Atatürkçülük ilkeleri, Halkçılık
HALKÇILIK
Atatürkçülük’te halkçılık, yurdu, ayrıcalık iddialarından ve sınıf kavgalarından koruyan bir ilkedir. Halkçılığın birinci unsuru demokratlıktır. İkinci unsur, milletin genel hakları dışında hiç bir kişiye veya topluluğa ayrıcalık tanımamaktır. Üçüncü unsur, sınıf mücadelesini kabul etmemektir. Halkçılık, Milli Mücadelenin ilk gününden başlamış ve gittikçe kuvvetlenmiştir.
Atatürkçülük’te Halkçılık ile Demokrasi Eş Anlamdadır
Atatürk; “Demokrasi (Halkçılık) esasına dayalı hükümetlerde, egemenlik, halka, halkın çoğunluğuna aittir. Demokrasi prensibi, Egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olmayacağını gerektirir. Bu şekilde, demokrasi prensibi, siyası kuvvetin, egemenliğin kaynağına ve yasallığına temas etmektedir.” diyerek, demokrasinin halkçılığın bir sonucu olduğunu vurgulamıştır.
Türk tarihinde demokrasi
“Türk Milleti, en eski tarihlerinde, ünlü kurultaylarıyla, bu kurultaylarda devlet başkanlarını seçmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar bağlı olduklarını göstermişlerdir. Son tarih devirlerinde, Türklerin kurdukları devletlerde, başlarına geçen padişahlar, bu yöntemden ayrılarak despot (zorba) olmuşlardır.”
Atatürk, Halkçılığın bugün bütün çağdaş anayasalarda yer aldığını ve artık bugün halkçılık (demokrasi) fikrinin daima yükselen bir denizi andırdığını belirtmektedir.
Demokrasiye ters düşen teoriler
Atatürk, demokrasiye (Halkçılığa) hücum eden teorilerin çok haksız olduklarını belirtmiş ve dolaylı olarak halkçılığı değerlendirmiş ve anlamının mukayeseli olarak ortaya çıkmasına yardım etmiştir. “Demokrasinin bu kavramı, bazı teorilerin hücumuna hedef olmaktadır. Bolşevik Teorileri, ihtilalci siyasi sendikalizm teorisi, çıkarların temsili teorisi.
Bu teorilerin, demokrasi teorimize hücumda ne kadar haksız olduklarını kısaca açıklayalım:
Bolşevik teorisinde millet içinden, işçi, deniz ve kara kuvvetlerinden ibaret bir azınlık, ekonomik esaslara dayanan komünist partisi adı altında birleşerek bir diktatörlük kurmuşlardır. Amaçlarında milli değildirler. Kişisel hürriyet ve eşitlik tanımazlar.
Halk egemenliğine saygıları yoktur. İçte halkın çoğunluğunu kaba kuvvet kullanarak, görüşlerini kabullenmeye zorlarlar, yurtdışında, propaganda ve ihtilal teşkilatı ile bütün dünya milletlerine, kendi prensiplerini yaymaya çalışırlar. Halbuki, hükümet kurmaktan amaç, ilk önce kişisel hürriyetin sağlanmasıdır. Bolşevik tarzı hükümetinde keyfi idare özelliği görülmektedir. Bir toplumun, zorla bir kısım insanlıkların görüşlerinin esiri yapılarak aciz bir şekilde yaşatılmasına, doğal ve akla uygun bir hükümet sistemi görüşü ile bakılamaz.
İhtilalci, siyasi sendikalizm teorisyenleri de, her türlü siyasi kuruluşları, yalnız kendi çıkarları lehine çalıştırmak ve sonunda siyasi kuvvet ve egemenliği ellerine geçirmek isteyen işçi gruplarıdır.
Bunlar, amaçlarını zorla elde etmek fırsatını beklerken, zaman zaman genel grevler yaparak, hükümet adamları üzerinde etkili oluyorlar ve bazı işleri kendi lehlerine çözümlettiriyorlar, yavaş yavaş varlıklarını hissettiriyorlar…
(Bazı memleketlerde) bu teorisyenleri az çok tatmin için, millet meclisi yanında, ekonomik nitelikli üyesi onlardan olmak üzere bir meclis yapmışlardır. Bizde Ali iktisat Meclisi (Yüksek Ekonomi Meclisi) vardır. Fakat bu, herhangi bir zorlama üzerine değil, doğrudan doğruya hükümetin faydalı görmesinden, danışma amacıyla meydana getirdiği bir kuruldur.
Çıkarların temsili teorisi; çeşitli meslek, sanat ve iş adamları, toplum içinde ayrı ayrı birer grup, birer küçük toplum halinde düşünülürse, herbir grubun bir birinden farklı çıkarları vardır. Bundan dolayı, diyorlar ki her özel çıkar sahibi gruplar, ayrı ayrı, mecliste kendilerini temsil etmelidirler. Bu durumda seçim, millet kişilerinin çoğunluğu tarafından değil, gruplar tarafından ve grupların sahip olduğu çıkar derecesine uyumlu olarak sonuçlanacaktır. Mecliste, bu gruplardan bir kaçı birleşip, iktidara geçince, yalnız kendi çıkarları lehine çalışacaklardır. Buna kim engel olacaktır?
İşte bu sebeplerden dolayıdır ki biz, bu ve bundan önceki teorileri memleket ve milletimiz için uygun görmüyoruz…
Biz, memleket halkı, kişi ve çeşitli sınıf mensuplarının birbirlerine yardımlarını aynı kıymet ve nitelikte görürüz. Hepsinin çıkarlarının aynı derecede ve aynı eşitlik duygusu ile karşılanmasına çalışmak isteriz. Bu şeklin, milletin genel refahı, devlet bünyesinin sağlamlaştırılması için daha uygun olduğu kanaatindeyiz. Bizim düşüncemizde; çiftçi, çoban, amele, tüccar,sanatkar, asker, doktor, kısacası herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın hak, çıkar ve hürriyeti eşittir. Devlete, bu anlayış ile azami yardımcı olmak ve milletin güven ve iradesini yerinde sarf edebilmek, bizce, bizim anladığımız anlamda halk hükümeti idaresi ile mümkün olur.” Bu yönden halk için çalışan bir halk hükümetinin bütün sorumluları, halk ile temaslarında halka inan ve inanç vermeyi daima dikkate almalıdırlar.
Halkçılık Anlayışı Eşitliği Öngörür, Çalışmaya Değer Verir
Eşitlik anlayışı: Atatürkçülük’te halkçılık anlayışının ikinci unsuru, milletin genel hakları dışında hiç bir kişiye veya zümreye ayrıcalık tanımamaktadır. Atatürkçülük, yasalar önünde eşitliği gerektirir ve toplumun varlığını sürdürmesi için çalışmayı zorunlu ve üstün değer sayar.
Kanunlar önünde kesinlikle eşit olmak: Halkçılık, toplum hayatında her türlü ayrıcalığı reddeder. Herhangi bir kişiye, bir aileye veya bir zümreye yahut bir topluluğa ayrıcalık tanımaz. Kim olursa olsun, yasalar ve kamu kurumları önünde kesinlikle eşittir.
Atatürk’e göre “Türkiye halk ırki veya dini ve kültürel yönden birleşmiş, bir diğerine karşı, karşılıklı hürmet ve fedakarlık hisleriyle dolu ve kaderi, geleceği ve çıkarları ortak olan bir toplumdur.”
Bu tanımlamadan anlaşılıyor ki, halk kavramı, herhangi bir sınıfa ait değildir, bir ayrıcalığa sebep olacak hiçbir nedeni kabul etmez ve bir bütündür.
Atatürkçülük’te halk; yasalar önünde kesinlikle eşitliği benimseyen, hiç bir ailenin, hiç bir sınıfın, hiç bir zümrenin ve hiç bir kişinin ayrıcalığını tanımayan insanlardan oluşmuş bir topluluktur. Bu esası koruyan kişiler, halktan ve halkçı olarak sayılırlar.
Halkçılıkta sosyal düzen halkın idaresine ve çalışmasına dayalıdır: Atatürkçülük’te Türk halkının kanun önünde eşitliği benimsenmekle birlikte, onun sorumluluğu da belirlenmiştir. Bu sorumluluk, çalışmaktır. Atatürk, kişilerin çalışmaması halinde toplumun yaşamasını ve varlığını tehlikede görür. Halkçılık ilkesine göre, Türkiye’de sosyal düzen, kişinin çalışmasına dayanılarak korunabilir ve sürdürülebilir.
Atatürk “Ne olduğumuzu bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız! Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içerisinde yeri yoktur, hakkı yoktur! O halde… Halkçılık, toplum düzenini, çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir. ” diyerek Halkçılık ve çalışmanın doğrudan ilişkisini açıkça ortaya koymuştur.
Atatürkçülük halkın ilerlemesini öngörür. Çalışmayı ilerlemenin temel esası olarak ele alır. Bu nedenle Atatürk” İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan daha çok çalışmaya mecburuz.
Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü medeni buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur. ” sözleri ile çalışmanın önemini vurgulamış, çalışmanın hangi nitelikte bir çalışma olması gerektiğini belirtmiştir.
Halkçılıkta sosyal düzen, kişilerin düşünür olmasını öngörür: Atatürk, çalışan halkın devletine ‘Halk Devleti’ der. Bu halk devletindeki kişilerin de, çalışarak düşünür bir duruma gelmesini ister. Çalışmanın, kişileri düşünen bir varlık haline getirecek nitelikte olmasını söyler. Demokrasinin korunması ve sürdürülmesi için, bu şartın gerçekleştirilmesini ister. Atatürk’ün bu konudaki sözleri şöyledir:” İşe köyden ve mahalleden ve mahalle halkından yani kişiden başlıyoruz. Kişiler düşünür olmadıkça, hangi haklara sahip olduğunu anlamadıkça, kitleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yönlere yöneltilebilirler. Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceği ile bizzat ilgilenmesi lazımdır. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir kurum elbette sağlam olur, şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan ziyade yukardan aşağı olması zorluluğu vardır.
Birincisinin meydana gelmesi halinde bütün insanlık için amaca ulaşmak kolaylaşmış olurdu. Böyle olmanın pratik ve maddi imkanı henüz bulunamadığından, bazı teşebbüs sahipleri, milletlere verilmesi gereken yönün verilmesinde öncülükte bulunuyorlar. Bu suretle yukardan aşağıya şekillendirilebilir. Biz memleketimiz dahilindeki seyahatlerimizde elbette birinci şekilde başlamış olan milli teşkilatımızın hakiki başlangıca, kişiye kadar indiğini ve oradan tekrar yukarıya doğru gerçek şekillenmenin başladığını büyük memnunlukla gördük. Bununla beraber tam anlamıyla olgunlaşma derecesine ulaşıldığını iddia edemeyiz. Bunun için özel suretle aşağıdan yukarıya tekrar bir şekillenmenin oluşması amacına özel suretle mesai harcamamız milli ve vatani bir vazife olarak kabul edilmelidir. “
Halkçılık halkın siyasi güce sahip olmasını öngörür: Atatürk, kişilerin, her konuda düşünür olması ve kendi hakkına sahip olması esasına her zaman değinir, bu nedenle halkçılık anlayışında halkın siyasi yeteneklerinin gelişmesi ve bu yönden halkın siyasi eğitiminin kendilerini halkın üstünde görenlere ve böyle bir davranışta bulunacaklara karşı en güçlü önlem olarak milli müesseseler kurulmasını, bu milli müesseselerin kurulabilmesi için de halka siyasi terbiye verilmesini önerir. Bunu, demokrasiyi koruyan temel taşlardan biri sayar.
Atatürk, kendilerini halkın üstünde görenlere karşı “Bir kişi olarak ve tekrar millet tarafından seçilirsem, Türkiye Büyük Millet Meclisinde üye sıfatı ile çalışmayı vazife olarak kabul ediyorum.
Ne ben ve ne siz, şahıslarımız üzerinde durumlar yaratmaya kalkışmayalım. Biz hepimiz o şekilde çalışalım ki, kuracağımız şey, milli bir müessese olsun. Bu da, millete siyasi terbiye vermekle olur.” diyerek siyasi terbiyenin önemini vurgulamıştır, Bir iş, eğer millet anlar ve uygularsa, milli amaçlara önemli katkısı olursa, milli olur.
Halkçılık İç Barışı Öngörür, Sınıf Mücadelesini Reddeder
Atatürkçülük’te Halkçılık anlayışının üçüncü unsuru, sınıf mücadelesini kabul etmemektir: Atatürk, Türk toplumunda sınıflar arasıdaki mücadeleyi, başka bir deyişle sınıfların çıkar kavgasını kabul etmez.
Türk halkının sosyal yapısı, sınıf kavgası için uygun olmayan bir yapıdır. Çünkü halkın içinde çalışanlar arasında, bir çıkar çatışması yoktur. Mevcut sınıflardan biri olunca öbürünün de olması, kaçınılmaz bir gerçektir.
Atatürk bu konudaki görüşlerini; ” Bizim halkımız, çıkarları birbirinden farklı sınıf halinde değil; aksine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine lazım olan sınıflardan ibarettir.
Bu dakikada dinleyenlerim çiftçilerdir, sanatkarlardır, tüccarlardır ve işçilerdir. Bunların hangisi bir diğerine karşı olabilir.
Çiftçinin sanatkara, sanatkarın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsine, birbirine ve işçiye muhtaç olduğunu kim inkar edebilir.
Bugün mevcut fabrikalarımızda ve daha çok olmasını dilediğimiz fabrikalarımızda kendi işçimiz çalışmalıdır. Refah içinde ve memnun olarak çalışmalıdırlar ve bütün bu saydığımız sınıflar, aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın gerçek tadını tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsinler. ” şeklinde açıklamıştır.
İş bölümüne dayanan çalışma: Atatürk, iş bölümüne dayanan çalışmayla ilgili görüş ve düşüncelerini, sürekli olarak değişik yıllarda, çeşitli yer ve ortamda tekrarlamıştır.
Şu noktayı belirtmek gerekir ki, Atatürk, toplumu da sınıflar gerçeğini de inkar etmiş değildir. Belirttiği görüş; Türk toplumu ile ilgilidir.Türkiye’de sınıfların çıkar kavgasından halkın yararına bir sonuç alınamayacağı inancındadır. Türk toplumunda sınıf farkının bulunmadığını her zaman ve her yerde söylemiş, belirtmiştir.
Çalışma Grupları: Atatürk’ün çalışma grupları hakkındaki görüşü “Türkiye Cumhuriyeti halkının ayrı ayrı ve birbirlerine karşıt sınıflardan oluşmadığı fakat gerek kişisel gerek sosyal hayat içinde iş bölümü itibariyle Türk halkını değişik hizmetlere ayrılmış bir toplum görmek gerektiği” şeklindedir. Yukarıdaki bu temel esas yine Atatürk tarafından şu şekilde açıklanmıştır:
” Türkiye Cumhuriyeti halkını; ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat kişisel ve sosyal hayat içinde iş bölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek, esas prensiplerimizdendir.
Türk toplumunu oluşturan başlıca çalışma grupları şunlardır: Çiftçiler, Küçük sanat sahibi ve esnaf, Amele ve İşçi, Serbest meslek sahipleri, Sanayiciler, Tüccarlar, Memurlar.
Bunların her birinin çalışması, diğerlerinin ve tüm toplumun hayat ve mutluluğu için zorunludur.
Bu duruma göre, amaç, sınıf mücadelesi yerine sosyal düzen ve dayanışmayı sağlamak ve birbirine zarar vermeyecek (ters düşmeyecek, bozmayacak) şekilde çıkarlarda uyum sağlamaktır. Çıkarlar, kabiliyet, beceri ve çalışma derecesiyle uyumlu olur. “
Milli gelirin dağılımında devlet otoritesi: Temel esas, “Sınıf mücadelesi yerine sosyal düzeni ve dayanışmayı sağlamak ve birbirine zarar vermeyecek (ters düşmeyecek, bozmayacak) şekilde çıkarlarda uyum sağlamak; çıkarları, kabiliyet beceri ve çalışma derecesiyle uyumlu olarak tertiplemek” olduğuna göre; hangi kuruluş bu sorumluluğu yüklenecektir?
Atatürk bunu, devlete yükler. Devlet, milli gelirin dengeli ve uyumlu olarak dağıtımında, yönetimde, kalkınmanın sağlanmasında, halk yararının gözetilmesinde vazife yapacaktır. Bu amacı gerçekleştirebilmek için devlet, önlemler alacaktır, yasalar çıkaracaktır.
Atatürk, bu konuda ” Milli gelirin dağılımında, daha mükemmel bir adalet ve emek sarfedenlere, daha yüksek refah sağlanması; milli birliğin korunması için şarttır. Bu şartı daima gözönünde tutmak, milli birliğin temsilcisi olan devletin önemli vazifesidir. ” demektedir.
Dikkat edilmesi gereken bir nokta da, Atatürk’ün halkçılık anlayışında sınıfsızlık, sadece siyasi ve hukuki alandadır.
Şöyle ki, -sınıfsız, ayrıcalıksız, kaynaşmış bir kitle- prensibi, yalnız demokrasi, sosyal adalet,ve güvenlik kuralları doğrultusundadır. Atatürk’ün Halkçılık anlayışında sınıf diktatörlüğü yoktur. Siyasi ve medeni haklarla insan hak ve hürriyetleri saklı tutulmuştur. Toplum kalkınması ve yönetimi bu temel haklar çerçevesinde yürütülecektir.
Halkçılık, zayıfla kuvvetlinin değil, kişilerin yapmak için maddi ve manevi kuvvetlerini, zeka ve becerilerini birleştirmelerini öngörür. Zayıfla kuvvetlinin birleşmesi, zayıf olanın kuvvetliye esir olması demektir.
Halkın eğilimleri, halkın maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanması, bütün halk temsilcilerinin yönetimini ve yöneticilerin faaliyetlerini planlama ve gerçekleştirme de temel kuraldır.
Halkçılık, Milliyetçilikle birlikte ve bütün vatandaşlar ve devlet vazifelileri tarafından aynen uygulanır.
Halkçılık ile Milliyetçilik kavramlarının birlikte kullanılması, Türk Milletinin Dinamik İdeale ulaşmasında başarı koşuludur. Bu koşula uyarak Türkiye’de milli devir ile birlikte halk devri başlamıştır.
Halkçılığı Uygulamada Esas, Halkın Maddi ve Manevi İhtiyaçlarını Karşılamaktır
“Milleti idare prensibimiz, milletin ortak ve genel düşünce ve eğilimine uymaktır. Bu düşünce ve eğilimin gerçek ve ciddi olabilmesi, milletin maddi ve manevi ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır. ” Bu yönden halkçılığı uygulamakta, Devlet-Halk ilişkilerini düzenlemekte halk şikayetleri, önemli yer tutar. Bu şikayetlerin ve dileklerin amaçları şunlardır:
Devletin işlerinin nasıl yürüdüğünü anlamak, halkın aydınlanma ihtiyaçlarının hangi noktalarda olduğunu göstermektedir.
Atatürk bu konuda şöyle demiştir. ” Şikayetler, devlet teşkilatımızda daima esaslı bir yankı uyandırmalıdır. Hükümete gelen her başvuru ve şikayet, sıradan memurların değil, bizzat Bakanın (veya bölgesinde valinin) imzalayacağı (olumlu veya olumsuz olsun) gerekçelere dayanan bir cevapla karşılanmalıdır.” “Bu şikayetler, tek tek incelenmekle beraber, bunların konularına göre sınıflandırıldıktan sonra meydana gelecek tablonun toptan incelenmesi, büyük halk tabakalarının hangi ıstıraplarla yüklü olduğunu gösterir. “
Yukarıdaki amaca ulaşmak için halkın şikayetlerini almak, doğruyu yanlıştan ayırmak, sınıflandırmak gerekir. Böyle bir çalışma, halka dönük, halkla beraber, halk için çalışan bir halk hükümetinin yönetiminin sonuçlarını takip etmesini sağlar; bu, halktaki etkisine göre, yönetimin bir tür kontrol sistemidir.
Bu, şikayet sahiplerinin şikayetlerinin giderilmesinden çok, hükümetin icraatının genel olarak başarılı olup olmadığını gösterir. Bu, devlet idaresinde halkçılığın bir gereğidir.
Ayrıca kamuoyunun hangi noktalarda aydınlatılmaya ihtiyacı olduğunu da gösterir. Halk şikayetlerinin ve incelemesinin, cevabının verilmesinin bir esasa bağlanması gerekir. Çünkü güçlü olması zorunlu olan ” Hükümeti zayıf düşüren önemli nedenlerden birisi de, halk şikayetlerinin kayıtsızlığa uğramasıdır. “
Bir yanıt yazın