Türk Töresi nedir? Nasıldır? Ne zaman başlamıştır?
Sorularını açıklamak, Türklüğün ne olduğunu bilmek demektir.
Öncelikle Türklük hususunda önemsediğimiz bazı önemli şahsiyetlerin töre hakkında yaptığı açıklamalara bakalım:
“Türk töresi, eski Türklere atalarından kalan bütün kaidelerin toplamı demektir. Töre kelimesinin Türk kelimesiyle bir cevherden (kökten) olması da hatıra gelebilir. “Türk” kelimesi de “töreli” manasına olabilir. “Il bırakılır, törü bırakılmaz” Töre milli kültürdür” ZİYA GÖKALP
“Töre konuşunca han susmalıdır; zira töre Türk’ün harcıdır. Türk’ü bir arada bulunduran şey, handan da üstün olan töredir. Türk’ün ortak duygusunun eseri olan töre; ortaklığın belgesi ve ortak yasa olduğu için toplumun varlığının baş şartıdır!” ATSIZ
“Türk Töresi: “Türk hukuku”, “Türk nizamı” demektir. Türk Töresi’nde her Türk’ün toplum içindeki yeri, sırası ve vazifeleri belirli kaidelerle tesbit edilmiştir.” ALPARSLAN TÜRKEŞ
“Türk sosyal hayatını düzenleyen ve devlet yönetimine yön veren kanunlardır.” Prof. Dr. İBRAHİM KAFESOĞLU
“Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü. Adet” TDK
“Ey Türk! Üstte Gök Çökmedikçe, Altta Yer Delinmedikçe, Senin İlini Ve Töreni Kim Bozabilir.” BİLGE KAĞAN
ATATÜRK Türk Milletinin töresine Bilge Kağan gibi vurgu yaparak der ki;
“Türk Milleti yüzyıllardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklali yaşamak için şart saymış, bir kavmin kahraman evlatlarından ibarettir. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.” (21 Haziran 1922)
Bilge Kağan’ın ve Atatürk’ün söylemlerinden yola çıkarak törenin temel unsurları nelerdir?
1) Diline ve inancına sahip çıkmak
2) Devletin ve Hakanın emirlerine itaat etmek
3) Haklara saygı duymak
4) Devletin bağımsızlığı için özverili olmak
5) Milletin birliğini bozmamak
6) Vatanı ve doğayı korumak.
7) Atalar kültürünü yaşatmak
8) Milli kültürü bozmamak.
9) Aileyi canlı tutmak. (Kadınları ve çocukları korumak)
Burada Türk Dil Kurumu’nun töre açıklamasına döner isek;
“Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü”
Bu açıklamaya göre adet, gelenek ve görenklerinde, töre veya töreden kaynaklandığını anlıyoruz. Öncelikle şunu ifade etmemiz gerekir:
Halk dilinde sıkça kullanılan bir söz var. “Örf ve ananelerimiz”
Bu kelimelerin anlamı şudur:
Örf: Arapça bir kelime olup Törenin karşılığıdır.
Anane: Gelenek demektir.
Ne yazık ki, ülkemizde töre yerine örf sözcüğünün kullanılması bir başkalaşım etkisinin bıraktığı derin izlerdir. Elbette bunun toplumun benimsediği inanç yapısı ile ilgisi de vardır…
Adet nedir?
Adetler çeşitli kökenlerden kaynaklanmış ve biçimlenmişlerdir; bunlar içerisinde geçmiş zamanların yaşama biçimleri, dünya görüşleri, ilginç rastlantı ve olaylar önemli bir yer tutarlar. Bir toplumda, toplumun bütününü ilgilendiren adetler olduğu gibi, çeşitli mesleklerin, mezheplerin, etnik grupların v.b. kendilerine özgü adetleri vardır.
Toplumsal yaşamın düzenli gitmesinde, kuralların uygulanmasında adetler etkili olmaktadırlar; örneğin karşılama ve uğurlamalar; yemek ve sofra düzenleri; geçiş dönemleriyle ilgili kutlama ve kutsamalar; kız isteme, nişanlılık ve evlenme usülleri; cinsler, yaş grupları, meslek mensupları arasındaki ilişkilerin biçimleri; selamlaşma, hatır sorma sırasında uyulması gereken kurallar; bayramlar, mevsimler, doğayı koruma, önemli günlerle ilgili davranış biçimleri; gibi durumlarda söylenecek sözler, takınılacak tavırlar ve tutumlar adetlerin alanına girerler.
Gelenek nedir?
Gelenekler geniş anlamıyla bir kuşaktan ötekine geçirilebilen bilgi, tasarım, boş inanç, yaşantı biçimi; daha geniş anlamıyla maddi olmayan kültürdür. Dar anlamda ise, kuşaklar boyunca bir toplumun örneğin kutsal yada politik işleri gibi önemli konulardaki görüşlerdir. Gelenekler sözlü ve yazılı olmak üzere iki bölüme ayrılırlar. Tıpkı adetler gibi, ama onlardan daha güçlü olarak toplumsal yaşamın düzenlenmesinde ve denetlenmesinde önemli rol oynarlar. Nitelikleri bakımından genellikle tutucu olan gelenekler aile, hukuk, din ve politika gibi toplumsal kurumlar üzerinde etkilidirler; bilim ve sanat, geleneklerin daha az etkisi altındadırlar. Bireyin bağlı bulunduğu grubun yada toplumun geleneklerine karşı çıkması, bu karşı çıkışın derecesine göre bireyin toplulukça afarozundan saldırıya uğramasına, hor görülmesinden alaya alınmasına kadar genişleyen tepki türlerinde biçimlenir. Devlet sosyal hayatın düzeni ve huzuru için yasalarla bazı geleneklere yön verebilir. Gelenekler, genellikle yasalardan çok daha geniş bir alanı yönetirler.
Askerlik Geleneği
Sünnet Geleneği
Bayram Gelenekleri
Bebeğe Ad Koyma
Ölüm Geleneği
Lohusalık Geleneği
Çocuk Oyunları
Görenek nedir?
Göreneğin adete ve geleneğe bakarak yaptırım gücü daha zayıftır.
En yalın tanımıyla bir şeyi görüle geldiği gibi yapma alışkanlığı olan görenek, öteki sosyal alışkanlık gibi gerekli ve uygun görülenleri kapsar. Ama bunların mutlaka yerine getirilmesini istemez. Öteden beri yapıla gelmekte olan, fakat henüz adet durumunu kazanmamış olan bu davranış biçimlerine grubun, toplumun gelişmesine uygun yenilikler eklenir. Bunlar süreklilik kazandığı gibi, bir süre sonra ortadan kalkabilirler.
Görenekler, günlük yaşantımızın gerekli gördüğü ilişkilerin düzenlenmesinde, bireyler arasındaki sürtüşmeleri azaltmakta, toplumsal ilişkilerin kolaylaşmasında, belirleyici rol oynarlar. Komşu ziyaretlerinde, hasta yoklamalarında alış-verişte, ortak taşıtlara inip binmede, tanışma ve tanıştırılmalarda nasıl davranılacağını belirleyerek ilişkilerin düzenli gitmesine yardımcı olurlar.
Adet, gelenek ve görenek açıklamalarına göre şu soruyu sormamız gerekiyor:
“Türk Töresinin özelliği nedir?”
Sözlü olup yazılı kaynaklarda olmamasıdır. Toplumun kendi aralarında söz verip ant içerek uyguladıkları ve uydukları bu kurallar kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılmıştır.
Sözlü olmasının çok önemli bir yönü vardır.
Kuralları yazıya dökmeye ihtiyaç duyulmamasının sebebi toplumda güvenin esas, güvensizliğin istisna olmasındandır. Toplumsal olarak ahlak çöküntüsü olan toplumlarda kuralların yazıya dökülmesi ve yazılı hukuk oluşturulması bir zorunluluktur. Ahlaksal çöküntü yaşayan toplumlarda bireyin bireye, devletin bireye güveni kalmamıştır. Herkes karşısındaki kişiden şüphe eder. Bu şüpheyi ortadan kaldırmak ve insanların kendisini güvende hissetmesini sağlamak için kurallar yazıya dökülür. Bir toplumda hukuk kuralları daha da dar manada söyler isek kanunlar ne kadar ayrıntılı ise o toplumda o derece güvensizlik ve ahlaksal bozukluk olduğundan bahsetmek gerekir. Yazılı kanun yapmak toplumsal gerekliliklerden ortaya çıkar. Bir toplumda bir hakkın suistimali ne kadar çok ne kadar yoğunsa toplumsal güvensizlik de o kadar yüksektir. Ve toplumsal güvensizlik ancak kanunların yazıya dökülmesi ile giderilebilir. İdeal bir toplumda, yani insanların birbirine güvendiği, ahlaksal çöküntünün olmadığı toplumlarda hukuk kurallarının yazıya dökülmesine de ihtiyaç yoktur. Bu anlamda sanıldığının aksine, töre ya da yazılı olmayan kuralların geçerli olduğu toplumlar, bugünkü yazılı kurallar olmadan yaşayamayan toplumlardan daha ileri bir seviyededir. Eski Türklerde yazılı kurallar bulunmayıp törenin geçerli olması bir eksiklik değil, aksine bir artıdır. Bu husus Türklerin ideal toplum anlayışına ne kadar da yakın bir yaşayış sürdükleri anlamına gelir.
Konuyu bir örnekle açmaya çalışalım. Bugün yaşadığımız toplumlar yazılı hukuk kuralları ile ayakta durabilmektedir. Bir günlüğüne tüm kanunları kaldıralım ve diyelim ki bir gün boyunca hangi suç işlenirse işlensin yaptırımı cezası olmayacak. Siz bunu fırsat bilip bir suç işlemeyebilirsiniz. Ancak başkalarının da bu suçları işlemeyeceğinden emin olabilir misiniz? Yani diğer insanlara güvenebilir misiniz? Güvenemezsiniz. Çünkü bizim yaşadığımız toplumlarda güvensizlik esastır, güven istisnadır. İşte güven olmadığı için de yazılı kanunlara ihtiyaç duyarız. Bu kanunlar bizim kendimizi güvende hissetmemize yardımcı olur. Ama eski Türk toplumlarında bu güven vardı ve yazılı kurallara ihtiyaç duyulmuyordu.
Töreye uymak ve töreyi yaşatmakla insanlar ne kazanıyordu?
Kut almış oluyorlardı.
Kut nedir?
Kut; Gök Tanrı’nın her an, her yerde mevcut olan tecellisine, insanın töreye uymak suretiyle, kendi içinde yaptığı nefis tasfiyesi sonucunda, kendi varlığında mazhar olması demektir. İnsanın kendi öz cevherinde Tanrı ile temasa geçmesi manasını taşıyor.
Burada mühim olan nokta insanın Töre’ye uymaksızın Kut kazanamayacağı noktasıdır. Şimdiye kadar sadece hakanlara mahsus ve sadece siyasi iktidar manasına geldiği zannedilen Kut’un, aslında töreye uyan tüm Türkler için geçerli olduğudur.
Toplumun bu ahlakı da milli kültürü yaratmıştır.
Milletler kültürleri yaratır, kültürler de milletleri yaşatır.
O halde; törenin giz olan anlamını çözmeye gelir isek, şunu söylemeliyiz:
“Gök Tengri – Töre – Kut – Kültür”
Törenin başlangıcı nedir?
Törenin derinliğini çözümlerken bir varoluşu keşfedeceğiz. Bu varoluş Türk’tür.
Türk nedir? Nasıldır? Neden var olmuştur?
Türk kelimesin anlamı hususunda birçok kaynakta; “Güçlü, kuvvetli, önder, kahraman, savaşçı, adil” gibi nitelikler ile açıklanmaktadır. Doğrudur. Bu niteliklerin hepsini varlığında yaşayan Türk nasıl oluşmuştur?
Türkçe bir “Kökdil“ dir. Türkçe tüm sözcükler kök sözcüklerden oluşur ve üretilir. Türkçe de kökler tek hecelidir. Dilin en eski yapı taşları olan bu köklere özkök (Tek heceli kökler) diyebiliriz.
Türkçe kök sözcükler anlamlıdır . Örneğin; koş, gel, su, o, kuş, öt, at, tut, vb. Kökü anlamsız olan sözcükler Türkçe değildir.
Türkçe de heceler bir, iki ve en çok üç seslidir. (Üç harflidir.) Bu kuralın dışında kalan sözcükler, Türk, Kürt, kurt, kork, vb. ya dönüşmüş kalık sözcükler ya da yaban sözcüklerdir . Bunların içinden Kalık Türkçe sözlerin bulunması için birer sözcük kazısına gereksinim vardır.
Türkçe sözcüklerde iki sessiz harf yan yana gelmez (Ünlü düşmesi hali dışında ) . Yani Türkçe de iki sessiz harf aralarında bir sesli harf olmadan söylenemez. Örneğin ; tk, cş, gl, vb. bunlar ancak aralarına bir sesli harf gelince söylenebilir. Tok, coş, gel vb. Bu kuralın dışında kalan alt, üst, kork, vb. Türkçe sözcükler ünlü düşmesine uğramıştır ve söylenmelerinde bu hissedilir.
Türk, sözcüğünün aslı “Türük, Türok, Türök” tur.
ü veya o harfinin söylemlerde düşmesi ile Türk kelimesi oluşmuştur.
Türk sözcüğünün kökü “Tür” dür.
Tür, çeşit ve türeme, türeyen toplum anlamına geldiği gibi Töre sözcüğünün de temelini oluşturmaktadır.
Tür-ok veya Tür-ök ne anlama gelmektedir?
Ök: Evrene (kozmosa, Tanrıya) inanan ( bağlanan, güvenen, dayanan, ondan gelen) insan.
Türk =Tür-ök : Ök-türü, Tanrıya (Evrene) bağlı (inanan ) insan topluluğu (türü), anlamında bir öztürkçe addır.
Böylece , “Türk = Evrene bağlı, Tanrı güvencesinde, insan topluluğu, toplulukları.” anlamına gelen öztürkçe bir sözcük olmaktadır. (Prof.Dr. İbrahim Kafesoğlu-Türk Milli Kültürü)
Bu tamganın adı, Ök’tür.
The “Tengri” Tamga Almaty City, Kazakhstan
Bu tamgayı günümüzde nerelerde görüyoruz:
Türk otağlarında (çadırlar, boz-üy)
Şaman davullarında,
Kuzey Amerika’da yaşayan kızılderili bayrağında,
OK ve YAY
Hun devleti en geniş sınırlarını buluyor. Büyük Hun İmparatorluğu fiilen çok büyük bir araziye yayılıyor. Fakat tesir sahası bakımından bütün dünyayı hakimiyeti altına almış. Artık cihan hakimiyeti tahakkuk etmiştir. Çin kaynaklarına göre bir cümle aksediyor: “Okla yay bir araya geldi.” Yani töre tam manasıyla hükümran oldu demektir.
İkinci örneğimiz; Sultan Melikşah devrine ait. Son derece geniş hudutlar ve cihan hakimiyetinin fiilen tesis edildiği bir devir. Bizans’ta (Karaköy’de) Emeviler’in kuşatması sırasında yapılmış olan bir Arap Camii var. Hala içinde ibadet yapılıyor. O cami harab olmuş; Melikşah tamir ettirmek istiyor ve tamiratını yaptırıyor. Tabii Selçuklular tesirli devlettir, Bizans bu işe boyun eğiyor. Tamir ettirdikten sonra çok enteresandır, geleneğe göre mihrabın sağına ve soluna Allah ve Muhammed yazıları yazılması gerekirken, böyle yapılmamış ve bu isimlerin yerine mihrabın üzerinde ok ve yay nakşettirmiştir.
Selçuklu Bayrağı
“Ok, Türk milleti. Yay, Töredir”
Törenin temel unsurlarından en önemlisi; “Diline ve inancına sahip çıkmak”
Türklüğün ne zamandan beri var olduğuna gelince;
Mu uygarlığı ve kalıntıları bu hususta bize yeterli bilgiyi vermektedir. Atatürk kökenimizi araştırmak için ciddi ve bilimsel araştırmalar yaptırmış Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu kurdurmuştur. Güneş Dil Teorisi ile de tüm dillerin temelini oluşturduğuna dair tezler ileriye sürülmüştür.
Türklerin yazıları her dönemde var olmuştur. Türk harflerinden de, diğer alfabeler türemiştir.
“Güneş Tuğumuz, Gök Otağımız” diyerek tüm Dünya’ya yayılan Türklerin yaratılış töresi şunu emretmektedir: “Gök Tengri Adaletini hakim kılmak.”
Yonaguni’deki kalıntılarda bulunan yazı
Bosna piramitlerindeki yazı
M.Ö 5 yüzyılda ölmüş altın elbiseli bir Türk prensinin kurganından çıkan kırık tas üzerindeki yazı.
Bilge Kağan anıtı
Sözümüzün özü şudur:
Türk Töresi: Evvela Türk Milletini sevmek ve Türk Milletinin kuvvetine, büyüklüğüne inanmak demektir.
Töre,Türk kültürünün en önemli yapılarından birisidir.Töre kavramı, milli toplumda ferdi ve sosyal ilişki kuralları koyan ve bu ilişkileri düzenleyen, ferdi disiplin ve otoriteye bağlı , milli birlik, beraberlik ve dayanışmayı sağlayan bir kültür kurumudur. Kültürümüzü bozmaya çalışanlar elbette olacaktır.En çok yabancı ülkeler ve kültürler bu sistemi bozmaya çalışırlar.
Son sözümüzü Büyük Selçuklu Devleti’nin, büyük veziri Nizam-ı Mülk Siyasetname’sinden söylesin:
“Öte yandan işinin ehli, gayretkeş, liyakatli, takdire şayan, tecrübeli nice kişi atıl bırakılarak bir köşeye atılmıştır. Ne idüğü belirsiz, usul erkân bilmez, kör cahiller nice vazifeyi uhdesine alıp da işinin erbabı, soylu soplu, eline beline diline sahip, özellikle devlete makbul hizmetleri geçmiş, yararlıklar göstermiş dirayetli kimselerin bir kenarda işsiz güçsüz durması akla ziyandır. Bu işe bir anlam verememekle birlikte bendeleri her zaman meşguliyeti dindaş, mezhepdaş, soyu sopu belli ve takva ehline buyurmuştur. Şayet işi tevdi ettiğim kişi görevi almakta tereddüt ya da reddederse cebren bu vazifeyi ona yüklerdim. Böylece hem mala ziyan gelmemiş hem reayanın huzuru muhafaza edilmiş; ikta sahibinin ismine halel gelmemiş, mağdur bırakılmamış ve hükümdarın da dirlik ve düzeni temin edilmiş olurdu. Bugün bu töre bozulmuştur. Aşağılık bir çıfıtın kethüdalığa ve Türklerin ifa ettiği bir vazifeye getirilmesinde bir beis görülmüyor. Hıristiyan, Mecusî, Râfızî, Harici ve Karmatî bir şahsa vazife tevdi edilmesi gafletin ürünüdür. Demek ki bunlar dinde vurdumduymaz, malda ihmalkâr ve reayaya karşı zalimdirler. Şu bende kem gözlerden korkarak bu devlet işlerinin nereye varacağını kestirememektedir.” .
Bir yanıt yazın