Cennet Anadolu’muzun güzel insanları yaşadıkları dönemlerde çok güzel atasözleri ve deyimler üretmişlerdir. Bu deyimlerden bazıları zaman içinde asıl anlamlarını kaybetmiş ve daha farklı, hatta aslı ile hiç alakası olmayan anlamlarda kullanılır olmuşlardır. Çapanoğulları ile ilgili deyimlerde zamanla bilerek veya bilmeyerek ve hatta bazen kasıtlı olarak yanlış anlamlarda kullanılır hale gelmiştir. Bu deyimler, Osmanlı Devletinin I. Abdülhamit, (1774–1789), III. Selim (1789–1807), IV. Mustafa (1807–1808) ve II. Mahmut (1808–1839) saltanatlarına rastlayan dönemde üretilmiştir. Bu dönem, Osmanlı Devletinin hem en büyük ayanı hem de sarayda büyük nüfuzu olan ve padişahların “Ayn-ül ayan” (Ayanların en gözdesi) diye onurlandırdıkları Çapanoğlu Süleyman Bey dönemidir.
Süleyman Bey, tam 32 yıl (1781–1813) devlete büyük bir sadakatle hizmet etmiştir. Sultan III. Selim, Nizam-ı Cedid’in kurulması ve tertibi sırasında çok yardımını ve desteğini gördüğü Süleyman bey’e kendi el yazısı ile yazıp gönderdiği hatt-ı hümayununda sevgilerini bildirmek lütfûnda bulunarak şöyle demiştir. “Sen ki Cebbar zade Süleyman Bey’sin. Sen benim sadık ve rızacu (Allah rızası) bendem olduğunu gerçi bilirdum; lakin bu defa muvaffak olduğun hizmet ve ibraz eylediğin (gösterdiğin) gayret ve sadakat tamam senden memulüm (beklediğim kulluk) olmakla sana olan teveccüh-ü derunum (kalbi sevgim) birkaç kat ziyade olup deavat-ı hazriyeme (hayır dualarıma) mazhar oldun. Hak Teâlâ seni ve hanedanını daim eyleyüp devletimden eksik eylemesün. İnşallah dahi nice hidematı aliyeme (yüce hizmetlerime) muvaffak olursun. Din ve devlete muntazam talimli askerin lüzumunu bilüp teyidi din-i devlet niyeti halisesi ile (güçlendirme iyi niyetiyle) tahsili riyazi bari (bu işi öğretmeye) için tertip ve talime şuru (başlamak) eyledim (istedim). Bu husus benim aksa-yi amalim (zor işim olduğunu) bilip lüzumunu dahi idrak eylediğin halde, senden memulüm (beklentim) sây ve ikdamdır (gayret ve sebat ile çalışmaktır). İnşallah çok esere muvaffak olursun, göreyim seni Süleyman Bey, dilhahım (gönül talebim) üzere gayret ve ikdamın (çabanı) işittikçe seninle iftihar eylerim. Hemen rabbim herhalde tevfik versin (kuluna yardım buyursun). Âmin.”
Süleyman Bey ve evlatları, Osmanlı Rus savaşlarına çok büyük miktarda asker, 10.000 süvari, 5.000 piyade ile bizzat katıldıkları gibi 18.000 kırmızı altın bağışta bulunmuşlar zahire ve et göndererek bilhassa III. Selimin büyük teveccühüne mazhar olmuştur. Bu savaşların birisinde oğlu vezir Mehmet Celalettin Paşa 1811 de Ruslara esir düşerse de 1812 yılında yapılan Bükreş anlaşması sonucu tekrar İstanbul’a döner. O sırada Çar olan I. Aleksandr, Mehmet Celalettin Paşaya altı atın çektiği çok güzel bir kupa (Fayton benzeri kapalı yaylı araba) hediye eder ve onunla Yozgat’a gelir. Bu kupa daha sonra Süleyman Bey ve çocukları tarafından kullanılmıştır. Sultan Selim, İngiliz donanması Boğaza girip İstanbul kuşatma altıda olduğunda kardeşi gibi gördüğü Çapanoğlu Süleyman Bey’e bizzat kendi el yazısı ile şu Hatt-ı Hümayun’u göndermiştir; “Hizmetini ve sadakatini bilirim. Bu defa İstanbul’un zahiresi için sana ferman göndermiş idim. Göreyim seni memur olduğun hizmetin icrasına Gayret eyle, İstanbul’a peyderpey zahire ve koyun göndermeye ziyade gayret edesin. Zira boğazlar kapatıldı ve zahire hususu pek güç oldu, sen her türlü hali bilirsin. Tecrübe sahibi, bilgili ve sadık kulumsun, bu mevzuda ıstırabımı düşünüp hemen elinin eriştiği erzak ve zahireyi İstanbul’a gönderip ve etrafa ve tehlikelere karşı dikkatli ve basiretli olasın. Zira her taraftan düşmanlarımız başkaldırdı. Rabbim din ve devlet düşmanlarını kahr eylesin. Anadolu da seninle teselli buluyorum. Hüda muvaffak eyleyip mahcup eylemesin. Hemen şu zahire ve koyunlar, keçiler maddesine gayret edesin senden çokça isteğimdir”.
Süleyman Bey vezir olmadığı halde vezir muamelesi yapılarak hilat giydirilmiştir. Sultan III. Selim İstanbul Kâğıthane de yapılan resmigeçitten sonra yanına çağırarak sırtındaki samurkürk’ü çıkarıp Süleyman Bey’e giydirmiş o’da “öldüğümde bu kürk tabutuma örtülsün” diye çocuklarına vasiyet etmiş ve öyle yapılmıştır. Asıl konuya girişimiz biraz uzun oldu. Çapanoğulları hadisesinden dolayı yanlı Cumhuriyet tarihçilerinin görmezden gelmek zorunda kaldıkları Çapanoğulları sülalesi, Iraktan Suriye’ye kadar olan bu geniş topraklarda iki yüz yıl adeta sikkesiz bir padişah gibi hüküm sürmüştür. Yalan söyleyen tarih utansın diyerek buyurun halk arasında gerçek anlamı bilinmeden yerli yersiz kullanılan Çapanoğlu deyimlerinin çıkış rivayetlerine.
ALTINDA ÇAPANOĞLU VAR;
Altından Çapanoğlu çıkmasın. Bu işin içinde bir Çapanoğlu var. Çok karıştırma altından Çapanoğlu çıkabilir vs.
Rivayet 1- III. Selim’in 1808 yılında ayanlarla imzaladığı sened-i ittifak’ı ilk imzalayan ayan Çapanoğlu Süleyman Beydir. Bu anlaşmayla ayanlar, yönetime el koyma, devleti kontrol etme hakkına sahip oluyordu. Ayanların mülkiyet hakkı ve miras hakkı tanındı ve yerel yönetimlerde devlet müdahalesinden muaf tutulmaları sağlanmış oldu. Padişahlar, ayn-ül ayan dedikleri Çapanoğullarına ayanlık ve müsellimlik (vergi toplama işi) verirken aileden bazı kişilere de sarayda Rikab-ı Hümayun (her zaman padişahın yanında bulunan), Padişahın Huzura Kabul Kapısı Kapucubaşısı (bu günkü özel kalem müdürü), Kapucubaşılık, Rumeli Beylerbeyi, Rumeli Ordu Komutanlığı, Vezirlik, İstanbul Kadısı, Kazasker ve kâtiplik görevleri vs. verdiler. Bu kişilere sarayda unvan ve görevler veriliyorken bir yerde de aile adına sarayda rehin tutulmuş oluyordu. Bundan maksat büyük yetkilerle ayanlık verdiği kimseler, padişaha sadakatle hizmet etsinler, baş kaldırmasınlar, saraydan gönderilen emirlere harfiyen uysunlar idi.. Süleyman Bey zamanında saraydaki görevli Çapanoğlu sayısı o kadar fazla idi ki gerek İstanbul da gerek taşradaki tayinlerde Süleyman Bey, uygun gördüğü kendi adamlarını oralara tayin ettirebiliyordu. Bundan en mutazarrır olan da Sultan II. Mahmud imiş. Bu konuyu sık sık dile getirir her tayinin altından bu gök gözlü Çapanoğlu Süleyman çıkıyor diye şikâyet edermiş. Yine bir gün bir tayin işine canı sıkılan padişah, veziri ile sarayın bahçesinde yürüyüş yaparken önlerine gelen bir taşı ayağı ile kenara atmak isteyen vezirine “Aman lala dokunma onun da altından Çapanoğlu çıkabilir” dediği rivayet edilir.
Rivayet 2- Süleyman Bey’in misafiri olan ünlü İngiliz Seyyah J.D.M.Kinneir ve daha sonra gelen P.V.Tschıhatschff, H. Bart ve Kaptan Barnaby gibi seyyahlar, “Anadolu’nun tek hâkimi, en kuvvetlisi, saf Türkmen olan Çapanoğullarıdır derler. Bu ailenin, üç göbektir Anadolu’nun tek hâkimi olduklarını. Kanunlara saygılı, halkın sevdiği, düşmanlarının saydığı bir sülale olduklarını. 50.000 kişilik bir orduyu altı hafta kadar besleyebilecek bir zenginliğe sahip olduklarını. Çapanoğlu Süleyman Bey’in saray erkânının göz kamaştırdığını, hareminde çok güzel Çerkez hanımların bulunduklarını, sarayının kırmızı kadifelerle süslü olduğunu, her öğünde mutfağında 300 kişilik yemek çıkan uzun koridorları ve çok odası olan bir saraydı” diye anlatırlar.
Rivayet odur ki; Süleyman Bey misafirleri ile görüşmek için selamlığa girdiğinde herkes edeple ayağa kalkarken bir köşede gözleri kapalı bir şekilde istifini bozmadan oturan derviş kılıklı birisi dikkatini çeker. Usulca yanına giderek selam verir. Süleyman Bey’in gelişinden haberi yokmuş gibi davranan kişi birden kendine gelmiş gibi yaparak doğrulup selama mukabele etmek isterse de Süleyman Bey eli ile müdahale edip oturtturduktan sonra sorar. “Derviş baba, vecd halinde idin ki benim gelişimi fark etmedin.” Evet, sultanım”, der derviş. “Otururken dalmışım, Bahr-i sefid de (Akdeniz de) bir gemi fırtınaya yakalanmıştı, içindekiler korku ile bağrışıyorlardı. Yüce Allaha niyaz ettim ki şu kullarının canlarını bağışla. O da kabul etti, çok şükür kurtuldular.” “Allah razı olsun” der Süleyman Bey ve misafirleri ile ilgilenir. Öğle yemeği için sofra kurulurken Süleyman Bey, hizmet edenlere, derviş ile birlikte yemek istediğini söyler ve onu yanına davet eder. Ortaya konulan büyükçe bir tas içindeki çorbaya hem Süleyman Bey hem de derviş ekmek doğrarlar. Derviş Bismillah çekip kaşığını çorbaya daldırınca Süleyman Bey şöyle söyler. “ Baka derviş baba, sen senin doğradığın lokmaları alacaksın, zinhar benim doğradığım lokmalara dokunmayacaksın, lokmamdan birini alırsan bende senin canını alırım.” Can derdine düşen derviş aman beyim bu nasıl olur deyince. Olur, olur sen dervişsin Allah ile de aran iyi, oturduğun yerden denizdeki insanları görüp kurtardın ya, hadi bakalım al lokmanı“ der. Derviş çorbaya daldırdığı kaşığı bir türlü çıkarmaya cesaret edemez karıştırıp durur. Süleyman Bey kızgınlıkla “ Çok karıştırma altında Çapanoğlu var, hadi alacaksan al” deyince derviş nedamet getirir af diler. Süleyman Bey, “Böyle sahtekârları sorup soruşturmadan benim sarayıma, misafirlerimin arasına sokuyorsunuz” diye maiyetindekileri azarlarken dervişe de “Şimdi edebinle otur karnını doyur, bir daha seni buralarda görmiyeyim” der.
ÇAPANOĞLUNUN ABDEST SUYU;
Süleyman Bey’in, Çapanoğlu Büyük Camii yanında ki Demirli medrese kütüphanesinde muhafaza ettirdiği ve zamanın Hukuk ve din ulemaları, şairleri vb. tarafından yazılmış hukuki ve dini konuları ihtiva eden el yazması 584 adet birbirinden değerli kitapların listesini bizzat kendi el yazısı ile kaydettiği defteri, ailemize kalan en değerli hatıradır. Bu defter, su kâğıdı diye anılan gerektiğinde su ile silinip tekrar yazılabilen aharlı bir kâğıttan yapılmıştır. Sayfa ölçüsü 15X27 cm ebadında olup 48 sayfadır. Her kitabın ismi, ünlü hattatların yazdıkları besmele istifi gibi çok düzgün ve estetik bir şekilde Arap harfleri yani eski Türkçe ile yan yana ve üst üste aynı sırada ve aynı hizada olmasına özen gösterilerek siyah çini mürekkeple yazılmıştır. Defteri her nasılsa görenler, uzun süre bunu Çapanoğlu sülalesinin aile şecere’si (soyağacı) sanmışlar ve aile arasında da böyle yayılmıştı. 1970 yılında çok sevdiği bir öğrencisi vasıtası ile kendisine ulaştığım Rahmetli Prof. Ahmet Caferoğlu defter içindeki kitapların isimlerini eski Türkçe yazıdan günümüz Türkçesine çevirme lütfûnda bulundu. Süleyman Bey’in kendi el yazısı ile tuttuğu bu defterin içi gibi dışına da çok özen gösterilmiş, kapağının iç kısmı ve Miklep (sayfa ayıracı) altın varakla tezhip edilmiş kahverengi deri ile. Kapağın dış kısmı ve Miklep’in dış yüzü de siyaha yakın yeşil renkli bir deri ile kaplanmış ve yine altın varakla tezhip edilmiştir. Defterin içinde renkli bir kâğıda yazılmış birde teslim tutanağı yer almaktadır. Osmanlıca tanzim edilen tutanakta mealen şöyle yazar; “Saray Kapucubaşılarından Bozok Sancağı Mutasarrıfı olan Yüce, kerem sahibi, Çapanoğlu saadetlü Süleyman Bey Hazretlerinin ekteki defter müfredatını, vakfın maksadına uygun olarak ve vakıf mütevelilerinin buyruklarına uygun şekilde, Padişahın Huzura Kabul Kapısının Kapucubaşılarından soylu Abdülfettah Bey Hazretlerine tesliminden sonra, huzurlarında karşılıklı görüşerek hükmolunan vakıf kitaplarının Hafızı Kitap olan faziletli Kara Musa Efendiye, kütüphaneden taşra (dışarı) çıkarılmamak şartıyla teslim olunan müfredat defterleridir ki aşağıdaki gibi zikr olundu”.
Ne yazıktır ki Çerkez Ethem ve hempalarının çok kanlı bir şekilde bastırdığı Çapanoğlu olayları başkaldırısı sırasında, baştanbaşa yakılıp yıkılan ve talan edilen Çapanoğullarının ve onlara akraba olanların konakları ile birlikte Demirli Medresede yanmış, içindekiler külliyen yok olup gitmiştir. Yukarda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere, Süleyman Bey hattatlığı ile de tanınan bir insandı. Yozgat’ta pazartesi günleri Pazar kurulmasına müsaade edilmesine ilişkin, Kapı Kethudası’na kendi el yazısı ile gönderdiği Ka’ime (dar ve uzun kâğıda yazılan yazı) ancak hattatların yazabileceği bir zarafettedir. Divit ile çok yazı yazan Süleyman Bey, abdest alırken leğendeki su, parmaklarındaki mürekkepler yüzünden hep bulanık olurmuş. Açık çay, suyu gereğinden fazla çorba vs. gibi içecekler için söylenen “Çapanoğlu’nun abdest suyu gibi” darb-ı meseli de buradan çıkmıştır.
Devlet-i Ali Osmaniye’ye bu kadar hizmetleri olan bir ayan sülalesi için söylenen ve bir deyim haline gelen bu sözler bu gün bırakınız halk arasındaki yanlış kullanımını halen Türk Filmlerinde, Tv. Dizilerinde, hatta değerli konuşmacıların takdim edildiği Tv. Sohbetlerinde bile bilinçsizce kullanılmaktadır. Yakın tarihte televizyonda üzülerek izlediğim iki olayı da anlatarak bitireyim müsaadenizle. Çok ünlü bir Türk Halk Müziği sanatçısı “evlerinin önü bulgur sokusu” türküsünü söyledikten sonra sunucunun “Bulgur sokusu nedir?” sorusuna bilmiyorum diye cevap vermişti. Yine bir Türk Halk Müziği sanatçısı TRT ekranındaki bir konser programında “Aynalı körük” türküsünü söyledikten sonra sunucunun “Bu türkü hangi yörenin türküsü?” sorusuna kısa bir duraklamadan sonra “Ege yöresi” diye cevap vermiş benim ve başka arayanların ikazı ile özür dileyerek Yozgat Türküsü diye düzeltmişlerdi.
Abdülkadir Çapanoglu (1945) Söylesem tesiri yok,
0 542 417 83 30 Sussam gönül razı değil
Kaynak: Yozgat gazetesi