İTÜ Öğretim Üyesi Ali Yayla’nın facebook sayfasında 9 Ocak 2021 tarihli bir paylaşımına gözüm ilişti. Paylaşım, 26 Haziran 2012 tarihinde TTK Başkanı olarak atanan ve tam iki yıl sonra Haziran 2014 ayı içinde “TTK’nın bağlı bulunduğu Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığıyla ihtilafa düştüğü gerekçesiyle” istifaen görevden ayrılan(1) Prof. Dr. M.Metin Hülagü’nün bir ifadesine ilişkindi. Ali Yayla’nın aktardığına göre; Metin Hülagü, “Milli Mücadele’de biz 7 düvelle falan savaşmadık. Bu tür masalları çocukken dinlemiştik ama anladık yalanmış. Tek savaştığımız devlet Yunanistan ve kısmen Fransa’dır.” şeklinde bir iddiada bulunmuş.
Prof. Dr. Metin Hülagü’nün twitter hesabına baktım, aynı paylaşım orada da var. Hülagü, tarih Profesörü sıfatıyla 8 Ocak’ta resmen böyle demiş(2). Gelen tenkitlerden hatasını anlamış olmalı ki; aynı gün “Milli Mücadele’de İngiltere ile savaşmadık. İtalya ile savaşmadık ki yenmiş olalım. İngiltere ile bizim tarihte de savaşımız yoktur. 1 DS Hariç”(3) ve “Milli Mücadele’de biz İngiltere ve Fransa’nın kandırdıkları ile savaştık. Bunların başında da aç gözlü Yunanlılar gelmekteydi.”(4) şeklindeki paylaşımlara yer vermiş ve “Vakit sabah namazı. Hayırlı günler.”(5) diyerek konuyu kapatmış.
Ali Yayla, Metin Hülagü’nün, geçmişte (1 Temmuz 2020) Habertürk TV’de yayınlanan ve II. Abdülhamid’in konu edildiği TEKETEK programına konuk olan Metin Hülagü’nün “II. Abdülhamid donanmayı çürüttü” iddiası hakkında “Abdülhamid düşmanlarıyla denizlerde mücadele etmiyordu ki. Ne yapacaktı donanmayı?” şeklindeki sözlerini de hatırlatmış aynı paylaşımında.(6)
Özgeçmişine bakıldığında, Prof. Dr. Metin Hülagü’nün 1962 tarihinde Adana’ya bağlı Ceyhan ilçesinin Erenler Köyü’nde doğduğu, ilkokulu köyünde, ortaokulu ise Ceyhan’da okuduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla; 19 Aralık 1918’de (o tarihlerde Adana’ya bağlı Dörtyol ilçesinde) olmak üzere; Milli Mücadele’de düşmana ilk kurşunu atan Adanalılar, hemşerilerinin bu çıkışı karşısında ne derler bilinmez ama biz bu konuda bir iki söz söylemek isteriz tabiatıyla…
…
Öncelikle söylemem gerekirse; ben bir tarihçi değilim ama “Milli Mücadele’de biz 7 düvelle falan savaşmadık. Bu tür masalları çocukken dinlemiştik ama anladık yalanmış. Tek savaştığımız devlet Yunanistan ve kısmen Fransa’dır… Abdülhamid düşmanlarıyla denizlerde mücadele etmiyordu ki. Ne yapacaktı donanmayı?” şeklindeki ifadeleri okuyunca, tarihçiler ve tarih yazarlığı adına bir miktar utandığımı söylemek isterim.
Öyle ya; madem Milli Mücadele’de 7 düvele karşı savaşmadık da 11 Ekim 1922’deki Mudanya Mütarekesi’ni neden Yunanistan temsilcisi ile değil de sadece 7 düveli değil, o an için dünyanın güneş batmayan imparatorluğu kabul edilen İngiltere, Fransa ve İtalya temsilcileriyle imzaladık biz? Bakın o masada İsmet Paşa’nın karşısında İngiltere adına General Harrington, Fransa adına General Charpy, İtalya adına General Mombelli var ama Yunan orduları Başkumandanı Hacı Anesti yok mesela! O, tıpkı Karabağ Savaşı’ndaki Paşinyan iti gibi, muhtemelen inine saklanmıştı o sırada! Yunan ordusunun önde gelen komutanlarından N. Trikupis ise Türk Ordusu’nun elinde tutsaktı.
Abdülhamid’in donanmaya ihtiyacı yoktu öyle mi?
Osmanlıya ve tabiatıyla II. Abdülhamid’e karşı, oldukça iyi gözle bakan tarihçi yazar Murat Bardakçı ve Prof.Dr.Erhan Afyoncu’ya göre bile, 33 yıllık iktidarı süresince, bugünkü Türkiye’nin iki katından fazla olmak üzere kaybettiğimiz yaklaşık 1.6 milyon (1.592.806) km. kare toprağın(7) tamamı kara parçası değildi ki. Bu toprakların arasında Mısır, Tunus, Kıbrıs, Karadağ, Bosna-Hersek, Bulgaristan ve Romanya gibi direk denizden de savunulabilecek topraklar da vardı. Mesela Balkanlardaki topraklar Karadeniz’den ve Adriyatik’ten, Kıbrıs, Mısır ve Tunus ise Akdeniz’den güçlü bir donanma ile de savunulabilirdi. Ayrıca, denize kıyısı olmayan topraklardaki cephelere denizden donanma ile de yardım gönderilebilirdi. 1877 yılında yaşanan Plevne Savunması sırasında Gazi Osman Paşa kumandasındaki kuvvetlerimize Tuna nehri yoluyla yardım gönderilebilirdi mesela. İngilizlerin Arap yarımadasına ve Irak’a, Fransızların Suriye ve Lübnan’a, Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerini engellemek için Akdeniz, Kızıldeniz, Hind Okyanusu ve Basra Körfezi’ne gönderilecek güçlü bir donanma ile savunma ve engelleme savaşları yapılabilirdi örneğin.
Mesela Cidde açıklarına gönderilecek bir donanma ile Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’in ayrılıkçı hareketleri kontrol altına alınabilirdi. Şerif Hüseyin’in ihanetini önlemek bir yana Hain Şerif Hüseyin’i 1908’de Hicaz Emiri olarak atayan kişi II. Abdülhamid’dir.
II. Abdülhamid, donanmayı güçlendirmek ve denizden savunulacak topraklara göndermek yerine, “Abdülaziz döneminde dünyanın 3. büyük donanması durumundaki Osmanlı donanması, Abdülhamit döneminde, Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa yönetiminde Haliç’te çürümeye terk edilmiştir.” Tarihçi “Orhan Koloğlu‘na göre donanmanın Haliç’te çürütülmesinin iki temel nedeni vardı: 1. Abdülhamit’in, donanmanın kendisini tahttan indirebileceği korkusu… 2. Abdülhamit’in dışarıya karşı silahlı direnç göstermeme, kışkırtıcı duruma düşmeme, barışçı görünme ilkesi… ‘Bu tutum sonunda bütün Doğu Akdeniz’e, Kızıldeniz’e Karadeniz’in yarı kıyılarına sahip olan Osmanlı Devleti, deniz gücünden yoksun bırakıldı…”(8)
Evet, bunlar doğrudur. II. Abdülhamid, Prof. Dr. Metin Hülagü’nün 01 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanan TEKETEK programında “Abdülhamit savaşarak kaybetmektense toprak vermeyi tercih ederdi”(9) şeklinde isabetli bir şekilde dile getirdiği üzere; savaşarak kaybetmektense, savaşmadan toprak vermeyi tercih eden bir politika izlemiştir! Bu sebeple tam 1.6 milyon kilometrekare vatan toprağını (gereği gibi) savaşmadan teslim etmiştir düşmana.
Öyle ki; II. Abdülhamid’in 1908 yılında Yemen Valisi yapacak derecede gözdesi olan Arnavut kökenli paşası Hasan Tahsin Paşa, geçici olarak atandığı Selanik’teki 8. Kolordu Komutanlığı sırasında, patlak veren Birinci Balkan Savaşı’nda Selanik’i savunmak yerine, emrindeki 26.000 kişilik tam teçhizatlı kolordusuyla birlikte Yunan ordusuna teslim etmiş bir haindi.(10) Abdülhamid eğer komutanlarını toprak vermeye alıştırmasaydı ve arkasında güçlü bir donanma bıraksaydı, Selanik, donanma ile denizden de savunulur, şehir ve 26.000 kişilik kolordumuz, Yunan ordusuna teslim edilmezdi. Bazı iddialara göre; “Yunanlılar, 26 bin Türk askerini öldürmeyeceklerine dair söz vermelerine rağmen, 3 gün içerisinde bütün Türk askerlerini katlettiler. Ama yalnız Hasan Tahsin paşaya dokunmadılar. Pasa Yunanistan sayesinde refah içinde yasadı ve öldü. Günümüzde Yunan ordusu bu paşanın mezarına her yıl çelenk bırakıp tören yapmaktadır.”(11)
Milli Mücadele’ye Bağlı Olarak Yapılan Anlaşmalar Bile 7 Düvele Karşı Savaştığımızın Belgesidir
03 Aralık 1920: Gümrü Anlaşması-Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti ile.
13 Ekim 1921: Kars Anlaşması-Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ile.
20 Ekim 1921: Ankara Antlaşması-Fransa ile.
11 Ekim 1922: Mudanya Ateşkes Antlaşması-İngiltere, Fransa, İtalya ile.
24 Temmuz 1923: Lozan Antlaşması-İngiltere, İtalya, Fransa, S.S.C.B, Yugoslavya, Belçika, Portekiz, Romanya, Yunanistan, Japonya ve İtalya ile.
20 Temmuz 1936: Montrö Boğazlar Sözleşmesi-Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya, Avustralya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ile
6 Ekim 1923: İstanbul’un Düşman İşgalinden Kurtuluşu-İstanbul’u tahliye edenler; İngiltere, Fransa, İtalya.
19 Mayıs 1924: İstanbul Konferansı-Türkiye ile İngiltere arasında Musul Sorunu’nu konu alan konferans.
Milli Mücadele
Milli Mücadele’yi sadece 1919-1922 arasında verilen mücadele olarak algılamak son derece yanlıştır ve eksik kalır. Çanakkale, Sarıkamış ve hatta 1. Dünya Savaşı kapsamında 1916 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın Tuğgeneral rütbesiyle Ruslar’a karşı verdiği ve Bitlis ve Muş’un Ruslardan temizlenmesiyle sonuçlanan mücadelesini de Milli Mücadele kapsamında değerlendirmek gerekir. Karadeniz bölgesinde Pontus çetelerine karşı, Anzavur Ahmet Kuvvetlerine ve Hilafet Ordusu’na karşı verilen mücadeleleri, Düzce, Bolu, Gerede, Beypazarı, Yozgat ve Konya’da çıkan gerici isyanları bastırma hareketlerini de bu kapsamda zikretmek gerekmektedir. Bütün bu ayaklanmaların arkasında emperyalist güçlerin olmadıklarını kim iddia edebilir?
Tarih Profesörü Metin Hülagü’ye göre; “Milli Mücadele’de sadece Yunanistan ve kısmen Fransa ile savaştıysak”, Doğu Cephesinde, General Kâzım Karabekir’in, 15. Kolordu ile Ermenilere karşı yürüttüğü mücadeleyi nereye koyacağız? Böyle bir kabul, Karabekir Paşa’nın ve emrindeki Mehmetçiklerin manevi hatıralarına hakaret ve onların hukukunu inkâr anlamına gelmez mi?
Ayrıca unutmamak gerekir ki; savaş, sadece cephede silahla yapılan savaş değildir. Diplomatik, ekonomik ve siyasi tarafları da vardır savaşın ki; Mersin’den başlayıp, Konya, Antalya ve Muğla taraflarını işgal eden İtalyanların silahlı çatışmaya girmeden çekilmesi bile savaşın bir parçasıdır aslında.
Yine unutulmamalıdır ki; Milli Mücadeleyi sevk ve idare eden kumandanlar, aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı’nın ateş çemberinden geçmiş kumandanlardır. Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa(Çakmak), İsmet Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Refet Paşa, Ali Fuat Paşa, Nurettin Paşa, Yakup Şevki Paşa, Cafer Tayyar Paşa, Fahrettin Paşa(Altay), Selahattin Adil Paşa, Cevat Paşa(Çobanlı), Ali İhsan Sabis Paşa, Kâzım Paşa (Dirik), Kâzım Paşa (Özalp), Bekir Sami Bey(Günsav), Yusuf İzzet Paşa (Met) vd. Bana kalırsa Türk Milli Milli Mücadelesi, 1915 yılındaki Çanakkale Savaşı ile başlamış, 1939 yılında İskenderun ve Hatay’ın anavatana bağlanmasıyla sona ermiştir.
Türk-İngiliz Savaşı
Tarih Profesörü Metin Hülagü’nün, “İngiltere ile bizim tarihte de savaşımız yoktur. 1 DS Hariç” ifadesi de kökünden yanlıştır! Mesela İngiltere 1807 yılında Osmanlı’ya savaş ilan etmiş; 19 Şubat 1807’de, Sör John Duckworth komutası altındaki Britanya Donanması, Çanakkale’yi ve Gelibolu’yu işgal etmiş, bunu takiben Büyük Britanya, İstanbul’a yönelmiş, Marmara Denizi’nde Osmanlı Donanması’nı yenerek İstanbul Boğazı’na kadar ilerlemiştir.(12)
İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard’ın, 3. Haçlı seferinde Haçlı ordularının başında 7 Eylül 1191’de yapılan Arsuf Savaşı’nda Türk soylu (olmasa bile ordusunda Türkler ağırlıktaydı) Selahattin Eyyubi kumandasındaki İslam ordusunu yendiğini de unutmamak gerekir.(13) 1396 yılında Haçlı ordularına karşı verilen Niğbolu Savaşı’nda, Haçlı Ordusu’nun içinde İngiliz kuvvetleri de vardı.(14)
Ayrıca unutulmamalıdır ki; İngiltere Osmanlı’ya karşı, tıpkı bugün ABD’nin yaptığı gibi ağırlıklı olarak “Vekalet Savaşı” yapmıştır. Yunanistan’ın bağımsızlığını desteklemiş, Ermenileri ve Kürtleri sürekli Osmanlı’ya karşı tahrik etmiştir ki; bunun en bariz örneği ise yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı gerici Şeyh Sait ayaklanmasını desteklemesi olmuştur. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nden tutun, İslam Teâli Cemiyeti ve Kürt Teâli Cemiyeti gibi Milli Mücadele karşıtı muzır cemiyetlerin teşkilinde de başat rolü yine İngiltere oynamıştır.
Şu kadarını da söyleyelim ki; İngiliz kuvvetleri, 16 Mart 1920 günü Meclis-i Mebusan’ı basarak, Milli Mücadele ve bağımsızlık yanlısı mebusları ve bazı Türk aydınlarını Malta’ya sürgün etmiş, böylece Türk Milli Mücadelesi’ni lider kadrosundan yoksun bırakmaya çalışmıştır ki; İngilizlerce Malta’ya sürülenlerin sayısı 109 kişidir. Bu düpedüz üstü örtülü bir savaştır aslında. Buna karşılık Ankara hükümetinin emriyle başta Yarbay Rawlinson ve Yüzbaşı Chamfyelf başta olmak üzere 22 İngiliz subay ve sair İngiliz görevlisi tutsak alınmıştır. Yunan kuvvetlerinin İnönü’de ikinci kez yenilmesi üzerine İngilizler, Malta tutsaklarından, kendilerine göre ılımlı gördükleri 41 kişiyi serbest bırakmıştır. Malta Sürgünleri ile Ankara hükümetinin elinde bulunun 22 İngiliz tutsak 1 Kasım 1921 günü İnebolu’da karşılıklı olarak değiştirilmişlerdir.(15) İngiliz resmi kaynaklarının tespitlerine göre ise Ankara’nın elinde 29 kişi tutsak bulunuyordu ve 1 Temmuz’da 9 kişi serbest bırakılmışlardır.(16)
Netice olarak şunu demek istiyoruz; madem Milli Mücadele’de sadece Yunanistan’a karşı savaştık ve 7 düvele karşı savaştığımız birer masal, peki Mustafa Kemal ve Cumhuriyeti kuranlarla bunca mücadele neden? Şu Mahatma Gandhi diyorum, acaba “Ben, Mustafa Kemal, Yunanlıları yenene kadar, Tanrıyı da Yunanlıların yanında sanıyordum” demiş de bizim hain(!) Kemalist tarihçiler, Yunanlıları küçük gördükleri için, sırf Mustafa Kemal’in şanını yüceltmek için Gandhi’nin ifadesindeki “Yunanlıları” kelimesini “İngilizleri” mi yaptılar?
14.01.2021
____________
1-https://www.trthaber.com/haber/gundem/ttk-baskani-metin-hulagu-istifa-etti-132246.html
2-
3-https://twitter.com/MetinHulagu/status/1347311270173794307
4-
5-
6-
7- & https://www.youtube.com/watch?v=S5npo9teqUY
8-https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/sinan-meydan/abdulhamitin-curuttugu-donanma-6057031/
9-
10-https://tr.wikipedia.org/wiki/Hasan_Tahsin_Pa%C5%9Fa & &
11-Adnan Güllü, “Hasan Tahsin Paşa Ve Selanik Şehrinin Yunanlılara Teslimi” başlıklı yazısı,
. Karşılaştırma için bakınız Yorgo Kırbaki, “Selanik’te Bir Mezar” başlıklı makalesi,
12-
13-
14- Prof. Dr. Taha Niyazi Karaca, ” Dostluktan Çatışmaya: Osmanlı Dönemi Türk-İngiliz İlişkileri” başlıklı makalesi,
15- B. Şimşir, Malta Surgunleri , s ,347, 366.
16- B. Şimşir, Sakarya’dan İzmir’e, 2. Baskı, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1989, s. 85.
Bir yanıt yazın