Yukarıda yer alan yedi kelimeyi okuyanlar bu kelimeler arasında ne gibi bir ilişki olduğunu düşünmekte haklı olabilirler. Çin aşısı gecikince, acaba gecikmenin sebebi Uygur Türkleri hakkında Türkiye’nin tepki göstermesi sebep olabilir mi sorusu akla gelmiştir. Çünkü Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ateş Kara “Ocak ayı içinde ve şubat başında Türkiye’ye toplamda 30 ila 50 milyon doz aşı gelecek. İlk etapta 7 milyon doz gelecek ve 10 milyon doza tamamlanacak. Aşıların gelişi şubat sonuna kadar devam edecek” demiştir ama aşılar gelmemiştir. Sağlık Bakanı sayın Koca 6.5 milyon doz aşının Pazartesi sabahı geleceğini açıklamıştır. Bir Kurul üyesinin bu konularda konuşmasını ben ciddiye almadım. Bugün 24 Ocak. Gelen aşı 3 milyon. Nerede 50 milyon aşı? Bilim Kurulu üyeleri bilmedikleri konularda konuşurlarsa, sonra mahcup olurlar ve inandırıcılıkları kalmaz. En azından ben artık kendisine inanmıyorum.
Sağlık Bakanı sayın Koca 1 Aralık’ta basına şu açıklamada bulunmuştu: “Türkiye’de Faz 3 çalışmaları devam eden Çin menşeli aşı için sözleşme imzalandığını hatırlatarak, ‘İn aktif dediğimiz daha önceden teknik olarak iyi bildiğimiz yan etkisinin de az olduğunu düşündüğümüz aşıdan 50 milyon doz için sözleşme imzalandı. Aralık ayında en az 10 milyon; ama muhtemelen 20 milyon temin etmiş olacağız. Ocak ayında 20 milyon, Şubat ayında 10 milyon; ama bu sayıları artırmayı düşünüyoruz. Aralık ayında 20 milyon temin etmiş olacağız. En erken dönemde geciktirmeden yoğun bir şekilde yapmak istiyoruz. Özellikle bu dönemde en erken dönümde Aralık-Ocak ayı hedefi ile daha yoğun aşılamayı planlıyoruz. Geciktirmeden erken dönemde yoğun bir şekilde yapmak istiyoruz.”
Aralık ayı geçti ama 10 milyon aşı yola çıkmadı. Bugün ayın 24’dü. Bir hafta sonra Ocak ayı bitecek. Henüz 20 milyon yola çıkmadı. Bakalım Şubat ayında toplam 50 milyon aşı gelecek mi? Eğer gelmezse ilk yapılan aşılar da heba olacak. Bu gelişmeler üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni aşıların Türkiye’ye geleceği tarihle ilgili ” Büyük ihtimalle bu hafta sonuna kadar gelebilir“ değerlendirmesinde bulunmuştur. Sağlık Bakanı Koca ise yeni bir müjde vermiştir: “İki hafta içinde Çin’den yeni bir parti gelecek. Üç parçada ve kısa süre içinde 10 milyon aşı gelmiş olacak.”Peki 50 milyona ne oldu?
Eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Bugünlerde Doğu Türkistan ve Uygurlarla ilgili değişik senaryolar gündeme geliyor. Gerek uluslararası basına, gerek Türk basınına düşen haberlerden Türkiye’deki yaklaşık 50 bin Uygur kardeşimizin Çin’e doğrudan iadesi yerine üçüncü bir ülkeye, muhtemelen Tacikistan’a iadesi, oradan da Çin’e göndermesi konusunda çalışmalar yapıldığı bilgisi geliyor. Bu tarihe ihanettir. Bu kardeşliğe ihanet olur.” demiştir.(Sözcü, 28.07.2020) Haklı olabilir. Türk basınında bu konu ile ilgili fazla yorum yok.
Basında yer alan bir haber ise doğu çıkmadı: “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ikinci parti Sinovac aşısının bu hafta sonu Türkiye’ye geleceğini açıklamıştı. NTV’nin haberine göre aşıların pazar sabahı Türkiye’ye ulaşması bekleniyor. Çin’den yarın yola çıkacak aşıları taşıyan kargo uçağı pazar sabahı Türkiye’ye ulaşacak. İlk partide Çin’den 3 milyon doz gelmişti. Yeni partide ise 10 milyon doz aşı daha gelecek. Böylece Türkiye toplamda 13 milyon doza ulaşmış olacak.” 22.01.2021 17:00)
Bence aşının gecikmesinin sebebi, eğer ödeme sorunu yoksa, Uygur Türklerine Türkiye’nin sahip çıkmasıdır. Çünkü Türkiye, Sincan’daki durumu eleştiren dünyadaki tek Müslüman ülkedir. Nitekim Guardian gazetesi de Çin’den gelmesi beklenen koronavirüs aşılarının bu yüzden geciktiği iddialarına yer vermiştir. Bana kalırsa aşıların gecikmesinin sebebi ödeme sorunu değildir.
İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi 56 Müslüman ülkenin hiçbirinden tepki gelmemiştir. Sözde Müslüman ülkeler ama her biri başka telden çaldığı için aralarında akort uyuşmazlığı vardır. Bu sebeple çıkan ses kimseyi etkilememektedir. Avrupa Birliği gibi hiçbir zaman ortaklaşa bir tepki gösterememektedirler. Öyle olmasaydı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini, Güney Kıbrıs AB üyesi olmasının ardından derhal tanırlardı.
Bu süreçte Çin’in Londra Büyükelçiliği önünde toplanan değişik uluslardan öğrenciler, Uygur Türklerine yönelik baskıya tepki göstermiş, “Etnik temizliğe hayır” “Uyguların hayatı değerlidir”, “Uygurlar için adalet” yazılı pankartlar taşımışladır. AA muhabirine bir protestocu Çin’de yaşananlara dikkati çekmek için bir araya geldiklerini belirtmiş, bir diğeri dünyanın bu konuda bir şeyler yapması gerektiğini açıklayarak “Bu gizli tutulmaya devam edilemez, halının altına süpürülemez. Dünya ayağa kalkmalı.” demiştir. Başka bir katılımcının görüşü de şöyledir: “Ancak modern zamanda hala Çin’deki Müslümanların dinlerinden dolayı zulüm görmesine, organlarının zorla alınmasına izin veriliyor. Hiçbir büyük ülke bu konuda bir şey yapmadı.”
Pekin’in “mesleki eğitim merkezleri“ olarak adlandırdığı yerlerde, Birleşmiş Milletler’e göre en az 1 milyon Uygur kendi rızası dışında tutulmaktadır. Çin’in, bölgede yaşayan Müslüman Uygurlara, Çince dil eğitimi ile mesleki ve kültürel kurslar verdiğini öne sürdüğü kampların durumu hakkında veriler paylaşılmamaktadır. Associated Press ajansının 29 Haziran 2020 tarihli haberinde, Uygur Türklerinin yoğunlukla yaşadığı özerk bölgede, yerel hükümetin, son yıllarda bölgedeki Uygur ve Kazak kadınlara doğum kontrol yöntemleri uygulamaya zorladığı açıklanmıştır.
New York Times gazetesinin 16 Kasım 2019‘da basına sızdırılan Çin yönetimine ait 403 sayfalık belgeye dayandırdığı haberi yukarıdadır. Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki güvenlik birimlerine, nasıl hareket etmeleri gerektiğine ilişkin talimatlar dikkati çekmiştir. Belge’nin 200 sayfasında, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve diğer Çinli yetkililerin bölgedeki Uygur nüfusunun kontrolü ve aralıksız denetim yapılmasına ilişkin talimatları yer almıştır. İslamiyet’in yayılmasını önlemek için önlem alınması uyarısında da bulunulmuştur. (
“Artık inkar yok, kaçmak yok. Çin Komünist Partisi, Sincan’ın kuzeybatı bölgesindeki etnik azınlıklara karşı amansız kitlesel gözaltı kampanyasını artık gizleyemez veya çabanın zararsız bir eğitim programı olduğunu iddia edemez. Zaten yaygın olarak bilinen, büyük ölçüde bildirilen ve onaylanan şeyler, hükümetin kendi kayıtları, dosya ve raporları -bazıları gizli ve son derece gizli – tarafından şüphe götürmeyecek şekilde kanıtlanmıştır. Bu Pazar, Sincan’ın parti sekreteri yardımcısı Zhu Hailun tarafından imzalanan ve yerel makamların “mesleki beceri eğitim merkezlerini” nasıl yönetmesi ve işletmesi gerektiğini ayrıntılarıyla anlatan gizli bir telgraf var. Bu, toplama kampları için bir örtmece. İkinci belge grubu, yerel yönetimlerden gelen büyük dosya ve elektronik tablolar, tutuklama kampanyasının hedeflediği aileler ve topluluklar üzerindeki yıkıcı ekonomik ve sosyal etkisini ortaya koyuyor. 5 Kasım 2017 tarihli ve yerel siyasi ve hukuki işler bürolarına hitaben – “son derece acil” -olarak işaretlenmiş bir telgraf. Çin’in gizli belge şemasında ikinci en yüksek gizlilik düzeyine sahiptir. Kısmen kampları dış incelemeden korumak için kampların çevresinde alınan güvenlik ve gözetim önlemlerinin kapsamını ortaya koyuyor. Bir direktif olan mesaj, orada yapılan işin doğası gereği “kesinlikle gizli” ve “son derece hassas” olduğunu belirtiyor. Kamplardaki personelin bile tutuklu figürlerini bir araya getirmesi yasak.” )
Türkiye şubat ayında BM’de Uygur bölgesindeki durumu gündeme getirmişti. Ankara Şubat ayındaki Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nde de durumu eleştirmiş, Çin’in tepkisini çekmişti. Ancak Çin devlet medyasına göre, Pekin’deki resmi temasları kapsamında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’le görüşen Erdoğan görüşmede bu konuda olumlu bir dil kullanmıştır. Çin devlet medyası, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Çin’in Uygur özerk bölgesindeki halkın mutlu bir hayat yasadığını kabul ettiğini öne sürmüştür. Bu açıklama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile görüşmesi sırasında yaptığını iddia etmiştir. Bu bir iddiadır. İspat edecek durumum yoktur.
Son yıllarda Şincan’da meydana gelen karışıklıklarda yüzlerce kişi yaşamını yitirmiştir. Pekin, olaylardan aşırı İslamcı ve ayrılıkçı olarak nitelediği çevreleri sorumlu tutmaktadır. Jinping Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, iki ülkenin teröre karşı işbirliğini arttırmak konusunda pratik adımlar atması gerektiği mesajını vermiş, Erdoğan’ın “Çin karşıtı eylemlere izin vermeyeceği” yönündeki açıklamasından da övgüyle bahsetmiştir. )
Fakat madalyonun diğer yüzü çok farklıdır. Uygur Türklerine yapılan insanlık dışı tutuklamalar ve baskılar kabul edilemez. Nedense Türk basını bu konuya yeterince ilgi göstermemektedir. CNN’den James Griffiths’in 22 Ocak 2021 tarihindeki tespiti çok önemlidir:
“Joe Biden Çarşamba günü Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak yemin etmeye hazırlanırken, Trump yönetimi gelecekteki Çin politikasını şekillendirmek için bir son dakika oyunu yaptı. Biden göreve gelmeden yaklaşık 24 saat önce, ABD Dışişleri Bakanlığı Çin hükümetini Sincan’daki Uygurlara ve diğer azınlık gruplarına karşı “soykırım” yapmakla suçladı. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ‘Çinliler tarafından Uygurları yok etmek için sistematik bir girişim olduğunu söyledi.’ Çin, bu tür iddiaları sürekli olarak reddediyor ve Sincan’daki kamp sisteminin dini aşırılık ve terörizmle mücadele için gerekli olduğunu savunuyor. Sincan’daki durumu bir soykırım olarak adlandırmayı, bu konuda harekete geçmeyi destekleyen veya şartlarını ‘sıfırlamaya’ zorlayan saldırgan Pekin’in karşısına yeni Biden yönetimine düşecek.” (About 24 hours before Biden took office, the US State Department officially accused the Chinese government of committing “genocide” against Uyghurs and other minority groups in Xinjiang, with Secretary of State Mike Pompeo saying there was a “systematic attempt to destroy Uyghurs by the Chinese party-state.)
Londra’daki SOAS Çin Enstitüsü’nün direktörü Steve Tsang’ın South China Morning Post’a yaptığı açıklamaya göre asıl soru işareti, Çin’den baskı gelmesine rağmen Türkiye’nin kendi sınırlarındaki Uygurları uluslararası yasalar kapsamında korumaya devam edip etmeyeceğidir. Tsang, Türkiye’nin bu yolu seçmesi durumunda Türkiye’de yaşayan Uygurların kendi güvenliklerinden ve iade edilmelerinden endişe duyacağını aktarmaktadır.
Euronews 21.12.2020 tarihli haberinde Uygur Özerk Bölgesi’nde yüz binlerce Uygur Türkü’nü “pamuk tarlalarında çalışmaya zorladığını” gösteren raporun yayınlanması Pekin yönetimine tepkilere yol açmıştır. Amerikan Washington Post gazetesi, Pekin’in bu politikasını “Uygurların geleneksel zihniyetinin ve yaşam tarzının silinme çabası” olarak değerlendirmiştir. Küresel Politika Merkezi tarafından yayımlanan rapor ele alınarak, “Pamuk hasadı, Çin’in, Uygurların geleneksel zihniyetini ve yaşam tarzlarını silme çabalarının bir başka penceresidir” değerlendirmesine yer verilmiştir. Uygur Türklerinin, pamuk tarlalarında çalışmayı reddetmesi durumunda “eğitim kampı” denilen toplama kamplarına götürülmekle tehdit edildiği kaydedilen haberde “Çin hükümeti, Uygurların dillerini ve geleneklerini ortadan kaldırarak sosyal olarak yeniden yapılandırmak için çalışma ekiplerini kullanıyor” ifadelerine yer verilmiştir.
Washington’daki Komünizm Kurbanları Anma Vakfı üyesi ve Çin konularındaki çalışmalarıyla bilinen Adrian Zenz, Çin’in Uygur Türkleri ve diğer azınlıkları pamuk tarlalarında zorla çalıştırdığına ilişkin 14 Aralık’ta Küresel Politika Merkezi’nde bir rapor yayınlamıştır. Zenz raporunda, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yüz binlerce kişinin pamuk tarlalarında zorla çalıştırıldığını öne sürmüş, resmi belgeler ve haberlerden elde ettiği sonuçların tarihsel ölçekte önem taşıdığını vurgulamıştır.
Avrupa Parlamentosu da , Uygur Türklerini Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde eğitim merkezi adı altında faaliyet gösteren kamplarda toplaması sebebiyle Çin’i kınamıştır. Anadolu Ajansı’nın haberine göre Parlamento, Çin’i keyfi tutuklamalara derhal son vermeye ve 2014’ten beri Çin’de hapis tutulan aktivist İlham Tohti dahil tüm tutukluları şartsız ve hemen serbest bırakmaya çağırmıştır.
2014 yılından bu yana hapiste olan Uygur Türkü akademisyen aktivist Prof. Dr. İlham Tohti Avrupa Birliği’nin önemli insan hakları ve barış ödülü olan Sakharov’u almıştır. Tohti’nin yerine ödülü ve 50 bin Euro’yu Strasburg’da kızı Cevher İlham almış ve Avrupa Parlamentosu’nda bir konuşma yapmıştır. Babasının Müslümanlar ile Han Çinlileri arasında barış istediği için hapiste olduğunu söyleyen Cevher İlham, AB’nin Müslüman Uygur azınlığın hakları için Pekin’e baskıyı arttırmasını umut ettiğini söylemiştir.
İlham Tohti, Çin’de yaşayan Uygur azınlığın bir mensubu ve Çin politikalarını eleştiren bir akademisyen yazardır. 2014 yılında ömür boyu hapse mahkum edilmiş ve o zamandan bu yana hapistedir. Bugün Çin’de bir milyondan fazla Uygur’un asimilasyon kamplarında tutulduğu artık biliniyor ve Tohti’nin durumu da ülkede Güney Afrika’da Mandela‘nın yaşadıkları gibi sembolik bir önem kazanmıştır.
Hakkındaki suçlamalar; bölücülük, yalan haber yaymak ve Komünist Parti’yi eleştirmek olan Tohti birçokları tarafından oldukça ılımlı bir eleştirmen olarak tanımlanıyor ve kendisi de bölücülük gibi ithamları reddediyor. Çin Tohti’yi, terör örgütü olarak nitelediği Doğu Türkistan İslami Hareketi ile bağlantılı olmakla suçluyor. Tohti’nin, Strasburg’da Avrupa Birliği’nin Saharov ödülünü alması Avrupa’nın Çin’e verdiği açık bir mesaj olarak görülüyor.
Parlamento, bazı bilgilerin Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Uygurların ve Müslüman diğer etnik azınlıkların keyfi tutuklamalara, işkenceye, dini yaşama konusunda kısıtlamalara ve yaygın dijital gözetlemelere maruz kaldığını açıklamıştır. Çin’in, uluslararası gözlemcilerin ve bağımsız gazetecilerin sahada olanları incelemeleri için söz konusu kamplara giriş izni vermesi gerektiğine de vurgu yapılmıştır. Avrupa Birliği’nin Çin’deki insan haklarına ilişkin durumu gündeme getirmesi gerektiği belirtilen Parlamento kararında, Avrupa Konseyi’nden Çin’e yaptırım uygulanması ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde temel hakların ihlalinden sorumlu Çinli yetkililerinin mal varlıklarının dondurulması istenmiştir.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyine üye 22 ülke, 11 Temmuz’da Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Uygur Türkleri ve diğer azınlıklara yönelik uygulamalarını eleştiren ve kitlesel gözaltların durdurulması çağrısında bulunan mektubunu imzalamıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütünün (HRW) raporunda ise, son iki yılda Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde çok sayıda kişinin “önleyici polisiye tedbir” adı altında suçsuz yere alıkonulduğu ve siyasi bakımdan tehlikeli olarak değerlendirilen kişilerin bir yargı kararı olmaksızın toplama kamplarına gönderildiği belirtilmiştir.
Uluslararası Af Örgütü’nden William Lee, talkSPORT radyo kanalına yaptığı açıklamada, Arsenal’de oynayan Mesut Özil’in bu konuya dikkati çekmesinin çok önemli olduğunu söylemiş, “Mesut Özil gibi daha çok insana ihtiyacımız var” demiştir. Çin CCTV TV kanalı Özil’in bu tepkisi üzerine, Arsenal-Manchester City maçını yayından kaldırmıştır. Çin makamları, BM yetkililerinin doğrudan bilgi almak amacıyla bölgede serbestçe inceleme yapma talebini ise geri çevirmektedir.
Yukarıdaki haberler Türk basında yer almamaktadır. Bu durumda bu hafta aşı gelirse Çin’den, ben memnun olurum. Ama aşı geldi diyerek Uygur Türklerine yapılan baskıları unutmayalım ve görmezden gelmeyelim. Açıkçası aşı uğruna Uygur Türkleri feda edilmemelidir diye düşünüyorum. Çin aşısının alternatifi vardır ama Uygur Türklerinin alternatifi yoktur. Bir yanlış anlamaya de yol açmak istemem. Ben, arkadaş grubumla aşı olduğumu paylaştım. Bu sebeple hoca nasıl olsa aşı oldu, bu sebeple yazıyor denmesin. Çünkü ikinci dozu ne zaman olacağım belli değil. İkincisi, aşı olmamın sebebini Melih Gökçek açıklamıştır. Aynı gerekçeyle aşı oldum. Aşı olmasam bile bu Uygur Türklerine sahip çıkmayacağım anlamına gelmez.
Bir yanıt yazın