ASIL BEYİN BU KADINDI

LAWRENCİ FALAN UNUTUN,

ASIL BEYİN BU KADINDI ( CÖLÜN CADISI)

LAWRENCİ FALAN UNUTUN, - CairoConference1921 kahire konferansi

Krallara taç giydirdi, Ortadoğunun sınırlarını cetvelle çizdi. Türklerden nefret ediyordu.

O İngiliz Casus GERTRUD BELL. Araplar onu halâ Arap dostu bir melek diye anıyor.

” Arap aşiretleri ile yakın ilişkiler kurar, tüm çalışmaları boyunca yanında bulunan Ermeni seyisi Fartuh’u yanından hiç ayırmaz. Fartuh iyi derecede Arapça bilir ve coğrafyayı çok iyi tanır; ama Araplar Bell’in güçlü kişiliğine hayrandır. “

Çok iyi ata binmesi, zorluklara ve çetin çöl şartlarına karşı korkusuz duruşu Bell’in hemen benimsenmesine sebep oldu. Öyle ki başına bir şey gelmesi endişesiyle birçok kez engellemeye çalışilmasına rağmen Bell, atına atlayarak çölün en tenha bölgelerindeki Bedevi Aşiretlerinin çadırlarına gidip onlarla korkusuzca iletişim kurardı. Bu seyahatlerinin birinde esir düşmesi dahi onu engellemeyecekti.

Irak’ın Taçsız Kraliçesi: Gertrude Bell

Arap Milliyetçiliği için “el Hatun, Çöl Kraliçesi, Müminlerin Annesi”; “biz Türkler” için “Çöl Tilkisi, Çölün Cadısı” olarak anılan İngiliz bilim insanı ve ajan Gertrude Bell Iraklı tarihçiler arasında ise “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” olarak ünlenmişti

1868 yılında İngiltere’nin Durham şehrinde dünyaya gelen Gertrude Bell demir sanayisinden zengin olmuş önemli bir aileye mensuptu. Ailesinin zenginliği ilerleyen dönemde başta Anadolu ve Irak’ta yapacağı birçok arkeolojik çalışmayı finanse etmesini sağlayacaktı. Bell, doğumundan kısa bir süre sonra annesini kaybetti. Daha sonra üvey annesi olacak Mary S. Bell onun hem en yakın dostu olacak hem de birçok eserini yayınlamasına yardımcı olacaktı. Dadıların ve eğitmenlerin nezaretinde İngiliz geleneklerine göre sıkı bir eğitim alan Bell muhafazakar bir aileye mensuptu. O zamanın şartlarında kadınlar üniversiteye gitmiyordu, kalan eğitimlerini evde tamamlıyor olmasına rağmen kabına sığmayan güçlü yapısı ailesini üniversiteye okumaya ikna etmiştir.

Tarihinde ilk defa kadın öğrencileri kabul eden Oxford Üniversitesine tarih okumak için kaydolan Bell, hocalarının kendisine yönelik katı tutumuna rağmen bölümünü onur derecesiyle tamamlamayı başarır; ama Oxford kabul ettiği kadın öğrencilerin yalnızca okumasına izin veriyordu. Bu yüzden Bell uzun süre diplomasını alamaz. Okulu bitirdiğinde Bell’in kafası karışıktır, Tanrı’ya olan inancından emin değildir. İlerleyen yıllarda Tanrı’ya inanmayı tamamen reddeden Bell, rahip olacak kardeşini bu yoldan vazgeçirmek için yoğun çaba sarf edecektir. Bell’in inanç konusundaki katı tutumuna rağmen İngiliz geleneklerine ve Kraliçe’ye olan bağlılığı ise ömrünün sonuna kadar sürecek, muhafazakar İngiliz politikasını savunacaktır ve İngiliz tarihinin önemli ismi Churchill ile hep yakın ilişkiler geliştirecektir.

Entelektüel açıdan bu düşüncesini hayat pratiğine taşıyan Bell, birçok erkeğin başarısız olduğu dağcılık, kriket, kürek çekmek gibi alanlarda kendisini yetiştirdi. Öyle ki 1902 yılında Alpler’de yaptığı bir dağ tırmanışı sırasında kafilesi fırtınaya kapıldı, Bell ve beraberindekiler dağda halatlarla birbirine 52 saat boyunca bağlı bir şekilde mahsur kaldı. Bu uzun süreçte Bell, kafileyi yöneterek herkesin hayatta kalmasını sağladı. Uzmanlık alanı olan tarihte ise ilgisini kütüphanelerden daha çok, saha çalışmaları yani arkeoloji cezbediyordu. Onun öyküsü de bu alanda başlayacak, bugün 500 milyondan fazla insanın yaşadığı Ortadoğu’nun geleceğini derinden etkileyecekti.

Gertrude Bell Arap Milliyetçiliği için “el Hatun, Çöl Kraliçesi, Müminlerin Annesi” gibi sıfatlara nail görülürken özellikle “biz Türkler” için “Çöl Tilkisi, Çölün Cadısı” gibi hitaplar kullanılmıştır. Bu onun siyasi faaliyetlerinin bir sonucu olarak ideolojik bir ayrışmaya göre değişkenlik gösterir.

Bunun yanında siyasi kişiliği kadar kişisel hayatı da birçok kitaba filme konu olmuştur. Özellikle Türklere karşı olan nefretini, sevdiği adamın 1915 yılında Çanakkale’de ölmesiyle açıklayanlar vardır.

Bunlarin ötesinde gerçek olan nokta ise Bell’in Doğu ile ilk defa tanışmasının 1892 yılında Tahran’da İngiliz elçisi olan teyzesinin kocasını ziyaret etmesiyle başladığıdır. Burada İran kültürüne karşı büyük bir hayranlık duyar. İngiltere’ye döndüğünde Farsçasını ilerletir ve büyük hayranı olduğu Hafız’ın şiirlerini İngilizceye çevirir. Bell’in Doğu’ya olan hayranlığını doruğa çıkartacak hadise ise 1899 yılında Kudüs’e yaptığı seyahat olacaktır. Burada yaklaşık bir yıl kalan Bell, Arapların yaşam şekli ve geleneklerine karşı büyük bir ilgi duyar. Bunun sonucunda Ortadoğu ziyaretlerini genişletme kararı alarak Suriye’de birçok bölgeyi gezer. Arap Bedevilerinin yaşam şekline ve kabile yapısına dair birçok bilgi edinir.

Arkeoloji ile başlayan siyasi bağlantılar

Seyahatlerinde bölgenin altındaki arkeolojik zenginlikler Bell’in dikkatini çeker. Bölgeye daha geniş kapsamlı bir araştırma çalışması başlatan Bell, Suriye’den Konya’ya uzanan birçok arkeolojik çalışmaya katılır. Ailesinden kalan servetle arkeolojik çalışmaları finanse eder. Bu çalışmaların sonucunda Binbir Kilise ve Gılgamış Destanı gibi önemli eserler gün yüzüne çıkar.

Birinci Dünya Savaşı başlıyor

Gertrude Bell uzun süren arkeolojik çalışmalarını tamamladıktan sonra Mayıs 1914 yılında İstanbul üzerinden İngiltere’ye döner. İnziva halinde çalışmalarını kitaplaştırmaya başladığı bir süreçte, Büyük Cihan Harbi başlar. İngiliz Kraliyet İstihbaratı Bell’i tecrübelerinden yararlanmak için Mısır’a davet eder. Bu, Bell’in siyaset ile ilk tanışması değildir. Daha önce Abdülhamid yönetimi ve Adana olayları ile ilgili pek çok bilgi notu ve mektubu hükümetle paylaşmıştır; ama bu kez kendisinden istenen şey İngiliz Hükümeti’nin özellikle Savaş Bakanı Churchill’in Arap isyanları stratejisine danışmanlık yapmaktır.

Bu görevi kabul eden Bell, Mısır’a gelir ve daha sonrasında Arabistanlı Lawrence olarak tanınan ünlü İngiliz ajan ile tanışır. Lawrence’ın bölgede aşiretleri tanıması ve strateji geliştirmesi konusunda ona akıl hocalığı yapar. Osmanlı’ya yakın aşiretlerin hangileri olduğunu belirleyen Bell, isyanın hangi noktalarda kiminle başlayacağına kadar birçok detayın asıl belirleyicisi olmuştur. Savaş Bakanlığı’nın isteği üzerine teslim ettiği haritalar İngilizlerin Suriye başta olmak üzere birçok savaş cephesi açmasına sebep olmuştur.

Faysal ve Irak ile başlayan süreç

Gertrude Bell 41 yaşında, Irak, 1909
Gertrude Bell, 1909

Modern Irak’ın birinci Kralı olan Faysal, Şerif Hüseyin’in oğludur. İstanbul’da uzun süre İkinci Abdülhamid’in misafiri olarak bulunan Faysal, iyi derecede Türkçe konuşuyordu.

Siyasi hayatı Abdülhamid’in devrilmesiyle başlar. İstanbul sürgünü son bulduğu gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Şam’da görevlendirilir. Bu süreçten sonra Cemal Paşa’nın kendisine duyduğu güveni fırsata çeviren Faysal bölgede etkinliğini artırır. Daha sonrasında babası Şerif Hüseyin’i Osmanlı’ya karşı isyan etmeye ikna eden kişilerden biri olarak anılacaktır.

Faysal ve Bell’in dostluğu

Bugünkü Irak’ta yaşanan pek çok siyasal krizin temelinde Gertrude Bell’in politik manevralarının etkisi vardır. Bell, nüfusunun önemli bir bölümü Şii ve Kürtlerden oluşan Irak’ın başına Sünni bir Arap olan Faysal’ın kral olarak getirilmesi için yoğun bir çaba göstermiştir. Bu çabanın arka planındaki en önemli sebep, ileride olası bir Irak-Türkiye birleşmesinin önüne geçmektir. Yürüttüğü yoğun diplomasinin sonucunda nüfusunun önemli bir kısmının okuma yazma bilmediği Irak’ta Faysal’ın kral olması için İngiliz hükümetini referandum yapmaya ikna etmiştir. Büyük tartışmaların sonucunda yapılan referandumda Faysal oyların yüzde 96’sını alarak Irak’a kral olmuştur. Bu çabaları görmezden gelmeyen Faysal, Bell’i Irak yönetiminde müsteşar olarak atamıştır.

Kral Faysal ile Bell’in dostlukları ise 1919 yılında gerçekleştirilen Paris Barış Konferansı ile başlamıştır. Konferansa tek kadın temsilci olarak katılan Bell, burada Faysal’ın Irak’taki konumunu güçlendirmiştir; ancak Faysal’ın önündeki en büyük engel Fransızlardır. Bunun için İngilizlerden daha güçlü destek bulması gerektiğini bilen Faysal’a bu imkânı Bell sağlayacaktır. Irak’ın kuruluşuna vesile olacak 1921 Kahire Konferansı’nda ünlü ajan Lawrence ile Bell, Faysal’ın Irak’taki konumunu garanti altına alarak ona tahtın yolunu açacaktı.

Faysal’ın müsteşarı olarak göreve başlayan Bell, Irak ticareti, dış politikası ve bakanlar kurulunun belirlenmesine varıncaya kadar Faysal’dan sonra ülkenin en etkili ikinci ismi olarak ön plana çıkmıştır. Bundan dolayı, Faysal tarafından “el Hatun” Iraklı tarihçiler arasında ise “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” olarak ünlenmiştir.

Elinde cetvelle Ortadoğu’da sınır çizen Lawrence değil, Bell’dir

Thomas Edward Lawrence, tarihin gördüğü en önemli savaş casuslarından biridir. Birleşik Krallığa bağlı Galler’de 1888 yılında dünyaya gelen Lawrence, ailesinin bunalımlı ilişkisi ve boşanma süreçleri yüzünden kaçarak orduya yazıldı. O da tıpkı Bell gibi Oxford’ta tarih okudu. Üniversite yıllarında şarkiyatçılığa özellikle de Arap kültürüne yoğun bir ilgi duydu. Ortadoğu’ya ilk olarak bilimsel çalışmalar yapmak için gelen Lawrence’ın muadillerinden ayrılan yanı Arap kültürü ve yaşam şekli konusunda hiç de taklit yapmıyor olmasıydı. Arap yemekleri yiyor, onlar gibi giyiniyor, hatta onlar gibi düşünüyordu. Çölde ise kendisini hiç yabancı gibi hissetmeyen Lawrence bulunduğu her ortamda Arap aşiretlerinin güvenini kolayca kazanıyordu.

Bell ile dostlukları İngiliz İstihbaratının Kahire ofisinde başlamıştı, daha önce de birbirlerini tanıyan ikili bu süreçten sonra ittifak içinde olacaktı.

Başta Irak ve Suriye olmak üzere Ortadoğu’da politik haritaların çizimi genellikle ajan Lawrence mal edilir. Oysa Lawrence, İngiliz hükümetinin nezdinde Gertrudre Bell’in hep gölgesinde kalmıştır. Lawrence ve Bell arasında ise hiçbir zaman rekabet olmadığı gibi anne-oğul ilişkisi denecek kadar yakın bir ilişki olmuştur. Lawrence’ın tüm politik ağlarının mimarı olan Bell birçok politik haritayı da kendisi çizmiştir. Babasına yazdığı bir mektupta ise şu ifadeleri kullanır:

Ofiste tüm bir günü Irak’ın güneyindeki çöl sınırını belirlemekle geçirdim.

Bell’in ölümü de kendisi kadar gizem dolu oldu

Ölümüne yakın Bell, Irak siyasetinde hala önemli bir konumdaydı ama yapılan son anayasa değişikliği ile eski etki ve itibarını kaybetmişti. Bunalımlı bir ruh hali içine giren Bell kendisini arkeoloji çalışmalarına vermişti; ama özel hayatı onu derinden etkiliyordu. 12 Haziran 1926 yılında hala gizemi çözülemeyen bir biçimde yatağında ölü bulundu. Kimilerine göre intihar etmişti kimilerine göre ise öldürülmüştü.

Bell için Irak’ta devlet töreni ile cenaze merasimi yapıldı ve eski dostu Kral Faysal onun son isteğini yerine getirerek içinde Bell’e ait birçok çalışma ve fotoğrafın da bulunduğu Irak Arkeoloji Müzesini açmıştır.

“TARİH İNTİKAMINI ALIYOR 2.ci.Bölüm

Osmanlı, Araplara”necip millet” diyor. Arabistandaki önemli görevlere arap kökenlileri tayin ediyordu.

İstanbul doğumlu bir Arap olan Hüseyin Mekke Şerifi olarak tayin edildi. Hüseyin Ingilizler ile birlik olup, isyancı arapları organize etti, Ingiliz silahı ve parasıyla asker topladı ve Osmanlıyı arkadan vurdu.

İngiliz Dr. Squires’in anılarını okuyunuz. İngiz Casus Lawrens’in anılarını okuyunuz. Arap ihanetini ve arapların Türk askerlerine karşı yaptıkları zulmü göreceksiniz.

Dr. Squires “Kudüs’ün düşmesine sevinen Müslüman Arapların davranışını anlayamadım” diye yazıyor.

Gazze Savaşı sırasında, Filistinlilerden oluşan Tabur cepheyi terk edip Ingiliz saflarına geçti. Osmanlı savaşı kaybetti. Kudüs düştü. Araplar sevindi. Bin yıldan beri Müslüman kanı dökülerek korunan Kudüs’ün Hrıstiyanlara geçmesine bir Müslüman nasıl sevinebilirdi?

Tarih bu sevince müsaade etmedi.

İngilizler, Kudüs’ü Yahudilere verdi. Arapların sevinci kursağında kaldı. İhanet eden araplar ve filistinliler, ihanetin bedelini pahalı ödediler, ödemeye devam ediyorlar. Gazze Savaşında yenilen Osmanlı Ordusu çekilirken yaralı askerleri Halep Hastahanesinde bırakmak zorunda kalmıştı. Hastahaneyi basan Arap isyancıların, yaralı ve çaresiz Türk askerlerini süngü darbeleri ile teker teker katlettiklerini, Ingiliz Dr. Squires anılarında yazıyor.

Ingiliz Casus Lavrens “teslim olan (5) bin esir Türk askerini araplara teslim ettiğime pişmanım, Türk askerlerini teslim alan araplar tamamının kafasını kestiler, ortalık kan gölüne döndü” diye yazıyor.

Bu gün Halep Hastahanesinin bulunduğu yerde taş taş üstünde kalmadı. Türklere ihanet eden Filistinliler kan ağlamaya devam ediyor.

Masum Türk askerlerinin kafasını kesen Arapların torunları Türkiyede “açız” levhası asarak ekmek dileniyor.

Tarih intikamını alıyor.”

Dr. Şinasi Kara”

LAWRENCİ FALAN UNUTUN, - CairoConference1921 kahire konferansi

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir