Naci Kaptan / 21 Aralık / 2020 nacikaptan.com/?p=84931
Geçmişte ticaret gemileri ile bir ülkeden diğerine taşınan salgın hastalıklar günümüzde uçaklarla, gemilerle, trenlerle ve yolcu hareketleriyle taşınarak yayılıyor.
Günümüzde de gemiler yabancı bir limana girerken karantina (Q) sancağını göndere çeker ve Sahil/sağlık makamının gemiyi kontrolu beklenir. Yabancı limana gelen bir tekne/geminin ilk önce sağlık denetimleri yapılır. Gümrük ve diğer liman işleri sağlık denetimi bittikten sonra yapılmasına izin verilir. Sağlık denetimi tamamlanıncaya kadar gemiden kimse ayrılamaz. Sağlık otoritesinin izini sonrası [Q] QUARANTA sancağı indirilir ve diğer liman faaliyetleri başlar.
Gemi kaptanı limana girmeden önce gemi personelinde ateşli bir hastalık varsa veya bir salgın şüphesi varsa liman otoritelerine bildirmekle yükümlüdür. Yetkili otoritenin kararına göre hastalık şüphesi taşıyan gemi yanaştırılmaz, personeli karaya çıkamaz ve sağlık makamlarının denetim, gözetim sonucu vereceği karar beklenir.
VEBA SALGINI [TRENTA – QUARANTA] VE KARANTİNA
Karantina uygulandığını bildiğimiz ilk hastalık cüzzamdı. Örneğin Tevrat’ta İsrailoğullarına cüzzamlılardan uzak durmaları emredilmişti. İncil’de de bu hastalık ayrıntılı bir şekilde tarif ediliyordu.Cüzzamın yaralara ve vücutta şekil bozukluğuna yol açması, yüzyıllar boyunca bu hastalığın kolay bulaştığı inancının gelişmesine neden oldu.
Bu hastalığa yol açan bakteri (Mycobacterium leprae) 1873’te bulununcaya dek cüzzam korkulan ve yanlış anlaşılan bir hastalık olmaya devam etti. Ama sadece tanrılar değil, tıpla uğraşan uzmanlar da bulaşıcı hastalıklara karşı benzer önlemler alınmasını salık veriyordu.
Tıbbın babası olarak anılan ve mantıklı ve yenilikçi tavsiyeleriyle bilinen Yunan hekim Hipokrat ile Antik Roma’nın en önemli hekimlerinden Bergamalı Galen, veba hastalığına karşı “derhal uzaklaşma ve mümkün olduğunca geç dönme” tavsiyesinde bulunuyordu.
1300’lü yılların ortalarında kara veba Asya’ya, Avrupa’ya ve Afrika’nın bazı kesimlerine yayılırken tıbbın verebileceği en iyi öğüt buydu. Ancak o sıralar “karantina” kelimesine henüz rastlamıyoruz. Peki, bu kelime modern dile nasıl girdi?
Karantina, bulaşıcı bir hastalığa maruz kalan şüpheli durumdaki insan ve hayvanları, hastalığın en uzun kuluçka devresine eşit bir süre kimse ile temas ettirmemek suretiyle alınan önlemlerin tümü, sağlık yalıtımıdır.
Kelimenin kökeni İtalyancadır. Ekonomisi ticarete dayanan Venedik Cumhuriyetinde, başkent Venedik’e salgın hastalık bulaşmasın diye kente gelen gemiler önce 30 gün daha sonraları güvenlik yönünden 30 gün yerine 40 gün şehir açıklarında denizde beklerdi. Karantina kelimesi, 40 sayısının italyancası olan “quaranta” kelimesinden gelir.
Karantina! Bulaşıcı bir hastalığın yayılmasını önlemek amacıyla belli bir bölgenin kontrol altında tutulması ve giriş çıkışların kapatılması, anlamına geliyor oysa. Tarihçesi ise epey geriye, 14. yüzyıla dayanıyor. İtalyanca kaynaklı karantina kelimesi, bir dönem Avrupa’yı epey ürküten veba hastalığıyla ilişkili. İşte karantina kelimesinin ilginç hikâyesi!
Bu sorunun yanıtı işte Avrupa’yı sarsan bu veba salgınında saklı.14. yüzyıl ortalarından beri veba birkaç dalga halinde Avrupa’yı sarstı.
‘’1333’te Uzakdoğu’da ciddi bir hastalık baş gösterdi. Sıçanları ve insanları sokan pirelerin hasta kanı, hastalanmayanlara aktarmasıyla yayıldı. Bu, hıyarcıklı veba idi… Veba, 1343’de Kırım’a ulaştı ve oradaki Cenovalı tüccarlar hastalığa yakalandılar. Gemilerini İtalya’ya getirmeyi başardılar ve salgın Batı Avrupa’da yayılmaya başladı. Hastalık çabuk öldürüyordu. Bazı tahminlere göre dünyadaki insanların üçte biri öldü.
1347’de güney Avrupa’ya ulaşan veba 1350’de hızla İngiltere, Almanya ve Rusya’ya yayılmıştı. Bu salgında Avrupa nüfusunun üçte birinin yok olduğu tahmin ediliyor.
Salgının bu ağır sonuçları bulaşıcı hastalıklara karşı ciddi tedbirlere yol açtı. Örneğin 1374’te Milano lordu Barnabas Visconti, vebalı herkesin şehirden çıkarılıp kırsal bölgeye götürülmesini, orada iyileşmelerinin veya ölmelerinin beklenmesini emretmişti.
Akdeniz’in yoğun limanlarından biri olan Ragusa’da (Hırvatistan’ın Dubrovnik kenti) şehrin başhekimi Jacobo de Padua, tedavi için dışarıdan gelen yabancı hastalar için şehrin surları dışında bir alan oluşturulmasını tavsiye etmişti.
Ancak bu tedbirler pek etkili olmamış, kent konseyi salgını önlemek için daha ciddi yollara başvurmak zorunda kalmıştı. 1377’de Yüksek Konsey “Trenta” (otuz) uygulaması için bir yasa çıkardı. Buna göre, vebadan etkilenen bölgelerden kente giriş yapmak isteyenlerin 30 gün, belirlenen bir yerde bir yalıtıma alınması gerekiyordu. Bunu takip eden 80 yıl boyunca Marsilya, Cenova ve Venedik’te de benzer yasalar çıkarıldı.
1403’de, Venedik şehri, vebanın tekrar etmesini önleyebilmek için yabancıların belirli bir süre içinde şehre sokulmamasına karar verdi. Bu sürede hastalanmazlarsa, sağlıklı olduklarına karar verilip şehre alınıyorlardı. Bu sürenin 40 gün olmasına karar verildi.
Avrupa’da ‘’Kara ölüm’’ olarak da bilinen vebanın ilkin Çin’de peyda olduğu, İpek Yolu’nu izleyerek 1347’de Avrupa’ya sıçradığı kabul edilir. Veba, gemilerdeki farelerin üzerinde yaşayan pireler tarafından 14. yüzyılda Avrupa’nın birçok liman kentine ulaşmıştır.
1348 yılında Venedik’e de ulaşan bu hastalık; Fransa, İspanya, Portekiz, İngiltere’ye de hızla giriyordu. Bu nedenle bir önlem almak, hastalığın kente yayılmasını engellemek gerekiyordu. Liman kentlere gelen gemi ve personeli limana alınmadan önce, bulaşıcı hastalık ihtimaline karşı sahile çıkmadan karadan açıkta bekletilmeye başlandı. Uygulama o dönem ilk önce Venedik kontrolündeki Ragusa şehri limanında başlatılmıştı.
Ama Venedik Cumhuriyeti 1423’te bu uygulamayı bir adım daha öteye taşıdı.12. ve 13. yüzyıllarda Venedik, Doğu ile ticaretin merkezi konumundaydı.Buğdaydan ipeğe, değerli taşlardan boyaya, baharat ve kumaşa kadar pek çok mal gemilerle Venedik’teki limana akıyordu. Ama Doğu’nun bu lüks mallarını getiren gemiler, fareleri ve veba gibi o bölgelerin egzotik hastalıklarını da taşıyordu.
Ticaret gemilerinin ambarlarındaki fareler ve pireler beraberlerinde Avrupa’ya ölümcül veba salgınını taşıdılar. Salgın büyük bir hızla yayıldı, ölüleri gömecek toprak kalmadı. Hastalığa farelerin neden olduğunu anladıklarında Venedik gelen tüm gemilerin yüklerini boşaltmadan önce kırk gün açıkta demirleyip beklemelerini gerektiren bir kanun çıkarmıştı.
1361’den 1528’e değin Venedik’te 22 salgın kaydedildi.
İtalya’da da özellikle 16. yüzyılda korkutucu hale gelen vebanın önüne geçmek için hastalar gördüğünüz Poveglia Adası’nda karantina altında tutuluyorlardı. Karantina kelimesi Türkçeye, İtalyancadaki ‘’quaranta’’ [kırk) kelimesinden geçmiştir. Artık tabii ki daha genel bir anlamı karşılayan kelime, Veteriner Hekimliği Terimleri Sözlüğünde şu şekilde geçer:
‘’Bulaşıcı bir hastalığa maruz kalmış veya hastalığın kuluçka süreci içinde hastalığa yakalanmış olma potansiyeli olan insan veya hayvanların bu hastalığı yaymalarının önüne geçmek için hareketlerinin kısıtlanması, hastalığın görüldüğü bölgeden dışarı çıkmalarının engellenmesi.’’
TRENTA (30) GÜN
Gemi personeli önce 30 gün boyunca gemide bekletilir ve karaya çıkması yasaklanır. İlk önce otuz gün bekletildiği için buna ‘’otuz’’ anlamına gelen ‘’trenta’’ adı verilir.
QUARANTA (40) GÜN
1468’den itibaren Venedikli yetkililer, kente gelen tüm gemilerin 6,5 km uzaktaki başka bir adada bir lagünde 40 gün bekletilmesi emri verdi. Daha sonra gemi yolcularının bulaşıcı hastalık ihtimaline karşı bu sefer kırk günlük karaya çıkma yasağı uygulanır. Venedikçe ‘’kırk’’ anlamına gelen ‘’quaranta’’ adı verilir. Bizim bildiğimiz haliyle ‘’karantina’’ kelimesi türer.
Tüm yolcu ve tayfanın gemiden inmesi, yüklerin boşaltılarak adanın ortasındaki depoya taşınması, sirke, kaynar su ve şifalı bitkilerin tütsüsü ile dezenfekte edilmesi gerekiyordu.
Lazaretto Nuovo adıyla bilinen adadaki bu binalar, sadece Venediklileri değil kenti de korumak amacıyla Venedik Devleti tarafından yaptırılmıştı. Zira ticaretin sonu, kentin de ölümü olacaktı. Böylece Venedik Cumhuriyeti, dünyadaki ilk karantina sistemini kurumsallaştırmış oldu.
Karantina kelimesi Venedik’e gelen gemi personelinin kırk günlük karaya çıkma yasağı sonucunda ‘’kırk’’ manasındaki ‘quaranta’’ kelimesiyle ortaya çıkmıştır. Gemi personeli şayet bu kırk gün içinde hastalanmaz, ölmezse kente adım atabilirdi.
Veba bulaşan hastaların vücudunda şişme ve kanama oluyor, daha ölmeden bedenleri çürümeye başlıyordu. Bir salgında kentin nüfusunun yarısı yok oluyordu. Venedikliler buna çözüm olarak, Lazaretto Vecchio adını verdikleri küçük bir adada tarihteki ilk yalıtılmış hastaneyi kurdular.
Bubon vebası, hıyarcıklı veba veya sadece veba olarak bilinen hastalığın belirtilerini gösterdiği düşünülen insanlar derhal şehirden çıkarılıp adaya götürülüyordu. Ada bugün de tenha ve kasvetli halini koruyor. Adada kazı yapan Martino Rizzi, oraya götürülen çok az insanın hayatta kaldığını, adada yürürken iskeletler üzerinde yüründüğünü anlatıyor.Bir keresinde, çökmüş bir duvarın altında 1000 kutuyu dolduracak kadar iskelet bulunduğunu söylüyor.
Rizzi’ye göre Kara Veba Adası olarak da anılan bu adada “On binlerce insan ölmüştü. Burası yeryüzündeki cehennemdi.” Ama öte yandan, bu uygulama sayesinde yüz binlerce insanın da hayatı kurtulmuştu. Yarım yüzyıl kadar sonra Venedik yalıtma fikrini bir adım ileri taşıyacaktı.
Bir yanıt yazın