Ermenistan-Azerbaycan cephe hattında Ermeni güçlerinin Azerbaycan sivil yerleşim birimlerine ateş açması üzerine fiili çatışmalar başlamıştır. Savaş, Türkiye’nin desteği ile kardeş Azerbaycan’ın Karabağ’ı işgalden kurtarmasıyla sonuçlanmıştır. Fakat Türkiye ve Azerbaycan rehavete kapılmamalıdır. Çünkü, Fransa ve ABD’deki Ermeni lobisi rahat durmayacak, bu ülkelerle olan ilişkilerimizi olumsuz etkilemek için gerekeni yapacaktır. Gelişmeler ne yönde olacaktır, şimdiden bilinmez ama bilinenler üzerinden hareket ettiğimizde bazı sonuçlara ulaşmamız mümkündür. Özellikle ABD’deki Ermeniler, “insanları kandırmak, kandırılmış olduklanı ikna etmekten daha kolaydır” özdeyişine uygun hareket etmektedirler. Dönemin İçişleri Bakanlığı’nın Ermeni sevkinin durdurulmasına ilişkin 15 Mart 1916 tarihli şifre telgrafları aşağıda olmasına rağmen yalan söylemeye devam etmektedirler.
Amaca ulaşmak için Ermenilere her yol mübahtır. Bunun için alanında saygın tıp dergisi Lancet’i bile amaçları uğruna kullanmaktan çakinmemektedirler. Covid 19’u bahane ederek hiçbir ilişkisi olmamasına rağmen Karabağ’da işgale son veren Azebaycan’ın başarısını karalamaya çalışmakta ve Türkiye’yi suçlamaktadırlar. 27 Kasım 2020 tarihli Lancet’te yayınlanan yazı ve bu yazıya Azerbaycan Büyükelçisi sayın Tahir Taghizade’nin cevabı aşağıdadır.
Bu durum, Lancet’in yayın hayatındaki ikinci büyük etik hatasıdır. Burada yayına izin verenlerin de kusuru vardır. Covid bahane edilerek Ermeni propagandasına alet olunan yazının özeti aşağıdadır.
“Dağlık Karabağ (Artsakh olarak da bilinir), Sovyetler Birliği’nin tarihsel olarak Ermenilerin yaşadığı, kısmen kendi kendini yöneten eski bir bölgesidir. Bu bölgenin statüsü, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Azerbaycan ve Ermenistan arasında tartışılıyor. 1991’den buyana BM tarafından tanınmasa da fiilen bağımsız bir devlet olmuştur. 27 Eylül 2020’de Azerbaycan, Dağlık Karabağ’a karşı geniş çaplı bir savaş başlattı. Çatışma, Azerbaycan ile müttefik olan ve önemli bir askeri ve siyasi destek sağlayan ve birçok büyük medya kuruluşu tarafından doğrulanan Türkiye’nin açık katılımı nedeniyle karmaşıklaştı. Balistik füze, insansız hava aracı ve diğer ağır toplar kullanıldı, çok sayıda sivil ölüm ve yaralanma oldu. Uluslararası yasaklı misket bombalarının da dahil olduğu bombardıman ve füze saldırıları sırasında hastaneler, kiliseler, anaokulları ve okullar vuruldu. Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan silahlı kuvvetleri tarafından 8 Ekim’e kadar yoğun bombardımanı sonucunda, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olmak üzere tüm Karabağ nüfusunun yarısının Ermenistan’a göçtüğü ve bu bölgedeki insani felaketi daha da kötüleştirdiğini Guardian açıkladı. Başkent Stepanakert, ihtiyacı olanlara tıbbi bakım sağlarken birçok meslektaşımız öldürüldü.” )
Prof. Dr. İsmail Balık’ın dergi hakkındaki tespiti şöyledir: “The Lancet’ (bistüri) isimli tıp dergisi, dünya tıp camiasının ‘etki faktörü’ en yüksek, dolayısıyla en değerli ve en çok saygı duyulan dergilerinden biridir. Bir nevi ‘nirvana’sıdır. Bir İngiliz cerrah, Thomas Wakley tarafından 1823 yılında kuruldu. Bu tarihten itibaren İngiltere’de haftada bir yayınlanan dünyanın en eski ve en bilinen tıp dergisidir. Makale derginin çok üst düzey hakem heyeti ve editörleri tarafından detaylı incelemelerden sonra yayına kabul edilir.” )
Türkiye Cumhuriyeti’nde kaç kişi Lancet’i eleştiren mesaj göndermiştir bilmiyorum. Oturduğumuz yerde mücadele olmaz. Duyarlı kesimlerin bu görevi yapmaları, başarı için şarttır. Lancet’e gönderdiğim e postam yandadır. Henüz bir cevap gelmemiştir. Gelmesini de beklemiyorum.
Tek amaçları yalanlarla dünya kamuoyunu kandırmak olan Taşnakların yayın organı “The Armenian Weekly” bir yalan üretme makinesidir. 1899’da yayın hayatına başlayan ve dünyanın en uzun süredir Ermenice yayın yapan gazetesidir. Benim tespitim şöyledir: “Doğruya yakın sözcükle doğru sözcük arasında büyük fark vardır; ateş böceği ve ateş arasındaki fark kadar.” Yandaki fotoğraf bunun ispatıdır.
Buna karşılık Türk hoşgörüsünün belgesi yandadır. Edirne Belediye binasında asılı bulunan Belediye Meclisini resmeden yağlı boya tabloyu Ermeni muhipleri mutlaka görmelidir. Tabloda 1902 yılı belediye başkanı ve 12 belediye meclis üyesi vardır. 12 üyenin 6’sı Türk ve Müslüman’dır. Diğerleri İtalyan, Bulgar, Romen, Yunan, Ermeni ve Yahudi’dir. Edirne Belediye Meclisi’nin 6’sının Türk ve Müslüman, 6’sının da o döneminde Edirne’de yaşayan yurttaşlardan oluşmuştur. Tablo, sözde Ermeni soykırımı ile ilgili iddialara yönelik verilecek en güzel cevaptır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin 28’nci Başkanı Thomas Woodrow Wilson, 22 Kasım 1920’de Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a vermiştir. Sevr Anlaşması’na göre de büyük Ermenistan haritası imzalı olarak yandadır. ABD Başkanı Wilson’un 8 Ocak 1918 tarihinde ABD Kongresi’nde dile getirdiği ilkelerin 12’nci maddesine göre İmparatorluğun Türk olmayan kısımları, Türk olmayan milliyetlere verilecekti. Nitekim savaş sonrasında imzalanan Sevr (Sevres) Anlaşması’nda (madde 88-93) Osmanlı devleti Ermenistan’ı tanıyacak, Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecekti. Ermeniler aradan bir asır geçmesine rağmen bu hayallerinden vazgeçmemişlerdir. Tıpkı Yunanların “Megalo İdiası” gibi.
Ermenistan’da Türkçe yayın yapan Western Armanian TV’de 6 Aralık 2019 tarihindeki yayınında Iğdır, Batı Ermenistan’ın vilayeti olarak gösterilmiştir. Başkan Wilson’un önerdiği harita ile TV kanalında yayınlanan harita arasında büyük benzerlik vardır. Resmi evraklarda Ermenistan Doğu Anadolu’yu Batı Ermenistan (Western Armenia) olarak göstermektedir: “In 1912-1913 the Armenian Patriarchy of Istanbul presented an account of the churches and monasteries in Western Armenia (Eastern Anatolia) and in the Ottoman Empire.”
Bir diğer Ermeni televizyon kanalının hava kirliliği ile ilgili haberinde Iğdır’ı Ermenistan şehri olarak göstermesine, sivil toplum kuruluşlarından büyük tepki gelmiştir. Türkiye Azerbaycan Dostluk Dernekleri Genel Başkan Yardımcısı Serdar Ünsal, televizyon kanalında “Batı Ermenistan’ın Iğdır şehri” ifadesine yer verildiğini belirterek, “Ermenilerin gözü hala Türk topraklarında” derken, Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği (ASIMDER) Genel Başkanı Göksel Gülbey, Ermeni televizyon kanalına Fransızların da destek olduğunu söylemiştir. )
Ermeni tur şirketinin ilanı ile Ermenistan Kamu Radyosu’nun haberi aşağıdadır. Ermenistan şirketi 24 Eylül 2010 tarihinde Doğu Anadolu’ya (Batı Ermanistan-Western Armenia) 7 günlük paket tur düzenlemiş ve aşağıdaki ilanı vermiştir. Harita açık bir şekilde Ermenistan’ın Türkiye’den toprak talebi olduğunun kanıtıdır.
Karabağ zaferinden sonra Ermeni Devrimci Federasyonu (ARF), Azerbaycan ve Türk liderlerinin açıklamalarını şiddetle kınamıştır: “10 Aralık 2020’de Bakü’de düzenlenen bir askeri geçit töreni sırasında, Türkiye ve Azerbaycan liderleri, Ermeni işgali altındaki topraklardaki Ermeni halkının fiziksel varlığını tehdit eden ve Ermenistan ve Artsakh’ın toprak bütünlüğünü sorgulayan nefret dolu açıklamalar yaptı. Azerbaycan lideri, Syunik, Geğarkunik ve başkent Erivan’ı Azerbaycan toprakları olarak görmekten bir kez daha çekinmedi. Dahası, Türk lider, Enver Paşa’ya atıfta bulunarak, aslında kendisini Ermenilerin en büyük cellatlarından birinin halefi olarak görüyor. Aynı zamanda EDF Taşnaktsutyun’un, utanç verici yenilgiye neden olan Ermeni hükümeti üzerindeki konumu ne olursa olsun, küresel yapısı ve uluslararası Ermeni Davası ağı ile Ermenistan’ın dış politika çıkarlarına hizmet etmeye ve halkımızın vazgeçilemez haklarını korumaya devam ettiğini bildiriyoruz.” )
1920 Sèvres Anlaşması’na göre ilk Ermenistan Cumhuriyeti’nin bej ve altın sarısı toprakların Ermenistan’a ait olması gerekiyordu. Ancak buraları hiçbir zaman Ermenistan’ın kontrolü altında değildi. Geri kalanların çoğu (turuncu renkte), 1922’de Sovyetler Birliği’ne bırakıldı. ABD, Ermenistan’ın Milletler Cemiyeti mandası altına girmesini kabul etmeyi reddetti ve yeni Türkiye Cumhuriyeti bölgedeki kayıp Türk bölgesini yeniden ele geçirdi.
Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu hariç kamuoyu, Rusya Ermenistan ilişkilerinde önemli bir isim olan Rusya Dışişleri Bakanı Lavov’un “Kanım Ermeni kanıdır” dediğini, babasının soyadının da “Kalantaryan”olduğunu bilmez. Rus diplomasisinin lideri öğrencilerle yaptığı görüşmede bu gerçeği gizlememiştir. )
Türk kamuoyu Ermenistan Büyükelçiliklerinde sözde “soykırım” sayfası olduğunu bilmez. 1793 yılında ilk Türk Elçiliği Londra’da Osmanlı Sultanı III. Selim tarafından açılmıştır. 1924 yılında yurt dışında 39 temsilciliğe sahip olan Türkiye’nin dış temsilciliklerinin sayısı, fahri olanlar hariç 246′dır. (Koyu renkli ülkeler)
Türk Büyükelçiliklerinde, Ermenistan’ın yaptığı gibi bir “soykırım yoktur” sayfası açılarak gerçekler belgeleriyle konulmamıştır. Bu bir eksikliktir.
Ankara’daki Cebeci Asri Mezarlığı’nda bulunan Dışişleri Şehitliği’nde “Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu” (ASALA), “Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları” (JCAG), “Ermeni Devrimci Ordusu” (ARA) tarafından gerçekleştirilen saldırılarda şehit diplomatlarımız katliamın yapıldığı ülkedeki Büyükelçiliklerimizin sayfasında yayınlanmıyor. Bunun sebebi nedir? Şehit edilen diplomatlarımızın dünya kamuoyu ile paylaşılmasında bence fayda var. Aşağıda Ermenistan büyükelçiliklerinin sözde soykırım sayfası örnek olarak verilmiştir. Türkiye’nin uluslararası hukuk açısından tehcirin bir “soykırım” olmadığını delilleri ile açıklaması gerekir. Bu yapılmadığı sürece parlamentoların “sözde”soykırım tasarılarının önüne geçmek mümkün değildir.
Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme, 9 Aralık 1948 tarihinde Paris’te toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 260 A (III) sayılı kararıyla kabul edilmiş, daha sonra imza, onay ve katılım sürçleri başlamıştır. Sözleşme 13’ncü maddeye uygun olarak 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ermenilerin iddia ettiklerinin aksine tehcir, Sözleşme’ye göre soykırım değildir. Ermenilere göre soykırım tanımı şöyledir: “Soykırım, insanın ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürülmesidir. Kapsamı nedeniyle, soykırım, merkezi planlama ve uygulanması için bir iç mekanizma gerektirir. Bu, soykırımı devlet suçu haline getirir, çünkü sadece bir hükümet böyle bir yıkım planını gerçekleştirecek kaynaklara sahiptir. 24 Nisan 1915’te Ermeni katliamlarının ilk aşaması, yaklaşık yüzlerce aydının, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’ten (bugünkü Türkiye başkentinde İstanbul) tutuklanması ve öldürülmesi ile başladı. Daha sonra, dünya çapındaki Ermeniler 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımı’nın tüm kurbanlarını anma günü olarak anıyorlar. Nihai çözümün ikinci aşaması: Türkler tarafından silahsızlandırılan 60.000 kadar Ermeni gencin Türk ordusuna gönderilmesiyle (öldürülmesiyle) ortaya çıktı. Soykırımın üçüncü aşaması, Suriye çöllerine sürülen kadın, çocuk ve yaşlılara yönelik katliamlar, sürgünler ve ölüm yürüyüşlerinden oluşuyordu. Bu yürüyüşler sırasında yüz binlerce kişi Türk askerleri, jandarmalar ve Kürt ya da Çerkez çeteleri tarafından öldürüldü. Diğerleri kıtlık ve salgın hastalıklara maruz kalma sebebiyle öldü. Binlerce kadın ve çocuğa tecavüz edildi. On binlerce kişi zorla İslam’a dönüştürüldü. Ermeni soykırımının son aşaması, Türk hükümeti tarafından, Ermeni ulusunun anavatanındaki toplu katliamların ve ortadan kaldırılmasının reddedilmesiyle ortaya çıktı. Ermeni soykırımının uluslararasında tanınmasına rağmen, Türkiye, Ermeni soykırımını kabul etmedi, tarihsel gerçeklerin tahrif ederek propaganda kampanyalarına ve lobicilik faaliyetlerine başvurdu.” Türkiye’ye bu kapsamda çok ağır bir iftirada da bulunulmuştur: “Thousands of women and children were raped”. )
Ermeni tehciri, (Ermenistan’a göre soykırım) yukarıda BM’in kabul ettiği uluslararası soykırım tanımına uymamaktadır. Eğer Ermenistan’ın tanımını esas alırsak ANZAK askerlerinin 250 bin Türk askerini katletmesi de bir soykırımdır. Çünkü BM’in “ insanın (Türklerin) ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürülmesi” tanımına uymaktadır.
Avustralya ve Yeni Zelanda askerleri, binlerce kilometre uzaktan gelerek 250 bin Türkü Gelibolu’da varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürmüştür. Bu tanıma göre 18 Mayıs 1944 tarihinde 300 bin Kırım Türkü anavatanları Kırım’dan sürülerek “ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde”öldürülmüştür. Bu da bir soykırımdır. Ermenistan Hocalı’da BM’in tanımına uyan bir soykırım gerçekleştirmiştir.
Türkler ve Ermeniler bin yıl aynı coğrafyada huzur ve barış içinde birlikte yaşamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nda 19’ncu yüzyılın sonunda Ermeni azınlıktan 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 konsolos, 29 paşa ve 11 profesör çıkmıştır. MIT’nin ünlü ekonomi profesörlerinden Daron Acemoğlu Ermeni kökenlidir. Her fırsatta Türkiye’ye gelmektedir. Eşi eski bakanlardan İsmail Özdağlar’ın kızıdır. Bir ara adı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kuracağı kabinede ekonominin başına geçeceği iddia edilmişti. Bunun üzerine Prof. Dr. Daron Acemoğlu böyle bir temasın olmadığını açıklamıştır. Acemoğlu, Türkiye’de bankaların ve şirketlerin bilançolarının çok kötü durumda olduğuna dikkat çekerek, bunun için yeni bir kaynak yaratılması gerektiğini 19 Aralıkta basınla paylaşmıştır.
Sözde soykırımı tanımanın arkasında Türkiye’den toprak ve tazminat talebi yatmaktadır. Kilikya Katolikosu I. Aram 29 Nisan 2020 tarihinde “Ermeni soykırımı demek sadece kınama değil, tazminat talebi de demektir” açıklamasında bulunmuştur. Kanada Ermenilerinin Horizon haftalık gazetesi genel yayın yönetmeni Vahakn Karakachian’a konuşan I. Aram, “ Geçtiğimiz yıllarda Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun) Partisi Hay Dat (Ermeni Davası) komisyonlarının sürdürdükleri çalışmalar sayesinde onlarca devlet ile hükümet Ermeni soykırımını tanıdı. Bu tanıma, yoğun çalışmalar sonucunda oldu. Dolayısıyla tazminat talep ettiğimizi de dile getirmemiz gerekir” açıklamasından acaba Türkiye’de kaç kişinin haberi vardır? )
Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’ye göre Formun Altı 1948 yılı öncesindeki eylemlerle ilgili olarak soykırım suçu işlendiği hükmü verilemez. Soykırım suçu, 1948 yılında Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ile kabul edilmiştir. 1948 yılı öncesinde “soykırım” diye bir suç tanımı yoktur. Eğer olsaydı, Çanakkale Boğazını ele geçirmek için Yeni Zelanda ve Avustralya’dan gelen Anzakların 25 Nisan 1915 tarihinde Çanakkale’ye çıkarma yaparak 250 bin Türkü katletmesi de bir soykırım suçu olurdu. 25 Nisan’dan bir gün önce 24 Nisan’da Ermenilere yönelik tedbir alınması, acaba çıkarma yapılma tarihini öne çekmiş olabilir mi sorusu aklıma gelmiyor değil.
“Kanunsuz suç olmaz” ilkesi, çağdaş ceza hukukunun temelidir. Hiç kimse 1948 öncesindeki Ermeni tehcirini soykırım olarak nitelendiremez. Uluslararası hukuk açısından AİHM İkinci Dairesi, AİHM Büyük Dairesi ve İsviçre Federal Mahkemesi Ermeni tehcirinin soykırım olmadığına karar vermiştir. BM 1948 Soykırım Sözleşmesi’ne göre, ancak suçun işlendiği ülkenin mahkemesi veya yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi soykırım suçunun işlendiğine hükmedebilir. Soykırım suçunu, ülkeler veya uluslar (tüzel kişiler ve topluluklar) işlemez, bu suçu kişiler işler.
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti gibi tüzel kişilerin “soykırım suçu işlediği” söz konusu olmayıp bu, ceza hukukunun temel ilkeleriyle bağdaşmaz. Soykırım, bir suç tanımıdır. 1915 tehcirine ilişkin yetkili mahkeme kararı yoktur. Ceza hukuku, kişilerin suç oluşturan eylemleriyle ilgilenir. Yetkili Türk mahkemesinin ve yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bu yönde kararı bulunmamaktadır. Parlamentolar ve uluslararası kuruluşlar 1915 tehcirini “soykırım” olarak niteleyemez. Bunlar siyasal amaçlı kararlardır. Ermeni tehciri “holocaust” diye anılan Yahudi soykırımından farklıdır.
Yahudi soykırımı, Nürnberg mahkemesinin kararıyla hükme bağlanmış bir soykırım suçudur. Bu suçu işleyenler uzaydan gelmiş yaratıklar değildir. Suçlanan da Almanya ya da Almanlar değildir. Mahkum olanlar soykırım suçunu işleyen Alman yetkililerdir. Diğer bir deyişle gerçek kişiler olup, öz be öz Alman’dır. Ermenistan’ın iddia ettiği gibi Nürnberg Mahkemesi kararı sonucunda mahkum olanlar Alman olduklarına göre, Almanya’nın tarihte ilk soykırım suçu işlemiş bir ülke olması gerekir. Fakat, bu hukuken mümkün değildir. Soykırımı Almanlar değil, Alman kökenli Naziler işlemiştir.
Tehcir iddia edildiği gibi bir suç ise, tehcirin yapılmasının yolunu açan Talat Paşa olduğuna göre O’nun yargılanıp hüküm giymesi gerekirdi. Ama bu mümkün değildir. Çünkü o dönemde“Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” yoktur ve bu sebeple suç yoktur. Talat Paşa’nın katili Solomon Teilirian ise güya Almanya’da yargılanmıştır ama suçluluğu mahkeme tarafından reddedilmiştir
Cinayet, sanığın aile fertlerinin öldürülmesinin intikamını almak amacıyla işlenmiş, ahlaki bir eylem olarak haklı bulunmuştur. Savunma, cürmün kişisel önemini vurguladığından, suikastın örgütlü yönü göz ardı edilmiş ve bunun sonucu olarak Ermeni terör örgütlerinin işleyeceği diğer cinayetlerin önü açılmıştır (Şeref Ünal, “Salomon Teilirian Davası Talat Paşa Suikastı: Berlin, 2-3 Haziran 1921”, 2004, Ufuk Üniversitesi Yayınları, s. 65-66). Talat Paşa davası ve jürinin kararı, Batı dünyasında “Talat Paşa’nın suçunun ispatı” olarak algılanmıştır. Karar, Almanya’nın da suçunun reddedilmesi demekti ve Almanya’yı suça iştirakten kurtarıyordu.
Ermeni tehciri soykırım değildir. O zaman 93 harbinden sonra Osmanlı’nın Avrupa kıtasındaki topraklarından Anadolu’ya zorla göç ettirilen, tehcire uğrayan Türkler de soykırıma uğramıştır. Bu durumda Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, eski Yugoslavya ve Kırım Türklerini Kırım’dan tehcire zorlayan Rusya ve Batılı ülkeler Türklere soykırım yapmıştır.
Rahmetli babam Süleyman Karluk 1944 yılında soykırıma uğramamak için Köstence’den Türkiye’ye göç etmiştir. Baba dedem Cebeci Mezarlığında istirahat etmektedir. Bu sebeple ben, babam sayesinde Türk vatandaşlığımın yanında Romanya vatandaşı (ve de Avrupa Birliği vatandaşı) oldum.
1915 Ermeni tehciri sonrasında bazı Osmanlı yetkilileri ve siviller imparatorluk içindeki Divan-ı Harp mahkemelerinde ve İngilizler tarafından Malta’da kurulan mahkemelerde yargılanmışlardır. Yeterli kanıt bulunamamış, İttihat ve Terakki yöneticileri beraat etmiştir. Böylece soykırım yaşanmadığı ortaya çıkmıştır. Bu konuda Uluç Gürkan’ın görüşü aşağıdadır.
18 Ocak 1919 tarihinde sözde Ermeni soykırımı yapmakla suçlanan 120 kişi Britanya Yüksek Komiseri amiral Calthrope idaresinde Malta Adası’na götürülmüştü. Emperyal Batının “soykırım” dediği 1915 olaylarının yargılamasını Malta’da İngiliz Mahkemesi yapmış, suç unsuru tespit edememiş ve yargıladıkları Osmanlı vatandaşları beraat etmiştir. 29 Temmuz 1921 tarihinde İngiliz Kraliyet Başsavcısı yargılananların hepsine beraat kararı vermiştir. Son tutuklu 1922’de serbest bırakılmıştır.
Osmanlı, bu tür iddialar ortaya çıkınca bazı Türkleri de haksız yere idam etmiştir. Bunlardan biri de Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’dir. 10 Nisan 1919 Perşembe günü Beyazıt Meydanı’nda soykırım suçlamasıyla idam edildiğini genç nesiller unutmamalıdır. İdamdan önce usulen son sözü sorulan Kemal Bey’in “Sevgili vatandaşlarım! Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun böyle adalet” dediğini kimse unutmasın. Kemal Bey, idamından önce yetkililere verdiği vasiyetnamesinin 7. maddesini şöyle yazmıştır: “Fert Ölür, Millet İse Yaşar ve İnşallah Türk Milleti Yaşayacak…” Şüphesiz sonsuza kadar. Sen rahat uyu Kemal Bey.
Soykırım iddiasında bulunan Ermeniler ve bazı Türklerin 1918 yılında kurulan Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin itiraflarını (Ovanes Kaçaznuni; Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok, 1923 Parti Konferansı’na Sunulan Rapor) okumaları gerekir. Bilal Şimşir’in “Malta Sürgünleri” adlı kitabında yazdığı gibi “Ermeni katliamı” iddiası hukuki açıdan çökmüştür. (Şimşir, s. 21) Yanda, sözde Ermeni soykırımı denilen bir olayın yaşanmadığının belgeleri vardır. Genelkurmay Başkanlığı, Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918 Cilt II)
The New York Times’in 23 Ağustos 1895 tarihli sayısındaki haber bir gerçeği açıklamaktadır. Rahip Cyrus Hamlin’in yazılı şahitliği: “Katliama sebep olanlar Ermeni ihtilalcileridir; toplanan paralar zimmete geçirilmiştir. Onlar istenen parayı vermeyen kendi soydaşlarını da öldürmektedirler.”
Tarihte ilk defa gerçek soykırımcılar 20 Kasım 1945 tarihinde başlayıp 1 Ekim 1946’da sona eren Nürnberg duruşmaları sonucunda belirlenmiştir. Duruşmalar, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçların hukuk diline girmesine ve bu alanda uluslararası mahkemelerinin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Nürnberg’de 24 Alman Nazi subayı yargılanmıştır. Alman sanayici Gustav Krupp, sağlık durumunun kötü olması sebebiyle davanın dışında bırakılmıştır. Yargılamalardan sonra sanıklardan 12’si idam, 4’ü 10-20 yıl arası hapis, 3’ü ise müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır.
Nürnberg’teki müzeyi gezdim. Türkler soykırım yaptı diyenlere tavsiyem, bu müzeyi ziyaret etsinler. Soykırım yapanların kimler olduğunu, yargılama süreçlerini, belgeleri, verilen yargı kararlarını görsünler.
Ermeni isyanları her ne kadar 93 Harbi’nden sonra artmaya başlamış olsa da Rusya ve Batılı ülkelerin kışkırtmasıyla 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı’nın ardından sosyal amaç görünümü ile kurulan dernekler tarafından başlatılmış, 23 Temmuz 1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyet’e kadar aralıksız devam etmiştir. 14 Nisan 1909’da Adana’da Ermeni isyanı başlamış, isyan domino etkisiyle önce bölgesel ardından bütün Anadolu’ya yayılmıştır.
1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nden 24 Nisan 1915 Tehcir Kararı’na kadar geçen sürede Ermeni komitacıları; Kars, Ağrı, Doğu Beyazıt, Ardahan, Erzurum, Erzincan, Sivas, Yozgat, Merzifon, Tokat, Trabzon, Bitlis, Bingöl/Kiğı, Harput (Elazığ), Malatya/Arapgir, Diyarbakır, Adana, Sis (Kozan), Haçin (Saimbeyli) Kayseri, Zeytun, Maraş, Van, Urfa ve Sason başta olmak üzere isyan hareketleri başlatmışlardır. 21 Temmuz 1905 tarihinde de İkinci Abdülhamit’e Ermeni Devrimci Federasyonu üyeleri Yıldız Hamidiye Camii önünde suikast girişiminde bulunarak 26 kişinin ölümüne, 58 kişinin de yaralanmasına yol açmışlardır.
Ermeniler; yukarıdaki bölgelerde genç-yaşlı, kadın-çocuk Müslüman ahaliyi katletmiş, gasp, yağma ve tecavüzlerle halka korku ve yılgınlık vererek bölgeden kaçmaları ve demografik yapının lehlerine değişmesine çalışmışlardır. Devam eden Ermeni olayları sebebiyle Talat Paşa 24 Nisan 1915 günü önemli bir karar almıştır. 15 Nisan 1915 tarihinde valiliklere gönderilen yazı ile Ermeni komitelerinin kapatılması, evraklarına el konulması, komitelerin ileri gelenlerinin, zararlı faaliyetlerde bulunan Ermenilerin ve bulundukları yerlerde ikametleri mahzurlu görülenlerin tutuklanması istenmiştir. Bu tedbirlerin komitelerin teşebbüslerini engellemeye dönük olduğu ifade edilerek esas amacın, Müslüman halk ile Ermeniler arasında karşılıklı çarpışma olmaması olduğu açıklanmıştır.
Ermeni tehcirine soykırım diyenler, Japon uçaklarının Pearl Harbour saldırısından sonra, batı sahillerinde yaşayan Japon asıllı ABD vatandaşlarının iç bölgelere sürülmesine neden soykırım demiyorlar? ABD, millerce uzaklıktaki Japonya’nın tehdidi sebebiyle bu tehciri yapıyor. Bu tehcirden kaç kişi etkilendi, ölen oldu mu bilinmiyor. Savaştan sonra dönüş izni verildiğinde, tehcire uğrayanların eski evlerine dönmeleri de mümkün olmamıştır. ABD’deki tehcirin amacı ile Ermeni tehcirinin amaçları aynıdır. Bu durumda ABD, Japon kökenli ABD vatandaşlarına soykırım suçu işlemiş olmuyor mu? Tehcirin soykırım olabilmesi için organize bir planın varlığı gerekir. Yanda Mart 1942 tarihine ABD vatandaşları arasında yapılmış anketin sonuçları vardır. ABD vatandaşı olmayan Japonların Pasifik sahilinden uzaklaştırılmasına evet diyen Amerikalılar yüzde 93, ABD vatandaşı olan Japonların ise uzaklaştırılmasına evet diyen ABD vatandaşlarının oranı ise yüzde 59’dur japanese-internment-1942)
Şimdi, kritik soruyu başta Orhan Pamuk olmak üzere 1,5 milyon Ermeni soykırıma uğradı tezine sahip çıkanlara sormak istiyorum. Şişli 3’üncü Asliye Hukuk Mahkemesi, İstanbul Şehit Anaları Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı Pakize Alp Akbaba ve Ergenekon davasının tutuklu sanığı avukat Kemal Kerinçsiz’in de aralarında bulunduğu 6 kişinin, Nobel Edebiyat ödüllü yazar Orhan Pamuk hakkında açtığı manevi tazminat davasında Mahkeme, davacıların her biri için 1000 TL olmak üzere toplam 6 bin TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalı Orhan Pamuk’tan alınmasına karar vermiştir. Çünkü, Pamuk Das Magazin isimli dergiye verdiği röportajdaki “30 bin Kürt’ü ve 1 milyon Ermeni’yi öldürdük. Türkiye’de hiç kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyor. Ben ediyorum” demişti.
1,5 milyon Ermeni soykırıma uğradı tezine sahip çıkanlar, katledilen Ermenilerin mezarlarından çıkan kafataslarının neden Tuol Sleng Soykırım Müzesi’nde ve de Ruanda soykırımında olduğu gibi sergilenmediğine cevap vermelidirler. Ortalamam 70 kg insanda 7 kg kemik vardır. 1,5 milyon Ermeni soykırıma uğradıysa 10.500.000 kg kemik (iskelet) eder. Bu da 10.500 ton kemiktir. 10 tonluk kamyon ile hesap edilirse 1.000 kamyon kemik.
Sözde soykırıma ilişkin toplu mezarlar bulunmadığına, katledilenler Hindu (antyeshti) geleneğine göre ya da Alman Nazilerinin yaptığı gibi kremasyonlarda (ölen kişinin cesedinin yaklaşık olarak 900-1200 derece sıcaklıkta en az 70 dakika yakılması) yakılmadığına göre 1,5 milyon kişinin kemikleri nerededir? Bu soruya cevap verilmediği sürece, bu Türk milletine atılmak istenen iftiradan başka bir şey değildir. Kommagene Krallığı’nın beş büyük kentinden birisi olan ve Roma döneminde de önemini koruyan Örenli Mahallesi’nde yer alan Perre Antik Kenti‘nde 2 bin yıllık kaya mezarlarının bulunduğu alanda yürütülen kazılarda 160 metre uzunluğunda bir merdiven yapısı ile 1,500 yıl öncesine ait erkek iskeleti bulunmuştur. 08 Kasım 2020) “Bilecik’te bir apartman bahçesinde 8 bin 500 yıllık insan iskeleti bulundu. Bilecik’te 8 bin 500 yıllık insan iskeleti bulundu. Konuya ilişkin yapılan açıklamada, iskelet üzerinde DNA çalışması yapılacağı bildirildi. ()” Bu haber de önemlidir.
Naziler, 1940-1945 yılları arasında Avrupa ülkelerinden topladıkları yüzde 90’ı Yahudi olan insanları trenlerle Auschwitz Toplama Kampı’na getirdiler. Kampta 1,1 milyon ile 1,5 milyon arasında insan gaz odalarında katledilmiştir. 27 Aralık 1945’te Sovyet ordusu tarafından kurtuluşunun 75 yılı sebebiyle Angela Merkel Auschwitz Toplama Kampı’na gitmiştir. Merkel’den önce Başbakan Helmut Schmidt ile Başbakan Helmut Kohl de kampı ziyaret etmişti. Kampı gezdim. Gaz odalarında duvarlara sinmiş ölüm gazı kokusunu hissettim ve irkildim.
Yukarıda görülebileceği gibi (sağ taraf) kampın girişindeki tabelada 1,5 milyon Yahudi yazılıdır. Ermenilerin Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı Sevr Porselen Müzesinin önüne diktikleri anıtta da (sol taraf) 1,5 milyon rakamı yer almıştır. Müzenin önüne sözde Ermeni soykırım anıtı dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşması’nın halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.”
1,5 milyon rakamının doğru olması imkansızdır. Çünkü o tarihte 1,5 milyon Ermeni yoktu. Bölgedeki toplam Ermeni nüfusu 736 bindir. Bu durumda Anadolu’daki toplam Ermeni nüfusundan fazlası nasıl oluyor soykırıma uğrayabiliyor? Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy’nin tespitlerine göre 1912-1922 yılları arasında Anadolu’daki Müslüman nüfusun yüzde 18’i (2,5 milyon) hayatını kaybetmiştir. McCarthy tarafından verilen rakamlar incelendiğinde Erzurum vilayetinde Müslüman halkın yüzde 31’nin, Bitlis vilayetinde yüzde 42’nin, Van vilayetinde ise yüzde 62’nin katledildiği ortaya çıkmaktadır.
Justin McCarthy Türk ve Müslüman halkın kayıplarını hesaplama yöntemini açıklarken “Abartmalı hesaplamalara dayandığım yolunda eleştirilere fırsat vermemek için daima kendi tezimin aleyhine olacak sayıları esas tutmak ilkesini kabullendiğimden metinde verdiğim, Müslümanların ölüm telefatına ilişkin sayıların, gerçek ölüm telefatına göre düşük kaldığı varsayılabilir” ifadesini kullanmıştır. Trans Kafkasya’da Bakü, Gence, Tiflis, Kutaisi, Kars ve Revan (Erivan) bölgelerinde katledilen Türklerin durumu zorunlu göç sırasında hayatını kaybeden Ermenilerin durumundan farklıdır. Ermenilerden ölenlerin çok büyük bir bölümü salgın hastalıklar ve yol şartları gibi sebeplerle hayatını kaybederken, Ermeniler tarafından katledilen Türkler ırkçı bir saldırının kurbanı olarak ağır işkenceler altında yok edilmiştir.
Ermeniler, katlettikleri Türklerin fotoğraflarını Türklerin katlettiği Ermeniler şeklinde göstererek sahtekarlıkta bulunmaktadırlar. New York’ta Rusça yayımlanan “V Novom Svete“ gazetesinde, Eduard Pariyants isimli bir Ermeni, Hocalı soykırımında öldürülen Türk çocuklarının resimlerini, 1915 yılı sözde Ermeni soykırımı kurbanları olarak göstermiştir. ) Ajansının haberine göre, bu gerçeği Florida’da yaşayan ve Ermeni terörüyle ilgili kitaplar yazan Felix Tzertvadze ortaya çıkarmıştır. Söz konusu resimleri görünce Hocalı soykırımı kurbanlarını hemen tanıyan Tzertvadze, Azerbaycan devlet kurumlarına ve diaspora teşkilatlarına başvuruda bulunarak durumu bildirmiştir. Buna benzer bir olay daha önce Almanya’da düzenlenen bir sergide de yaşanmıştır. Erivan’daki soykırım müzesinde de bu tür resimler sergilenmektedir. )
Sözde soykırım ile ilgili Euronews’a konuşan siyaset bilimci ve barış bildirisini imzaladığı için Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden KHK ile ihraç edilen Faruk Alpkayaşu tespitte bulunmuştur: “Hukuk açısından, o tarihte soykırım bir suç olarak tanımlanmadığı ve yasaların geriye yürütülmesi mümkün olmadığı için soykırım denemez. Ancak, sözleşmede sayılan eylemlerin hepsi 1915’te Ermeni halkına yok etmek kastıyla uygulanmıştır. O günden bu yana Ermeni halkının yalnızca insan varlığı değil, mal ve kültür varlığı, geçmişi ve geleceği de yok edilmiştir.” Açıklamanın ilk bölümü doğrudur. Fakat Ermeni halkının yok edilmesi söz konusu değildir. Öyle olsaydı İstanbul’da bir tane Ermeni kalmazdı, Agos gazetesi de yayınlanamazdı. Nor Zartonk (Yeni Uyanış) Temsilcisi Murad Mıhçı’ya göre “Kalmışız 40 bin kişi, bunun yarısından fazlası ihtiyar, kalanın çoğu yavaş yavaş yurt dışına gidiyor” açıklaması da doğru olmazdı.
Ermeni tehcirinde kayıp yaşanmasının sebebi, büyük ölçüde organizasyonsuzluktur. Tehcirde hayatını kaybeden Ermeni sayısında bir uzlaşı yoktur. Fakat sözleşmedeki tanıma uyduğu sürece bin kişinin ölümü bile soykırımdır. Tıpkı Bosna soykırımında olduğu gibi. Ozan Değer, Soykırım Suçu ve Devletin Sorumluluğu: Uluslararası Adalet Divanı’nın “Bosna-Hersek v. Sırbistan-Karadağ Kararı,” Uluslararası İlişkiler / International Relations Vol. 6, No. 22 (Yaz / Summer 2009), pp. 61-95, Uluslararası İlişkiler Konseyi İktisadi İşletmesi
((https://www.jstor.org/stable/43926463?seq=1)
Eğer sözleşmedeki tanıma uymuyorsa yüzbinlerce kişinin ölümü bile soykırım olmayabilir. Tıpkı Çanakkale’de şehit olan 250 bin Türk gibi. Ermeni muhibbi Taner Akçam, ya da Osman Baydemir, Oral Çalışlar, Cengiz Çandar, Cengiz Aktar, Fatih Akın, Gürbüz Çapan, İsmail Beşikçi gibi sözde soykırım anıtına giderek çiçek koyan 16 Türk’ten biri 1,5 milyon Ermenin mezarları nerededir diye neden sormadıklarını Türk milletine açıklamalıdır.
Ermeni diasporasının Fransa’daki önde gelen isimlerinden ve çok sayıda Türk diplomatın şehit edilmesinden sorumlu olan Ermeni terör örgütü ASALA’nın avukatı Patrick Deveciyan, Covid-19 nedeniyle 30 Mart’ta hayatını kaybetmiştir. Fransa’da 1915 Olayları’nın “soykırım” olarak tanınmasında önemli rol üstlenen Deveciyan 75 yaşında idi. Paris’te görev yaptığım 1985-1990 döneminde çok aktif bir Türk düşmanı olarak tanıdım kendisini. Ermeni kökenli Fransız politikacı, 1983’te girdiği siyasette hem eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac hem de Nicolas Sarkozy dönemlerinde bakanlık görevi üstlenmişti. Deveciyan’ın kısa bir cümlesi yukarıda adı geçen 16 Türk vatandaşının kulağına küpe olmalıdır: “Ben Ermeni değilim Fransızım.” Tıpkı “oyunu kaybederseniz kuralı değiştirin” de olduğu gibi.
Yurt dışında yaşayan Ermeniler en yalancı diasporadır. Dünyada bunun bir benzeri yoktur. Bu konuda SBF’den hocam Prof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün araştırmaları, Ermeni sahtekarlıklarının en önemli ikisinin ortaya çıkarılmasını sağlamıştır.
“Savaşın Yüceltilmesi” tablosu müthiş bir sahtekarlık örneğidir. Kimsenin aklına gelmeyecek aşağılık iftiraları atabilen bir millete acaba ne denir?
Savaş resimleriyle ünlü Rus ressam Vasili Veresçagin‘in (annesi benim gibi Kırım Tatar kökenlidir) tablosunu Ermeniler, güya sözde soykırımda ölen Ermenilerin kafatasları olarak dünya kamuoyu ile paylaşmışlardır. Bunun Rus ressam Vassili Vereşçagin’in 1871’de yaptığı yağlı boya resim olduğunu Prof. Dr. Türkkaya Ataöv kanıtlamıştır.
Ermenilerin ikinci büyük yalanını da Prof. Dr. Ataöv ortaya çıkarmıştır. Ataöv, konferans için gittiği Los Angeles California Üniversitesi’nde ‘İnkarın Yüzü Yalan Söylemez’ başlığı ile Atatürk’ün Köşk’te çekilmiş bir fotoğrafının tahrif edildiğini görmüştür. Sahtekar Ermeniler köpeklerin yerine bağırsakları dışarı çıkarılmış bir Ermeni çocuk cesedini yerleştirmişler. Sözde soykırımı kanıtlamak için, akla gelmedik yalana başvurmaktan ve tarihi belgeleri tahrif etmekten kaçınmayan Ermeni diasporası bir aşağılık tahrifata daha imza atmıştır. Prof. Ataöv Hürriyet’e yaptığı açıklamada, Kaliforniya Üniversitesi’nde sahnenin yan gerisine (fotoğrafın sahneye göre sol yan tarafı) asılan ve Atatürk’ün fotoğrafının önüne bağırsakları dışarı fırlamış kanısını veren bir çocuk cesedini görünce çok şaşırmıştır. İlanın en üstünde ise “İnkarın Yüzü Yalan Söylemez” başlığı vardır. Toplantı, 14 Nisan 2005 tarihinde Alfa Epsilon Omega Ermeni Soykırımı Anma Komitesi’nce düzenlenmiştir. Ataöv’ün bu konudaki açıklaması şöyledir:
“Fotoğrafın sol üst köşesinde Atatürk’ün Latife Hanım’a yazısı ve imzası var. Fotoğrafın aslında Atatürk’ün ayağının dibinde sanki bağırsakları çıkmış gibi duran bir çocuk değil, dört tane ufak köpek yavrusu var. Ermeni foto-kurgucular bu köpekleri bir ölçüde yerlerinde tutup üstüne bir resim yapıştırmış ve barsak kanısını uyandıracak bir çeşit kolonu eklemeyi de ihmal etmemişler. Hedefleri; bir ulusu, Cumhuriyet rejimini ve onun kurucusunu böyle bir sahtekarlıkla karalamak ve bu oyunu ortaya dökmede hem aciz, hem isteksiz yabancı çevrelere soykırım diye bir şeyi kısa yoldan kabul ettirmektir.”
Diaspora Ermenilerinin üçüncü büyük yalanını Bilkent Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Dr. Jeremy Salt tespit etmiştir. Avustralyalı tarihçi 2005 yılında Oxford Üniversitesi tarafından yayınlanan Prof. Dr. Donald Broxham’ın “Büyük Soykırım Oyunu: Emperyalizm, Nasyonalizm ve Osmanlı Ermenilerinin Yok Edilişi” (The Great Game of Genocide. Imperialism, Nationalism and the Destruction of the Ottoman Armenians) kitabındaki fotoğrafların gerçek olmadığından şüphelenince, bir sahtekarlık daha ortaya çıkmıştır. Erivan’daki Soykırım Müzesi’nde sergilenen, altında “Türk resmi görevlisi açlıktan ölmek üzere olan Ermeni çocuklara ekmek göstererek alay ediyor” ifadesinin yer aldığı fotoğrafın sahte olduğunu belirlemiştir. (Ermeni Sahtekarlığının Korkunç Boyutu”, Turkish News, 10 Temmuz 2018. (https://www.turkishnews.com/tr/content/2010/02/13/ermeni-sahtekarliginin-korkunc-boyutu-berna-ilter/amp/.)
Fotoğrafta elinde ekmek tuttuğu görülen adam montajlanmıştır. Kitap yayınlanınca o dönem İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu koordinatörü Servet Hassan Oxford Yayınları Tarih Editörü Christopher Wheeler’e fotoğrafın montaj olduğunu açıklamıştır. Wheeler, fotoğrafın sahte olduğunu kabul etmiş, kitapların piyasadan çekildiğini açıklamıştır. Fakat sonraki baskılarda fotoğrafın altına, “Bu fotoğrafı her iki tarafın da başvurduğu sahtekarlıklara örnek teşkil etmesi için yeniden yayınlıyoruz” açıklamasını eklemişler.
Fotoğraf Dünya Savaşı’nda çekilmiş olsaydı adam Osmanlı memuru olmalıydı, Türk görevlisi değil. Fotoğraftaki adam ceket ve kravatlı. Oysa Osmanlı memurunun boynuna kadar düğmelenen yakasız gömlek ve fes giymesi gerekirdi. Fotoğrafın pikselleri 2400 defa büyütülünce birçok fotoğraftan alınmış parçalardan oluştuğu görülmüştür. Adam figürü derlemedir. Çocuklardan birinin elinde bir şey varmış gibi görünüyor. Oysa elinde hiçbir şey yoktur. Çocuğun parmak kenarları kesik kalmış. Çocuklardan birinin, bir kolunun diğer kolundan çok daha incedir. Adamın arkasındaki duvar, birdenbire beyaz bir boşluğa dönüşmektedir.
Dördüncü büyük yalanı AVİM belirlemiştir. Türk Tarih Kurumu’nda AVİM araştırmacıları tarafından araştırma yapılırken bir fotoğrafın sözde Ermeni soykırımı propagandası amacıyla kullanıldığı fark edilmiştir. Fotoğraf 1904 yılına aittir. Rus Kazakları, Rusya’dan bağımsızlıkları karşılığında Rus ordusunda ayrı bir “Rus Kazak Birliği” oluşturmuşlar. “Pro Armenia” gazetesinin 15 Eylül 1904 tarihli sayısında Rus Kazaklarının mezalimi gösterilmiştir. Bunun, sözde Ermeni soykırımı ile ilgisi yoktur. Arama motorlarında aratıldığında fotoğrafın, sözde Ermeni soykırımı propagandası amacıyla kullanıldığı görülmektedir. Fotoğraftakiler Rus Kazaklarıdır.
Bu yıl gerçekleşen bazı ilginç gelişmeleri göz ardı etmemeliyiz. Geçen yıl ABD’de sözde Ermeni soykırımı karar tasarısı ile yaptırım tasarısı Temsilciler Meclisi’nde oylanırken dikkat çekici bir durumla karşılaşılmıştır. ABD’deki ara seçimlerde, Demokrat Partili Müslüman adaylar Arap kökenli Rashida Tlaib ve Ilhan Omar ABD’nin Michigan ve Minnesota eyaletlerinden Temsilciler Meclisi üyeliğine seçilmişlerdir. Böylece Tlaib ve Omar ABD Kongresi’nin ilk kadın Müslüman üyeleri olmuşlardır. Ilhan Omar ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birlikte çekilmiş fotoğrafı yukarıdadır.
Dikkatimi çeken husus, hayır oyu veren 11 Temsilciler Meclisi üyesi arasında iki Müslüman üyenin bulunmamasıdır. Üstelik bunlardan biri Filistin kökenlidir. Filistin’e verilen büyük desteğe rağmen Filistin kökenli üyeye Cumhurbaşkanı Edoğan’ın gösterdiği yakınlığın bir anlamı olmadığı ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanı BM Genel Kurulu’nda Filistin haritasını göstererek Filistinlilere sahip çıkmıştır ama Filistin kökenli Temsilciler Meclisi üyesi Rashida Thalib Türkiye aleyhine oy kullandığı için Ermeni kuruluşu ANCA tarafından onurlandırılmıştır. Tlalib, kendisine gönderilen “Deputy Rashida Tlaib, Photographs of nine Turkish citizens who lost their lives to vote against the bill that you use Turkey is attached” mesajına cevap bile vermemiştir.
100 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti, 44 yaşındaki Tlalip ve 38 yaşındaki İlhan Omar’ın oyuna muhtaç olmamalıydı. Çünkü Filistin 401 yıl (1516-1917), Somali ise 361 yıl (1554-1885) Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Bu sürede Osmanlı kendi dilini bölge halkına öğretememiştir. Oysa İngiltere, Fransa, İspanya ve hatta küçük Portekiz bile sömürgelerine kendi dillerini öğretmiştir. İngilizce 53, Fransızca 29, İspanyolca 20 ülkenin resmi dilidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile fotoğraf çektiren Temsilciler Meclisi üyesi Ilhan Omar (D-Minn.) ise 24 Nisan 2020 tarihinde soykırım kararına verdiği desteği tweetlemiştir: “Minnesota ve dünyadaki Ermenilere kayıp yaşamları yas tutmak için katılıyorum ve Ermeni halkının olağanüstü dayanıklılığını onurlandırıyorum.”
ABD’ye Somali’li bir mülteci olarak gelen Ilhan Omar (D-Minn.) Temsilciler Meclisi’ndeki oylamada “evet” oyu vermiştir ama Rashida Thalib’ten farklı olarak önemli bir tespitte bulunmuştur: “Soykırımın hesap verilebilirliği ve tanınması siyasi bir mücadelede kullanılmamalıdır. İnsanlığa karşı yapılan tarihsel suçların gerçek bir kabulü, 20. yüzyılın hem soykırım soykırımlarını hem de bu ülkede yüz milyonlarca yerli insanın hayatını alan, transatlantik köle ticareti ve Amerikan yerlilerinin soykırımı gibi daha önceki toplu katliamları içermelidir.”
Türkiye koronavirüsle mücadele eden Somali’ye askeri kargo uçağı Koca Yusuf ile ilaç ve tıbbi koruyucu ekipman gönderirken Somali kökenli Ilhan Omar (D-Minn.) Türkiye aleyhine ABD’de oy kullanmaktadır. Somali’ye yardım gönderilirken hiç kimse İhan Omar’a bu durumu nedense hatırlatmak istememiştir, benden başka. (Turkey is sending military cargo plane Koca Yusuf, with medicine and medical protective equipment to Somalia, which is fighting coronavirus, while Somali-born Ilhan Omar (D-Minn.) The United States is using y against Turkey, but no one who sends aid to Somalia wants to remind Ilhan Omar of this situation for this reason.) İlhan Omar’a gönderdiğim e posta aşağıdadır. Fakat cevap gelmemiştir.
Biden muhtemelen verdiği sözü tutacak ve sözde Ermeni soykırımı ABD tarafından resmen tanınacaktır. Mississippi eyaleti dışında 49 eyalet sözde soykırımı zaten tanımıştır. Bu durum ABD’nin tavrını bekleyen ülkelerin sözde soykırımı tanımalarına yol açacaktır. Türkiye’nin “Tanımıyoruz, karar yok hükmündedir” dememesi için şimdiden tedbir almalıyız. Çünkü bu açıklamalar suya yazı yazmak demektir. Bu sebeple acilen ABD’de Amerikan Ermeni Ulusal Komitesi’nin (ANCA: Armenian National Committee of America) gibi bir sivil toplum kuruluşunun oluşturulmasında yarar vardır. Bunun öncülüğünü TOBB yapabilir. Başkan Rifat Hisarcıklıoğlu bu girişime maddi destek verirse çok yerinde bir davranış sergilemiş olur. Çünkü, bir günlük yarım sayfa ilanla bu işler olmaz. Aşağıda ilanla ilgili bilgi verilmiştir.
İlanda, Osmanlı arşivlerinin incelenmesi yönünde Türkiye’nin bütün ülkelerden uzmanları cesaretlendirdiği belirtilmiş, Erivan’daki Ermeniler’in, aynı zamanda Boston’daki Ermeni Devrimci Federasyonu ve Ermeni Cumhuriyeti Delegasyonu’nun Türk ve Ermenilerin ortak geçmişinin tam tespiti için arşivlerini açması gerektiği vurgulanmıştır.
Paris’te 1985-1990 yıllarında OECD Daimi Temsilciliğimizde 5 Komite’de Türkiye’yi temsil ettim. Ermenistan’da 7 Aralık 1988‘de yıkıcı bir depremle sarsılmış, Ermenistan’ın kuzey bölgesi yerle bir olmuştu. Deprem haberleri günlerce Fransa’da o dönemdeki France-2 TV’de ilk haber olarak verilmiş, arkasından da sözde Ermeni soykırımı ile ilgili filmler gösterilmiştir. Ermeni kökenli editör spiker Daniel Bilalian Türkiye’yi haftalarca soykırım yapmakla suçlamıştır.
Bilalyan, Ermeni kökenli bir ailenin oğludur. Bir çiftlik işçisi olan babası Krikor Bilalyan, Fransa’ya sığınmış ve eşi Maria Cuvillier ile Paris’e yerleşmiştir. Bilalian’dan sonra söz alan ve 1 Ekim 2018 tarihinde vefat eden Ermeni kökenli şarkıcı Charles Aznavour (Shahnour Vaghenag Aznavourian) uzun süre sözde Ermeni soykırım propagandası yapmış, Türkiye üzerinden Ermenistan’a gidemediğinden şikayet etmiştir. Ertesi günü OECD Çelik Komitesi toplantısında sağımda ve solumda oturan İsviçre ve ABD temsilcileri bana depremi değil, sözde Ermeni soykırımını nasıl yaptınız diye sordular ve gerekli cevabı aldılar ama pek inanmadılar. Çünkü, yoğun bir Ermeni propagandasından etkilenmişlerdi.
Türkiye, Ermenistan’a karşı dini motiflerle hareket ederek (İlhan Omar örnektir) Müslüman ülkelerden destek beklememelidir. Çünkü 57 Müslüman ülke arasında hiçbir dayanışma olmadığı gibi büyük bir hizipleşme vardır. Son örnek Suudi Arabistan’dır. Bu ülke 1 Ekim Perşembe günü Türkiye’ye ambargo uygulamak için girişim başlatmıştır. Suudi Arabistan’ın ardından Suud’larla yakınlığı bilinen Bahreyn ve Dubai’nin de Türkiye’ye yönelik gizli ambargo uygulayacağı gündeme gelmiştir. Türkiye’ye ambargo uygulayan bir ülkenin İstanbul Havalimanında milli günü kutlanmıştır. Bu Suud seviciliğini anlamak mümkün değildir. Kaşıkçı cinayetini işleyenler cinayetten sonra ellerini kollarını sallayarak Türkiye’den ayrılabiliyorlarsa, başkasını suçlamak yerine önce dönüp kendimize bakmamız gerekir.
Suud hayranlığı ile Türkiye bir yere varamaz. Türk düşmanı Suud Krallığı 5 Osmanlı eserini yıkmış, Türkiye tarafından kınanmamıştır. 1916-1918 yılları arasında Osmanlı hakimiyetine karşı üstlendiği rol ile ünlü Thomas Edward Lawrence’in bölgedeki Arap aşiretlerini silahlandırarak Osmanlı’ya karşı ayaklanmalarında rol üstlenmiş olduğunu çok çabuk umutmuş gibiyiz. Suudi Arabistan Lawrence’in evini müze yapmıştır. Osmanlı eserlerine yönelik “kültür soykırımı” yapan Suudi yönetimi, Kral Fahd’ın emriyle müzeye dönüştürdüğü evin kapısına, ‘‘Bu ev, Osmanlı’ya karşı bağımsızlık savaşı veren Suudilere yardımcı olan Thomas Edward Lawrence tarafından karargáh olarak kullanılmıştır’’ yazısını asmıştır.
Yıkılan Osmanlı eserleri arasında en önemlisi Ecyad Kalesi’dir. Kasım 2007’de Türkiye’ye gelişinde ülkesinin bayrağı göndere çekilerek karşılanan Suudi Arabistan Kralı Abdullah, Atatürk’ün ölüm yıldönümüne denk gelen 10 Kasım’da ayrılırken kendi bayrağının yarıya çekilmesine izin vermeyince uğurlanışı bayraksız olmuştur. Kral Abdullah’ın ölümü sebebiyle Türkiye’de 24 Ocak 2015 tarihinde bir günlük yas ilan edilmiş ve Türk bayrakları yarıya indirilmiştir. Bu, büyük önder Atatürk’e saygısızlık değil de nedir? 23 Eylül 1932’de Suudi Arabistan Krallığı ilan edilmiştir. 10 Kasım 1938’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatında Suudi Arabistan ne yapmıştır? Bayraklarını indirmemesinin kendilerince makul sebebi vardır ama bir günlük yas ilan edilmemiştir.
Suudi Arabistan’a 1980’li yıllarda iki defa gittim. Her gidişimde lokantada tavuklu pilavı ellerini yıkamadan yediklerini, yağların dirseklerine kadar aktığını, yemek sonrası ellerini beyaz elbiselerine sildiklerini görünce tiksindim. Yıllar sonra Riyad’a gittiğimde manzara biraz değişmişti. Elle yemek devam ediyordu ama ellerini artık beyaz entarilerine silmiyorlardı. Annemin babası (dedem) Birinci Dünya Savaşı’nda Arabistan çöllerinden geri dönmediği için Araplara karşı hiçbir zaman sempati duymadım. Çünkü annem ve dayım Birinci Dünya Savaşı sonrasında öksüz kalmışlardı.
Şimdi konuya geri dönelim. Bir mahkeme kararıyla istenecek tazminatlar ve topraklarla karşı karşıya kalabiliriz. Ermeni terörüne 40’tan fazla diplomatını şehit vermiş Dışişleri Bakanlığı’mızın öncülüğünde sivil toplum kuruluşları yurt dışındaki muhataplarına gerçekleri anlatmak için harekete geçmelidir. Bunun için yeni bir yapılanma ihtiyacı doğmuştur Son pişmanlık fayda etmez Ronald Regan’ın 22 Nisan 1981 tarihli sürpriziyle karşılaşmamak için gereğini yapmalıyız. Böylece gelecek nesilleri bir suçlama ile karşı karşıya bırakmamış oluruz.
ABD’de ANCA benzeri bir organizasyon örnek olabilir. Amerikan Ermeni Milli Komitesi (ANCA), en büyük ve en etkili siyasi örgüttür. ANCA, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ofisler ve destekçilerden oluşan bir ağ ile dünyanın dört bir yanındaki bağlı kuruluşlarla koordineli çalışmaktadır. Amerikan Ermeni toplumunun geniş bir yelpazedeki endişelerini aktif bir şekilde gündeme getirmektedir. Milli Komite bir dizi alanda aktiftir ve aşağıdakiler dahil çok çeşitli siyasi ve eğitici faaliyetlerde bulunmaktadır. ANCA’nın üç ana hedefi şunladır:
ANCA, Ermeni kökenli Amerikalıları ilgilendiren konularda Kongre üyelerini izlemektedir: “Bu bilgileri derliyoruz ve her üyenin profilini okunması kolay bir Rapor Kartı formatında sunuyoruz. 116. Kongre için Kongre notları ve onayları Ekim 2020’de açıklanacaktır. Tüm Meclis Üyelerinin ve Senato Üyelerinin karnelerini görüntülemek için haritada veya “Eyalet Seç” açılır kutusunda eyaletinizi seçiniz.” Bunlardan biri de Başkan Yardımcısı olacak Kamala D. Harris’tir.
ANCA’nın yakın takibinde olan Kamala D. Harris seçilmiş Başkan Biden gibi sözde Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’yi rahatsız edecek söylemlerde bulunmuş biridir. Biden’ın bir şekilde Başkanlık’tan ayrılması durumunda ABD Başkanı olma ihtimali vardır. Aşağıdaki ifadeler ona aittir:
“04.24.2020: Ermeni Soykırımı’nın başlamasının 105. yılını işaretlerken, 1915-1923 yılları arasında öldürülen 1,5 milyon Ermeni’yi unutamayız. Tarihin bu korkunç bölümünü kabul etmek ve asla tekrar etmemesini sağlamak hepimizin görevidir. 12.17.1919: 1915-1923 yılları arasında Ermeni Soykırımı sırasında 1,5 milyon Ermeni öldürüldü. Bunu inkar etmek mümkün değil. Kaybolanları anmak ve tarihimizin bu korkunç bölümünü kabul etmek için Ermeni toplumumuzun yanındayım.”
Joe Biden seçimlerdeki rakibi Harris’i yardımcı olarak seçmiştir. Harris, ülkenin ilk siyah başkan yardımcısı olacaktır. Kendisi, 1915 olaylarının Ermeni soykırımı olarak tanınması için çalışan bir siyasetçidir. Geçen yıl senatörler Bob Menendez ve Ted Cruz ile birlikte ABD Senatosu’na 1915 olaylarını soykırım olarak tanınması için önerge vermiştir. Jamaikalı baba ve Hindistan kökenli annenin çocuğu olarak 1964’te Kaliforniya’da doğmuştur. Bir siyahi olarak sözde Ermeni soykırımının tanınması için çalışan ilk siyasetçilerden biridir. Sözde Ermeni soykırımı konusundaki hassasiyetini şöyle belirtmiştir:
“Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1915’ten 1923’e kadar gerçekleştirilen Ermeni soykırımı, yaklaşık 2 milyon Ermeni’nin zorla tehcir edilmesiyle sonuçlandı ve bunlardan 1,5 milyonu öldürüldü. Tekrarlamamak için geçmiş hakkında her zaman rahatsız edici gerçekleri söylemeliyiz. İnsanlığın en karanlık bölümlerinden biri olan Ermeni soykırımını tanıyarak, nefret etmek için hayatlarını listeleyenleri onurlandırıyoruz ve tehdit edildikleri her yerde insan haklarını savunma taahhüdümüzü yeniden teyit ediyoruz… İnsanlık tarihinin en karanlık zamanlarından biri olan Ermeni soykırımının uygun bir şekilde tanınması için Ermeni toplumunun yanında olacağım.” )
Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türklere Batı dünyasından yöneltilen sözde Ermeni soykırımı yalanlarına karşı gerçekleri dünya kamuoyuna anlatacak ANCA benzeri bir sivil toplum kuruluşu oluşturulmalı, devlet bu kuruluşa destek vermelidir. Türk toplumunun böyle etkin bir kuruluşu yoktur. Her şey Dışişleri Bakanlığı’ndan beklenmemelidir.
Fransa’da 1985-1990 yıllar arasında görev yaparken tek başıma Yunanlıların Behçet hastalığına “Adamantiades” adını eklemelerine Paris’te yapılan tıp Kongresi’nde (1988) karşı çıkarak dönemin Sağlık Bakanı olan arkadaşım Bülent Akarcalı’ya durumu iletmiştim. Sayın Akarcalı da İstanbul da yapılan Romatoloji Kongresi’nde bunu açıklayınca Yunanlı delegeler salonu terk etmişti. Eşim Dr. Sena Karluk o dönemde Paris’te göz ihtisası yapıyordu. Kongre’ye katılanlar arasında göz doktoru Prof. Dr. Leyla Atmaca’da vardı ama işin takibini OECD’de görevli Planlama Müşaviri olarak ben yapmıştım. Kongre’ye Türkiye’den katılanlar salon dışındaki kapıda sohbet ederken içeride Yunanlı sunucu Behçet hastalığına sahip çıkıyordu. Bunu hiç unutmuyorum ve tarihe geçmesi için yazıyorum.
Tüm dünyada “Morbus Behçet“ olarak bilinen Behçet hastalığını sahiplenen Almanya’daki Yunan doktorlara Türk meslektaşlarından tepki gelmiştir. Prof. Dr. Hulusi Behçet’in bulduğu hastalığa ısrarla Yunan doktor “Adamantiades“in adını ekleyen Yunan meslektaşlarını eleştiren Türk doktorlar, “Tamamen haksız ve etik olmayan bir durum. Yunanların bu hastalığa isim eklemeye hakları yok. Buna Türk tıp bilim adamları müdahale etmeli” demişlerdir. )
Bir diğer müdahalem “yoğurt” kelimesinin Bulgar kökenli olduğu iddiasında bulunan “Le Petit Larousse”ayanlışlığı açıklayarak düzeltilmesi girişiminde bulunmam ve Meydan Larousse’a bunun düzeltilmesi için mektup yazmamdır. Çünkü o dönemde Fransa’da tüm yoğurt ambalajlarının üzerinde Fransızca “Gout Bulgare” yazıyordu. Yoğurdun tarihi Orta Asya Türkleri’ne kadar gider. Eski Türkçe’de yoğurt kelimesi 8. yüzyıl metinlerinde yer alırken, Kaşgarlı Mahmut tarafından 10. yüzyılda yazılan Divan-ı Lügatüt Türk ve Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eserlerinde bugünkü anlamında yoğurt kelimesinin kullanıldığı bilinir.
Ermenistan’dan tıpkı Rusya gibi dost olmaz. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 6 Eylül 2008 tarihinde futbol maçı izlemek için Erivan’a yaptığı ziyaretin ardından atılan adımlar, Türkiye-Ermenistan arasında başlayan yakınlaşma süreci karşılıklı olmadığı için sonuç vermemiştir. Zaten vermesi de beklenmemeliydi. Çünkü;
- Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli Bağımsızlık Bildirisi’nin 12’nci maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslararası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir” denilmektedir.
- Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını” açıklamış ve taahhüt etmiştir.
- 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda “Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’ndeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” bir anayasa hükmü olmuştur. Soykırım yalanının uluslararası alanda tanınmasının Ermenistan’ın dış politika hedefi olduğu belirtilmiştir.
- Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’ncü Kurultayına katılan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslararası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” demiştir.
- Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 ili yer almıştır.
- Ermenistan Milli Marşı’nda “Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” yazılıdır.
- Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’dır.
- Sarkisyan, İngiliz yazar Thomas De Waal’a, “Hocalı’dan önce Azeriler bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu- stereotipi- (zeka geriliği) kırmayı başardık” diyen kişidir.
Ermenilerin Türklere ve Türkiye’ye düşmanlıkları kanlarında vardır. Bu zehir yok edilmedikçe Türkiye Ermenistan ilişkilerinin düzelmesi mümkün değildir. Dünyaca ünlü tıp dergisi Lancet’i bile kirli amaçları için kullanabilen Ermenilerden nefret etmeden binlece Ermeninin Türkiye’de iş bulmasına imkan sağlayan yüce Türk milleti, hiçbir zaman Ermeni bayrağını ilkokul çocuklarının ayaklarının altına serip üzerinden geçmelerine izin vermemiştir.
Büyük önder Atatürk, her tarafı çiçeklerle bezenmiş bir otomobil ile Karşıyaka’ya gidip köşke girmiş. Bir de ne görsün! Mermer merdivenlerde yere serilmiş kocaman bir Yunan bayrağı. Gazi sormuş: Nedir bu? Halk anlatmış: Yunan Kralı bu eve girerken bu basamaklarda Türk bayrağını çiğnemişti, Paşam! Gazi kaşlarını çatmış ve demiş ki: Hata etmiş! Ben bu hatayı tekrar edemem. Bayrak bir milletin şerefidir, ne olursa olsun yerlere serilmez ve çiğnenmez, kaldırınız! Atatürk ne demiş, Ermeniler ne yapmış!.
Sözde Ermeni soykırımı konusunda gerçekleri öğrenmek isteyenlere, başta Biden, Harris ve Macron olmak üzere Fransız yazar Yves Benard’ın Aralık 2017’de yayınlanan kitabını okumalarını öneririm. Yazar, “Ermeni soykırımı yoktur” tespitinde bulunmuştur. Benard, incelediği belgelerin sözde Ermeni soykırımı iddialarını çürüttüğünü şöyle belirtmiştir: “Soykırım yoktur, iki taraf içinde katledilmişler vardır. Şuna ikna oldum ki aslında Türkler, Ermenilerden daha fazla katliam kurbanı olmuştur.” Kitap, Pantheon Yayınevi tarafından Türk-Ermeni Görüş Ayrılığına Yeni Bakış (Divergences Turco -Armeniennes) adı altında da (165 sayfa) basılmıştır. Benard, Türkiye’yi gezerek araştırma yapmış ve Türk toplumu hakkında adalet yerini bulsun dileğinde bulunmuştur:
“Bu kitabı yayınlatmakta çok zorlandım. 2009 yılında çıkardığım ilk kitap sadece bir hafta raflarda kalabilmişti. Çünkü yayınevi üzerinde çok büyük baskı vardı. Korktular ve yayını durdurmaya karar verdiler. Şimdi, öyle görünüyor ki artık daha kolay yayınlanabilecek bir konu. Bu sefer çok kolaylıkla bir yayınevi buldum. Oysaki ilk kitabım için en az 60 yayıneviyle irtibata geçmiştim. O dönemde yayınevlerinin yarısı olumsuz cevap vermiş, diğer yarısı ise cevap vermeye bile gerek duymamıştı.”
Kitap hakkındaki değerlendirme şöyledir: “Bu belgeler, uzun söyleşilerden çok gerçek anlamda olayların nasıl gerçekleştiğini, anlaşılır ve açık bir şekilde sizlere aktaracaktır. Belgeler; diplomatlar, gazeteciler, subaylar, din adamları ve teröristlerin açıklamaları ve de Fransızlar tarafından Ermeniler lehine yorumlanan Türk-Ermeni trajedisine farklı bir bakış açısı getirmektedir. Onların görüşlerine inanmak kolaydır. Oysa gerçekleri kabul ettirmek çok daha zordur. Birinci Dünya Savaşı başladığında, her yerde ölümün ve acının hüküm sürdüğü bir dönem başlamıştır. Türkiye her tarafta kuşatılmış durumdadır ve savaşabilecek durumda olan erkekler, kadınları, çocukları ve yaşlıları geride bırakarak savaşa çağrılmışlardır. Ermeni milisler, isyan ederek savunmasız sivillere karşı korkunç, acımasız ve barbarca bir imha gerçekleştirmişledir. Tasniflenmiş ve güvenilir bir arşivden desteklenen bu kitap, Türk-Ermeni çatışmasının az bilinen bir gerçeğini gün yüzüne çıkartmıştır. Ermenilerin sorumlu olduğunu gösteren belgeler, karanlık bir tarih sayfasını gözler önüne sermektedir.”
Yves Bénard, Fransız ders kitaplarının önemli bir gerçeği gözden kaçırdığına dikkat çekmiştir.
YÖK’e seçili üniversitelerde “Ermeni Araştırmaları Enstitüleri” kurulmasını önerdim. Fakat bu teklifime YÖK cevap vermemiştir. Bu enstitüler kurulmalı, maddi olarak desteklenmeli ve her yıl en az beş uluslararası dergilerde yayın yapması şart koşulmalıdır.
Uluslararası yayın yapmayan Enstitü kurmanın anlamı yoktur. “Yalana karşı topyekun mücadele” edilmemesi durumunda Türkiye’yi altından kalkamayacağı zorluklar beklemektedir. Ermeni yalanlarını ortaya çıkarmak için sözde soykırımın olmadığına ilişkin ne kadar çok yayın yapılırsa, dünya kamuoyunu etkilemek çok daha kolay olur. Academia’da yayınlanan “Armenian Deportation Is Not A Genocide” başlıklı yazım ) daha sonra aşağıdaki kitabın ekinde yer alan okuma listesinde yayınlanıştır. )
Ne kadar çok yayın yapılırsa kamuoyunu bilgilendirmek mümkün olur ve Ermeni diasporası, yalanları ile baş başa kalır. Bu kapsamda 30 Ekim’de sayın Uğur Dündar ve 6 Kasım’da sayın Yılmaz Özdil’in yazılanının okunmasında yarar vardır.
Mark Twain’e ait olduğu söylenen “Gerçek Ayakkabılarını Giymeden, Yalan Dünyayı Üç Kez Dolaşır” sözü sözde Ermeni soykırımı yalanı için geçerlidir. Türkiye gerçeklerin ortaya çıkması için bu defa daha çok çaba harcamalı, yumurta kapıya gelmeden önlem almalı, “arşivlerimizi açtık sizde açın” söyleminden vazgeçmelidir. Bunun en son örneği Karabağ savaşı sonrası diaspora Ermenilerinin Türk düşmanlığının artmasıdır. “Covid-19 zamanında savaş: Dağlık Karabağ ve Ermenistan’da insani felaket” başlıklı yazıda Türkiye ve Azerbaycan düşmanlığı yapılmaktadır: “Hospitals, churches, kindergartens, and schools were hit during the bombardment and missile attacks, which included the use of internationally banned cluster bombs.”
Yazıları posta kutunda oku