Türk Kimdir?

“TÜRK”ÜM DOĞRUYUM, sözleri bir isyandı, çığlıktı !

Türk;
Baki’ye göre, kabaydı…

Türk;
Hafız Çelebi’ye göre, baban bile olsa öldürülmesi gerekendi…

Türk;
Sadrazam Kuyucu Murat’a göre, başı vurulması gerekendi…

Türk;
Aksaraylı Kerimettin Mahmut’a göre, hunhar köpekti. Me’lundu…

Türk;
Merzifonlu Seyyit Abdurrahman Eşref’e göre, eşsiz bir gaddardı…

Türk;
Gelibolulu Mustafa Ali’ye göre, pasaklıydı, çirkindi… :))

Türk;
Taşlıcalı Yahya’ya göre, soyu kuruyasıca idi…

Türk;
Büyükelçi Moralı Çuhadır Ahmet’e göre, hayvandan farkı olmayandı…

Türk;
Tokatlı Nuri’ye göre, şehir dili bilmez hayvandı…

Türk;
Şeyhülislam Mustafa Sabri’ye göre, tiksinti duyulandı…

Türk;
Vahdettin’e göre, dini, soyu sopu, yurdu belirsiz, cahiller sürüsüydü… :((

Ya Mustafa Kemal Atatürk’e göre TÜRK neydi?

CİHANA BEDELDİ!

Osmanlı da, Ermenilere, Araplara, Rumlara ne denirdi?
Ermenilere, “Millet-i Sadıka”…

Araplara, “Kavm-i Necip”..
Rumlara, “Romalı” anlamına gelen “Romeos” derken Türkler’i böyle aşağıladı.

Peki, Türk kendini nasıl görüyordu?
Türk’ün hali, bakın Şevket Süreyya Aydemir ve Falih Rıfkı Atay ne diyorlar Türkler için:
“İlk ders beni şaşırtmıştı. Bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı. Hepsi de Anadolu köylüleriydi. Biz Anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. Hâlbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.
Fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. Daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı.
‘Biz hangi milletteniz’ deyince her kafadan bir ses çıktı:
‘Biz Türk değil miyiz’ deyince de hemen, ‘Estağfurullah’ diye karşılık verdiler.
Türklüğü kabul etmiyorlardı.
Hâlbuki biz Türk’tük. Bu ordu Türk Ordusu’ydu. Türklük için savaşıyorduk. Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu Türklük olabilirdi.
Fakat ne çare ki bu “biz Türk değil miyiz?” diye sorunca “Estağfurullah” diye cevap verenlerin görünüşe göre Türk demek Kızılbaş demekti.(…)
Dininde, milliyetinde birleşmiş olmayan bu bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki, devletin şeklini, devletin adını, padişahın ismini, devletin merkezini, başkumandanını ve onun vekilini de bilmemektedir.
Hele iş, vatan bahsine dönünce büsbütün karıştı. Kısacası, vatanımızın neresi olduğunu bilen yoktu. Yahut da bütün bilgiler, belirsiz, köksüz, şekilsiz ve yanlıştı…”
Şevket Süreyya Aydemir (1897-1976), hayat öyküsünü yazdığı “Suyu Arayan Adam” kitabında böyle anlattı Türkleri…
Vatandaşlık Bayramı
Falih Rıfkı Atay (1894-1971), “Batış Yılları” adlı eserinde kendi kuşağını Osmanlı’nın son çocukları olarak tanımladı:
“Kendime ilk defa ne zaman ‘Türk’ dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda ‘Türk’, kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden ve Osmanlı idik. İlmihallerde baş dersimiz ‘din ile milliyetin bir olduğunu’ öğrenmekti.
‘Vatan’ sözü yasaktı. Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum.
Biz padişah kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, ‘Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık…”
Buraya kadar yazdıklarımın kuşkusuz amacı var:
Mustafa Kemal de, Osmanlı’nın son kuşağındandı. Türk’ün, nasıl aşağılandığını yaşadı.
Osmanlı münevverlerinin Babıali’de “Türk” sözünü Arap aksanıyla ifade ederek “Terk” diye yazdıklarını unutmadı.
(“Terk” sözcüğünün çoğulu Arapçada “Etrâk” demekti; ve Türklere, “İdrâki biidrak” -anlayışsız Türkler- diyorlardı!)
Oysa…
Türk; Atatürk’e göre, yıldırımdı, kasırgaydı, dünyayı aydınlatan güneşti. Bu sebeple…
91 yıl önce…
Tarih: 23 Mayıs 1928.
TBMM, 1312 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nu kabul etti.
Böylece…
Asırlardır hor görülen Türk, yurttaşlık payesiyle onurlandırıldı.
Osmanlı ile Cumhuriyet farkı buydu…
Bugünlerde…

“Osmanlıcı” geçinenler birilerini “Türk” değil, “Rum” olduğunu ima ederek onu aşağılamaya çalışıyor! Demek ki artık…
“Türk”, Osmanlı’da olduğu gibi aşağılanan-horlanan değildi. Bu Cumhuriyetin başarisidir. Kolay olmadi bu noktaya gelmeleri bile.

Iyi günler,
Selen Atasoy


Yazıları posta kutunda oku


“Türk Kimdir?” için bir yanıt

  1. bilgehanın torunu avatarı
    bilgehanın torunu

    Türk, bir Örf ve Adetin adıdır.
    Türk Örf ve Adetine göre yaşayan kişiye Türkmen denir.
    Şehit Saparmurt Türkmenbaşı da bu görüşteydi.
    Türk Örf ve Adedinin üç şartı vardır:
    a) Tüm canları kendi canınla bir tutacaksın, hatta karıncanın canını bile. Seni bir hayvan veya insan öldürmeye kalkışmazsa öldürme HAKKIN yok.
    b) Malın mülkün sahibi kişi olamaz. Kişiler beraberce çalışır, beraberce paylaşır. „Mal sahibi mülk sahibi nerede bunun ilk sahibi? Mal da yalan, mülk de yalan al biraz da sen oyalan.“
    Sosyalizim veya komünizim Türk Örf ve Adetlerinin piçleşmiş şeklidir. Onlarda işçi sınıfının silahlı saltanatı söz konusudur.
    İnsanlar; ellerinden kollarından bağlanamaz, sadece kalblerinden bağlanabilir, der Türk Örf ve Adeti.
    Türk Örf ve Adetlerinde ise ‘Zorla güzellik olmaz’, denmektedir.
    Türk Örf ve Adetlerinin üçüncü koşulu ise Hoş görüdür.
    c) Biri hatasından dolayı gelip af diliyorsa, pişmansa, hatasını tekrarlamayacaksa, o kişi ne yapmışsa yapmış onu affedeceksin. Hatta babanı kazayla öldürmüş olsa , gözünü kazayla kör etmiş bile olsa, af dilerse onu affedeceksin.
    ‘Aman diyene kılıç kalkmaz.’ Tarihde, Alpaslan Bizans Kıralını Malazgirtde 1071 nde, Atatürk ise Yunan orduları başkomutanı Tirikopilisi 1922de af diledikleri için afetmiştir.
    Yaşamını yukarıdaki üç temel kurala göre sürdüren kişilere Türkmen denir.
    Türkistan ise Türkmenlerin yurdudur.
    İnsanlar dahil, tüm canlılar bir BİR den kaynaklanmıştır.
    Dünya zamanında o kadar küçükdü ki; bir iğnenin deliğinden geçecek kadar küçükdü.
    Nasıl bizler ananın rahminde ufacık bir hücreyken, yumurta döllendikten sonra gelişmeye başladık, dünya da öyle oluştu.
    Kanlarımız gibi sular,
    kemiklerimiz gibi taşlar,
    etlerimiz gibi topraklar,
    kıllarımız gibi ise bitkiler oluştu.
    Şimdi bu ilk çimlenme olayını URKNALL (ilk patlama) olarak düşünenler var.
    Güneş ve 9 gezegen tıpkı bir çiçekin merkezi ve çiçeğin yaprakları gibidir. Güneş uzayda tıpkı bir çiçek gibidir.
    Nasıl ağcın dallarında bir çok çiçeklerler varsa, o çiçekler doğup, soluyorsalar,
    uzayda da bir çok güneşler var olup, yok oluyorlar.
    Güneş ve dokuz gezegeni vücutta bir uzuv olarak da düşünebiliriz.
    Ve uzayda bir çok uzuvlar da vardır.
    Uzaydaki uzuvlar arası ilişkiler, vücudumuzdaki uzuvlar arası ilişkileri çağrıştıracak bir şekildedir.
    Güneş enerjisi maddeye dönüşmekte, sonra işe dönüşmekte, sonra kaynağına dönmekte.
    Yağmurun deniz olması, sonra tekrar yağmur olmasını çağrıştıracak bir durum.
    Yani dünyada hepimiz bir bütünün parçalarıyız.
    Nasıl vücuttaki tüm değişik hücreler; kas hücreleri, kemik hücreleri, deri hücreleri, sinir hücreleri, kıl hücreleri tek tek bağımsız bir yapı olmalarına rağmen, hep beraber çalışarak bir bütün oluşturuyorlar.

    Bir hücre; eskiyenin yerine geçmek için, tahrip olanın yerine geçmek için çoğalabilir.
    Vücut hücreleri ‘birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için’ kuralına göre yaşar.
    Ama kanser hücreleri bu bütünden kaynaklanmalarına rağmen;
    bütünlük kurallarına uymamaktadırlar.
    Onlar’ RABBANA HEP BANA’ deyişine göre yaşarlar.
    Sürekli çoğalırlar, sağlıklı vücud hücrelerine saldırarak, vücudun yaşamına son verirler, böylelikle kendi yaşamlarına da son verirler. Bu saldırılarının sonucunda onların da yok olacağını bilemezler.
    Gerek yaşamımızı, gerekse her şeyin var oluşunu;
    ancak ve ancak doğa bilimlerinin tuttuğu ışıkla görebiliriz.
    Yani;
    fizik, matematik, bioloji, kimya, gök bilimi, müzik ve diğerleri vasıtasıyla var oluş hakkında doğru bilgilere uğraşabiliriz..
    Bunun içinde; nasıl bitki tohumlarının çimlenebilmesi için ilk bahar gerekiyorsa, beynimizde doğuştan var olan bilgilerin de uyanabilmesi için mutlaka barış içinde yaşamamız şarttır.
    Tüm canların bir tutulmadığı;
    hayvanların insanların yemesi için tanrıca yaratıldığı saçmalığının kabul edildiği bir dünyada çiçek gibi doğan balalar; uyuşturucuya, alkole, kumara alıştırılır gibi kana alıştırılmaktadır.
    Sonunda; kana alışan kişiler, canlara kıyılmasına alışan kişiler ruh hastası olmaktadırlar.
    Libyada, filistinde, beyrutta, suriyede, ırakda, afganistanda, uyguristanda, bosnada , meksikada dünyaya 4500 yıldır hükümdar olmuş kırkharamiler;
    yalan dolan,
    iftira, cinayet ve soygun dört ayakları üzerine kurdukları demokrasi dedikleri üç kağıt alevera dala veradan ibaret düzenleriyle insanlığa kan ağlatmaktadırlar.
    Çıra(neft, petrol) çalınmakta, bundan yapılan benzin ve mazotu;
    başta haham, papaz, hoca, hakimler, savcılar, devlet başkanları, proflar şunlar bunlar herkes satın almakta ve kullanmaktadırlar.
    Sonrada din kitaplarında hırsızlık malı, gasp malı kullanmak günah diye yazmakta.
    Her ülkenin kanun kitaplarında hırsızlığın, gaspın suç olduğu yazılmaktadır.
    Bu çelişki için; atalarımız BU NE PERHİZ, NE LAHANA TURŞUSU demişlerdir.
    Vatikan için önemli olan; kilise vergisidir.
    Mekke medinede oturan peygamber ABRAHAMın torunları için ise doların her türlüsü helaldir.
    Türkiyede ise ditipin bütcesi kaç bakanlığın toplam bütcesinden fazladır.
    Hahamlara gelince; onlar rabbin en sevgili kulları olarak yaratılmışlardır.
    Onlara diğer toplumlar köle olarak rabce yaratılmıştır.
    Onların diğer toplumlara yalan söylemeleri, onlardan bir şeyler çalmaları, onları dolandırmaları, hatta diğer toplumlardan kişileri öldürmeleri onlara RABBİN tanıdğı hakdır.
    Nasıl müslümanlar ; hayvanların kesilmesini, yenmesini allahın onlara tanıdğı hak olarak inanıyorsalar,
    hahamlar da yukarıda yazılanlara inanıyorlar.

    Türkce konuşmakla Türk olunmaz.
    Yoksa Ahmet Türk denen Siyonist uşağı da Türkmen olurdu.
    Türk gerçek bir dindir. Daha önceleri şamanlık diye de adlandırılmıştır. Bir Azmanistanlı (ABD)düşünür de bunun böyle olduğunu yazmıştır. 4500 yıl kadar önce Kabala öğretisine göre derlenen Tevrata göre uyarlanmış olan İncil ve Kuran öğretisine göre bu günkü modern dünya düzenleri sararmış solmuştur.
    tekrar edilmesi gerekirse; Sinagogda, Kilisede, Camide hırsızlık malı satın almayın, haram yemeyin diyen din adamları;
    Irakda, Libyada, Filistinde milyonlarca insan öldürülerek gasp edilen neften yapılan benzini, dizeli kullanarak evlerine gidiyorlar.
    ‘Bu ne perhis, ne lahana turşusu.’ ‘Bilgisiz bırakılmış halka verirler talkımı, kendileri yutarlar salkımı’.
    Pezevenklerin kerhanelerde cinsel doyum satması yasal olarak mümkünse, din adamlarınında varoluş sevincini mabetlerde paraya çevirmesi de yasal.
    Sorun şurada, bu yasalar, varoluş kurallarına uygun mu, değil mi? Çok yakında… ‘Yandı gülüm ketan helva’. Kırkharamilerin ininde. Biline

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir