DİKTA MI, DİKTATÖR MÜ

                 Alman Devleti kurulmadıkça, sömürge siyasetine de hak kazanamaz düşüncesine sahip bir Hitler’in Devletçilik anlayışı, aslında sömürgeciliğe aracısız bir kafadan dalıştı. Her bakımdan güçlü bir Devlet kurulabilirse şayet sömürgecilikte de söz sahibi olunacaktı Hitlere göre o halde. - lenin diktator

                 Alman Devleti kurulmadıkça, sömürge siyasetine de hak kazanamaz düşüncesine sahip bir Hitler’in Devletçilik anlayışı, aslında sömürgeciliğe aracısız bir kafadan dalıştı. Her bakımdan güçlü bir Devlet kurulabilirse şayet sömürgecilikte de söz sahibi olunacaktı Hitlere göre o halde.

Sömürgecilik Hitler anlayışının giriş kapısıydı yani hedefiydi aslında. Düşünüyorum da Hitler diktası, kendi diktatörlüğünün ne kadar vazgeçilmez bir silahı olmuşsa, sapla samanı ayıramayanların diktatör (!) dedikleri yüce Atatürk’e de yapılan, ne denli uyuşmaz ve eşyanın asla tabiatına uymayan bir atıftı Yarabbi!

Hitler, yokluk içindeki ülkesinin şartları içinde kendi diktatörlüğünü tırnaklarıyla kazırken, Atatürk sömürge yapılmaya çalışılan vatanını emperyalistlere karşı savunup muzaffer Komutan olunca, milletinin kendisine bahşettiği ölümüne kadar tek adamlığı – ki Halife ve/veya Padişah ya da her ne olmak isterse – elinin tersiyle itip, özgün Türk Milleti için laik, halkçı ve bağımsız bir Cumhuriyet kurmaktan yana olmuş ve gerekli olan devrimleriyle de bunu başarmıştı sadece.

Aynı bağlamda Hitler ise yokluk içinde büyüdüğü bir toprağı başka topraklarla büyütüp, gasp (sömürgecilik) yoluyla zenginleşmeyi kurguluyordu aslında. Oysa Atatürk her şeyini kaybederek, Hitler gibilerin sömürgesi olma durumuna düşmüş bir Cihan İmparatorluğunu, tırnaklarıyla bile olsa bu makûs durumdan kurtarabilmenin çarelerini araştırıyordu.

Lenin’in de söylediği gibi bir Diktatör ülkesini iç kavgaya düşürmeden yok olmaz. Ya da Hitler gibi Dünya ile kavgalı olur ve neticede Dünya tarafından tarihten silinir. Görüldüğü üzere her iki şıkta; milletini bölmek, ayrıştırmak yerine büyük Türk Ulusu kimliği altında birleştiren, herkese savaş açmak yerine ‘yurtta sulh Cihanda sulh’ sözünü ebedileştiren, can düşmanlarının bile aradan geçen yaklaşık 100 yıla rağmen, bugün dahi özlem ve saygınlığını hak eden, şimdi artık Tengri huzmelerinde uyuyan rahmetli Atatürk’ümüzle hiç uyuşmaz.

Öyleyse bırakalım diktatörlüğü filan; ama Hitlerle Atatürk arasında gerçekte geceyle gündüz farkı olduğunu söyleyelim en azından. Bak sen! Meğer ki Atatürk nasıl bir diktatörmüş! Hadi canım geçiniz! Lakin laf aramızda keşke biraz da olsaymış hani. Çünkü kendisi gibi bir doğrucu Davut, kim bilir ne kafalar temizlerdi de bugün bu dertlerimiz olmazdı.

             Ötesinde de Yakup Cemil olayında olduğu gibi, Mustafa Kemal’in Harbiye Nazırı olması için Saraya isyan eden Yakup Cemil’in sonuçta asılması nedeniyle kendi anılarını Falih Rıfkı’ya (Atay) anlatan Mustafa Kemal; ‘şayet adam muvaffak olsaydı, benim bu görevi kabul edebileceğimi düşüne birimiydin’ diye sorması, herhalde Atatürk diktatörlüğünün (!) de çarpıcı bir göstergesi olmaz mı? İşte bu doğrultudaki bütün emsaller ve argümanlar adam gibi bir Devlet Lideriyle, bir sefih ve narsist Diktatör arasındaki dipsiz uçurumu yeterince ortaya koyar sanırım. Bilmem daha da fazlasına gerek var mı?

            Trumph yandaşlarıyla Amerikan Kongre Binası doldu boşaldı. Böylece bir emme basma olayı daha arşive geçti. Ne var ki USA derin Devleti sonuçta radikal Trumph’ı da tasfiye ederek eski Amerikan rüyası masalını, Biden’in yeni Demokrasi cilasıyla parlatarak dünyanın gözünü tekrar boyamaya kalktı muhtemelen. Bakalım göreceğiz. Yakında yine yapay boya düşer ve eski astar çıkar ortaya nasılsa. Ve malumdur, alışmadık kıç don tutmaz lafını eskiler boşuna söylememişlerdir.

            Öyle veya böyle biz yine anımsayalım ki Türkiye Cumhuriyeti, USA topografyasının hele de Pensilvanya Sultanlığına bağlı bir sömürge diktatoryası asla değildir, istese de olamaz esasen. Bu özlemi taşıyanlar hatta her gece rüyasını bile görenler olabilir. Bırakalım onlar rüyalarını görmeye devam etsinler. Diğer yanda ekonomi masası gibi mufassal ve halkı aydınlatıcı sunumlar, birliktelikler genel muhalefetin sadece kurucu CHP kanadı tarafından yapılmaya çalışılıyor. Kendilerini kutlarız.

Oysa bu halkçı aydınlatmalar, açık bütçe gibi aslında sosyal bir Devletin yapmak zorunda olduğu işlerin en başında olması gerekenlerdir. Ülkemizde maalesef kuruluş yıllarından, bilhassa da Atatürk’ün vefatından sonra bu geleneğin giderek raftan kaldırılması, AKP döneminde ise tamamen yok edilmesi, bırakın ciddi bir Cumhuriyetin olmazsa olmaz sosyal Devlet geleneğini, geleneksiz ve yasasız bir Devlet bile olmayı beceremeyen bir yapay İktidarın ancak ortaya koyabileceği tek ve salt icra haline gelmiştir…

                                                           Serendip Altındal

Kaynak:

a-      Atatürk’ün bana anlattıkları – Falih Rıfkı Atay.

b-     Kavgam – Hitler.


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir