Türkiye’de bir bir ‘Çıkış yolu’ tartışmasının yapılmasından doğal bir şey olamaz.
Değil mi ki dünya genelinde de böyle bir arayış yapılmakta idi, yapılmaktadır ve yapılacaktır.
Ne var ki, bugüne değin Türkiye’de yapılmakta ve yapılacak olan ‘tartışma’ların, açıkca yazmak gerekirse ‘eski tas eski hamam’ olacağından, bendenizin hiçbir kuşkusu bulunmamaktadır.
Örnek olsun, Kuvvacı, Milliyeci ve bilmemneci olan ‘Atakolik’ler Kılıçdaroğlu, İnce, Sarıgül ya da bir başkası üzerine bahis oynayacaklardır.
Merkez sağcılar Akşener, Davutoğlu,Babacan ya da bir başka benzeri üzerine oynayacaklardır.
O arada ‘demokratlar’, ‘çok demokratlar’, ‘aşırı demokratlar’ ; ‘milliyetçi’, ‘çok milliyetçi’, ‘aşırı miliiyetçiler’, ‘müteddeyyinl’, ‘dinci’, ‘aşırı dinciler’ ya da ‘etnikçi’, ‘çokkültürcü’ ya da ‘bölücüler’ de tartışmaya renk katacaklardır.
Bütün bu hengameden doğru dürüst bir ‘çıkış yolu’ çıkarmanın olanak ve olasılığı bulunmamaktadır.
Denilebilir ki, ‘asgari müşterek’ olarak ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ üzerinde şimdiden bir oydaşma sağlanmış bulunmaktadır.
İşte ben de bu ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ üzerinde durmak istiyorum.
Nasıl bir şey olduğuna bakmak için de, ister istemez tarihe dönmek durumundayım.
Yukarıda ‘Atakolik’ler dediğim kesim, hergün Atatürk’ün sarı saçları, mavi gözleri ya da güzel sözleriyle ‘Atatürkçülük’ yapmaktadırlar.
Ama içlerinden hiçbiri Atatürk’ün ‘Devrimciliği’ konusuna girmemiş ya da girememişlerdir.
Çünkü, zaten bu konuda doğru dürüst bir ‘araştırma’ da yapılmış değildir.
Oysa bir görüş oluşturmak ve ‘tartışma’ya girebilmek için öncelikle köklü bir ‘araştırma’nın yapılmış olması gerekmez midir?
Bilgisi olmadan görüş ileri sürmek, son kırk yılda yaşananlardan anlaşılacağı üzere, ancak ve sadece insanı, ülkeyi ve devleti ‘açmaz’a sürüklemekten başka bir işe yaramamıştır.
Güçlendirilmiş ya da değil ‘Parlamenter Sistem’e gelince; Türkiye’nin ‘Kuruluş’ aşamasındaki ‘Meclis Hükûmeti’ bir ‘örnek’tir.
Burada çokbilmişin ‘Meclis Hükûmeti’ başka ‘Parlamenter Sistem’ başka diyeceğini biliyor, ama geçiyorum.
O nedenle ‘Devrim Hükûmeti’ diyelim.
‘Devrim’ deyince, örneğini aldığımız ‘Fransız Devrimi’ne de bakmak gerekecektir.
Fransız Devrimi yapıldığında, sanki hemen ‘Devrimci bir hükûmet’ kuruluduğu sanılmaktadır.
Oysa sadece eski Etat généraux işbaşı yapmış ve Millet Meclisi (Assemblé Nationale) adını almıştır ve Kral da henüz boğazlanmamıştır.
İlk ‘Devrimci’ eylem olarak ise ‘Bakan’ların ‘yasa’lara uyma zorunluluğu getirilmiştir.
İlk bakışta sıradan bir eylem olarak görülebilir, ancak yasaya uyum demek ‘keyfîlik’e yer olmaması demek olup, bakanlar Meclis’in sıkı denetimine tabi kılınmışlardır.
Ancak ve ne var ki, çok kısa bir süre sonra, ‘Meclis’in ne kadar ‘devrimci’ olup olmadığı sorunuyla karşılaşılmıştır.
İşte 4-5 yıl içinde, yani 1893-1894 yıllarına doğru, Robespierre’ler, Danton’lar, Roland’ların ‘Devrimci Cumhuriyet’ine (La République révolutionnaire) geçilmiştir.
Demek ki, şimdilerde Türkiye’de, kimilerince ‘yasalar uygulansın yeter’ demek, belki ilk adımda yeterli görülebilir.
Kaldı ki, bence 2007 yılından sonra çıkarılan bütün yasalar ile son KHK’lar tamamen ortadan kaldırılmadan ‘yasalara uyulması’nın da bir anlamı yoktur.
Öte yandan Fransız Devrimcileri, bir bakıma, elyordamıyla, adım adım kimi uygulamalara yönelmiş, olmalarına karşın, Türkiye’nin kurucu ‘Devrim Yasaları’ günümüz ‘Meclis’inin önünde hazır bulunmaktadır.
İşte bütün sorun, bu ‘Devrim Yasaları’nı uygulayabilecek bir ‘Meclis’in seçilip seçilemeyeceğidir.
Demek ki, ‘parlamenter-marlamenter sistem’ bundan sonraki bir ‘ayrıntı’dır.
Yukarıda sıraladığımız sözde rejimin ‘vazgeçilmez ögeleri’ sayılan siyasal partileri ‘Devrim Yasaları’nı uygulayabilecekler midir yoksa uygulayamayacaklar mıdır?
Sorun budur!
Bunlar içinde ‘Devrim Yasaları’nın kaldırılması için mücadele edenlerin çoğunluk oluşturdukları bile söylenebilir.
Oysa AKP Genel Başkanı dahil, gelmiş geçmiş tüm bakan ve milletvekillerinin ‘yasaları ihlal’ suçundan yargılanmaları, bu bağlamda ilk ‘devrimci’ eylem olacaktır.
O arada tüm tarikatların kapatılıp mallarına el konulması olmazsa olmazlar arasında sayılabilir.
İşte eğer gerçekten Türkiye için bir ‘çıkış yolu’ aranıyorsa, bu yolun ‘Yön Levhaları’ bunlar olabilir.
Atatürkçülük de budur, cumhuriyetçilik de bu; çağdaşlık da budur devrimcilik de bu.
Gerisi ‘havanda su dövmek’tir.