Sefa Yürükel: Bir Türkmen Inancı Olan Alevilik, Vatanı Olan Türkiye’de Hükümetçe İnanç Olarak Rededlirken, Türkiye Dışında ki Ülkelerde Ardı Ardına Resmen Tanınıyor!
Alevilik Vatanı olan Türkiye’de resmen kabul görmeyip dışlanırken, aynı Alevilik evrensel ; insan hakları, inanç hürriyeti ilkesi ve hukukun gereği olarak Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ardı ardına ve resmen bir inanç olarak tanınıyor. O ülkelerde yerleşik olarak yaşayan Alevilerde resmen bir İnanç Topluluğu olarak kabul ediliyor.
Son yıllarda Alevilikle ilgili olarak çeşitli Avrupalı hükümetler tarafından yapılan resmi tanınmalar, Alevilerin yıllardır Anavatanlarında hor görülmesine, dışlanmasına, ezilmesine karşı/rağmen yaşattıkları ve yıllarca tek tek, küçük gruplar halinde ve son yıllardada örgütlü olarak yaptıkları uzun soluklu mücadelelerin sonucunda ve değerlerini Avrupa Türkleri içinede taşıyarak devam ettirilmesiyle elde edilen çok değerli bir başarıdır.
Bu başarı bazılarınca söylendiği gibi kurgulanmamış ve lütfedilmemiştir. Kıskanmasınlar. Bu hak demokratik bir biçimde uluslararası içtihatlarda zorlanarak ve uluslararası ve ülkelerin yerel hukukunda iyi değerlendirilmesiyle kazanılmıştır. Küçümsenmemelidir.
Alevilerin kazandıkları tanınma hakkı, aynı zamanda aynı ülkede çeşitli din, mezhep ve inanç gruplardan oluşan insanların arasındaki barışı ve inançlarla ilgili olarak hürriyetleri koruyan ve bir inancın diğer inançlar üzerindeki tahakkümü rededen, insanlığın kazanılmış ve evrenselleştirilmiş en büyük değerlerinden olan laiklik ilkesi ve düşüncesininde çok önemli ve örnek olarak verilmesi gereken bir başarısıdır!
Bir Türkmen inancı olan Aleviliğin kendi Vatanı olan Türkiye’de, laiklik ilkesine aykırı olarak yıllarca ayrıma tabi turulduğuna ilişkin AİHM davası ve kararı ( 2016 yılı), uluslararası anlamdada hukukun üstünlüğü açısından bir emsal karar olarak çok önemlidir. Ayrıca konuyla ilgili olarak değişik süreçlerde oluşmuş olan Alevilerin taleplerinin, resmi görüşlerin ve tutumların ortaya çıkması, bunların kamuoyu tarafından bilinmesi, kamuoyunun aydınlanması ve kanaat oluşturması açısından yarar vardır.
AİHM sürecinde ve alınan kararda yer alan görüşlerede gazetelerdede yer verildiği gibi aydınlatıcı olması ve konunun iyi bilinmesi açısındanda çok yarar vardır. Özetlersek konu üzerindeki görüşler ve AİHM’de alınan karar şöyledir :
Davacı grup olan Cem Vakfı, AİHM’ye sunduğu iddianamede, “Alevilerin devletin sağladığı din hizmet ve olanaklarından yararlanamaması ve bu hizmetin sadece Sünni İslama mensup Müslümanlara verilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili 9’uncu maddesine aykırı olduğunu savundu. Aleviler, bu durumun AİHS’nin ayrımcılıkla ilgili 14’üncü maddesine aykırı olduğu tezini de işledi.
Buna karşı ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin savunması ise şöyleydi: Türk hükümeti AİHM önünde kendini, Alevilerin kendi aralarında “homojen bir yapıya” sahip olmadıkları, devletin dinlere karşı “tarafsız ve yansız” olduğu, Diyanetin “İslam’ın Sufi yorumuna hizmet vermediği”, cemevlerinin cami, mescid, kilise ve sinagogların aksine ibadethane (mabed) kategorisine girmediği tezleriyle savundu. Alevilerin kendilerini “İslam’ın sufi, rasyonalist ve pratik bir yorumu” olarak gördüklerini belirten hükümet, Alevi inancının “ne tam olarak bir din olarak ne de İslam’ın bir dalı olarak görülemeyeceği, Sufi tarikatı olarak ele alınması gerektiği” tezini işledi.”
AİHM ise buna karşı Türk Hükümetinin tezlerini red etti ve aldığı kararda şunu belirtti: “Dini toplulukların ne olduklarına devlet veya ulusal yargının değil söz konusu toplulukların ruhani liderlerinin karar verebileceğine işaret eden AİHM, hükümetin Alevileri “Sufi tarikatı” olarak tanımlamasının Alevileri, dini inançlara yasaklar getiren 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” kapsamına aldığını hatırlattı. Türk hükümetinin “Aleviler kendi aralarında bölünmüş haldeler” tezine “ bu durum onların dini bir topluluk olarak hakları olduğu gerçeğini değiştirmez” yanıtını verdi.”
AİHM aldığı kararda; “devletin Alevileri resmen tanımaması ve hukuksal statü sağlamamasıyla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din ve vicdan özgürlükleriyle ilgili 9’uncu maddesinin ihlal edildiği sonucuna vardı. Mahkeme, Alevilerin hiçbir kamusal hizmetten faydalanamamalarını da “dini ayrımcılık” olarak tanımladı. Alevi inancını inkârın “laik devleti koruma” teziyle gerekçelendirilmesini de reddeden AİHM, Türkiye’de din ve inançlarla ilgili hukuksal yapının “nötr” kriterlere dayanmadığını ve bu durumun bazı inançların ayrımcılığa maruz kalmasına neden olduğunu not etti. Türkiye’de devletin din ve inançlara yaklaşımını “hedefle orantısız” olarak tanımlayan AİHM, Alevilere yönelik uygulamanın “akla uygun ve objektif temele dayanmadığına” ve bu nedenle Alevilere “dinsel ayrımcılık” yapıldığına hükmetti”.( Dw 26.4.2016)
Yukarıda görüldüğü gibide Alevilerin Türkiye ‘de resmi makamlarca ayrımcılığa tabi tutulduğuna dair alınan bu kararla, Türkiye’nin de kararlarını bağlayıcı olarak kabul ettiği uluslararası bir mahkeme olan AİHM’de, tüm taraflara yönelik olarak ve hukuken itiraz yollarıda bitirilerek ( 2016 yılı) tescillendi.
AİHM tarafından alınan bu konudaki karar, Türkiye ‘yi de üyesi olduğu Avrupa Konseyi içtihatları dolayısı ile doğrudan bağlamaktadır. Türkiye Hükümeti İlkesel ve hukuki olarakta bu kararı uygulamak zorundadır ve bu kararı uygulamıyorum veya bu kararı tanımıyorum diyemez.
Almanya bu yıl AİHM’in Alevilerin Türkiye ‘de ayrımcılığa tabi tutulduğu ve bunun Avrupa İnsan Hakkarı Sözleşmesine aykırı olduğunu belirttiği gerekçeli kararınada uygun olarak, bu yıl ülkelerinde Alevi örgütlerininde tanınma ile ilgili yoğun demokratik ve hukuki taleplerinden dolayı, Almanya’da yaşayan Alevi inancına sahip insanların inanç haklarını kabul ederek hukuki düzenlemeye gitti. Bu tip kararların bir benzeri ise daha öncede Danimarka (2007) ve Avusturya’da ( 2013) gerçekleşmişti. Bu durum diğer Avrupa ülkelerindede yavaş yavaş tanınma anlamında eldeki verilere göre devam edeceğe benzemektedir.
Milattan sonra 2000-2020 yılları arasında Türkiye hariç Aleviler konusunda oluşan bu yeni ve evrensel durumda göz önünde bulundurulursa, dün ve bugünde laiklikle bağdaşmayan ve Alevilere yönelik inanç hürriyetinin resmen tanınmadığı Türkiye ‘de, Hükümetçe TC’nin kendi en önemli kuruluş felsefesi ve ilkesi olan laiklik ilkesine göre aykırı davrandığı aşikardır.
Türkiye ‘de Hükümet TC kuruluş felsefesine ve laiklik ilkesine aykırı olarak aynı din adına sadece başka bir mezhebin O dini temsil ettiği, O mezhebin her anlamda resmi kurumlarca kayırıldığı, her türlü imkan ve kurumla desteklendiği ve adeta devlet dini haline getirildiği bilinen bir konudur.
Laiklik ilkesini uygulamalarıyla yok sayan Türkiye’de ki Hükümet, Türkiye ‘nin resmi görüşü olarak AİHM de yaptığı gerekçeli savunmadada olduğu gibi, Aleviliği bir inanç olarak tanımayan ve reddeden bir anlayışı hala yürürlükte tutmaktadır. Bu durum hukuksuzdur. Hükümetin Alevilerle ilgili Türkiye ‘de hala mevcut statükoyu savunması Anayasa, evrensel hukuk ve haklar açısından kabul edilecek bir durum değildir.
Türkiye ‘de ki resmi makamların Alevilerin inanç özgürlüğü hakkı ile ilgili olarak TC’nin laiklik ilkesini ve AİHM hukukunun gereklerini hala fiili olarak yerine getirmemesi Alevilerin inanç özgürlüğünü, konu ile ilgili Anayasal haklarını, taraf oldukları Avrupa Konseyi ilkelerini, AİHM kararlarını, Uluslararası İnsan Hakları sözleşmelerini çiğnemek demektir.
Bir başka açıdan ve Türkiye’nin kuruluş felsefesindende olaya bakarsak, Anayasadaki laikliği filen uygulamayan yöneticilerin kendi aldıkları keyfi idari kararlar ile laikliği reddetmeside bir başka anayasal sorundur.
Yani uygulamaları göz önünde bulundurursak Hükümet bu tutumuylada var olan TC Anayasasınıda uygulamamaktadır. Adeta reddetmektedir.
Kısaca son yıllarda Alevi inancına bağlı Türklerin, Türkiye’den çeşitli nedenler ile göçüp toplu olarak yaşadıkları Avrupa’da resmen bir inanç olarak kabullenilmesi hukuken ve inanç özgürlüğü açısından alkışlanması gereken bir karar olarak gündem oluştururken, bugün hala Aleviliğin Vatanı olan Türkiye’de ayrımcılığa ve dışlanmaya tabi tutulması kabul edilemez. Bunun hukuken hiç bir tutarlı gerekçesi olamaz.
Türkiye makamları ve bazı güçler Alevilerin Avrupa’da elde ettiği başarı ve hakları öne sürerek hiç bir şekilde Avrupa ülkeleri Alevileri kullanıyor yada onlar üzerinden Türkiye ‘ye karşı operasyon yapılıyor gerekçesine sığınamaz ve inaç hürriyeti ve tanınan haklar açısından sarılamaz. Çünkü bu Türkiye ‘nin kendi yapması gerektiğini Avrupalıların yaptığı zaman karşı güçlerce kıskanılan ve hasımcı bir davranış olarak hazmedilemeyen değersiz bir suçlama olarak görülecektir.
Her zaman Avrupa Türkleri ‘nin önemli bir parçası, yaşam şekli ve içeriği itibari ile laik olan olan Alevilerin bugün Türkiye ‘ye yönelik emperyalist operasyonlarda kullanıldığı, etkilendiği veya yönlendirildiği ve Alevilerin bu operasyonlara alet olduğu tezini savunmak, Alevilere karşı ön yargı, hasım, mesnetsiz iddalardan öteye gitmemektedir. Bu bilindik sahte iddiaları öne sürenler komuoyu önünde önce kendi kapısının önünü temizlemelidirler. Çünkü iyi niyetli ve temiz değiller.
Her toplumda olduğu gibi emperyalist projelerde çeşitli inanç gruplarından ve siyasi gruplardan insanlar tabiki vardır. Ama bunu bütün toplum olarak genellemek ve idda etmek gerçekte bir insanlık suçu işlemektir. Ve eski bir düşmanlaştırma ve düşman yaratma hastalığıdır. Alevilerin her türlü art niyetli ve Türkiye düşmanı operasyonlara ve kışkırtıcılara karşı bağışıklığı vardır. Her zamanda olmuştur. Aleviler için genel olarak Atatürk, ilkeleri ve devrimleri, laik yaşam şekli, TC’nin kuruluş felsefesi, Türkçe ibadet etmesi bir yaşam felsefesi olarak vazgeçilmezleridir.
Türkiye’de Alevileri eleştiren bazı çıkarcı güçler, bu konuda Avrupa ülkelerinin Alevilere verdikleri tanınma haklarını eleştireceklerine, Türkiye ‘nin bu konudaki hatalarını eleştirmelidir. Bunların hızlı bir şekilde adım atarak öncelikle laiklik ilkesini doğru savunmaları gereklidir. Mesnetsiz eleştirmenlerin şapkakarını önlerine koyup Alevilerin inanç özgürlüğü ve evrensel hukuktanda doğan inanç hakkarını tanıması için mücadele etmeleri daha doğru olanıdır.
Aksi takdirde, bugüne kadar yapılan yanlışlar ve haksızlıklar tekrarlanır.
Güya Türkiye ‘yi savunduğu gibi bir tezle konuya hasımca yaklaşan güçler, esasında Alevileri ve Alevilerin haklarını kabul eden başka ülkeleri gereksiz bir şekilde eleştirerek ve statükoyu korumaya çalışarak, Türkiye’de Alevilere karşı yapıllan haksızlıkları öne süren, Alevilerin iyi niyetini kötüye kullanan ve içlerine emperyalistlerce sokulacak olan operasyon adamlarına, Türkiye ‘ye karşı faliyetler için zemin hazırlalar ve çanak tutarlar.
Bundan sonra Türkiye, emperyalistlere hizmet eden provakatif kişi ve grupların Aleviler içinde zemin bulmaması için akılcı ve büyük bir çaba göstermelidir. Bu çabanın gösterilmesindende birinci derecede bizzat sorumludur. Bu yüzden Türkiye’nin bu konuda AİHM’de ki karardada yer aldığı gibi Türkiye ‘de hukuku ve TC’nin laiklik ilkesini işleterek, Aleviler içinde emperyalist operasyonlarada zemin hazırlamasına mahal vermeyecek bir şekilde hukuki ve idari düzenlemeyi bir an önce yapması gerekmektedir. Esas yurtseverlikte budur. Haksız eleştiri yapmak ve her yapılandan kuşku duymak değil.
TC Devleti, konunun kökten çözümü konusunda duyarlı olmalıdır. Bu yüzden Türkiye ‘de ki inanç bazındaki tek mezhep monopolizmine, kayırmacılığa, dışlanmaya ve ayrımcılığa derhal bir son vermelidir.
Laikliği tamı tamına anayasal olarak, hukukun üstünlüğü, Türkiye’nin birliği ve dirliği için kesinlikle uygulamalıdır. Hükümet ve toplum bu konuda adım atmalıdır. Hükümet inanç özgürlüğü ve laikliğin uygulanması konusunda kamuoyunu bilinçlendiirmelidir. Ayrıca bu konuda Hükümetin dışında, toplumun her kesimine ve özelliklede aydınlara büyük iş düşmektedir. Çünkü konu idari, kültürel, hukuki ve sosyal içerik taşımaktadır ve tüm kamuoyunu Anayasal olarak doğrudan ilgilendirmektedir.
Sosyal Antropolog ve Etnograf
Soykırımlar ve terörizm araştırmacısı
Bir yanıt yazın