Türkiye’deki üçlü ideolojik bölünme giderek netleşiyor. Bir yanda Atatürk’e saygı ve bazen sevgi duyan, ama Kemalizme karşı olanlar var. Atatürk’ü daha çok-bu yurdu düşmanlardan kurtarmış bir kahraman olarak benimsiyorlar. Ama Kemalizmin birçok ilkesine, kısmen ya da tamamen karşılar. Laiklik, devletçilik, devrimcilik ve halkçılık karşısındaki tutumları çok açık. Cumhuriyetçiliğe karşı değiller; ama içerdiği demokrasi anlayışı, onlar için fazla geniş. Ulusçuluğa karşı değiller; ama onların ulusçuluk anlayışı-en azından son yıllara kadar-Kemalist ulusçuluktan çok farklı:
“Irk”ın ve “din”in öne çıktığı, ağırlık taşıdığı bir ulusçuluk. Çok zaman “yayılmacılık” eğilimleri de taşıyor. İkinci kesimdekiler, hem Atatürk’e hem de Kemalizme karşılar. Halifeliği ve hâttâ padişahlığı kaldırdığı için, kimisi Atatürk’e kızgın, kimisi de düşman. Laikliği içlerine sindirebilmeleri söz konusu bile değil. Onlar açısından önem taşıyan “ümmet” olduğu için; Kemalist ulusçuluğu kabul etmeleri de olanaksız.
Geriye kalıyor, hem Atatürk’e hem de Kemalizme sâhip çıkanlar. Atatürk ile Atatürk’ün önderliğinde gelişen Türk devrimini ve ideolojisini bir bütün sayanlar. Bunların dışında, dördüncü bir ideolojik gelişmeye artık yer yok!
1980’lerin sonlarından bu yana dünyanın yaşadığı değişimler, bu yolu da tıkamıştır. Türk solu için, bir “sol sapma” olanağı kalmamıştır. Artık, Kemalizmden soyutlanmış bir Türk solu için, “sağ sapma”nın dışında bir çıkış yoktur! Bu çıkışın adı da “2. Cumhuriyetçilik”tir. Yâni “Özalcılık”tır! “Yeni sağ”cılıktır.
Türkiye’nin son kırk yılına, “orta sağ” iktidarlar damgasını vurdu. Yâni Atatürk’e “evet”, ama Kemalizme “hayır” diyenler. “2. cumhuriyetçiler” ise, Kemalizme çok açık ve katı bir biçimde karşı çıkmakla kalmıyorlar; aynı zamanda Atatürk’e karşı olduklarını da-genelde-saklamıyorlar. Ve böylece, ideolojik kutuplaşmada ikinci kesimde yer alıyorlar. Tıpkı “dinciler” ve “Kürtçüler” gibi. Böylece-bir kez daha-Kemalizm, Türkiye’deki ideolojik sınıflandırmanın eksenini oluşturuyor. 2 Kemalizm Bir İdeoloji midir? Tarihsel hesaplaşmanın konusu açık: Kemalizm 1920’li yıllarda işlevini yerine getirip bitti mi?
En azından bâzı ilkelerini çöp kutusuna atmak zamanı geldi mi? Yoksa 21. yüzyıla hazırlanan bir Türkiye’de geçerliğini hâlâ koruyor mu?
İdeolojiler, toplumsal gereksinmeleri karşılayan, o gereksinmeleri duyan kesimlerce benimsenmiş, kendi içlerinde tutarlı inanç sistemleridir. Sağcı ideolojiler daha çok duygulara, solcu ideolojiler ise akla seslenirler.
Kemalizm de akla ve insancıl değerlere dayalı “çağdaş” bir toplum özlemine yanıt veren, geri kalmışlıktan kurtulma istencini yansıtan bir ideolojidir. İki nedenden dolayı, “Kemalizm” sözcüğünü “Atatürkçülük” sözcüğüne tercih etmek daha doğru olur:
• Atatürkçülük yıpratıldığı için, • Kemalizm uluslararası dile girdiği için,
Kemalizm “ilerici” bir ideolojidir. Ne geçmişin bekçiliğidir ne de kalıplaşmış bir inanç sistemi. Değişen koşullar içinde, sürekli ve akılcı bir yenilenmeyi ve o yenilenmenin ilkelerini içerir.
İdeolojisinin çerçevesi, Mustafa Kemal’in kafasında daha genç bir subayken oluşmaya başlamıştı. Erzurum Kongresi öncesinde, 8 Temmuz 1919 günü sabaha karşı Mazhar Müfit Kansu’ya şunları not ettirdiğini biliyoruz:
1. “Zaferden sonra şekli hükümet cumhuriyet olacaktır. Bu bir… 2. İki, Pâdişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icabeden muamele yapılacaktır. 3. Üç, tesettür kalkacaktır. 4. Dört, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.”
Kalem, Kansu’nun elinden düşmüştü. Şaşkın “Darılma, ama paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var” dediğinde de, Mustafa Kemal gülmüştü: “Bunu zaman tayin eder, sen yaz…Beş, Latin harfleri kabul edilecek.”
Olayın gerisini Mazhar Müfit Kansu anılarında şöyle anlatıyor: “Paşam kafi, dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile ‘Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım, üst tarafı yeter’ diyerek defterimi kapattım.”
Kemalizm ve Demokrasi Nasıl ki her bitki her iklimde yetişemezse, demokrasinin oluşabilmesi ve yaşayabilmesinin de belirli koşulları vardır. Ve ünlü sosyolog Max Weber bile, demokrasiyi şöyle tanımlıyor:
“Demokraside, halk güvendiği bir önder seçer. Seçilen önder, ‘Şimdi sesinizi kesin ve bana itaat edin’ der. Artık halk ve parti onun işine karışamazlar.”
Almanya, İtalya ve Japonya gibi sanayileşmiş ülkelerin bile, demokrasiye kendi iç dinamikleri ile değil, savaş yenilgisiyle birlikte dayatılan koşullar nedeniyle geçtiklerini unutmamalıyız!
Unutmamalıyız ki Kemalizmin erdemlerini ve demokrasi karşısındaki tavrını daha iyi anlayabilelim! Demokrasinin ne “nesnel” ne de “öznel” koşullarının bulunduğu bir toplumda; demokrasinin gerileyip faşizmin yükseldiği bir dünyada;
acaba Mustafa Kemal ne düşünüyordu? Toplumunu nasıl bir yönetim biçimine hazırlamak istiyordu?
Atatürk için, Kemalizmin cumhuriyetçilik ilkesi ile demokrasi eşanlamlı idi: “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.”
Zamanın Fransa Büyükelçisi’ne söyledikleri ise, hiçbir yanlış anlamaya meydan bırakmayacak kadar açıktır: “Kişisel iktidar gibi zararlı bir örnek bırakarak ölmeyeceğim. Parlamenter bir cumhuriyet kuracağım.”
Atatürk’ün hem pâdişah hem halife olması için hiçbir engel yoktu. Tersine, yakın çevresinden ve hâttâ yurtdışındaki Müslümanlardan bu yönde telkinler geliyordu. Ama O, bunları hiç düşünmeden reddediyordu. Cumhurbaşkanlığı’nı bile geçici bir görev olarak düşünmekteydi.
Yazıları posta kutunda oku