Bu yazıyı bir sene önce ,2019’da, 22 Aralık”ta Almanya’da yaşama veda eden ve 27 Aralık’ta İstanbul’da Vatan toprağınla buluşan, yazılarıyla haber gruplarına değer katmış ve iz bırakmış olan, saygın dostum has gurbetçi, AYDOĞAN KEKEVİ’ye ve onun şahsında ana yurtlarını ekmek için terk ederek gurbet ellere giden tüm GURBETÇİLERE adıyorum.
Aydoğan Kekevi senelerce Almanya’da çalışan fakat Ana yurdunu unutmayan bir dost idi. Yüreğini Yurdunun toprağında, ağacında, deresinde, kurdunda, kuşunda ve artık sayısı azalmış da olsa güzel Anadolu’nun güzel insanında bırakmış olan, akil, insancıl, Atatürk’ün ve devrimlerinin sevdasını, ilkeleriyle birlikte hergün büyüten AYDOĞAN KEKEVİ ışıklar içinde uyusun.
Naci Kaptan / 22.12.2020
İLK İŞÇİLER
“Bir coklari Almanya’da yeni bir hayat kuracaklar, kök salacaklar ve vatanlarini sadece misafir olarak ziyaret edeceklerdir.”
Theodor Marquard – Istanbul Alman Irtibat Bürosu Müdürü, 1966
Almanya, savas sonrasi isgücü acigini yabanci isci getirerek kapatmaya karar verdikten sonra önce Italya(1955) sonra sirasiyla Ispanya (1960) ve Yunanistan (1960) ile anlasmalar yapmis, buna ragmen is piyasasindaki acik kapatilamamisti. Arkasindan Türkiye (1961), sadece maden ocaklarinda calistirilmak üzere Fas ile (1963), Portekiz (1964), Tunus 1965) ve son olarak da Yugoslavya (1968) ile anlasmalar yapildi. Türkiye ile görüsmelerin sürdürüldügü 1961 yilinda Almanyada issiz sayisi 94856 iken isci acigi 572758 idi.
Ilk isci teklifi Türkiye tarafindan yapildi. Bu teklif karsisinda Almanya oldukca cekingendi. Bürokratlarin gözünde Türkiye laik bir müslüman ülke de olsa Arap ülkeleriyle ayni teraziye konuluyordu. Türkiye bütün taslarini oynadi. Bunlarin en önemlisi NATO üyeligi ve Yunanistan’in bir yil önce anlasma yapmis olmasiydi. Iste daha cok bu gerekce Almanya kapisinin acilmasini sagladi. Türk Alman silah arkadasliginin bu sözlesmede hic bir rolü olmadi.
Türkiye yogun issizligin önünü kesmek ve bir kac yildir zaten Alman isverenler tarafindan baslatilmis olan isgücü alimini, yasal düzenlemelerle bir sisteme baglamak istiyordu. Diger taraftan, yurtdisina gidecek olan iscilerin gönderecekleri dövizler disinda, döndüklerinde de Türk sanayiine edindikleri deneyim ve teknik bilgilerini kazandiracaklari hesabediliyordu.
ALMANYA’YA GİDEN İLK TÜRK İŞÇİ GÖÇÜNÜN TÜRK BASININDAKİ
ÖZET Euro Türklerin Almanya serüveni, 31 Ekim 1961’de Türkiye ile Federal Almanya arasında imzalanan anlaşma çerçevesinde hayata geçmiştir. Yarım asrı geçen bu zaman diliminde gurbette beşinci kuşak nesil oluşmaya başlamıştır.
1961’de Sirkeci’den München Hauptbahnof’a kalkan ilk trenler beraberinde umudu, bilinmeyeni, sılayı ve hasreti de beraberinde taşımıştır. İlk etapta geri dönüş amaçlı yani misafir işçi “Gastarbeiter” olarak düşünülen bu maceralı gidişler, sonraki zamanlarda şartların değişmesine paralel olarak yerini kalıcılığa bırakmıştır.
Almanya’nın 2011 istatistik verilerine göre bugün itibariyle Almanya’da yaklaşık 2.7 Milyon Türk yaşamaktadır. Son yıllarda Alman ekonomisine bağlı olarak Türkiye’ye dönüşler olsa da, Almanya’da yaşayan azınlıklar arasında Türkler ilk sırada yer almaktadır. Türkler bu yarım asırlık zaman diliminde çeşitli zorluklarla karşılaşmış olsa da sanattan, spora, ekonomiden siyasete kadar hemen her alanda varlıklarını hissettirerek Almanya’da var olma mücadelesine girişmişlerdir.
Bu makalenin amacı 1961 yılında başlayan ilk Türk iş göçünün medyadaki izdüşümünü anlamaya yöneliktir. Makalede göçün o dönemlerdeki Türk basınında hangi perspektifte ele alındığı, Türk medyası açısından bu “umuda yolculuğun” hangi yönlerinin öne çıktığı, hangi konuların daha çok işlendiği vb. konular irdelenecektir.
Çalışma, 1960-1963 yılları kapsamında Akşam, Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri ile sınırlandırılmıştır. Çalışmaya yönelik bilgiler Türkiye’de yapılacak olan gazete arşivi taraması yöntemi ile gerçekleştirilecektir. Çalışma fotoğraflarla desteklenerek içeriğin daha da anlamlı olmasına katı sağlanacaktır.
GİRİŞ
“Gurbet çalışmak demektir dedi, hem de gece-gündüz Çok çalıştı, çok kazandı; Az harcadı, çok biriktirdi Hele bir dönelim memlekete; O zaman görsünler beni, dedi Yıllar hep böyle geçti;
Az yedi, çok biriktirdi… Geçenlerde bir kapalı kutu içinde memleketine götürdüler onu Herkes gördü de vah etti; Yazık, o göremedi” A.Erol Göksu
Anadolu insanının muhayyilesinde “gurbet” veya “göç” kavramı; ekmek, sıla, özlem, sevda, sabır, korku, umut, gelecek vb. paradoksal çağrışımlarla harmanlanmıştır. Hiç şüphesiz ki Türklerin tarihinde “göç” olgusu eskilerden beri önemli bir yere sahiptir. İlk çağlardan itibaren başlayan bu süreç günümüze kadar devam etmiştir.
Türklerin hayatında göç, Orta Asya’dan Akdeniz’e oradan da Avrupa’ya (Yalçın 2004: 104) sürekli bir yer değiştirme şeklinde cereyan etmiştir. Şen ‘in (2007: 11) tespitlerine göre Çin ve Hindistan’dan sonra Türkiye, yirminci yüzyılda üçüncü büyük göç veren ülke konumunda olmuştur. Buradan da anlaşılabileceği gibi “yeni yurt edinme” şeklinde tarif edebileceğimiz “göç” unsuru, eskilerden günümüze değin Türklerin ayrılmaz bir parçası ola gelmişti.
Son yüzyılda yaşanan en kapsamlı Türk göçü, 1960’lı yıllardan başlayıp 2000’li yıllara kadar süren ve halen de kısmen devam eden Avrupa’ya olan yolculuktur. Bu son göç, diğer göçlerle bir yönüyle aynılık, diğer yönüyle de farklılık arz etmektedir. Diğer göçlerle benzer olan yanı; ekonomik tabanlı oluşudur. İnsanlar daha iyi bir hayat sürebilmek ve kimseye muhtaç olmadan kendi ayakları üzerinde durabilmek için o günün şartlarında “Avrupa ülkelerinin sunduğu iş, sosyal olanaklar ve görece yüksek gelir gibi “çekici” faktörler” (Canatan 1990: 13-14) nedeniyle bir bakıma göçe mahkûm olmuşlardır.
Farklılık arz eden yanı ise, devlet veya herhangi bir erk tarafından kitlesel olarak göçe zorlanmamaları; bilakis insanların kendi hür iradeleriyle göç etmeleridir. Türklerin 1960’lı yıllarda peyder pey başlayan bu Avrupa macerası onlar için çok çelişik duyguları barındırmaktaydı. Bu yolculuk bir yönüyle sinelerde vatandan, eşten, dosttan, sevgiliden ayrılışın derin hüznünü barındırırken, diğer yönüyle de umuda yolculuğun, bir şeyleri başarabilecek olmanın heyecan ve coşkusunu da içermekteydi.
İşte bu karmaşık duygularla “gurbetçiler”, 1961 yılından itibaren kimilerine göre “kara tren” kimilerine göre “Almanya Ekspresi” ve kimilerine göre de “İstanbul Ekspresi” diye adlandırılan trenlerle Sirkeci garından yaklaşık 3 gün sürecek olan Almanya yolculuklarına başlamış oluyorlardı (Resim: 1).
Ortalama her Türkün havsalasında “Sirkeci garı” ve “München Hauptbahnhof”’un simgesel bir yönü ve hatırası vardır; zira hemen herkesin Avrupa’ya giden bir tanıdığı muhakkak olmuştur. Sirkeci garı bu yönüyle gidenlerin ve uğurlayanların nezdinde hüzünlerin, sevdaların, acıların, umudun, geleceğin, bilinmezliğin harmanlandığı bir mekân olmuştur. Türk şairi İbrahim Sadri, bu vedayı dizelerinde hüzünlü bir şekilde dile getirmektedir;
– “Sirkeciden tren gider, varım yoğum törem gider , – Ona giden verem gider, evim barkım viran gider, – Gurbet elde bir başıma, varım yoğum alır gider”
Kendisi de uzun süre Almanya’da yaşamış olan yazar Dilek Zaptçıoğlu’nun dediği gibi ( 2005: 4) Sirkeci garından Almanya’ya doğru yol alan gurbetçilerin, “Bir anda her şeyin, yemeklerin, kokuların, konuşulan dilin, hava koşullarının, dini inançların ve insanların düşünce biçiminin farklı olduğu yabancı bir ülkeye” merhaba demenin çok da kolay olmadığı aşikârdır.
Almanya’ya ilk gidenler başta München, Berlin, Hamburg ve Frankfurt garlarında, Alman halkı ve yetkililerce sıcakkanlı ve coşkulu bir şekilde karşılanmıştır. Fakat bu iyimser hava uzun soluklu olmayacak, zamanla şartların değişmesiyle birlikte Türklere “hadi artık evinize dönme vakti geldi” denilerek bir bakıma onlara kapının yolu gösterilecektir. Aşağıdaki fotoğrafta yıllar sürecek olan göçün ilk dönemlerinde Almanya’ya giden gurbetçilerin arkasından el sallayan yakınları yer almaktadır.
Türk rock müziğinin önemli isimlerinden ve siyasi sebeplerden ötürü Almanya’da uzun yıllar yaşamış olan Cem Karaca, Türklere karşı değişen Alman bakış açısını protest tarzda şu şekilde ifade etmiştir:
“Davulla zurnayla yola çıkmış Bandoyla karşılanmıştık İş gücümüzdü sattığımız Ter olup çarklara aktığımız Servete servet kattığımız Gurbet el şimdi bize dön geri diyor”
Halk arasında bir “replik” halini alan “ Türkiye’de Almancı, Almanya’da yabancı” (Şahin 2007: 245) klişesine muhatap olan Türkler, “Hem Alman, hem Türk toplumları için bunca şey yapmış olmalarına karşın, yaşamları boyunca sevilmeyen bir azınlık olarak kaldılar. Birincisine ‘ekonomik mucize’yi gerçekleştirmesi için yardımcı oldular…
Diğerine ise, milyarlarla ifade edilecek paralar havale edilerek toplumsal dengenin korunması için destek verdiler” (Richter ve Yağlı 2005: 19). Hayallerini, umutlarını, sevdalarını, geleceklerini Sirkeci garından kalkan vagonlara yükleyen Türk işçisinin ilk etapta tek bir amacı vardır; kısa zamanda yeterince para kazanıp ülkeye dönebilmek. Kazanılacak para ile sılada bıraktıkları yakınlarına “bir göz ev”, belki bir araba ve de geri kalan hayatlarını idame ettirecek kadar da para biriktirmektir.
Yoksulluğun yaban ellere sürüklediği bu “modern göçebeler” için ‘evdeki hesap çarşıya uymayacak’ ve kısa amaçlı gelişleri, uzun soluklu bir kalıcılığa dönüşerek Almanya’yı ikinci bir vatan olarak benimsemelerine vesile olacaktır.
Almancı, gastarbeiter, ausländer, gurbetçi, migraten, Euro Türkler, Einwanderer gibi kavramlarla anılan Almanya’daki Türk işçileri bugün 3 milyona yaklaşan dinamik nüfusuyla en büyük azınlık konumunda ve deyim yerindeyse “AB içinde küçük bir Türkiye” (Şen ve ark. 1999: 113) prototipinde hayatiyetlerini devam ettirmektedirler.
Bu makale, 14-17 Kasım 2013 tarihleri arasında Uşak Üniversitesi ile Würzburg Maximillians (Almanya) Üniversitesi işbirliği ile Almanya’da düzenlenen Uluslararası Tarihi Yönleriyle 2. Türk-Alman Sempozyumu’nda Sunulan bildirinin aktüel halidir. Yrd. Doç. Dr., Yalova Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi
AKTARAN Naci Kaptan / https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/178223 Bölüm alıntısı