Atatürkçü düşünce sisteminin temel ilkesi laiklik
Doç. Yusuf SARINAY
Tarih, tabiatın zıddına insanların esiridir. Böyle olmakla birlikte, tarihin inşasındaki esas rol, toplumlara mı yoksa kahramanlara mı aittir sorusu bilim adamları arasında tartışılıyor ise de bu tartışmanın hiçbir anlamı yoktur. Çünkü kendi iradesiyle, aklı ve bilgisiyle hareket eden ister kişi olsun ister toplum, mutlaka tarihi etkiler. Bilim ve. fikir kahramanlarına sahip olan toplumlar şuurlanır, siyaset kahramanlarına sahip olan toplumlar dünya milletleri arasında şahsiyet kazanır; askerî kahramanlara sahip olan toplumlar varlık ve şahsiyetlerini korumada başarılı olurlar. Ne var ki böyle kahramanlar da bilgili, kültürlü, şahsiyetli toplumların eseridir.
Öyleyse tarihi yapan ne tek başına fert ne de toplumdur. Tarihi yapan irade, bilgi sahibi şahsiyetli yöneticileriyle bütünleşip, harekete geçebilen toplumlardır. İşte çöken Osmanlı İmparatorluğu’ndan modern Türkiye’nin doğuşu, bu tarihî olgunun en iyi örneklerinden biridir. Bu tarihî olgunun hiç şüphesiz baş mimarı da toplumuyla bütünleşen bir lider olan Mustafa Kemal ATATÜRK’tür.
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi üzerine İtilâf devletleri tarafından Sevr’in dayatılması üzerine Türk milleti tarihinin belki de en karanlık bir dönemine girmiş bulunuyordu. İşte böyle bir ortamda Mustafa Kemal Paşanın liderliğinde şahlanan Türk millî ruhu Mondros Mütarekesi’nin boğucu havası ve yalnızlığı içinde Müdafaai Hukuk hareketinin kaynağı ve dinamosu olmuştur.
Mustafa Kemal Paşanın liderliğinde yürütülen Millî Mücadele hareketi ile Türk milleti kendisine biçilmeye çalışılan Sevr kefenini yırtmış, Misakımillî sınırları içinde bağımsız genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Mustafa Kemal Paşa bu mücadele sırasında Türk toplumunu dağılma tehlikesinden kurtararak Müdafaai Hukuk hareketi içindeki dağınık mahallî güçlerin temsilcilerini TBMM bünyesinde Misakımillîci bir sentez içinde kaynaştırmıştır. Bugünkü sınırlarımız içindeki milletimiz bu kaynaşma temeline dayanmaktadır. Dolayısıyla Millî Mücadele aynı zamanda ümmetten millete geçişte de önemli bir rol oynamıştır.
Millî Mücadele’nin askerî cephesini kazanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ATATÜRK; devletin tekrar Osmanlının durumuna düşmemesi, ilelebet yaşaması için gerekli tedbirleri almıştır. İşte ATATÜRK’ün gerçekleştirdiği köklü inkılâpların amacı, gayesi, hedefi bu noktada toplanmaktadır. ATATÜRK inkılâpları adını verdiğimiz tedbirler paketinin amacı, Türk milletini kısa zamanda çağdaş milletler seviyesine ulaştırmak ve böylece çağdaş medeniyetin bir ortağı hâline getirmektir. Sonuçta millî, çağdaş ve lâik bir toplum meydana getirmektir.
O hâlde ne yapılacaktı? Çağdaş milletler çağdaşlık özelliklerini her türlü dogmatik unsurlardan sıyrılarak, ancak ilim, akıl ve fen kurallarını rehber edinerek kazanmışlardı. Bu sebeple ATATÜRK de “Dünyada her şey için, başarı için en hakikî mürşit ilimdir, fendir.” diyerek çağdaşlaşmak için daima ilmi, rehber olarak göstermiştir. Çağdaşlaşmayı da Türk milleti için bir hayat davası olarak görmüştür. Nitekim ATATÜRK’ün kısa zamanda gerçekleştirdiği inkılâpları topluca değerlendirdiğimiz zaman âdeta bir Türk rönesansı gerçekleştirmiş olduğunu söylemek mümkündür.
Tarihten gereken dersleri çıkarmasını bilen ATATÜRK, Osmanlının geri kalmasını Avrupa’da meydana gelen gelişmelere kapalı kalmasına ve bilimsel düşünceye gereken önemin verilmemesine bağlıyordu. Bu sebeple gelişme ve ilerleme yolundaki engelleri ve düşünceleri ortadan kaldırmak için inkılâpları lâik bir temele oturtmuştur.
Nitekim ATATÜRK’ün gerçekleştirdiği Türk inkılâbının temel direklerinden biri lâikliktir. Bu ilke Türk inkılâbını oluşturan köklü değişikliklerin çoğunun temelidir. Türk inkılâbı devlet yapısını, hukuk sistemini, eğitimi, kültür hayatını donmuş ve statik kalıplardan kurtarıp, aklın ve çağdaş bilimin ışığında çağımızın gerçeklerine uygun bir hâle getirmiştir. İnkılâpların ortak kaynağını, ortak nedenini lâik devlet ve toplum anlayışında bulmak mümkündür. Bu nedenle lâiklik Türk inkılâbının temel taşı niteliğindedir.
Tarihî tecrübelerin ışığında, lâiklik gerçekçi bir yaklaşımla ve şartlar olgunlaştıkça adım adım gerçekleştirilmiştir. Bu aşamaları şöyle özetleyebiliriz:
a) Devletin lâikleştirilmesi:
Yeni Türk Devleti adım adım lâik bir devlet olmaya yöneldi. Önce egemenliğin temeli lâikleştirildi. Böylece ümmetin yerini millet, padişahın tartışılmaz kudretinin yerini “millî hâkimiyet” almaya başladı. Saltanat ve hilâfetin kaldırılması ile Şeriye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılmasının ardından 1928 yılında Anayasa’daki devletin resmî dininin “İslam” olduğunu belirten madde kaldırılarak 1937 yılında lâiklik bir anayasa maddesi hâline getirildi. Böylece dinin devlet ve siyaset müdahalesi önlenmiş oldu. Türkiye’nin özel şartları da dikkate alınarak din hizmetlerini yürütmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı genel idare içinde teşkilâtlandırılmıştır.
b) Hukukun lâikleştirilmesi:
Hukuku; değişmez, donmuş, kalıplaşmış, dogmalar içinde hapsetmemek için, bütün kanunların ancak dünyevî ihtiyaçlardan ilham alınarak yapılması gerektiğini vurgulayan ATATÜRK hukuk inkılâbını gerçekleştirmiştir.
c) Eğitimin lâikleştirilmesi ve eğitim birliği:
Tevhidi Tedrisat Kanunu ile eğitim birliği sağlanmış, Türkiye’de çağdaşlaşmanın temeli olan lâik eğitim sisteminin temelleri atılmıştır.
ç) Tekke ve türbelerin kapatılması
d) Kıyafet
e) Kadın hakları
f) Güzel sanatlar
g) Harf inkılâbı, saat ve ölçüler
ATATÜRK’ün devletin temel ilkelerinden birisi hâline getirdiği lâiklik ilkesi sayesinde toplumumuzda meydana gelebilecek her türlü mezhep çatışması önlenmiş, Türk toplumu ortak hedefler çerçevesinde birleştirilmiştir. Lâiklik sayesinde devlet yönetiminin din kurallarına bağlı olmaksızın din ve devlet işlerinin, hukukun, eğitimin çağdaş bilime, çağın ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi ve yürütülmesi sağlanmıştır.
Ayrıca, ilerleme ve gelişme yolundaki engeller lâiklik ilkesi sayesinde kaldırılmıştır. Çünkü çağdaşlaşma, her şeyden önce, çağdaş bilime dayalı bir medeniyeti gerçekleştirmektir. Bunun yolu da lâik devletten geçer. Nitekim dinî taassubun bir devlet gücü ile birleştiği zaman toplumu ne hâle getirebileceğini Afganistan’daki Taliban yönetiminin uygulamaları bize açıkça göstermiştir.
ATATÜRK’ün başardığı iş çok zor olduğu gibi, ondan sonra gelen kuşakların işi de ağırdır. Çünkü İslâm dünyasında din ile devleti ayırmak bir Hristiyan ülkesinde bu işi yapmaktan çok daha çetindi. İslâm dininin yalnız, inanç ve ahiretle değil, dünya işleriyle de ilgili kurallar koymuş olmasının bir İslâm ülkesinde lâikliğin önemini kat kat artırdığı ve ona farklı bir özellik sağladığı unutulmamalıdır. Yukarıda bahsedilen Afganistan örneğinde gördüğümüz manzaralar, ATATÜRK’ün gerçekleştirdiği işin büyüklüğünü ve önemini bütün dünyaya göstermiştir.
Bazı çevrelerin iddia ettikleri gibi, lâiklik elbette dinin reddi, inanç ve ibadet hürriyetinin tanınmaması, dinî inançlara saygı duyulmaması anlamına gelmez. Çünkü ATATÜRK’ün gerçekleştirdiği ve Türkiye’de uygulanan inançlara saygılı lâiklik anlayışı geniş ölçüde din hürriyetine saygıyı getirmiştir. Lâiklik ne dinsizliktir ne de vicdanlara baskıdır. Ancak, lâiklik ilkesine göre kimse devletin sosyal, siyasî ve ekonomik düzenini dinî esaslara göre düzenleyemez, dini siyasete alet edemez. Din bir vicdan meselesidir. Kul ile Allah arasındaki manevî ilişkidir. Herkes dilediği gibi inanır.
Türk inkılâbının temel taşı olan lâiklik ATATÜRK’ün kurmuş olduğu demokratik Cumhuriyet’in en önemli niteliğidir. Zira lâiklikten uzaklaşıldığı takdirde demokratik, bağımsız millî Cumhuriyet’in varlığı tehlikeye düşeceği gibi çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma hedefi de tehlikeye düşer ve yeniden Orta Çağın karanlığına dönülebilir.
Lâikliğin Türkiye Cumhuriyeti açısından niçin bu kadar önemli olduğunu şöyle açıklayabiliriz:
Bilindiği gibi teokratik bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti, batı toplumları Rönesans ve reform hareketleriyle, devlet yönetiminde akılcı ilkeleri hâkim kılarken bu gelişmeleri takip edememiştir. Batıda bilimsel buluşlar, keşif ve icatlar ilerlerken Osmanlı Devleti en basit bir yeniliği bile alırken şeriata uygun olup olmadığını tartışmıştır. Bunun sonucunda yüzyıllar süren gecikmeler ortaya çıkmıştır. Avrupa’da 1450 yılında icat edilen matbaanın Türkiye’ye ancak 1727’de girebilmiş olması buna en açık örnektir.
Çağdaşlaşmanın vazgeçilmez şartı olan akılcı ve bilimci yaklaşımın, Osmanlı Devleti’nin de sonunu hazırlayan taassup ve dogmalara böylesine bir bağlılık içinde gelişemeyeceği açıktır. Diğer taraftan teokratik bir devlette, bütün totaliter rejimlerde olduğu gibi, yöneticiler kendilerini tek ve değişmez gerçeğin temsilcisi saydıklarından düşünce özgürlüğünden ve gerçek demokrasiden söz edilemez. O hâlde lâik bir devlet yapısı demokrasinin de ön şartıdır.
Çoğu zaman bir yönü ile ele alınan lâiklik birbirini tamamlayan beş önemli unsurdan oluşmaktadır.
1. Lâikliğin bir unsuru, din ve vicdan hürriyetidir. Teokratik bir devlet kurma amacına yönelik olmamak kaydıyla anayasada yer aldığı şekliyle “herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.”
2. Lâikliğin ikinci unsuru resmî bir devlet dininin bulunmamasıdır. Lâik devlette din, bir vicdan sorunudur. Dolayısıyla devlet, belli bir dinin kurallarını vatandaşlarına benimsetmek ve uygulatmak için zorlayıcı kurallar koyamaz.
3. Lâikliğin üçüncü unsuru, devletin din ve mezhepleri ne olursa olsun yurttaşlara eşit işlem yapmasıdır.
4. Lâikliğin dördüncü ve çok önemli bir unsuru, devlet yönetiminin ve hukukun din kurallarına göre değil, toplum ihtiyaçlarına, akla, bilime, hayatın gerçeklerine göre yürütülmesidir; dinle devletin ayrılmasıdır.
5. Lâikliğin beşinci unsuru olarak eğitimin lâik, akılcı ve çağdaş esaslara göre düzenlenmesini sayabiliriz.
Teokratik devlet yanlıları dinin özünü teşkil eden inançlarla, eskiyen teokratik devlet yapısını birbirine karıştırmaktadırlar. İslâm dininin özündeki inanç ve ahlâkî değerler ile teokratik devlet yapısı bir tutulmamalıdır. Çünkü donmuş dogmalar içine hapsedilen devlet yapıları, akla dayalı, çağın gerçekleriyle uyum sağlayabilmiş sistemler karşısında geri kalmaya mahkûmdur.
Türk milletinin teokratik devlet karanlığına ve toplumun fetvalarla yönetilmesini öngören bir rejime geri dönmeyeceği gerçeğini herkesin açıkça görmesi gerekir.
Aslında lâiklik sayesinde din, nikâhta davul çaldırmanın haram olduğunu ilân eden fetvalardan veya matbaanın, paratonerin, coğrafya dersinde harita kullanmanın şeriata uygunluğunu tartışan, çağ dışı, akıl dışı, dinin özüne de aykırı safsata ve hurafelerden sıyrılmış akıl ve ilimle bağdaşmayan yorumlardan kurtulmuştur.
Ayrıca lâiklik Türkiye için, millî beraberlik ve bütünlüğün de vazgeçilmez şartıdır.
ATATÜRK’ün çizdiği çağdaşlaşma yolundan, lâiklik ilkesinden, eğitim birliğinden uzaklaşmak, yükselme ve ilerlemeyi sona erdirir. Çağdaşlaşma, millî bütünlük, demokrasi ve özgürlük, ancak lâiklik ilkesine içtenlikle bağlı kalınmakla sağlanabilir ve korunabilir