Atatürk’te Sorumluluk Anlayışı

Hiç kuşkusuz, her görev bir sorumluluğu beraberinde getirir. Aynı şekilde, her yetkide de bir sorumluluk vardır. Ne görev, ne yetki birbirinden ayrı olarak düşünülemez. Kişisel ve özel yaşantı içindeki sorumluluklar konumuzun dışında kalır. Görev ve yetki sorumlulukları da döner, dolaşır millet ve memleket sorunları üzerinde toplanır.

Aslında, büyük Atatürk’te baştan sona kadar görebildiğimiz ve görebileceğimiz sorumluluklar da budur. Hemen belirtelim ki, bu çok ağır bir sorumluluktur. Bu da, O’nun üstün kişiliğinin en başta gelen niteliğidir. Aynı zamanda da, O’nun başarılarının temel dayanaklarından en güçlüsüdür.

Nitekim; Mustafa Kemal’in, daha çocuk denecek yaşlarda sorumluluk duygusuna sahip olduğunu, yaşamı içinde görebilmekteyiz. Yalnız bunu, o günlerde, O’nun hayat zinciri içinde bazan heyecan, bazan cesaret, bazan da hüzün halinde görmekteyiz. Örneğin; Türk – Yunan savaşında, bu savaşa katılma istek ve heyecanıyla sarsılmıştır. Mustafa Kemal’in o yıllarda on beş yaşında bulunduğunu söyleyen yakın arkadaşı, rahmetli General Ali Fuat Cebesoy, bu savaştan söz ederken:

“Gençlik hayatımın en heyecanlı günlerini yaşadım. Yaşımın küçük olmasına rağmen bu savaşa katılmayı çok istemiştim. Az daha gönüllü müfrezelerin arasına katılıp gidecektim.”‘ dediğini belirtir.

Mustafa Kemal’in Harp Okulu yaşantısı, meslek kitapları dışında, bir çok eserlerin incelenmesiyle geçer. O yıllarda, daha çok padişahın zulmü üzerinde durmaktadır. Hürriyet konusu üzerine çok fazla eğilmektedir. Bunlarla beraber hiç şüphesiz eriyen, çürüyen, yok olmaya mahkûm bir imparatorluğa çareler araması ve gazete bile çıkarması, ondaki sorumluluk duygusunun ne derece ilerde bulunduğunu göstermektedir.

Hele kurmay subay olduktan sonra teşkilât kurma çabaları, İttihat ve Terakki Cemiyeti içindeki mücadeleleri sorumluluk bilincini apaçık işaretlemektedir. 31 Mart Olayı ise, baştan sona O’nun sorumluluk anlayışını yansıtır. Çanakkale Savaşları da bu anlayışın en kesin belgelerini verir. Bu savaşlarda geçen bir olayı Mustafa Kemal şöyle dile getirir.

“…Üçüncü Kolordu Kumandanı2 Hazretleri de ahvali ‘durumu’ yakından görmek üzere, ilk defa olarak bugün bulunduğum Kemalyeri’ne gelmişlerdi. Kumanda ettiğim kuvvetler meyanında bütün Beşinci Tümen de mevcut olduğundan, mezkûr fırka kumandanı Albay Kaninkiser Bey de mevcut bulunuyordu3.

Alman kumandan Kaninkiser, kıtaların taarruza girişmesinden sonra Kemalyeri’ne gelmiş ve rütbesi Albay olmak hasabiyle Tümenin emir ve kumandasını üzerine almamış veya Kolordu Kumandanının bizzat gelip muharebeyi idare etmesi veyahut kendisinin umum Arıburnu Kuvvetleri Kumandanlığını deruhte eylemesi suretiyle kumandanın tanzimi lâzım geldiğini mevzu-u bahsetmiş ise de, Kolordu Kumandanı ‘Esat Paşa’ davete selâhiyettar ‘yetkili’ olmadığını ve doğrudan doğruya vatanın pek önemli bir hayatî meselesini teşkil etmekte bulunan ve tarafımdan başlanıp bugüne kadar idare edilmekte olan muharebelerin ve bilhassa bugün başlamış olan taarruzun sorumluluğunu kendiliğimden, henüz askerî yeteneğini tanımadığım yeni gelmiş bir zata vermekte mazur olduğumu ve kendisinin seyirci olarak yanımda bulunmasından başka bir şeye müsaade edemiyeceğimi beyan ile vazife-i mes’uleme ‘görev sorumluluğuma’ devam edilmiştir.

…19.2.1331 günü düşmanın bir karşı taarruzu halinde yenileceğimizi ve binaenaleyh bu günkü vaziyetin pek tehlikeli olduğunu göstererek ‘Alman Albay’ geriye Conkbayırı – Kemalyeri genel hattına çekilmenin münasip olacağı fikrini ileriye sürmüştü.

Kolordu Kumandanı Paşa Hazretleri durumu müşahade ettikten sonra bundan sonraki kararımın ne olacağını sordu. Bulunulan hattı muhafaza ve tahkim ve kıtaatın yeniden tertip ve tanziminden ibaret olduğunu ve çünkü 12 Nisandan beri düşmanı denize atmak azim ve niyeti ile harp eden ve on metreden yüz elli metreye kadar bir mesafe dahilinde düşmanla yakın ve sıkı bir temas tesis eden ve düşmanın işgal ettiği mevziler önünde adeta bir ihata hattı teşkil eden kıtaatımızı geri almak cihetini asla münasip görmediğimi bildirdim.

…Kolordu Kumandanı Paşa Hazretlerine; 12 Nisandan beri bu kuvvetlerin başında ve her türlü sorumluluğu kemal-i fahr ‘büyük bir gurur’ ile deruhte ettiğim bu cephede, bir erin bir adım geri alınmasına kesinlikle razı olamam. Burada, bu şart dahilinde sorumluluğu deruhte edecek yalnız bir kumandan bulunmalıdır. Müşavere ile kumandanlık olmaz.”4

Açıkça görüldüğü üzere Mustafa Kemal sorumluluğu iliklerine dek duymaktadır. Daha doğrusu, yaşamaktadır. Bunu da 20.2.1331’de verdiği tümen emrinde, bütün çıplaklığı ile şöyle ifade etmektedir:

“..Benimle beraber burada savaşan bütün askerler kesin olarak bilmelidir ki, üzerimize tevdi vazife-i namus-ı vatanı üzerimize verilen vatanın namusu vazifesini’ tamamen yerine getirmek için, bir adım geri gitmek yoktur. Bu sırada hab-ı istirahat ‘dinlenme uykusu’ aramanın, bu istirahat-ten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini hepinize hatırlatırım.”5

Yine gördüğümüz üzere, Mustafa Kemal’i sorumluluktan ve sorumluluğu da Mustafa Kemal’den ayırmaya imkân yoktur. Sanki, iki sevgilidirler. O’na devamlı olarak kucak açmaktadır. Bu tavırda; O’nun görev anlayışı kadar karakterinin de çok büyük rolü ve yeri vardır. Hiç şüphesiz, eşsiz memleket ve milletseverliğinin de yüksek etkisi canlılığını ve tazeliğini korunmaktadır. Mustafa Kemal’e göre kumandanlıktaki başarı, sorumluluk yüklenmekle doğru orantılıdır.

Daima gerçekleri ele alan, gerçeklerden hareket eden bir kumandan için yanılgı payı da çok az olur. Ya da, hiç olmaz. Bütün sorun; en uygun ve en geçerli kararı hızla alabilmektedir. Hiç kuşkusuz alınan kararın da göz kırpmadan uygulanması gerekir. Başarıya bu tür bir tutum ve davranışla varılabilir. Düşmanla yüz yüze, boğaz bağaza yapılan savaş gerçeğin tam kendisidir. Gerçekler karşısında hızlı muhakeme, hızlı karar, hızlı uygulama başarının en güçlü güvencesidir. Onun içindir ki, savaş usul ve kurallarını çok iyi bilen, onları yerinde ve zamanında, eksiksiz uygulayan Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşları’nın en başarılı kumandanı olmuştur. Akıllı cesaretiyle de, hiç kuşkusuz büyük bir kahramandır. Tarihin hükmü de budur.

Elbette bir savaş, bütün olanları yakından görerek, izleyerek ve anında gerekli tertipleri alarak en iyi biçimde yönetilebilir. Bunun için de çare, cephede bulunmaktır. En geçerli bilgiyi dolaylı değil görerek almaktır. Bu da işlerin doğru, hızlı, verimli ve etkin biçimde yürütülmesini sağlar. İşte; bütün Çanakkale Savaşları süresince, biz de Mustafa Kemal’i daima cephede ve ön saflarda görmekteyiz.

Ama gel gör ki, çoğu zaman olduğu gibi, bu kez de cephede rahat bırakılmamaktadır. Fakat Mustafa Kemal her zaman aldığı görevin yüksek bilinci içinde olmuştur. Ağır sorumluluğunu daima ruhunda ve vicdanında duymuştur. Nitekim; Baş Kumandan Vekili Enver Paşanın, 16/17 Haziran 1331 savaşları için:

“Orduda insan ve cephanece bazı ifrat nazarı dikkati celp etti. Örneğin, 16/17 Haziran 1331 gecesi 19. uncu Tümen5 cephesine düşmanın icra ettiği taarruz ve tarafımızdan yapılan karşı taarruzun bize yaklaşık olarak bin kişiye mal olduğunu işittim. Düşman sırf bir ateş baskını yapmış ve ciddiyetle taarruza da kalkmamış iken, hazırlanmadan tarafımızdan yapılan karşı taaruz beyhude telefata malolmuştur. Fırsatlardan istifade doğaldır. Fakat önemli telefata malolan taarruzlar maksatsız yapılmasın.”7

Başkumandan Vekili’nin emirleri özeti olarak, Kuzey Grubu Kumandanlığına “Esat Paşaya”, Beşinci Ordu Kumandanı Liman von Sanders’in gönderdiği bu emir, usule uygun olarak On Dokuzuncu Tümen Kumandanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’e ulaştırılır. Önce o günlerin savaşlarına değinilerek şöyle denilir.

“…. Bu sebeple Kumandan Vekili Paşa Hazretlerinin emir buyurdukları veçhile insan ve cephanece lüzumsuz israftan madud olmasını ‘çekinilmesini’ tasdik etmek icap eder. Bütün bu inceleme ve açıklamalarımla sizde varlığını büyük bir övünçle ve memnuniyetle gördüğüm fedakârlık duygusunun ve taarruz ruhunun kırılmasını arzu etmem. Ancak her fırsattan istifadeye daima hazır olmakta devamınızı görmek isterim.”8.

Mustafa Kemal’in hiç beklemediği bir anda, kendisine ulaşan bu emre tepkisi ise şöyle olmaktadır:

“Bu ihtarnamenin olayın cereyan ettiği tarihten on dört gün sonra yapılmış olması, Baş Kumandanlık Yüksek Vekâleti’nin tevcih ettiği sorumluluk yükünü benim omuzuma atmak tedbirine tevessülden başka bir ifade ve anlamı yoktur. Ben bu hususta savunma sebeplerini araştırmak yoluna gitmekten ise, gerçekten pek ağır olan bu sorumluluğu üzerime almakta azim derecede vicdan huzuru ve hazzı ile duygulanmıştım. Ve bu haz, bütün asker hayatımda daima ve tatlı bir hatıra bırakacaktır.”

Mustafa Kemal durumun gereği olan düşüncelerini sıralayarak:

“… Ancak düşman ile temasta bulunan bir kumandanın, düşmanın ahvalinde gördüğü şüpheli ve mucibi istifade durumlardan yararlanmak üzere hareket edeceği de hakkı teslim etmek olur.

…Taarruzu yüksek sırta yöneltişim, bu noktanın düşman için can alacak bir yer olduğu ve burada kazanılacak mevzii bir başarının, düşmanın Arıburnunda hal ve durumunu tehlikeye düşüreceği ve bizi kesin zafere ulaştırabileceği idi..”9

Mustafa Kemal, özellikle kritik zamanlarda, ağır sorumluluklar yüklenmenin en büyük onur belgesi olduğu örneklerini, hemen her zaman ve her yerde, en güzel bir biçimde sergilemiştir. Nitekim Conkbayırı durumu nazik bir safhada iken de:

“… Durumun nezaketi devam etmekte olduğundan, Conkbayırı emir ve kumandası için üst karargâhların dikkat nazarlarını çekmekten geri kalmadım. Ordu Kurmay Başkanı Kazım Bey, Ordu Kumandanı Liman Paşa Hazretleri tarafından, telefon başına çağırarak, Kumandanın ahvali nasıl gördüğümü ve düşüncelerimi sorduğunu bildirdi. Buna da, Conkbayırı durumunun nezaketi, bunun için daha bir an mevcut olduğunu, bu an da yitirildiği taktirde bir felâket karşısında kalmaklığımız pek muhtemel olduğunu söyledim. Durum genelleşmiş, Anafartalar’a çıkmış ve çıkmakta olan büyük düşman kuvvetlerini dikkat nazarına almak ve ona göre genel tedbirler alarak sevk ve idareyi birleştirmek ve güvence altına almak gerektiğinden… söz etmesi üzerine; .. kendisinin, çare kalmadı mı sualine verdiğim cevapta; bütün mevcut kuvvetlerin kumandam altına verilmesinden başka çare kalmadığını söyledim. O da; çok gelmez mi sözleriyle karşılık verdi. Az gelir, dedim.”10

Hiç kuşkusuz bu bir ölüm-kalım anıdır. Büyük kumandanın ağır sorumluluğu bilerek, anlayarak ve severek yüklenmesidir. Elbette bunun sonucu, başta İstanbul olmak üzere, koskoca bir yurt parçasının kurtuluşu olmuştur. Bu da; çok ağır olan sorumluluğun, gerçekten eşsiz bir başarısı olmuştur. Haklı olarak da, tarih sayfalarında şerefli yerini almıştır.

Mustafa Kemal için sorumluluk; millet için, vatan için olduğu zaman, gerçekten çok ağır bir yükümlülük ifade eder. Onun içindir ki, bu sorumluluğu beyninin, ruhunun ve tüm varlığının hemen her noktasında, akıp giden zamanın her anında duymaktadır. Bu sebepledir ki, Arıburnu Anafartalar Kumandanlığı kendisine verilince, derin bir nefes almış, derin bir iç çekişiyle:

“Mesuliyet yükü herşeyden, ölümden de ağırdır.” demiştir.

Kaynak:Bekir Tünay – ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 10, Cilt IV, Kasım 198

Hiç kuşkusuz, her görev bir sorumluluğu beraberinde getirir. Aynı şekilde, her yetkide de bir sorumluluk vardır. Ne görev, ne yetki birbirinden ayrı olarak düşünülemez. Kişisel ve özel yaşantı içindeki sorumluluklar konumuzun dışında kalır. Görev ve yetki sorumlulukları da döner, dolaşır millet ve memleket sorunları üzerinde toplanır. - ataturk

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir