23 Ocak akşamı CNN Türk TV kanalında yayınlanan “CNN Türk Masası” programında, Cumhur İttifakı’nın savunucusu iki gazeteci olan Mehmet Metiner ve Metin Özkan’ın, Alevileri sahiplenme adına “Yavuz da bizim, Şah İsmail de bizim” demeleri üzerine şöyle bir yorum yapmıştım sosyal medya hesabımda:
“Tamam o zaman, Cumhur İttifakı olarak Cumhurbaşkanlığı forsuna Safevileri temsilen bir yıldız daha eklemenize hangi engel var? Haydi buyurun, bekliyoruz. Elbette Cem evlerine ibadethane statüsü vermenizi de bekliyoruz. Sizin yerinizde ben olsaydım, bir an bile düşünmezdim bunları yapmak için…”
Gerçekten de öyle; sadece Cumhur İttifakı’nın tarafları değil, şimdiye kadar ülkeyi idare edenlerin yerinde olsaydım, bu konularda bir an bile düşünmezdim. Neticede bu ülkedeki sayıları, 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre(1) 12.5 milyonu aşan bu inanç grubu, eğer bunlardan mutlu olacaksa kendilerine bu hak neden verilmesin?
…
Yazımızın maksadı bu değil elbette. Yukarıdaki paylaşıma uygun bir Yavuz Sultan Selim portresi ararken o bilindik pala bıyıklı, küpeli, kolyeli ve süslü tacının üzerine sarık sarılmış vaziyette hayal edilip çizilen son derece gösterişli Yavuz Sultan Selim Portresi’ne takıldım bir süre.
İnternet üzerinden yaptığım kısa araştırmada, o bilindik boncuklu, cıncıklı, pala bıyıklı gösterişli resmin, aslında Yavuz Selim’e ait olmadığı şeklindeki iddialarla karşılaştım. Esasen biz de zaten hiçbir zaman o resmi Yavuz Sultan Selim’e yakıştıramamıştık! Öyle ya, Yavuz Sultan Selim gibi ilkokuldan başlayarak bütün eğitim hayatımız boyunca, adeta delikanlılığın ve yiğitliğin sembolü olacak çapta beyinlerimize nakşedilen kudretli bir adamın, böyle delikanlılığın raconuna aykırı olacak biçimde, süslü kadınlar gibi boncuk cıncık takınması akla ve mantığa da uygun düşmemekteydi.
Hatta ben bir yerlerde, Yavuz Sultan Selim’in, süslü püslü elbiseler ve kaftanlar giyme merakı olan şehzadesi Süleyman’ı (geleceğin Muhteşem Süleyman’ı), anasına özenmekle bile itham ederek, böyle giyinmemesi konusunda sert bir şekilde uyardığını bile okumuştum.
Tarih profesörü Erhan Afyoncu’nun “Yavuz’un Küpesi” isimli kitabının tanıtım bülteninde şöyle denilmektedir mesela:
“Yavuz Sultan Selim denince aklımıza hep kulağı küpeli, palabıyıklı bir resim gelir. Yavuz’a ait olmayan ve daha sonraki bir dönemde yapılmış olan bu resim tarih ders kitaplarında kullanıldığı için herkes Yavuz’u böyle tanır. Hatta kulağındaki küpenin sebebi üzerine de birçok hikâye uydurulmuştur. Türkmenler arasında küpe takmak eski bir gelenekti. Ayrıca bazı tarikatlarda da dervişler dünyadan ve dünyevi nesnelerden soyutlandıklarını göstermek için küpe takarlardı. Bu iki gelenek de Yavuz Sultan Selim’e değil Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail’e uymaktadır. Nitekim Türk tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Şah İsmail, bazı minyatürlerde küpeli tasvir edilmiştir.”(2)
Önceki gece konuyu araştırırken geçmişte çekilmiş “Tarihin Arka Odası” isimli tarih programına ilişkin bir video kaydına rastladım. Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu’nun da hazır bulunduğu programın konuklarından tarih profesörü Tufan Gündüz, Şah İsmail’i konu ettiği “Son Kızılbaş” isimli kitabı çerçevesinde konuşurken, Kızılbaşların sakal bırakmadıklarını, ancak bıyık bıraktıklarını söyledikten sonra, İran’ın İsfahan kentindeki bir sarayın duvarına Çaldıran Savaşı’nın resmedildiğini ve o resimde Yavuz Sultan Selim’in sakallı, Şah İsmail’in ise sakalsız ancak bıyıklı olarak çizildiğini söylüyor. Hatta aynı programda, yine yanlış hatırlamıyorsam aynı tarihçi tarafından Otlukbeli Savaşı’nda yenilen Akkoyunlu Türkmenlerinden savaş meydanlarında kalan ölülerin kulaklarında küpeler bulunduğu ve Osmanlı askerlerinin bu küpeleri topladıkları da söyleniyordu.
Bunlara ilave olarak söylemek gerekirse; genç yaşta katledilen Genç Osman dışındaki hemen bütün Osmanlı Padişahları sakallı resmedilirken Yavuz Sultan Selim’in sakalsız ve pala bıyıklı resmedilmesi tarihin akışına ve vakıaya da uygun düşmemektedir.
Netice olarak diyebiliriz ki; Yavuz Sultan Selim’e ait olduğu söylenerek çocuklarımızın ders kitaplarına girmekle kalmayıp, Topkapı Sarayı’ndaki Padişah portreleri arasına kadar girdiği söylenen ve batılı kralların tacına benzer şekilde boncuklu tacı, kulağında kadın küpesine benzer küpesi ve boynunda inci gerdanlığıyla çizilen temsili resim Yavuz Sultan Selim değildir. Hatta bazı tarihçilerin de dediği gibi; bu portrenin, Yavuz Sultan Selim’den çok Şah İsmail’e ait olması çok daha olasıdır.
Arap İslamı
Dolayısıyla kabul edilmelidir ki; bugün için Yavuz Sultan Selim’in herkesçe kabul edilebilir bir portresi de yoktur elimizde. Hatta, Fatih Sultan Mehmet’ten sonraki padişahlara ait olduğu söylenen portrelerin, o padişahlara ait olduğu da şüphelidir bence. Elbette son devir Osmanlı Padişahları hariç.
Peki neden?
Bize göre; bunun en önemli nedeni, İslam Dini’nin, daha doğrusu Arap İslamı’nın (İslam’ın Arap yorumunun), resme ve heykele bakışıyla alakalıdır. Fatih Sultan Mehmet, İtalya’dan Ressam Gentile Bellini’yi getirtip, onu saray ressamı olarak istihdam etmişken ve Bellini’ye kendi portresini bile yaptırmışken, sonraki padişahlar resim sanatına mesafeli durmuşlardır. Zira özellikle Yavuz Sultan Selim’in Memlükleri ortadan kaldırıp, Suriye, Mısır ve Hicazı, Osmanlı topraklarına katmasıyla birlikte hüküm koyma (Fetva) konusunda aklı fazla önemsemeyen Eşarî ve özellikle aklı ortadan kaldıran Selefî İslam öğretisinin Osmanlı ülkesine egemen olmasıyla birlikte resim ve heykel gibi sanatlara mesafeli durulmuştur. Bu tür sanatlara PUT nazarıyla bakılmıştır.
Oysa Mısır’ın ve Hicaz’ın fethine kadar Osmanlı ülkesinde, İslam’ın, aklı en azından nakil kadar önemseyen Mâtürîdî yorumu egemen olduğu için, Fatih Sultan Mehmet’e kadar görev yapan bazı padişahlar din konusunda çok daha hoşgörülü olmuşlardır. Fatih Sultan Mehmet’in, sadece portresini yaptırmakla kalmadığı, az da olsa zaman zaman İslam’ın yasakladığı alkolü de kullandığını söylüyor tarihçiler.(3)
Türk tarihçiliği denilinde akla gelen ilk isimlerden olan Halil İnalcık, “Fâtih’in, saray bahçelerinde yaptırdığı kasrlarda, işret meclisleri düzenlendiğine kuşku yok. Dünyanın dağdağasından kurtulmak için nedîmleri ve servi boylularla işret meclisine yöneldiğini gösteren beyitleri, sadece bir edebî mecâzdan ibaret değildir.”dedikten sonra, Fâtih’in “Avnî” mahlasıyla yazdığı şu beyitlere yer vermektedir kitabında:
“Bâdeye baş üzre yer edüp ayağa salmazız
Hörmetin câm-i meyin oldenlü idrâk eyleriz
…
Nûş-i la’lin gamzenin nîşine tiryâk eyleriz.
…
Kerâhettir mey içmek deyü esrâra rıza virdük.
“Ama” diyor İnalcık, “Fâtih’in, Amasya’da şehzâdesi Bayezid’in esrâr içtiğini öğrenince sert bir mektup gönderdiğini biliyoruz.”(4)
Halil İnalcık’a bakılırsa; Fâtih Sultan Mehmet en azından şarap nevinden alkollü bir içki, dindarlığı yüzünden Sofu Bayezid olarak da anılan oğlu II. Bayezid ise esrar içiyorlardı!
Evet, tarihçilerimizden öğreniyoruz ki; büyük dedesi Yıldırım Bayezit kadar olmasa da Fatih Sultan Mehmet de zaman zaman alkol kullanıyordu. İkinci Osmanlı Sultanı Orhan Bey tarafından kurulan ve Osmanlı Ordusu’nun bel kemiğini oluşturan Yeniçeri Ocağı’nın da hoşgörülü bir İslam yorumu olan Bektaşi ağırlıklı olduğu bilinmektedir.
Dolayısıyla demek gerekir ki; Arap İslamı, yani İslam’ın Araplarca yapılan yorumu olan Selefi akımlar, kadim Türk kültürünü de bozmuş, sanatın, kültürün, hatta sanayii ve teknolojinin gelişmesinde bile engelleyici rol oynamıştır ki; bu etki günümüzde bile hâlâ devam etmektedir.
Küçük Bir Küpe Bazen Koskoca Bir Tarihi Değiştirebilir
Yavuz Sultan Selim’e ait olduğu söylenen “Küpeli” Yavuz portresi üzerine yaptığım paylaşım hakkında bir okuyucum “Küpeye odaklanmamak, yaptığı hizmetlere bakmak gerekir” demiş. Elbette. Ben de aynı görüşteyim. Ancak biraz derin düşününce, bazen “keşke Yavuz o hizmetleri yapmasaydı” diyesi geliyor insanın. Zira Yavuz Sultan Selim, iki büyük Türk devletini ortadan kaldırarak aynı zamanda Türklüğü zayıflatmış bir hükümdar olarak geçmiştir tarihe. Daha doğrusu Memlukileri tamamen ortadan kaldırmış, Safevilere ise, Timur’un Osmanlı’ya yaptığının bir benzerini yapmış, onları oldukça zayıflatmıştır.
Bilindiği gibi Memlükler, tarihte “TÜRKİYE” adını kullanan ilk Türk devletidir. Devletlerinin adı “ED-DEVLETÜ-T TÜRKİYYE/TÜRK DEVLETİ” dir. “Köle” anlamına gelen “Memlük” veya “Köleler Topluluğu” anlamına gelen “Kölemenler”, Türk ve Türklük düşmanı Arapların yakıştırmasıdır ve ne yazık ki; Arabizm bataklığına saplanan bazı Türk yazarlar da kullanıyorlar bu tür kavramları. Elbette biz de kullanıyoruz. Çünkü “Türkiye Devleti” desek kimse anlamayacaktır ne dediğimizi.
Bilindiği gibi, Şii Büveyhîlerin adeta esareti altında olan Sünni Abbasî Halifesi Kaim Biemrillâh’ın daveti üzerine 1055 yılında Bağdat’a giren ve Büveyhileri yenerek Halifeyi kurtaran ve halifenin kızıyla evlenen Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ile birlikte Türklerin, askeri ve idari yönetimi altına giren Araplar, bunu bir türlü hazmedememiştir. Özetle ve elbette kendilerine göre; dünkü köleleri olan Türklerin emrine girmeleri, Arapların gururunu incitmiş ve Türklere karşı kin ve nefret duymaya başlamışlardır. İşte bu sebeple tarihi Arap kini, Türklere olmadık hakaretleri ve yakıştırmaları yapmıştır. Türkler için yapılan “Etrak-ı bi idrak” ve “Ahmak” türü yakıştırmalar, ta o devirlerden kalmıştır.
Dolayısıyla; “Memlük” ve “Kölemen” sıfatları da muhtemelen Arapların, kendilerini yöneten Türklerden intikam almak için kullandıkları aşağılayıcı kavramlardır. Ne var ki; bu kavramlar zaman içinde sanki matah kavramlarmış gibi bizim tarih kitaplarımıza da girmiş bulunmaktadır.
Safeviler ise en azından bana göre; Osmanlı’dan daha Türk’tür. Çünkü devletin kurucusu Şah İsmail, Türkçenin en büyük şairlerinden birisidir ve şiirlerini bugünkü Anadolu Türkçesi ile yazmıştır. Sıradan insanlar bile anlar onun kullandığı Türkçeyi. Çünkü pek çok şiiri, asırlardır Türkü olarak çalınır söylenir bu topraklarda. Oysa Çaldıran’da onu yenen Yavuz Sultan Selim, Selîmî mahlasıyla yazmış olduğu şiirlerini farsça yazmıştır ki; Farsça ve Arapça bilmeyen birisinin anlaması mümkün değildir onun şiirlerini.
O sebeple diyoruz ki; keşke Yavuz Sultan Selim, sırf dünya şöhreti için Memlükîleri ve Safevîleri ortadan kaldırmak için kan akıtmak yerine, onlarla ittifak kurmayı deneseydi. Elbette muhatapları da keşke şöhret ve kuruntu düşkünlüğünü bir tarafa atıp, buna yanaşmış olsalardı. Eğer böyle yapabilselerdi, eminim ki; bugünkü dünya bile farklı bir dünya olurdu.
Unutmayalım ki; bugün Alevi-Sünni çekişmesinin temelinde yatan sebeplerden birisi de, Yavuz Sultan Selim’in, meshep taassubuyla hareket ederek doğudaki Sünni Kürtlerle bir olup, Alevi Türkmenleri katletmesi, yerlerinden ve yurtlarından sürmesidir.
Öte yandan, bazen tarihi doğru okumak adına küçük bir küpe bile önemli olabilir. Malum başlangıçta önemsiz gibi gözüken bazı arkeolojik buluntular, bazen tarihin yeniden yazılmasını zorunlu hale getirebiliyor. Wilhelm Thomsen 1893 yılında Orhun Abideleri’ni okumasaydı bugün Türk tarihi, Türk Dili ve elbette Türk adı, büyük ölçüde öksüz ve köksüz kalacaktı mesela. Göbeklitepe kazılarında çıkan materyal olmasaydı biz, Anadolu’daki yerleşik hayatın geçmişini günümüzden 11.600 sene öncesine götüremeyecektik mesela. Onun için küpe deyip geçmemek gerekir…
____________
1-https://www.haberler.com/chp-li-ozbolat-ulke-genelinde-12-milyon-521-bin-5732812-haberi/
2-
3- ; &
; &
4- Halil İnalcık, Has-bahçede ‘Ayş u Tarab-Nedîmler Şâîrler Mutrîbler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 2016, s. 359.