Köleleştiren borç, üretimi engeller
Şöyle açıklamalar duyuyoruz. Türkiye’nin borçları, başka ülkelerin borçlarıyla karşılaştırılırsa, düşük.
Evet, borcun GSYH’ye oranı, denildiği gibidir. Lakin diğer ülkelerle, döviz cinsinden borç olarak karşılaştırıldığında oldukça yüksektir.
Borçların mukayesesinden ötede, bu borçların, ödenip ödenemeyeceği veya nasıl ödeneceğidir.
Borç üretim yapılarak ödenir. Üretim yapmak için öz sermaye yok, yeniden borçlanmaya ihtiyaç varsa, işte esas mesele buradadır. Kısır döngü buradadır.
Borçların parasallaştırılması ya da borçların monetize edilmesi…
Ülke içinde üretilen banka paraları, kredi paraları ya da kaydi paraların, dijital olarak bilgisayarlarda duruyor olması, borçların ödenmesi sonucunda, yani borcun parasal banknota dönüşmesi, hesabın kapatılmasına, borçların parasallaştırılması ya da borçların monetizasyonu denir. M2’nin M1’e dönüşmesi süreci.
Bildiğiniz gibi ticari banka para üretirken, yüz liralık mevduat hesabından dokuz yüz liralık kredi parası yaratabilir. Yüz liraya karşılık 900 liralık alım gücü yaratır.
Daha basit ifadeyle, ticari bankaların verdiği bu krediler ödenemezse, Merkez Bankası fazladan Türk parası basarak, bu borcu kapatabilir. Bankaların, Merkez Bankası ya da devlet tarafından kurtarılmasıdır.
Tabi bu şekilde ortaya çıkacak enflasyonu halk öder.
İşin fecaat olan başka bir tarafı daha vardır. Ticari banka, aynı Türk parasında yaptığı, para yaratma işlemini, Dolar içinde yapabilir. Bir mudiinin bankaya koyduğu, 100 dolara istinaden, 900 dolar kredi verir.
Eğer kredi, dolar olarak geri dönmezse, ortada 800 dolarlık açık/borç kalır. Ve dolar tedarik edilmediği sürece, bu borç ödenemez. Bizim borçların önemli bir kısmı bu borçlardır.
Üretimde dışa bağımlı olmamız ve tasarruflarımızın yetersiz olması nedeniyle, büyümek için dış paraya ihtiyacımız artar. Hem eski borçlar hem de üretim yapmak için, gerekli yeni döviz ihtiyacı, sistemi bunaltır. Ve borç her konuya baskı yapmaya başlar.
Dışarıdan bize borç verenlerin, bize sürekli faizleri yükseltin, baskısı da alacaklıların, alacaklarını tahsil etme isteğinden kaynaklanır.
Orada da işler şöyle seyreder; Türk parasının faizleri iyice yükseltilir. Borç veren, dolarını getirir, Tük parasına dönüştürür, ticari bankalara koyar, yüksek faizden gerekli karını alınca, tekrar Türk parasını dolara dönüştürerek çıkar. Çifte kazanç yapar.
Elbette bu süreç bizim borçlarımızın ödenmesinde bir işe yaramaz. Öte yandan Türk parasının faizleri yükseldiğinde, üretici ve yatırımcı ucuz kredi bulamayacağından üretim geriler. İhtiyaçlar için yeni borç alma isteği daha da artar.
Bu kısır döngü, dış borç vericilerinin ve yerli ortaklarının ulus devleti iyice köşeye sıkıştırarak, siyasi tavizler almasına kadar sürer.
Aşırı borçluluk devletsizliğe kadar gider. Ya servet vergisi koyarak, bir ara yol bulunur. Yoksa fakir halkın vergileriyle bu borçlar ödenemez.
Reform sözcüğü dolaşmaya başlamışsa, çok uluslu şirketler ulus devletin yetkilerinden bazı fedakarlıklar istiyor demektir. Zaten bitme süreci böyle işler. Ne kadar reform o kadar borç. O reformlardan halkın payına düşen olacağını düşünmek saflıktır.
24 Aralık 2020