Ömer seyfettinin türkçülüğü ve milliyet anlayışı
Ömer Seyfettin inancı kuvvetli bir Türk milliyetçisidir. Milliyetçilik inanç ve ülküsü şiirlerinde, makalelerinden, hikayelerinde, romanlarında en belirgin öğe durumundadır.
Ona göre ulusları yaşatan, kutsal bir amaç çevresinden toplayan şey ülküye bağlanmalarıdır. “Ülküsü olmayan bir ulus ölmüş demektir. Çünkü bu suretle bireyle ulusun varlığını duyamayan ve canını onun uğrunda fedaya hazır bulunmuyor demektir.” Bu ülkü, “Türkçülük ve milliyetçilik” ülküsüdür.
Tanzimattan sonra yaygın hale gelen “Osmanlıcılık” akımının karşısındadır. Ömer Seyfettin, “Osmanlılık” kavramında milliyetle ilgili bir özellik görmüyordu. Osmanlılıklar milliyet ülküsü olamazdı. Osm. Adı altında toplanan, fakat sayıları, dilleri, tarihleri, dinlerin ayır olan insanlar hiçbir zaman Türklerle kaynaşamazdı. Böyle düşünenler aldanıyorlardı.1
Ömer Seyfettin milliyetçiliği, Türkçülük, Turancılık ve Irkçılığın bir karışımıdır. Fakat onun da Ziya Gökalp gibi aşırılıktan, ılımlı bir milliyetçiliğe, Turancılıktan Türkiyeciliğe doğru geliştiği söylenebilir. İlk gençliğinde Yarınki turan Devri’ni yazmış, ona sonradan Turancılığı aşrı bir hale sokanlarla, Anadolu Türkçülüğünü bir yana iterek sınır dışı soydaşları ondan üstün görenlerle alay etmeye koyulmuştur.
Ömer Seyfettin, dini taassup ve gayretsiz tevekkül fikri ile de vuruşup bunların,Türklüğü geri bırakan ve milliyet ülküsüne aykırı üyeler olduğunu savunur. Onca din milliyetin temel bir öğesidir ama. Türk hocaları “dinin” ahiretten sırat köprüsünden, cennetle cehennemden bahsetmemişler. Başka milletler gibi bizde de dinin taassup yerine milli taassup belirsin. Ömer Seyfettin’in istediği din adamı, “Küçük düşmanlarının perişan edilmesi için, dinleyenlerin ruhunda fırtınalar koparan köy imamı”dır.
Ömer Seyfettin bir ülkü uğruna kalemi elinden düşürmeyen yazarlardandır. Çoğu eserleri, Türkçülük ve milliyetçilik ülküsünü yayma ve topluma mal etme aracı ile yazılmıştır. Nedir ki o, bunu yaparken; “Sanat”la “ülkü” nün sınırları çok iyi hesaplamış, ikisi arasında tam bir denge kurmasını başarmıştır. Sınırları içinde çeşitli unsurları barındıran bir ülkede, Türkler için tek çıkar yolun “milliyetçilik” ülküsüne bağlılık olabileceğine inanıyordu. Bu inancına sonuna kadar da bağlı kalmıştır. Ülkücü bir yazar için en önemli sorun “dil”dir. Ömer Seyfettin 1910 yılından başlayarak, dil konusuna yöneldi. Osmanlıca’nın karşısında yer aldı. Bu, milliyetçilik anlayışının bir sonucudur.
Ömer Seyfettin Türk soyundan olanları üstün tutmakla birlikte bir kişinin Türk sayılması için Türkçe konuşulmasını, Müslüman olmasını Türk eğitim ve töresi içinde yetişmesini yeterli bulur.
Türkçülük ülküsü, eserlerinde bir “sorun”, bir “dava” olarak yer almıştır. Kahramanlarından biri, kökten kopmuşları temsil ediyorsa, ötekisi Ömer Seyfettin’in kişiliğine bürünerek, onun karşısına çıkar. Eserlerinde, inanç ve ülküden yoksun olanları, ulusunu sevmeyenleri, Türk kültürünü benimsememiş olanları, benliklerinden uzaklaşanları alaya almış ve gülünç hale sokmuştur.