Doç.Dr. Firdevs Devbaş
Rusya Yazarlar Birliği üyesi
Türkler antik çağlardan beri Avrasya’nın uçsuz bucaksız coğrafyasında yaşıyorlar. Günümüzde Türkler farklı devletlerin vatandaşları, Başkort, Kazak, Kırgız, Tatar, Ôzbek ve diğer Türk dillerini konuşuyorlar, ancak yine de birbirlerini anlıyorlar. Bundan sadece yüzyıl őnce, tarihi őlçülere gőre oldukça yakın geçmişte, ne Ôzbekçe, ne Kazakça, ne de Kırgızca vardı. Bu diller 1917 Ekim Devrimi’nden sonra ortaya çıktı. Peki bu halklar daha őnce nasıl iletişim kurdular diye soru doğuyor? Bu halkların hepsi dünyanın en eski dillerinden biri olan Türkçe konuşuyordu.
Kendi ulusal devletlerine kavuşan Türkler, gayretle lehçelerine gőre yeni edebi diller yaratmaya başladılar. Ôte yandan Anadolu TürkleriRus İmparatorluğunun bir parçası değildi, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşadılar, Osmanlılar olarak adlandırıldılar. Edebi versiyonu ağırlıklı olarak Arapça ve Farsça kelimelerden oluşan ve resmi devlet dili olarak kullanılan Osmanlıcayı konuştular. Bu dilde fermanlar, yani Sultan’ın emirleri yazıldı, bürokratik işler yapıldı, edebi ve bilimsel eserler yayınlandı. Bu dil, Sultan Sarayı, feodal toplumun üst tabakaları ve din adamları olmak üzere çok dar bir sosyal çevreye hizmet ediyordu. Osmanlı’nın halkının dilinde yabancı dillerden alıntı sőzlerazdı ve o dili Arapça ve Farsça bilmeden de anlamak mümkündü. Esasında Rus İmparatorluğu’ndaki kardeşlerinin konuştuğu Türkçe ile aynı dildi.Birinci Dünya Savaşı, hem Rus hem de Osmanlı imparatorluklarına son verdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çőküşü ve ulusal kurtuluş hareketinin zaferinden sonra Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Stalin’in emriyle bu yeni devlete Rusça “Türkskaya Respublika”yerine “Turetskaya Respublika” veya kısaca “Turtsiya” denmeye başlandı.
Gőrdüğünüz gibi “Türk”kelimesi kayıboldu, onun yerine”Turok”diyen uyduruk bir kelime geldi. Yeni sosyal ilişkiler, edebi dilin seçkinliğini, yazı normlarının demokratikleşmesini ve konuşulan ulusal dil ile yakınlaşmasını gerektirdi. Devletin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün őncülüğünde dil alanında kőklü bir reform gerçekleştirildi. Sonuç olarak, Osmanlıca yerine, bizim “Turokdili” olarak bildiğimiz değil, “Türk dili” ortaya çıktı.
“Türk Dili” sadece Arapça ve Farsça alıntı sőzcüklerden arındırılmış bir Osmanlı dili değil. Yeni Türkçe kelime hazinesi, yazılı edebi eserlerden genetik Türkçe kelime haznesinin toplanması ve Türk lehçelerinin kelime zenginliğinin maksimum derecede kullanılmasıyla oluşturuldu. Daha doğrusu, eski Türkçe kelime hazinesi daha büyük hacimde geri dőndürüldü.
Atatürk TÜRKÇEYE kaybedilen mevkilerini geri kazandırdı. Ne de olsa o dilbir zamanlar Avrasya’nın uçsuz bucaksız bőlgelerine hükmetti, diplomasi, bilim, ticaret diliydi ve Doğu
edebiyatının klasikleri başyapıtlarını odildeyarattı. Türklerin ihtişamının azalmasıyla birlikte dilleride soldu. Rus İmparatorluğu’nda TÜRKÇE yalnızca konuşma dili olarak işlev gőrüyordu, Osmanlı İmparatorluğu’nda ise İslam dili tarafından neredeyse bitirilmek üzereydi. Ve bu dil yeniden canlanıyor ve sosyal hayatın her alanına geri dőnüyor. Gerçi küçük bir bőlgede, sadece bir devletin sınırları içinde …
Stalin’in yeni devletin adı ve dili ile yaptığı manipülasyonların yalnızca siyasi hedefler taşıdığı, yani Anadolu Türklerinin Sovyetler Birliği’ndeki Türkler ile yabancılaştırılması, insanların “dost-düşman” ilkesine gőre bőlünmesi olduğu açıktır. Zamanla Türk diline yőnelik olarak, ‘sadece Osmanlı soyundan gelenlerin dili’ şeklindeki tutumuegemen oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni Türk devletlerinde bilim adamları halen Türkçeyi yalnızca Anadolu Yarımadası’nda yaşayanların dili olarak gőrmeye devam ediyor.Dillerin kaderi, doğrudan doğruya halkların kaderiyle ilgilidir. Avrupa geleneğine gőre ulusal devletin kendi dili yani vatandaşları tarafından konuşulan ve devlet organlarının işlev gőrdüğü dili olmalıdır.
Ôrneğin, Ôzbek dilinin Ôzbekistan SSC ile eşzamanlı olarak doğmuş olması şaşırtıcı değildir. Sőz hazinesi olarak Semerkant, morfolojik olarak Andican ve fonetik tınısı olarak Buhara lehçelerini alıp sentezlediler ve Ôzbek dili olarak adlandırılmaya başlanan yapay bir yapı oluşturdular. Ulusal devlet sınırlarının belirlenmesinden sonra, Orta Asya nüfusu Türkçeyi konuşmaya devam etti, ancak kentleşme ve őzellikle yeni dillerde televizyon ve radyo yayıncılığı, onu yavaş yavaş günlük yaşamdan uzaklaştırıyor.
Bu sadece Orta Asya’da değil, benzer durum İdil-Ural’da ve Kafkasya’da da oldu. Sonuç olarak Türkler atalarının dilinden uzaklaştı. Ôrneğin, Kazan Tatarları büyük şair Abdullah Tokay’ı kendi dillerinin kurucusu olarak gőrüyorlar, fakat onun eserlerini… aktarmalı olarak okuyorlar! Evet, evet, şaşırmayın, aynen őyle. Tokay’ın eserleri őnce orijinal dildeki metin, ardından çağdaş Tatar diline aktarma olarak verilir. İstemeden kendi kendine soruyorsun: “Tatar şairi neden Tatarca yazmadı?” Tokay Tatarca yazamadı. O zaman henüz bőyle bir kavram bile yoktu. Tokaykendi dilinde, bugün Tatarlardan uzaklaştırılanTürkdilinde eserlerini ortaya çıkardı.AtatürkAvrupa geleneğini bozdu. Genellikle yeni bir devletin ortaya çıkmasıyla birlikte havuç ve sopayla kitlelerin kullanması sağlanan yeni bir dil yaratılıyordu. Alman halkının her zaman Goethe’nin dilini konuştuğunu mu düşünüyorsunuz? Hiç de değil. Bavyeralılar, Saksonlar, Svabyalılar ve Cermen etnosunun diğer temsilcileri geçmişte kendi dillerine sahipti ve onları ortak bir dil paydasına getirmek çok zaman ve çaba gerektirdi. Çağımızda halk herhangi bir dilde konuşmaya zorlanabilir. Bunun için televizyon ve radyo var, yeni dilde zorunlu eğitim için devlet okulları var… Türk őnder farklı davrandı–halkına yeni bir dil tasarlayıp empoze etmedi, sadece ana dilini geri kazandırdı. Halkın konuştuğu Türkçetekrar devlet dili oldu.
Türk dünyasında paradoksal bir durum oluştu –Ortadoğu’da yaşayan Türkler dışında onu oluşturan halklar kendi lehçelerini konuşuyorlar, ancak ortak dili bilmiyorlar. Bugün Kazaklar, Kırgızlar ve Ôzbekler Alanya, Antalya ve Kemer’deki otel çalışanlarının dilini zor anlıyorlar. Dilin yalnızca bőlgesel bir çeşitliliğine sahip olmak ve onun yüksek edebi üslubunu bilmemek, aslında bir bütün olan halkın gelişmesine engel oluşturuyor. Orta Asya’nın yeni ülkeleri ve Rusya Federasyonu’ndaki Türk cumhuriyetlerindeki okullarda edebi Türk dilinin őğretilmesi, sadece kültür alanında değil, aynı zamanda bilim, ticaret, turizm vb. alanlardaki temasların genişlemesine katkıda bulunacaktır. Akrabalar aynı dili konuşur ve birbirlerini mükemmel anlar. Bu yüzden de onlar akrabadırlar …Birkaç ülke için tek dil olması, sakinleri için büyük bir avantajdır.
Ôrneğin, Almanca sadece Almanya’nın değil, Avusturya, Lihtenştayn, İsviçre, Lüksemburg ve Belçika’nın da resmi dilidir. Evet, Avusturyalıların edebi Almanca’dan farklı kendi lehçeleri var. Ancak onlar akıllıca davrandılar ve ortak Cermen dilini terk ederek kültürlerini yoksullaştırmadılar. Alman dili, yukarıdaki tüm devlet vatandaşlarının ortak mülküdür. Aynı şekilde Türk dili de tüm Türklerin ortak mirasıdır. SSCB’de hoşgőrüden yoksunlar Türkistan’a “Çurkistan” derlerdi. Aşağılayıcı lakap olan “Turka-Çurka” bir dile hiç yakışmıyor (Çurka–insafsız, aptal adam anlamında Orta Asyalı insanlar için sőylenen kaba lakap). Aynı Antalya’da sahiplerine Rusların kendilerine “Turok” dediklerini açıklarlarsa, kırılırlardı. Onlara bőyle demek yanlış. “Turok” yok, Türk var. Yine “Turtsiya” yok, Türkiye var.
Rusça’dan çeviri: Liliya Sab
Bir yanıt yazın