Enerji Stratejileri ve Jeotermal Santraller
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Elektrik kesintilerinin tek çare olduğu, benzin kuyruklarının uzayıp gittiği dönemlerden kalan vecize: En Pahalı enerji, olmayan enerjidir. Bu sözün ne kadar doğru olduğunu o şartları yaşayanlar çok daha iyi bilir. Ancak muhtemel gelişmeleri dikkate aldığımızda yeni bir vecize ile karşılaşma ihtimalimiz var: En Pahalı Enerji, Kirli Enerjidir.
Kirli enerji, çevreyi kirletip yaşanmaz, nefes alınamaz hale getiren enerjidir. Kirli enerji, akciğerleri tüketen, çeşit çeşit kanser hastalarının her sokakta hatta her evde görülmeye başlanmasına sebep olan enerjidir. Kirli enerji, tarımı bitiren, ağaçları kurutan, bahçeleri, tarlaları viraneye çeviren enerjidir. Kirli enerji kapsamında bugüne kadar öncelikle termik santrallerini hatırlarız. Ancak son yıllarda buna jeotermal santraller de eklenmiştir.
Jeotermal enerji, yeraltındaki sıcak suların bir şekilde çıkarılarak basınç ve ısının enerjiye dönüştürülmesidir. Bu süreçte arazinin yapısı, suyun özellikleri ve kullanılan teknoloji son derece önemlidir.
Genel özellikleri itibariyle jeotermal enerji, hidroelektrik, rüzgar, güneş gibi yenilenebilir enerji sınıfında yer almaktadır. Petrol veya kömür gibi fosil yakıt türünden olmayıp çevreye zarar vermediği düşünülmekteydi. Bununla beraber ülkemizde yaşanan tecrübeler, bu kaynağın mevcut teknolojilerle enerjiye dönüştürülmesinin çevresel felakete yol açtığını ortaya koymuştur.
Yeraltındaki sıcak suların enerjiye dönüşmesi sürecinde açığa çıkan başta sülfürik asit olmak üzere diğer kimyasallar bölgede tarımı yok etmektedir. Denizli, Aydın bölgesinde faaliyete geçen bu santrallerin başta incir, zeytin, pamuk olmak üzere bölge tarımına verdiği zayiat korkunçtur. Santrallere yakınlığına göre mesela incir üretimi bazı bölgelerde tükenme aşamasına gelmiştir. Diğer tarım ürünlerine verdiği zarar da her güçün daha bariz hale gelmektedir. Bütün bunların ötesinde hava akımına, rüzgarın yönüne, santrale olan mesafeye göre insanlar zehir solumaktadır. Kanser vakaları, solunum yolu hastalıkları mesela Aydın’da oldukça artmış olup Türkiye ortalamasının çok üstündedir.
İlk santrallerin kuruluş aşamasında bu sonuçlar öngörülemeyebilirdi. Bu aşamadan sonra yatırım masraflarını telafi etmek için olabildiğince gerekli tedbirlerle kirliliği en aza indirmenin çaresine bakılmalıdır. Günümüz teknolojisi açısından bu asitlerin yayılmasını önlemenin çok zor olduğu bilgileri gelmektedir. Bununla beraber tarımsal faaliyet mevsimine, yağışlara, rüzgâra göre alınabilecek tedbirler bulunabilir. Öte yandan eksik kapasite ile çalıştırılarak çevrenin nefes alması, tarımın tükenmemesi sağlanabilir.
Tarım alanlarına, yerleşim yerlerine yakın jeotermal santrallerden kaynaklanan bu felaketler ortada iken aynı bölgede yeni jeotermal projeleri hazırlanmakta, bahçeler, tarlalar kamulaştırılmaktadır. Belki mevcutlar kurulurken bilgisizlik, tecrübesizlik sözkonusu olabilirdi. Her ne kadar başka ülkelerdeki santraller de dikkate alınarak Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED Raporu) yapılmaması büyük bir ihmal olsa da. Bu gerçekler ortada iken dünyanın en nadide tarım ürünlerine ve alanlarına bu zehir tesislerini kurmak yanlışın ötesinde ihanet olacaktır.
Geçen yüzyıl enerji savaşlarının temelinde mevcut enerjinin nasıl paylaşılacağı bulunmaktaydı. Bir anlamda enerji arzı sorunu vardı. Günümüzde ise enerji kaynakları hızla artmakta, alternatifler bulunmakta, yeni rezervler keşfedilmektedir. Bu durumda başta dev petrol şirketleri olmak üzere birçok küresel aktör bu piyasaya yeni bir aktörün, yeni bir ürünün girmesini istememektedir. Hatta İran, Venezuela, Libya, Irak gibi ülkelerin başına gelenlerin asıl sebebi, enerji ürünlerinin piyasaya girişini olabildiğince kısıtlama hedefine dayanmaktadır. Zaten salgın sürecinden önce de petrol ve doğalgaz fiyatları düşmeye başlamıştı. Bu gerçekler dikkate alındığında ise enerji talebi sorunu, özellikle büyük üreticiler için her geçen gün daha fazla gündemi meşgul etmektedir.
Enerji ithalatçısı bir ülke olarak Türkiye’nin yerli kaynaklarını zenginleştirmesi, rezerv araştırmalarını sürdürmesi son derece önemlidir. Yakın gelecekte doğalgaz arzındaki fazlalıktan dolayı fiyatlar daha fazla düşecek olsa da yeni rezervlerin araştırılması ve üretime geçilmesi gerekmektedir. Bu anlamda doğalgaz üretiminde ilk yatırım maliyeti dikkate alındığında ithalata göre maliyet iki kat olsa da yerli üretim ucuz kabul edilmelidir. Bunun yanında Rüzgar ve Güneş santralleri kapsamındaki projeler, yatırımlar, girişimler desteklenmeli, büyük törenlerle temeli atılan tesisler yarım bırakılmamalıdır. Eğer ülke içinde enerji üretimi fazlası varsa öncelikle termik santralleri ve jeotermal santraller kapatılmalı veya üretim kapasitesi düşürülmelidir.
Dünyada enerji imkanları ve türleri her güçün gün artarken fiyatları düşmektedir. Ancak tarım ve hayvancılıkta durum tersine gelişmektedir. Bu anlamda ikisinden birisi tercih edilecekse gıdanın önceliği vardır. Çünkü enerji olmadan da insan hayatını bir şekilde sürdürebilir fakat gıda olmadan asla! Kaldı ki zaten enerji fazlalığı ve alternatifleri alıp başını gitmişken tarımı, hayvancılığı, çevreyi yok edecek projelerde ısrarcı olmak ülke ekonomisi yanında insan hayatı ve sağlığını da tehlikeye düşürmektedir.
Çanakkale’de inşası başlayan iki jeotermal santrali için valiliğin ÇED raporuna gerek yok kararına karşın mahkemenin yürütmeyi durdurma kararını memnuniyetle karşılıyoruz. Zaten ÇED raporları hazırlandığında bu santrallerin aslında zehir fabrikası haline geleceğine dair ön çalışmalar yapılmıştır. Bu karar ışığında yargının ve hukukun üstünlüğünün varlığı bir daha vesile-i ferah olmuştur. Fakat bu aşamaya kadar ilgili bakanlıklar ve diğer birimler ile valilik sözkonusu projelerin zararları hakkında bilgi sahibi değiller miydi? Bölgede yaşayan zavallı köylüler yargı yolunu bulma imkanından mahrum kalsalardı, bu santrallerden bir kaç müteahhidin çıkarı dışında kimin ne faydası olacaktı? Halbuki yayılan zehir, yok olan gıda zinciri o girişimciler ve mirasçıları için de dünyayı yaşanmaz hale getirecektir.
Enerji konusunda dışa bağımlılığın azalması, döviz sorunu açısından önemlidir. Nohuttan mercimeğe, patatesten hayvansal ürünlere, hatta yeme, samana ödenen dövizler için de aynı şey geçerli değil midir? Üstelik her geçen gün enerji fiyatları düşerken gıdanınkiler artmaktadır.
Öncevatan, 30.12.2020
Bir yanıt yazın