre haftanın altıncı günü olan Cuma Günü’ne, İslam’dan önce “Yevm’ül Arûbe/Arûbe Günü” deniyordu.
4- TDV İslam Ansiklopedisi “Cuma” maddesi, . Ayrıca bkz. Sahihi Buharî Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi, Müellifi Zeynüddin Ahmed Zebidi, Terc. Ahmet Naim, c, 3, DİB Yayını, İstanbul, 1936, s, 5-7.
5-
6-Age.
7- &
8-
9-
10- Osman Nuri Topbaş, “Rânûnâ Vâdisi’nde İlk Cuma Namazı” başlıklı makalesi,
11- https://tr.wikipedia.org/wiki/Cuma_namaz%C4%B1#:~:text=Muhammed%2C%20Medine’ye%20yak%C4%B1n%20bir,ve%20ilk%20cuma%20namaz%C4%B1n%C4%B1%20k%C4%B1ld%C4%B1rm%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r.
12- & Karşılaştırma için bkz. Mehmet Gündoğdu, “ ‘Hutbe’nin Mahiyeti ve Tarihçesi” başlıklı makalesi,https://www.ocakmedya.com/hutbenin-mahiyeti-ve-tarihcesi/
13-Aynı kaynaklar.
14- Bu fonksiyon, dini olmaktan daha çok İslam devletinin yönetim sistemine uygun olarak toplumsal ve yönetsel yanı ağır basan bir fonksiyon idi ki; Milli Mücadele döneminde de bu Cuma Namazı ve Hutbenin bu fonksiyonundan geniş ölçüde istifade edilmiştir. Türkiye için söyleyecek olursak; Cuma Namazları ve Hutbeler Cumhuriyetle birlikte, daha çok dini alana çekilmiş olsa da zaman zaman Cumanın ve hutbenin toplumsal ve yönetsel fonskiyonlarından da istifade edilmektedir.
15-https://balikesir.ktb.gov.tr/TR-65833/ataturk39un-balikesir-hutbesi.html