Batı’daki Kilise yobazlığının en somut en unutulmaz örneği Galile(Galileo) hikayesidir: 1564 yılında Pisa’da doğan Galile, tıp eğitimini bırakıp matematiğe yöneldi(1585) ve Pisa üniversitesinde matematik astronomi dersleri vermeye başladı. Gözlem ve keşiflerini Siderus Nuncius (Yıldız Habercisi) adlı eserinde topladı(1610). Güneş lekelerini gözlemledi (1612). Kopernik Kuramı’nın kanıtlarını gösteren eserini Roma Engizisyon Mahkemesine gönderdi. Kopernik kuramının sadece matematiksel ölçüm aracı olmayıp fiziksel bir gerçeklik olduğunu savundu.
Şunu iddia ediyordu: “… Bana göre doğaya ilişkin kanılarımızın doğruluğunu göstermek için İncil’deki ayetleri kullanmak akla uygun değildir. Aklımızın bize sunduğu kanıtlarla sonradan bunların tersi ortaya çıkabilir. İnsanın anlama gücüne sınır konulamaz. Dünyada bilinebilecek her şeyin halen bilinmekte olduğuna bizi kim inandırabilir..”
Kilise dünyayı evrenin merkezi olduğunu kabul ederken Galile, dünyanın güneş etrafında döndüğünü söylüyordu. Papa Paul V’in emriyle toplanan kardinaller, Kopernik öğretisini kınadıklarını Galile’ye bildirdiler. Galile, ‘İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog’ kitabını yayınladı (1624). Engizisyon mahkemesi dünya dönüyor mesajını Hıristiyan teolojisine aykırı ve küfür sayarak onu ölüme mahkum etti(1633). Gerekçesi:
“…Bu kutsal mahkeme huzurunda, Allahın mukaddes kelamına aykırı bir teoriye inanıp müdafaa ettiğini ve bu suretle küfürle maznun olduğunu; yani, ‘güneşin kainatın merkezi olduğunu ve şarktan garba doğru hareket etmediğini, bilakis yerkürenin hareket ettiğini ve arzın, dünyanın merkezi olmadığını kabul ve beyan etmekle, İlahi Kanunların bu nevi suçlara tayin ettiği cezalara müstehak olduğunu ilan ederiz… Seni bu cezanı şu şartla affediyoruz ki; bundan evvel, samimi bir imanla, huzurumuzda tövbe edip, katolik dinine aykırı küfür ve hataları sana vereceğimiz formül mucibince tel’in edesin…”
Galile’yi (1564-1642) odun ateşinde yakılmaya mahkum eden mahkeme, diz çöküp İncil’e el basıp af dileme şartıyle cezasını müebbede çevirdi (1633). Galile, dizleri üstüne çöküp elini incile basarak, çalışmalarının hepsini inkar etti. Mahkemeden çıkarken ayaklarını yere vura vura “ gene de dünya dönüyor ulan!” diyordu. Özür metni, kilise ve insanlık için bir utanç belgesidir:
“… Güneşin merkez ve hareketsiz olduğu yanlış fikrini tamamen bırakıyor, herhangi bir şekilde bu doktrini ve batıl fikirleri savunmak veya öğretmekten vazgeçiyorum ve genel olarak Kutsal Kiliseye karşı olan bütün hataları ve sapık mezhepleri yeminle inkar ediyor, lanetliyor ve nefret ediyorum.”
Galilenin gözleri hapishanede kör oldu. Floransa’da bir evde öldü (8 Ocak 1642). Hıristiyan mezarlığına gömülmesi ve anıtının dikilmesine izin verilmedi. Ama sonradan bir anıt dikildi. Cesedinin omurgası ve yıldızları gösteren işaret parmağı, mumyalanmış halde Podova Üniversitesinde sergilenir. Kilise, Galile’nin belini kırdığı yetmiyormuş gibi, gözünü de kör etmiştir. Tarih bu yüzyılı büyüksüz bırakmadı ve Galile’nin öldüğü yıl Isaac Newton doğdu(1642-1727).
Galile’den önce Filozof Giordano Bruno, 7 Şubat 1600’de Roma meydanında odun ateşinde yakılmıştı.
O yıllarda ne Batı ne de Doğuda dünyanın döndüğüne tek kişi inanmıyor, kilise cehenneminden çıkan dumanlar, her tarafı sise boğuyordu. Osmanlı saltanat merkezinde ise Kadızadeliler olayı yaşanıyordu. Mehmed Efendi ile Şemseddin Sivasi Cin ve şeytanların cinsiyetini tartışıyor, zındık – kâfir sloganları havada uçuşuyordu..1590’da Şeyhülislam Kürdizade Ahmed Şemseddin’in telkinleriyle, III.Murad zamanında, Takiyüddin Efendinin yaptırdığı Rasathane yıktırılmıştır.
Galile’nin bizdeki çağdaşı Erzurumlu İbrahim Hakkı ve şürekası, dünyayı 30.000 boynuzlu sarı öküzün sırtında görüyordu(Ibni Kesir,C.14). 300 Bursa-İznik medreselerinde 300 yıl ders diye okutulan Delail-i Hayrat Şerhi’inin evren bilgisi şöyleydi:
“… Rivayete göre Arş’ın 360 ayağı (direği) vardır. Ve her ayağın eni dünya genişliğinin 70. 000’i kadardır. Her direğinden öbür direğine varınca, her ikisinin arasında 60.000 âlem (dünya) vardır. 60. 000 âlemin herbiri, yeryüzündeki insan ve cinlerin toplamı kadardır.(Bu rivayeti Kadı Rahimehullah zikretti).”
Adnan Adıvar’a göre, Batı aklın önünü açarken, İslam dünyası Gazali uykusundan uyanamamıştı: “… XVI. asırda tüm bilim adamları ve din uleması dünyanın durduğuna, güneşin onun çevresinde döndüğüne inandıkları sırada, papaz olan Copernic, Frauenburg Klisesinin kulesinde gözlemler yapıyor, dünya güneşin etrafında dönüyor diyordu. Galilei ve Newton onun yöntemini geliştirdiler. Bu üç büyük deha gelmeseydi, biz insanlar bugün Katip Çelebi’nin Osmanlı ulemasına dediği gibi, hâlâ, “göklere ve oralarda olup bitenlere ÖKÜZLER gibi bakıyor olacaktık.”
Kilise Galile gibi Darwin’in “Yaratılış ve Türeyiş” tezini de afaroz etmişti. Oxford psikosu Samuel Wilberforce, İngiliz biyolog Thomas Henry Huxley’i(1825-1895) aşağılamak için şunu sormuştu (1860):
“… Sen büyük babanın soyundan mı, büyükanne soyundan mı, maymun soyundan mı geliyorsun?.” Evrimci biyolog Huxley’in cevabı ne kadar anlamlıydı:
“… Bilimsel gerçekleri bulmak isteyenleri aşağılayanların soyundan gelmektense, kendini ve haddini bilen bir maymunun soyundan gelmeyi tercih ederim…”
Anglikan Kilisesinden Rahip Malcom Brown, Darwin’in 200. Doğum yılında (12 Şubat 1809 – 19 Nisan 1882) bir özür yazısı yayınladı. İnsanlar ve kurumların hata yapabileceğini, kiliselerin de bunun dışında olmadığını, toplumun dünyaya bakışını değiştirecek her büyük fikrin tarih boyunca saldırıya uğradığını, Galile için yapılan hatanın aynen Darwin için de yapıldığını itiraf ederek özür diledi(1860):
“ Seni yanlış anladığımız, sana karşı gösterdiğimiz ilk tepkide hatalı oluşumuz ve bu sebeple başkalarının da seni yanlış anlamasına yol açtığımız için özür diliyoruz…”
Roma Katolik Kilisesi de, Galile kararının kilise ile ilgisi olmadığını, aksine ona teşekkür borçlu olduklarını dile getirdi. Anglikan kilisesinin Darwin’den bu özürü, taassubun utancını hatırlayıp bilime itirazı kalmadığının, bilimin dinden bağımsız ele alınmasının başlangıcıdır.
Bu serüven Batı dünyasında yaşanmıştır. Ancak Batı bundan kurtulup akıl çağına girdi. İslam dünyası karanlıklar içinde. O halde sorabiliriz. Şam’ın ortasında halkın içinde her gün kırbaçlanan ve Halife Ebu Cafer el-Mansur tarafından Bağdat’ta hapiste zehirlenerek öldürülen İmam-ı Azam’ın ruhundan özür dileyen bizde çıktı mı?
Elin oğlu Marsa giderken medrese yobazlığı, bırakın pişmanlık duymayı, TÜBİTAK’ın bilim dergisine Darwin için bir yazı yazamıyor, günah diye bir resmini koyamıyor. Delali Hayrat Şerhi, Marifetname ve Ziyaüddin Efendi’nin Ehli Sünnet kitabının (takrizi MEŞE’nin) hurafeleri ve “düz dünya teorisi” ile uğraşıyor. Saç – sakal-kıl fetişizminden kurtulamadığı için Katip Çelebi’nin Öküz oğlu öküzler tabirini hakediyor.
İleriyi geride arayan saltanat dinciliği, ölüm uykusundan uyanabilir mi dersiniz? Sanmıyoruz. Kıyameti beklemek gerekir, fakat onun da zamanı belirsiz?!..
(Osman Selim Kocahanoğlu)
Not: Günümüz `de hem Kiliseler tarafindan hemde, Cami hocalari tarafindan cocuklara tecavüz artti, din altinda zaman sanki hic degismedi…! Selen Atasoy