“Kadın bağırmaya çalışıyor, bağıramıyordu. Sanki biri ağzını bantlamış, bağırmasına engel olmaya çalışıyordu. Nefessiz kalmıştı. Sesi bir türlü çıkmıyordu. Karanlıkların içinde bir ses “Kadın olsaydın da kocanı elinde tutsaydın.” diye bağırırken, diğer bir yandan da 1.80 boylarında kumral bir adam karnına karnına tekmeleri indiriyordu.
Adamın arkası dönüktü. Siluetini görüyor, karanlık gölgesi duvara vuruyordu. Duvarda gölgesi görünen sağ ayak, karnına her kalkıp indiğinde iki büklüm oluyor, “Yapma çocuğum düşecek.” diyordu. Acıdan yerlerde yuvarlanıyor, tekmelerden sırtını böğrünü korumaya çalışıyordu. Hem dayak yiyor, hem de kendisini suçlu hissediyordu. Başını kaldırdı. Karşısında “kocana sahip çıksaydın” diye bağıran kadına baktı.
55’li yaşlarda ama daha yaşlı görünen, başında boğazından bağlanmış yarım bir yaşmağı olan kadın, basma bol elbisesi içinde yerde kıvranan kadına bağırmaya devam ediyordu.
“Vur oğlum, vuuur, bizi buraya kadar getirdi. Neymiş sen başka bir kızla dolanıyormuşsun. Kadın olsaydın da sahip çıksaydın. Benim oğlum erkek adam. Aferin oğluma. İyi yapmışsın. “ Yerdeki kadına her tekme indiğinde diğer kadın zevkten sarhoş olmuşcasına ciyaklamaya devam ediyordu. Sokak kapısının yanında dikilmiş, gülerek başını sallayan kasketli yaşlı adam, yerde cereyan eden eziyeti seyrediyordu.
ELVİRA, başının döndüğünü ve bayıldığını hissetti. Birden derin bir çığlıkla yatağından doğruldu. Nefes nefese kalmıştı. Kalktı, mutfaktan bir bardak su içti. Sonra yatağına geri döndü. Başını yastığa koyamıyordu. Camı açtı. Karşıdaki ormana baktı. Ormanın üzerinde gülerek ona bakan Ay’ın çam ormanıyla kaplı dağı ve odasını aydınlattığını, göz kırptığını gördü. Biraz içi rahatladı.”
Kaç kadın bu sahneleri yaşamıştır. Kaç kadın yüreği dağlanarak, hem dövülmüş, hem evinin hizmetçisi olmuş, hem kocasının fahişesi olmuştur. İçimizde ne sırlar gizlidir, kim bilebilir?
Toplum baskısı bizi yutar, tanıdığımız ilk erkeğe aşık oluruz. Ve sonuna kadar her şeye katlanırız. İkili konuşmaların, sözlerin dünyasında, namus baskılarında yoğrulur, sonra hayatlarımızı bir el tutmalarında, birilerine bağlarız.
Tanımadığımız insanlarda vücut bulur, onları idare etmeye çalışırız. Eğitimsizliğin ve cehaletin baskısı hep uçlarda yaşanır. Ya iki üç genci idare eden kurnaz genç kızların arasında gençlerimiz yok olur, ya da inandığımız değerlerde kayboluruz. Sağlıklı koşullarda kurulmuş ilişkiler ağına nedense bir türlü giremeyiz. Sonucunda bize verileni, var olanla sürdürmeye çalışırız.
ELVİRA, böyle bir gerçeklikten gelme, 1984-2007 arasında yaşanılmış gerçek bir hikâyenin kurgusudur.
Ne kadar eğitimli de olsa, kadın toplum kuralları içerisinde hep erkeğe karşı borçludur. Bu borç ancak ve ancak sağlıklı kadınların elinde yetişecek sağlıklı nesillerle ödenecektir.
ELVİRA, yaşamının baskıları içinde doğru yolu kendi çabalarıyla bulan güçlü kadınlarımızdan olarak yaşamına devam ederken;
Artık biliyordu ki, ne ev, ne araba, maddiyat onun için önemsizdi.
Dünya, bu güzel Dünya’daki her yer onun “Yaşam Merkeziydi.”
Tekilleşme duyguları içerisinde en güzel evler benim olsun. En güzel odalar bizim olsun. En güzel yaşam bizim olsun diyen insanlardan değildi.
“Egolarını” zaman içinde bileyen biriydi. “Bir Ben” duygusundan içindeki “Ego” ‘sunu paylaşımları ve iyi niyetiyle dikkatlice gitmek istediği noktaya ve hedeflerine taşıdığında, yaşadığı acıların ve durgunlukların ona oldukça anlamlı geri dönüşler yapacağını biliyordu.
ELVİRA, ‘ya içindeki ses;
“Yaşayabilmek bir ormanda özgürce,
Yürüyebilmek bir sahilde özgürce,
Kollarımızı kaldırıp
Bulutlara uçtuğumuzu hissedebilmek özgürce,
Geceleri gökyüzünde yıldızları seyrederek
Uzanabilmek bir toprak üstünde özgürce,
Yaşantımıza yeni tutkularla, anlamlar katarken,
Özgürlüğümüze yeni bir yol ve amaç olacaktı.
Özgürlüklerimiz bir ormanda, bir deniz kıyısında veya bulutlara yakın bir noktada, “Egolarımızı” dizginleyip, “Bir Ben” bencilliklerimize gem vuracak! Paylaşımlarımızla beraber özgürlüklerimizi en yüksek ulaşabileceğimiz hedef noktalara taşıyacaktır.
İçimizdeki doğaya ve canlıya saygı, sevgi gücü yükseldiğinde, kendimize olan saygımız ve içsel sevgi güçlerimiz, bizi biraz daha özgür duygulara yükseltirken, yaşam kalitemizde bu duyguların yüceliğinde artacaktır.” Diyordu.
ELVİRA, bu yüzden egolarını, ” BİR BEN” yerine bize dönüştürüp, “BİR BİZ” olarak, Yaşamını sürdürebileceği her mekânda özgürce, dostça, içindeki paylaşım ve anlayış heyecanları ile daha kaliteli yaşayabileceğini biliyordu.
Yaşam Kalitesinin, yalnızlıklar içinde bir sevgili arayıp, çaba gösterip, yanında eş olarak düşünebileceği, taşıyabileceği, onun hizmetlerine amade olacağı kişileri hedeflemek yerine; Egolarından arınıp, dostça, arkadaşça, gönülden anlayışlar ile özgürlükleri içinde yaptığı paylaşımlarla artacağını biliyordu.
Yalnız kadın olmak zordu. Acıları hissetmeden yeniden var olmaya çalışmak.
Işığa ulaşmaya çalışmak, yeniden yaşamak zordu. Her yeni yaşamda yeni bir kadın olmak zordu.
Özgürce düşünen her bireyin sadece ve sadece her şartta her durumda sığınacağı tek liman kendi kanatlarının altıydı.
Ve Ünlü Meksikalı Ressam Frida KAHLO da her özgür kadının dediği gibi;
“Uçmak için kanatlarım varken size ne ihtiyacım var.” demişti.
Acılarımızı hedeflerimize gömdüğümüzde uçmak için sadece kendi kanatlarımıza ihtiyacımız vardı.
YETER Kİ, O KANATLAR ÖZGÜR OLSUN. ÖZGÜRLÜKLERİMİZ;
Cinsiyet ayrıştırıcılarının gözü önünde eğitim, öğretim ve demokratik insan hakları paylaşımlarında ilerici rolleri benimseyerek yaşayabileceğimiz, örnek olacağımız ortamlarda, topluluklarda adalet ve yaşam hakları adına, aydınlık yarınlarda bizi mutlulukların en şereflisiyle ödüllendirecekti.
ELVİRA, bir kez daha inançla yürüdüğü yaşam yolunda yolunu bulmuştu.
Ağaçlar, ormanlar, nehirler, vadiler hepsi, hepsi onun yaşam alanıydı. İstediği her yerde bir bedevi gibi dolaşacak, yeni yaşamında yeni heyecanlara, yeni insanlara, çocuğa, anneye, babaya ulaşmayı amaçlayacaktı. İnsanlık öğretisinin yüce tutkusu üzerine çalışacak, kardeşliğe, dostluğa kapısını açacaktı. Bunu da yok olmaya başlayan insanlığa adayacaktı.